Anne Tek Kızını Kısır Zengin Bir Kadına Sattı, Sonra Olanlar Onu Pişman Etti
.
.
Kayıp Yılların Dönüşü
Yağmurun cilaladığı kaldırımlar hâlâ ıslaktı. İstanbul’un puslu sabah ışığı, Melike’nin bir avuç kadar kalan umutlarını bile sanki yıkayıp götürüyordu. Mutfak masasında katlanmış faturalar bir duvar gibi üst üste yığılmıştı: elektrik, su, kira ihtarı. Hepsinin söylediği tek cümle vardı: “Şimdi öde, yoksa her şeyi kaybet.”
Yirmi beşinde dul, üç yaşındaki kızı İpek’le yalnız. Kocası Cem, fabrikadaki ani bir kazada gitmiş; “Akşam çikolata getiririm.” diye çıkıp dönmemişti. O günden beri çikolata kelimesi, Melike’nin boğazına düğümlenen bir yas parçasıydı. Mutfak dolabı boştu, buzdolabı boştu. Cüzdandaki para, bir çocuğun kırık oyuncağı kadar zavallıydı. İpek kapı eşiğinde, eskiyen elbisesinin eteğini buruşuk parmaklarıyla çekiştirerek “Anne, açım.” dedi. Melike kızını kucakladı. “Bir şekilde halledeceğiz.” dedi; sesindeki titremeyi gülümseme süsüyle sakladı.
Ertesi sabah dert, kapıyı yumrukladı. Ev sahibi Mahmut Karaca, arkasında iki iri adamla “Üç gün.” dedi. “Yoksa sokak.” Korku, evin tavanında asılı bir lamba gibi sallandı. O akşam, Melike duvarın çatlağına sızan rüzgârı dinlerken kapı çaldı. Kapıda, pahalı elbiseleri ve kusursuz makyajıyla bir kadın duruyordu: Selda Erensoy. Dudaklarında geniş bir gülümseme, gözlerinde ise ince, hesaplı bir gölge vardı.
“Durumunuzu duydum.” dedi, içeriyi süzerek. “Belki yardım edebilirim.”
Sözleri bir vaat kadar yumuşak, bir tuzak kadar esnekti. İpek, Selda’nın parlak kolyesine bakarak büyülenmişti. Kadın çantasından küçük bir çikolata çıkardı: “Bu senin, tatlım.” İpek annesine baktı; Melike’nin başıyla verdiği izinle çikolatayı üç lokmada bitirdi.
Selda, sonra hiç yükseltmediği ses tonuyla asıl meseleyi söyledi: “Ben çocuk sahibi olamıyorum. Kızınızı evlat edinmek istiyorum. Ona her şeyi verebilirim: yemek, eğitim, güvenlik, gelecek. Size de yeni bir başlangıç için yeterince para.” Kalın bir zarfı masaya bıraktı. Para, Melike’nin bir ömür görmediği kadardı. Ama bu bir bedeldi, etikete yazılamayacak kadar ağır bir bedel.
“Hayır.” dedi Melike fısıltıyla. Selda inat etmedi, sadece gerçekleri sıraladı: “Üç gün sonra sokağa atılacaksınız. Sevgi güzel, ama açlığı doyurmuyor.” Melike sustu. İçinde parçalar birbirine çarpıp durdu. Selda ertesi sabah “Kararınızı bekleyeceğim.” diyerek ayrıldı.

Sabah erkenden Mahmut kapıya tekrar dayandı. Eşyalar dışarı yığılırken İpek ağladı, Melike dizlerinin üzerine çöktü. O esnada sokağa fener gibi bir araba girdi. Selda indi, bileğine takılı altın bilezikler güneşi kırdı. Borcun tamamını, hatta fazlasını oracıkta ödedi. Ev sahibi bir kısık kahkaha ve kalın bir “Hayırlı günler.” ile çekildi. Selda, “Sizi önemsiyorum.” dedi. Ama Melike’nin içi, o cümledeki dikişleri hissetti: Bu, dün teklif edilen zarftaki paraydı. Yardım, bir ipe bağlanmıştı; ipin ucu çoktan Selda’nın elindeydi.
İki gün sonra, kader hiç sormadan vurdu: İpek ateşlendi. Nefesi hırıltılı, alnı alev alevdi. Melike’nin cebinde ilaç, doktor parası yoktu. Belediyenin kalabalık polikliniğinden “İlaç yok.” cevabıyla döndü. Büyük hastanenin ön masasındaki görevli “Sigorta?” diye sordu. “Yok.” “O zaman maalesef…” Dünya, Melike’nin gözlerinde dar bir tünel oldu. Tam o an telefonu çaldı. Selda’ydı: “Neredesiniz?” Onlarca dakika sonra hastane kapısına siyah bir araç yanaştı; Selda geldi. Aynı bina, aynı koridorlar, aynı doktorlar—ama bu kez kapılar açıldı. Kredi kartı, saygın isim, kusursuz bir gülümseme. İpek bir odaya alındı, muayene edildi, ilaç yazıldı. “Bir-iki güne düzelir.” dedi doktor. Her şey, çok kolaydı. Melike için ne kadar zorsa, Selda için o kadar kolaydı.
Gece, Melike’nin önünde yine faturalar; yanlarında bu kez bir de hastane fişi. Selda’nın iki günde onlarca bin lira harcadığını fark etti. “Sana verebileceğim hiçbir şey yok.” diye fısıldadı, uyuyan kızının saçlarını okşarken. “Hiçbir şey.”
Sabah, İpek iyiydi. Melike telefonu eline aldı; parmakları titredi. Selda açtı. “Onu alırsanız…” dedi Melike, kelimeleri yutkunarak, “Ona kendi kızınız gibi bakacağınıza söz verir misiniz?” Selda, yağ gibi akan bir sesle: “Söz.” Melike gözlerini kapadı. “Peki.” dedi. “Bugün.” diye yanıtladı Selda. Hızlı olsun, daha az acısınaydı.
Saat üçte, Selda bir bebek ve kıyafet dolu çantayla geldi. İpek, Melike’nin bacağına sıkı sıkı tutunmuştu. “Gitmek istemiyorum.” diye ağladı. Melike, kalbini dişleriyle ısırarak, “Bazen anneler en zor kararı verir.” dedi. “Seni gökyüzündeki bütün yıldızlardan çok seviyorum.” “Ben de seni.” İpek arabanın arka koltuğuna oturduğunda peluş ayısını göğsüne bastı. Camın ötesindeki minik avuçla Melike’nin elinin çizgileri üst üste geldi. Araba köşeyi dönüp kaybolduğunda, dünya sessiz kaldı. O gece, İpek’in yatağında tek kalan koku, bir çocuğun uykusu kadar tatlı ve acıydı.
Günler saykalandı. Melike bazen uzaktan, Selda’nın yüksek duvarlı evinin önünden geçti. Bir gün İpek’i gördü: beyaz elbiseli, parlak ayakkabılı, saçları kusursuz. Ama yüzünde gülümseme yoktu. Başka bir gün, pahalı oyuncakların ortasında yalnız otururken yakaladı gözleri; İpek, eski peluş ayısına sarılıydı. Melike’nin yüreği ikinci kez kırıldı.
Selda onu fark etti. Sert uyarılar geldi, ardından polis. “Takip ve taciz.” Kelepçelerin soğuğu, adaletin soğukluğuna karıştı. Karakolda Selda’nın avukatı, “Bir daha yaklaşmayacağına dair imzala, şehri terk et.” dedi. Melike kalemi eline aldı, bırakıp itti. “İmzalamayacağım.” Mahkemede hâkim tokmağı bir ömürlük hüküm kesti: “Yirmi yıl.” Melike, bir annenin suskunluğuyla hücresinin kapandığını dinledi.
Yirmi yıl sonra kapılar açıldı. Şehir değişmiş, sokaklar yabancılaşmıştı. Eski dairesinin yerinde alışveriş merkezi yükseliyordu. Melike iş aradı; “Referans?” Her yerde aynı soru, aynı baş sallama. Bir gün, bir gökdelende “Temizlik personeli aranıyor.” yazısı gördü. Girişteki levhada bir isim: Erensoy Holding. Hayat, bir saç telinin ucunda yeniden düğüm atıyordu.
Gece vardiyası. Melike, ofislerin camlarını parlatırken, üst yönetim katında asansör kapısı açıldı. İnce yapılı, kıvırcık saçlı genç bir kadın hızlı adımlarla ilerledi. Melike gözlerini kaçırdı. Kadın nezaketle gülümsedi: “Merhaba, ben İpek Erensoy, genel müdür.” Melike’nin dizlerinin bağı çözülecek gibi oldu, ama tuttu kendini. “İyi geceler, hanımefendi.”
Geceler birbirini izledi. İpek sık sık geç çalışıyordu; Melike her gece oradaydı. Önce kısa selamlar; sonra bir fincan çay. “Yorgun musunuz?” diye sordu Melike bir akşam, sesinde anne içgüdüsünün yumuşak tınısı. İpek, beklenmedik bir kırılganlıkla “Biraz.” dedi. Melike çay demledi. O çay, aralarında görünmez bir köprü kurdu.
Sohbetler uzadı. İpek, annesinden “başarılı bir iş kadını” diye söz ediyordu; cümleler ezber, tınısı boşluk. Melike, yıllarca susan kalbinin köşelerinden küçük hediyeler çıkardı; bir saksı çiçeği, küçük bir not: “Herkes bazen kendini özel hissetmeyi hak eder.” İpek’in gözleri doldu. “Kimse beni sırf mutlu olayım diye sevmedi.” dedi.
Günlerden bir gün, asansörden topuk sesi yankılandı: Selda. Cam ofisin dışından, kızının bir temizlik görevlisiyle gülerek konuştuğunu gördü. Melike’yi tanıdığında yüzüne bir gölge düştü; öfke ve korku aynı anda göz bebeklerinde büyüdü. O akşam İpek’i aradı: “Personelle sınır.” dedi. İpek, ilk kez kesin konuştu: “Melike benim arkadaşım.”
Ertesi gün Selda, İpek’e Melike’yi işten çıkarmasını söyledi. İpek reddetti. Çatlak, duvarın tam ortasından ilerlemeye başladı. O akşam, kapalı otoparkta Selda, Melike’nin yolunu kesti. “Kızımdan uzak dur.” dedi, kelimeleri bıçak sırtı. “Seni yine hapse attırırım.”
Onların bilmediği, İpek’in anahtarlarını almak için geri dönmüş olduğuydu. Arabanın arkasında, gölgede kaldı; kelimeler göğsüne çarpıp yankılandı. “Onu para için bana verdin.” dedi Selda. Melike’nin sesi kırıldı: “Onu satmadım. Kurtardığımı sandım.” İpek’in dünyası durdu. “Para? Verdi?” Sesini susturdu, dinledi. “Gerçek annesi…” Selda acı bir kahkaha attı: “Gerçek anne onu büyüten kadındır.”
İpek saklandığı yerden çıktı. “Bu doğru mu?” dedi, sesi titreyerek. “Siz benim doğum annem misiniz?” Melike’nin dudaklarından ince bir “Evet.” döküldü. Havada gök gürlemesi gibi asılı kaldı. Selda “Yalan!” diye tısladı; İpek, ilk kez ona buz tutmuş bir sesle “Yeter.” dedi.
Sorular, yanıtlar, itiraflar. Melike, o günü anlattı: “Fakir ve çaresizdim. Baban ölmüştü. Selda, sana her şeyi vereceğini söyledi. Ben de… en iyi sandığım kötülüğü yaptım.” İpek, Selda’ya döndü: “Bana annemin öldüğünü söylediniz.” Selda’nın sesi çatladı: “Seni korumak için.” İpek başını salladı: “Beni değil, kendi yalanını korudun.”
Melike, elleri titreyerek bir adım attı. “Yirmi yıl seni düşünmediğim bir gün olmadı.” İpek’in gözlerinde bir şey çözüldü. İki kadın arasında, kan bağına benzeyen ama ondan daha ince dokulu bir ip yeniden örüldü. İpek fısıldadı: “Anne.” Melike’nin dizleri çözüldü, ama İpek onu tuttu. “Affet.” dedi Melike, hıçkırıklar arasında. “Affedecek bir şey yok.” dedi İpek. “Sen hep bendin.”
Selda geri adım attı; otoritesinin kabuğu çatlamıştı. “Ben seni büyüttüm.” diye kısık bir inatla mırıldandı. İpek yüzüne baktı: “Beni başarıların için sevdin, kendim olduğum için değil.” Sonra Melike’ye döndü: “Benimle gel. Artık acı yok. Artık saklanma yok. Eve geliyorsun.”
O gecenin serinliğinde iki kadın yan yana yürüdüler. Garajın kapısından çıktıklarında, şehir ışıkları üzerlerine yağdı. Melike uzun yıllar sonra ilk kez gülümsedi; gülümsemesinde sızı vardı, ama umut da vardı. Ertesi sabah İpek, holdingin hukuk birimine talimat verdi: “Evlat edinme sürecinin tüm kayıtlarını isteyin. Hukuksuzluk varsa, düzeltin. Ayrıca, Melike Hanım kadromuzda kalacak; hatta temizlik değil, idari destek.” Bu, bir unvan değişikliğinden fazlasıydı; bir hayatın iadesiydi.
Aylar geçti. İpek, Selda’yla arasına mesafe koydu. “Seni reddediyorum.” demedi; “Gerçeği istiyorum.” dedi. Selda bazen aradı, bazen sustu. Güç, hakikatin elini tuttuğunda eski usuller işlemez. Melike yeni görevinde masalara çay değil, güler yüz taşıdı. İçeride, kayıp yılların yeri hiçbir zaman tamamen dolmadı; ama kalan boşluk, birlikte yürürken taşınabilir bir çukura dönüştü.
Bir pazar günü, İpek küçük, neredeyse ıssız bir mezarlığa götürdü Melike’yi. “Babam?” diye sordu Melike, eli taşın harflerini okşarken. “Evet.” dedi İpek. “Onu hiç tanımadım. Ama artık hikâyemi biliyorum.” Çimenin üstünde rüzgâr ince bir ilmek attı. Melike fısıldadı: “Cem, kızın büyümüş. Güçlü, merhametli.” Gözlerini silip ayağa kalktı.
Ertesi hafta, İpek ofisine küçük bir çerçeve koydu: solda genç bir Melike, kucağında minicik İpek; sağda bugünkü halleri, yan yana, gözlerinde aynı çizgiler. Altına, Melike kalemiyle iki kelime yazdı: “Yeniden başlamak.” Çünkü bazı başlangıçlar, bir kapının kapanmasıyla değil, yıllarca aralanmamış bir kalbin açılmasıyla olur.
Melike akşamları eve dönerken vitrinde küçük bir oyuncak ayı gördüğünde durup gülümsedi. O ayı, yıllara direnen o küçük sevgi tanığı, şimdi bir rafta değil, yan yana yürüyen iki kadının içindeydi. Ve şehir, bu kez yalnızca faturaların, borçların ve korkuların şehri değildi; anne-kızın yeniden kurduğu bir yuvanın kalabalık ışıkları da vardı içinde.
Bir gün İpek sordu: “Keşke hiçbir şey yaşanmamış olsun ister miydin?” Melike durdu, baktı. “Keşke acın olmasaydı.” dedi. “Ama sen böyle bir insan oldun diye… Belki de acı, bizi bugün olduğumuz yere getirdi. Önemli olan, artık birlikte yürümemiz.” İpek başını annesinin omzuna yasladı. “Birlikte.”
Gökyüzünde yıldızlar, o ilk veda gecesindeki kadar parlaktı. Ama bu kez çığlık yoktu; sessiz bir teşekkür, birbirinin kalbinde yer açmış iki kadının nefesi vardı. Kayıp yıllar dönmezdi; ama geri kalan yıllar, yeniden yazılabilirdi. İşte, tam da bunu yapıyorlardı.
.
News
“Lütfen beni tekmeleme… zaten acı içindeyim” dedi garson — gizli CEO’nun tepkisi herkesi şok etti
“Lütfen beni tekmeleme… zaten acı içindeyim” dedi garson — gizli CEO’nun tepkisi herkesi şok etti . . Görüldün İstiklal’in kalbindeki…
Kovboy, Kar Fırtınasında Bir Yabancıyı Kurtardı; Kadının Bölgedeki En Büyük Çiftliğin Sahibi Olduğu
Kovboy, Kar Fırtınasında Bir Yabancıyı Kurtardı; Kadının Bölgedeki En Büyük Çiftliğin Sahibi Olduğu . . Karın İçinden Gelen Mektup Rüzgâr,…
Dövülmüş aşçı kadın dedi ki: “Beni dövdüler efendim… ve domuz dediler.” – Çiftçi şoke oldu
Dövülmüş aşçı kadın dedi ki: “Beni dövdüler efendim… ve domuz dediler.” – Çiftçi şoke oldu . . Çayırın Sessizliği Güneş…
Dul kadın terk edilmiş bir GEMİ buldu — ama o geminin bir SIR sakladığını hiç tahmin etmemişti
Dul kadın terk edilmiş bir GEMİ buldu — ama o geminin bir SIR sakladığını hiç tahmin etmemişti . . Terk…
DENIZDE DOĞUM YAPACAKTI, DOKTOR YOKTU, ESKI KOCASININ ÇIKMASI VE HERKESI ŞAŞIRTTI…
DENIZDE DOĞUM YAPACAKTI, DOKTOR YOKTU, ESKI KOCASININ ÇIKMASI VE HERKESI ŞAŞIRTTI… . . Fırtınanın İçinden Dalgaların yatın gövdesine vururken çıkardığı…
Milyoner yolculuktan döner ve oğlunu komşunun çöpünde yiyecek ararken bulur. Keşfettiği şey…
Milyoner yolculuktan döner ve oğlunu komşunun çöpünde yiyecek ararken bulur. Keşfettiği şey… . . Bir Milyonerin Uyanışı Şafak vakti, Kerem…
End of content
No more pages to load






