Milyonerin Oğlu Asla Dinlemedi – Ta Ki Dadı İmkânsızı Başarana Kadar
Arda Karaman, İstanbul’un en zengin iş insanlarından biri olan Selim Karaman’ın tek oğluydu. On yedi yaşında, istediği her şeye sahipti: özel okul, spor araba, Avrupa’da tatiller… ama hiçbir şeye değer vermiyordu.
Babası onu “geleceğin varisi” olarak yetiştiriyor, annesi her karara karışıyor, Arda ise onların dünyasında kendini bir yabancı gibi hissediyordu.
Evlerinde çalışanlar sabah akşam onun istekleriyle uğraşırdı. Ne yerse önüne gelir, ne isterse alınırdı. Fakat Arda, hepsine karşı tek bir tavır sergilerdi: umursamazlık.
Öğretmenleri “zeki ama disiplinsiz”, arkadaşları “bencil ve boş” diyordu.
Selim Bey oğluna ne söylerse söylesin, genç çocuk hep aynı cevabı veriyordu:
“Siz benim hayatımı yönetemezsiniz.”
Her şey, bir yaz sabahı eve gelen yeni dadı ile değişti.
Kadının adı Elif’ti. Otuz yaşlarında, sade giyimli, gözleri kararlı biriydi.
Selim Bey onu, “Arda’yla ilgilenecek, derslerini takip edecek, gerekirse ona abla gibi davranacak” diyerek işe almıştı.
Ama Arda, ilk günden onu küçümsemekle meşguldü.
“Ben çocuk değilim,” dedi sert bir sesle.
Elif gülümsedi. “O zaman davranışlarınla da bunu göster.”
Bu cümle Arda’nın gururuna dokundu. Günlerce onunla konuşmadı, emirler yağdırdı, alay etti. Ama Elif sabırla sustu.
Bir gün Arda, evin garajındaki spor arabayı gizlice alıp boğaz köprüsünde hız yaptı. Polisler tarafından yakalandığında, babası öfkeyle patladı. “Bir daha böyle bir şey yaparsan seni yatılı okula gönderirim!” diye bağırdı.
Arda hiç tepki vermedi.
Ama Elif, o gece sessizce kapısını çaldı.
“Sen aslında ne arıyorsun?” diye sordu.
Arda başını kaldırmadı. “Hiçbir şey.”
Elif yumuşak ama kararlı bir sesle devam etti:
“Bence sen, birilerinin seni gerçekten duymasını istiyorsun. Ama kimseyi dinlemediğin sürece seni kimse anlayamaz.”
O an Arda ilk kez susup düşündü.
Elif, ertesi sabah ona küçük bir defter verdi. “İçine istediğini yaz. Kimse okumayacak, sadece sen.”
İlk başta alay etti. Ama geceleri o deftere bir şeyler karalamaya başladı.
Kızgınlık, korku, özlem…
Sayfalar doldukça içindeki düğüm çözülüyor gibiydi.
Aradan birkaç hafta geçti. Bir gece villa sessizken alarm sesi duyuldu.
Bahçeye bir hırsız girmişti.
Elif fark edip Arda’yı dışarı çekti, ama hırsız geri döndü.
Arda korkuyla donup kalmıştı.
Elif, hiç düşünmeden çocuğun önüne atladı.
Bir itiş kakış yaşandı, hırsız kaçtı, ama Elif omzundan yaralandı.
O gece hastanede, Arda babasının gözlerinin içine baktı.
“Ben onu dinlemedim baba… O hep beni korudu ama ben…”
Selim Bey ilk kez oğlunun gözlerinde pişmanlık gördü.
Sabaha kadar hastane koridorunda beklediler.
Elif iyileştiğinde Arda onu ziyarete gitti.
Sessizce elindeki defteri uzattı. “Senin sayende yazmaya başladım. Artık dinlemeyi de öğreniyorum.”
Elif gülümsedi. “Senin hikâyen yeni başlıyor Arda. Ama unutma, duyulmak istiyorsan önce anlamayı öğren.”
Aylar sonra Arda, okuluna döndüğünde değişmişti.
Artık öğretmenleriyle tartışmıyor, arkadaşlarına yardım ediyordu.
Babası bile şaşırmıştı.
Bir akşam yemek masasında Arda, babasına dönüp,
“Baba, şirketteki burs fonuna bir proje ekleyelim. Maddi durumu olmayan öğrencilere yazarlık atölyesi kurmak istiyorum,” dedi.
Selim Bey uzun süre sessiz kaldı. Sonra başını eğip, “Demek sonunda dinlemeyi öğrendin,” dedi.https://www.youtube.com/watch?v=wfzXqyEryKs
O yaz, Elif işten ayrılıp köyüne döndü. Arda, onu uğurlarken defterinin ilk sayfasına şu cümleyi yazdı:
“Birini dinlemek bazen hayat kurtarır.”
Yıllar sonra, Arda Karaman ülkenin tanınmış bir yazarına dönüştü.
Romanının önsözünde şöyle yazıyordu:
“Bu kitabı, bana kelimelerin gücünü öğreten birine adıyorum.
O, imkânsızı başardı: Benim sesimi bana duyurdu.”
Ve herkes bilmeden bir gerçeği fark etti — bazen milyonerlerin saraylarında değil, bir dadının sessiz sabrında insan kalbinin gerçek sesi saklıydı.
News
End of content
No more pages to load






