“Hemşire Sade Bir Kadını Görmezden Geldi — Oğlunun Hastane Direktörü Olduğunu Bilmiyordu”
.
.
Hemşire Sade Bir Kadını Görmezden Geldi — Oğlunun Hastane Direktörü Olduğunu Bilmiyordu
Kasım ayının soğuk ve sisli sabahı İstanbul’u kaplamıştı. Nişantaşı’nın en lüks özel hastanelerinden biri olan Sağlık Merkezi Premium’un cam ve çelikten oluşan modern yapısı, sabah güneşinde parıldıyordu. Bu hastanede tedavi olmak, birçok insan için yıllık maaşlarının çok üstünde bir harcama anlamına geliyordu. İçeride, mermer zeminler, deri koltuklar, her masada taze orkideler vardı. Her şey lüks ve gösteriş içindeydi.
Fatma Özkan, 52 yaşında, yıpranmış koyu renkli mantosuyla hastanenin ana girişinde durdu. Elinde Migros’tan aldığı eski çantası sıkıca kavranmıştı. Montu Kadıköy pazarından alınmıştı; ayakkabıları ise sonbahar yağmurlarından sırılsıklamdı. Fatma, üç farklı yerde temizlik işlerinde çalışıyordu: Üsküdar’daki bir ilkokulda, Levent’teki bir iş merkezinde ve Bağcılar’daki küçük bir bakkalda. Sabahın erken saatlerinde kalkıyor, gece yarısından sonra evine dönüyordu. Bu zorluklarla dolu hayatı, 70’lerin iki odalı dairesindeki faturaları ödeyebilmek için mücadele ediyordu.
Hastanenin otomatik kapılarından, kaşmir mantolu zarif hanımlar, binlerce liralık takım elbiseler giymiş erkekler ve son model iPhone’larıyla gençler geçiyordu. Hepsinin yüzünde aynı kendinden emin ifade vardı. Fatma ise bu dünyaya ait olmadığını biliyordu. Ama torunu Zeynep’in acil göz muayenesine ihtiyacı vardı. Devlet hastanesinden randevu almak en az 8 ay sürüyordu. Fatma, iki yılda biriktirdiği 3.000 lirayı, yeni çamaşır makinesi için ayırdığı parayı şimdi torununa yardım etmek için kullanacaktı. Çünkü Zeynep son zamanlarda baş ağrılarından şikayet ediyor, okulda tahtayı görmekte zorlanıyordu.
Fatma, resepsiyona yaklaştı. Karşısında, mükemmel makyajlı, binlerce liralık beyaz takım elbise giymiş genç bir kadın oturuyordu. Selin Demir, İstanbul Üniversitesi mezunu, doğru insanları tanımak için burada çalışıyordu. Fatma’yı görünce yüzü hemen hoşnutsuzluk ifadesi aldı. Fatma elleri hafifçe titreyerek çantasından, Bağcılar’daki kütüphanede internetten bulduğu randevu telefon numarasının yazılı olduğu kağıdı çıkardı. Ancak Selin, bilgisayarından bile başını kaldırmadı. Parmakları sinirle klavyeye vuruyordu. Havada, erkek arkadaşından aldığı pahalı Chanel parfümünün kokusu vardı. Selin’in tavrı, “Burası senin yerin değil,” diyordu.
Fatma sabırla bekledi. Devlet dairelerinde, doktor kuyruklarında, mağazalarda beklemeye alışkındı. Hayatı, her şey için bekleme dizisiydi. Sonunda hafifçe gırtlağını temizledi. Selin tiatral bir iç çekişle başını kaldırdı. Bakışları Fatma’nın üzerindeydi; sızan ayakkabılardan, sararmış montoya, ucuz çantasına kadar her şeyi süzüyordu. Gözlerinde “Burada ne arıyorsun?” sorusu vardı. Sessizlik gerildi. Fatma utançtan yanakları alev alev yanarken, dün akşam ev ödevlerini yaparken baş ağrısından şikayet eden Zeynep’i düşündü. Bu düşünce ona güç verdi.
Selin sonunda büyük bir iyilik yapıyormuş gibi konuştu: “Efendim…” tek kelimeydi ama küçümseyici tonuyla Fatma kendini kendi ülkesinde istilacı gibi hissetti. Arka planda klasik müzik çalıyor, duvarlarda ünlü tabloların reprodüksiyonları asılıydı. Buradaki her şey para ve sosyal statü haykırıyordu.
Fatma derin bir nefes aldı ve torununu göz doktoruna muayene ettirmek istediğini sessizce ama net söyledi. Sesi hafifçe titriyordu ama kararlıydı. Selin ona Mars’a bilet istemiş gibi baktı. Bu, kaderin ironik oyununu başlatan andı. Selin, bu sıradan temizlik kadınının oğlunun birkaç saat sonra onun profesyonel geleceğine tek bir telefonla karar vereceğini bilseydi, tamamen farklı davranırdı.
Hastanenin derinliklerinden mermer zeminde düzenli adım sesleri geliyordu. Bu, üçüncü kattaki özel odaları dolaşan hemşire Ayşe Kaya’nın adımlarıydı. Ayşe, 35 yaşındaydı. 12 yıllık deneyimi ve yetkinliklerinden büyük egosu vardı. Premium’da üç yıldır çalışıyor, kendini hemşirelik camiasının eliti sayıyordu. 800 liralık beyaz Nike Air Max ayakkabıları devlet hastanelerinin kirini hiç tanımıyordu. Manikürünü Etiler’de haftada 150 liraya yaptırıyordu. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi mezunu olmasına rağmen, hastalara yardım etmek için değil, zengin bir doktorla evlenmek için çalışıyordu. Nişantaşı’ndaki apartman dairesinde taksitle alınmış pahalı eşyalar vardı. Instagram’da 8.000 takipçisi lüks hemşire yaşamını izliyordu.
Mermer merdivenlerden alt kata inerken, resepsiyonda yıpranmış mantolu kadını fark etti. Ayşe hemen tahakküm ve sinir karışımı hissetti. Bu tür insanlar, övündüğü eksklusif kliniğin imajını bozuyordu. Tiyatral gülümsemesiyle, iş sırasında taktığı maskeyi takar gibi resepsiyon tezgahına yaklaştı.
Selin canlandı. Ayşe, hastanedeki hiyerarşide önemli kişilerden biriydi. Doktorlara ve yönetime direkt erişimi vardı. “Bir sorun mu var?” diye sordu Ayşe, Fatma’ya ilgisiz bir bakış atarak. Tonu bal gibi tatlıydı ama gözlerinde küçümseme ışıltıları dans ediyordu.
Fatma sabırla durdu. Elinde Zeynep hakkında tüm bilgileri yazdığı kağıdı tutuyordu: yaşı, belirtileri, devlet polikliniğindeki son göz muayenesi. Selin hemen Ayşe’ye uygunsuz müşteriler hakkında şikayet etmeye başladı. “Bunlar buraya devlet hastanesi sanarak gelmişler,” dedi. Fatma’nın yanında sanki görünmezmiş gibi konuşuyordu. Fatma her kelimeyi duyuyor, yüzünün utançtan alev aldığını hissediyordu. Ama dün akşam çizimlerde güneşin ışınlarını eğri çizen Zeynep’i düşünüyordu. Çünkü kağıdın konturunu iyi göremiyordu.
Ayşe anlayışla başını salladı ve Fatma’ya temizlenmesi gereken bir şeymiş gibi baktı. Kafasında hesaplar dönüyordu. Bu kadının muhtemelen temel konsültasyon için bile parası yoktu. O yüzden neden zaman kaybetsin ki? Küçük bir çocuğa anlatır gibi başladı: “Burası özel klinik. Konsültasyonlar 400 liradan başlıyor. Belki en yakın devlet polikliniğine gitmelisiniz.”
Fatma kalbinin boğazına sıçradığını hissetti. Fakir göründüğünü biliyordu ama parası vardı. Yavaşça çantasından para zarfını çıkardı. Çoğunlukla 20’lik ve 50’lik banknotlar dikkatli sayılmış ve düzenlenmişti. Çamaşır makinesi birikiminden, fazla temizlik saatlerinden, aylarca öğle yemeğinde etten vazgeçmekten gelen para. Ayşe, zarftaki ufak banknotları görünce bakışı daha da küçümser oldu. Bunlar doğru insanların paraları değildi. Doğru insanlar kartla, havaleyle ödüyordu. Tezgahta 20’şer lira saymıyordu.
“Paranız olsa bile randevular 3 ay öncesinden rezerve,” dedi Ayşe, cümlenin devamı havada zehir gibi asılı kaldı. Bu anda Fatma, yıllardır hissetmediği bir şey hissetti. Sadece kendisi için değil, kendisi gibi olan herkes için üzüntü. Sıkı çalışan, her kuruşu biriktiren, sonra şanslı olanlar tarafından çöp muamelesi gören insanlar için.
Ayşe klinik standartları ve uygun müşteri kitlesi hakkında monologuna devam etti. Birkaç saat sonra aynı kadına af dileyeceğini bilmiyordu. Kaderin kendi ironi anlayışı vardı. Bazen zalim ama her zaman adil.
Fatma sessizce dinledi. Midesinde utanç ve öfke karışımı yükseldi. Kendisi için kızgın değildi. Böyle muameleye alışıktı. Ama böyle bir konuşmadan sonra belki tıbbi yardımdan vazgeçen diğer sıradan insanları düşünüyordu.
20 dakika boyunca resepsiyonda durdu. Personelin ve diğer hastaların bakışlarını üzerinde hissediyordu. Yanakları utançtan yanıyordu ama pes etmeye niyeti yoktu. Zeynep’in yardıma ihtiyacı vardı ve ona yardım edebilecek tek kişi oydu.
Mantosunun cebinde eski Nokia 3210’u titriyordu. 10 yıldır kullandığı telefon. Çünkü yenisi aylık maaşına mal olurdu.
Tam o anda Fatma’nın telefonu çaldı. Eski telefonun zil sesi, resepsiyonda yangın alarmı gibi yankılandı. Herkes bu ilkel sesin kaynağına onaysızlıkla baktı.
Fatma fısıltıyla özür diledi ve telefonu açtı. Oğlu Mehmet’in sesi geldi. Mehmet, İstanbul’daki üç özel hastanenin tıp müdürüydü. Hacettepe Tıp Fakültesi’ni bitirmiş, kalp cerrahisi uzmanlığını Londra’da yapmış, kariyerini 15 yıl sıkı çalışarak inşa etmişti. Şişli’deki 47. kattaki dairesinde yaşıyor, Porsche Panamera kullanıyordu. Türkiye’nin en genç tıp müdürlerinden biriydi.
Ama Fatma için sadece Mehmet’iydi. Kocası onları terk ettiğinde 5 yaşında olan çocuğu, matematik ve fizik dershanesi için üç işte çalışan çocuk. Her başarısızlık sonrası kollarında ağlayan, kendisine ondan çok inandığını söyleyen çocuk.
Mehmet, Zeynep’in göz doktoruna gitmek istediğini öğrenmişti. Annesinin özel tıbbi bakım için para sıkıntısı çektiğini biliyor, ama utandırmak istemiyordu. Dikkatli mali yardım teklif etmek için arıyordu.
“Anne, neredesin?” diye sordu.
“Hastanedeyim Mehmet’im. Vovoska’daki o pahalı yerde Zeynep’i göz doktoruna götürmek istiyorum,” dedi Fatma sesi kırılarak.
Mehmet’in sıcaklık bastığını hissetti. Annesi onun hastanesindeydi. Müdür olduğu yerde. Her çalışanın ona kraliçe muamelesi yapması gereken yerde.
“Anne sana nasıl davranıyorlar?” diye sordu kötü önsezilerle.
Fatma, kolları kavuşmuş duran ve gösterişle saatine bakan Ayşe’ye sinirle tezgaha parmak vuran Selin’e baktı. Tüm sahneyi hoşnutsuzlukla izleyen zarif hastalara, “Normal oğlum, her şey yolunda,” diye yalan söyledi. Çünkü hiçbir zaman onun için sorun olmak istememişti.
Ama Mehmet annesini tanıyordu. Sesindeki tonu duydu. Çocukluğunda işten döndüğünde uyuduğunu sandığında duyduğu tonu. Başkaları için güçlü olan ama yalnızlıkta kırılan kadının sessiz ağlaması.
“Anne 10 dakika sonra oradayım. Yerinden kımıldama ve kimse sana kötü davranmaya cesaret etmesin,” dedi ve kapattı.
Hemen asistanını aradı. “Premium’a gidiyorum hemen. Bugünkü tüm toplantıları iptal et.”
Fatma telefonu cebine koydu. Ayşe ve Selin konuşmayı duymadı ama kadının doğrulduğunu fark ettiler. Onda bir şey değişmişti. Sanki unuttuğu gücünü bulmuştu.
“Oğlum 10 dakika sonra burada olacak,” dedi sakince.
Ayşe gülmekten patladı. “A demek vizitin geri kalanını getirecek.”
Fatma bu konuşmada ilk kez ona doğrudan baktı. Bakışında daha önce olmayan bir şey vardı. Adaletin geldiğini bilen birinin huzuru, benzer bir şey. Dedi sessizce.
Duvardaki saat giderek daha yüksek sesle tik tak ediyordu. Dışarıda İstanbul sokakları sonbahar yağmurunda eriyordu ve kader, hiç kimsenin beklemediği alçak gönüllülük dersi hazırlıyordu.
Yağmur hastanenin büyük camlarına vururken, ana girişin önünde siyah Porsche Panamera durdu. Arabadan, ortalama bir Türk’ün yıllık maaşından pahalı Hugo Boss takım elbiseli adam çıktı.
Doktor Mehmet Özkan uzun boylu, emin adımlarla yürüyen, insan hayatlarına karar vermeye alışmış yüzlü bir adamdı. Hastane kapıcısı hemen doğruldu ve derin saygı gösterdi. Tüm çalışanlar müdürün arabasını ve ani ziyaret alışkanlığını tanıyordu.
Mehmet binaya fırtına gibi girdi. Dışarıdan sakin ama içten annesi için endişeyle yanıyordu. Gri gözleri saniyeler içinde resepsiyonu taradı. Yıpranmış mantosuyla tezgah yanında duran, belirgin küçümseme atmosferiyle çevrili annesini gördü. Yüzünde tiyatral gülümseme yapıştırılmış Ayşe Kaya’yı gördü. Aniden kağıtlarla çok meşgul olan Selin Demir’i gördü. Bir an sessizlik oldu.
Mehmet annesine baktı. Doktor olması için tüm hayatını feda eden kadın. Okul masrafları için üç işte çalışan kadın. Hiç para istemediği halde bazen tencerede koyacak bir şey olmadığını bildiği kadın.
Fatma döndü ve oğlunu gördü. Gözleri hemen doldu. Aşağılanma değil, gurur gözyaşlarıydı. Onunla hep gurur duymuştu. 5 yaşında mutfak zemininde lego şatolar inşa ederken bile “Mehmet’im” fısıldamıştı.
Selin Demir bilgisayarından başını kaldırdı ve yüzü duvar gibi beyazlaştı. Müdürü tanıdı. Ayşe Kaya bacaklarının pamuk gibi olduğunu hissetti. Aniden bu kadının neden tanıdık göründüğünü anladı. Müdürle aynı gözleri vardı.
Mehmet annesine yaklaştı ve onu dünyadaki en değerli şeymiş gibi yanağından öptü. Sonra kolunu ona dolayıp personele döndü.
“Günaydın,” dedi. Sakin ama deneyimli hastane çalışanının soğuk çelik tonunu duyduğu sesle.
“Görüyorum ki annemi tanıdınız.”
Selin bir şey söylemeye çalıştı ama boğazından sadece anlamsız ses çıktı. Ayşe heykel gibi durdu. Profesyonel kariyerinin parçalara ayrıldığını hissetti. Kafasında son 30 dakikada söylediği tüm küçümser sözler dönüyordu.
Mehmet aynı sakinlikle bağırmaktan daha korkunç devam etti: “Annem kızım için göz doktoruna randevu almak istiyordu. Anladığım kadarıyla profesyonel hizmetle karşılaştı.”
Sessizlik o kadar yoğundu ki sadece klima sesi ve pencerelerden gelen uzak trafik sesi duyuluyordu. Resepsiyondaki diğer hastalar büyülenmiş halde tüm sahneyi izliyordu.
Fatma nazikçe oğlunun koluna dokundu. “Mehmet’im, kavga çıkarma gerek yok.”
Ama Mehmet, Ayşe’ye sanki ruhuna nüfuz etmeye çalışıyormuş gibi bakıyordu.
“Bayan Kaya değil mi? 12 yıl deneyim, önceki amirleri tarafından çok iyi değerlendirilen.”
İlginç. Ayşe başını salladı, göz teması kurmaya çalıştı ama yapamadı. Kendini şeker çalan çocuk gibi hissediyordu.
Ve siz, Bayan Demir,” diye Mehmet resepsiyoniste döndü, “işletme mezunu. Burada iki yıldır çalışıyor. Aynı şekilde çok iyi referanslar.”
Selin gülümsemeye çalıştı ama yüzü grimasa dönüştü. Mehmet annesini daha sıkı kucakladı.
“Sadece bir şey merak ediyorum. İki nitelikli çalışan nasıl olur da kendi amirlerinin annesine hizmet ettiklerini fark etmez?”
Havada iyi bir cevabı olmayan soru asılı kaldı. Gerçek basit ve acımasızdı. Fark etmediler. Çünkü İstanbul’un en pahalı hastanesinin müdürünün sıradan temizlik kadını gibi görünen annesi olabileceğini düşünmediler. Ama bu gerçeği kimse yüksek sesle söylemeye cesaret edemedi.
Mehmet Özkan, hastanenin en üst katındaki makam odasında oturuyordu. Panoramik pencerelerden, sonbahar sislerine bürünmüş tüm İstanbul görünüyordu. Masasında Avrupa’nın en iyi tıp üniversitelerinden diplomalar, tıp kongrelerinden fotoğraflar vardı. Tek bir fotoğraf vardı ki, Karadeniz gezisinde 10 yaşındaki Mehmet ve annesiyle çekilmişti. O zaman paralarının yettiği tek tatildi.
Fatma, Zeynep’le birlikte bekleme salonunda oturuyordu. Mehmet okul çıkışı kızını hemen getirtmişti. Küçük kız, Türkiye’nin en iyi göz doktoru tarafından muayene edilmiş, yeni gözlük almış ve artık okulda tahtayı net görebildiği için mutluydu. Neden tüm yetişkinlerin garip davrandığını anlamıyordu.
Müdür odasında sessizlik hüküm sürüyordu. Ayşe ve Selin sorgu sırasındaymış gibi oturuyordu ki bir anlamda öyleydi. Mehmet bağırmıyor, jest yapmıyordu. Sakinliği öfkeden daha korkutucuydu.
“Anneme nasıl davrandığınızı tam olarak anlatın,” dedi.
Önünde onların personel dosyalarını açarak Selin kendini savunmaya başladı. Müdürün annesi olduğunu bilmediğini, eğer bilseydi farklı davranacağını söyledi. Mehmet el hareketiyle sözünü kesti.
“İşte sorun bu, Bayan Demir. Nezaketiniz hastanın kimin annesi olduğuna bağlı olmamalı. Bu kapılardan giren her insan saygıyı hak ediyor.”
Ayşe, hastaneye maddi durumu uygun olmayan o hanımın para durumunu kontrol etmek istediğini, hastane çıkarlarını koruduğunu söyleyerek kendini savunmaya çalıştı.
Mehmet ona hayatındaki en büyük saçmalığı duyuyormuş gibi baktı.
“Bayan, her hastanın banka hesabını bilgiye ulaşmadan önce kontrol ediyor muydunuz? Herkesten gelir belgesi mi istiyordunuz? Yoksa sadece eksklusif kliniğiniz için fazla fakir görünenleri mi kontrol ediyordunuz?”
Ayşe gözyaşlarının gözlerine dolduğunu hissetti. Davranışına duyduğu pişmanlıktan değil, işini kaybetme korkusundan. Nişantaşı’ndaki daire, leasingli araba, gelecek ay planlanan İspanya tatili hepsi kaybolabilirdi.
Mehmet bilgisayarını açıp hastane finansal istatistiklerini kontrol etmeye başladı.
“Biliyor musunuz ironik olan ne, Bayan Kaya? O uygunsuz müşteri, annem. Bu hastanenin %30 hissesine sahip adamı yetiştirdi. Onun birikimi, zarftaki o 3.000 lira, bazı hastaların tüm tedavi için ödediğinden fazla.”
Selin ağlamaya başladı. Gerçekten yapay olmayan, içten bir ağlayıştı. Müdürün annesi hakkında konuşma şeklini görünce içinde bir şey kırılmıştı. Bu kadar sevgiyle, saygıyla.
“Sayın müdür,” diye fısıldadı Ayşe, “Ben, ben gerçekten bilmiyordum.”
“İşte bu nokta,” diye sözünü kesti Mehmet. “Bilmiyordunuz. O yüzden hemen en kötüsünü varsaydınız. Bu kadının birinin annesi, büyükannesi olabileceği, burada olma nedenlerinin olabileceği aklınıza gelmedi. Torununa tedavi için her kuruş biriktirmiş olabileceği.”
Mehmet ayağa kalktı ve pencereye yöneldi. Ayağında annesinin çalıştığı insanların yaşadığı evler, sıkı çalışan, tasarruflu, mütevazı insanlar uzanıyordu. Saygıyı hak eden insanlar.
“Annem temizlik kadını,” dedi pencereye dönük durarak. “Her gün sabah 5’te kalkar. Pahalı kıyafetleri yok. Lüks araba kullanmaz. Ama insanlık hakkında bildiğim her şeyi o öğretti. Doktor olmamı sağlayan da o.”
Döndü ve iki kadına baktı.
“Siz onu çöp gibi davrandınız.”
Havada geri alınamaz sözler asılı kaldı. Gerçek acıtır. Ama bazen insan cehaletin tek ilacıdır.
Güneş İstanbul üzerindeki bulutları yararak geçiyordu. Mehmet Özkan annesini ve kızını arabasına götürüyordu. Zeynep yeni gözlüğü ile büyülenmişti ve büyük babasına her şeyi ne kadar net gördüğünü anlatmaktan hiç durmuyordu. Fatma sessizdi ama gözlerinde huzur vardı. Sadece torunun yardım aldığı için değil, oğlunun nasıl bir insan olduğunu gördüğü için.
Hastanede hayat normale dönüyordu ama bazıları için bugün belirli bir bölümün sonu ve yeni bir şeyin başlangıcı anlamına geliyordu.
Ayşe Kaya hemşire odasında eşyalarını karton kutuya koyarak oturuyordu. Müdür ona seçenek vermişti: tazminat ödemeden anında işten çıkarılma ya da Fatih’teki çocuk hastanesine nakil. Burada gerçek insan hizmetinin ne anlama geldiğini öğrenebilirdi. Fatih’teki hastane, kazanç hırsıyla değil, görevle çalışan doktor ve hemşirelerin yeriydi.
Telefonu durmadan çalıyordu. Instagram arkadaşları, lüks yaşam tarzı hakkındaki tüm paylaşımlarını neden sildiğini soruyordu. Son 6 saatin perspektifini nasıl değiştirdiğini, onlara nasıl açıklayacağını bilmiyordu.
Selin Demir son şansını aldı. Devlet hastanesi hasta hizmetlerine nakledildi. Devlet tarafından karşılanan vakaları yöneten hastane bölümü, hastanın cüzdan kalınlığına değil, saygının bağlı olmadığını öğrenecekti.
Yeni departmanındaki ilk gün 78 yaşındaki emekli öğretmen Hacer Hanım’ı tanıdı. Bacak kırığı sonrası rehabilitasyona gelen Hacer Hanım’ın müdürün annesininki gibi aynı diskont çantası ve aynı bakışı vardı. Deneyim, bilgelik ve alçak gönüllülükle dolu.
Selin ona teatral olmayan gülümsemeyle yaklaştı.
“Günaydın, size nasıl yardımcı olabilirim?”
Hacer Hanım şaşkınlıkla ona baktı. Devlet sağlık kurumlarında nezakete alışık değildi.
“Rehabilitasyon randevusu almak istiyorum. Doktordan sevk kağıdım var,” dedi tereddütle.
“Tabii Hacer Hanım, en yakın randevuları kontrol edeyim. Oturun, kahve hazırlayayım.”
İki hafta yeni departmanda çalıştıktan sonra Selin, işletme okumadığını anladı. İş memnuniyetinin zengin müşterilere hizmet etmekten değil, gerçekten yardıma ihtiyaç duyanlara yardım etmekten geldiğini.
Fatih’teki çocuk hastanesinde Ayşe daha zor ders aldı. İlk gün annesinin kemoterapiye getirdiği 6 yaşındaki Kaan’ı tanıdı. Annesi tıpkı Fatma Özkan gibi, oğlunun tedavisi için üç işte çalışarak para topluyordu. Ayşe, bu kadının oğlunun kel kafasını sevgiyle okşadığını ve her şeyin yoluna gireceğini fısıldadığını gördüğünde yıllardır hissetmediği bir şey hissetti: gerçek utanç.
Prestijli işini kaybettiği için değil, nasıl bir insan olduğu için bu anneye sadece mesleki olarak değil, kişisel olarak da yardım etmeye başladı. Kaan’a tatlılar getiriyor, uzun kemoterapi seansları sırasında annesiyle konuşuyor, belge işlemlerinde yardım ediyordu. Hayatında ilk kez işinin anlamı vardı.
Fatma Özkan, Bağcılar’daki bloğuna döndü. Üç yerdeki işine, yoksulluk sınırındaki yaşama. Ama akşam Zeynep’i yatağa yatırırken ve kız yeni gözlüğüyle kitap okurken, önemli bir şeye tanık olduğunu biliyordu. Oğlunun kötü insanları cezalandırması değil, ona her insanın nasıl göründüğü ve ne kadar parası olduğuna bakılmaksızın saygıyı hak ettiğini göstermesiydi.
Mehmet akşam annesini aradı.
“Anne, benim en büyük öğretmenim olduğunu biliyor musun?”
“Yeter Mehmet’im,” diye güldü Fatma. “Sen doktorsun.”
“Evet. Ama en önemli şeyi sen öğrettin. İnsanın gerçek büyüklüğü sahip olduklarıyla değil, başkalarına nasıl davrandığıyla bağlı.”
O akşam İstanbul’da üç kadın farklı düşüncelerle uyudu. Fatma gurur ve huzurla. Ayşe ve Selin, bir daha asla insanları görünüşlerine göre yargılamayacakları kararlılığıyla.
Bazen gecikmeli gelen adalet o gün tam vaktindeydi.
Altı ay sonra, Premium Türkiye’nin mali durumu zor olan kişiler için ücretsiz konsültasyon programı başlatan ilk özel hastanesi oldu. Program “Saygı” adını taşıyor ve Mehmet Özkan’ın özel fonlarından finanse ediliyordu.
Ayşe Kaya, Fatih Çocuk Onkoloji Departmanı’nın baş hemşiresi oldu. Instagram’ı artık lüks gadgetları değil, yardım ettiği küçük hastaların hikayelerini gösteriyordu. Daha az takipçisi vardı ama sonunda kendini tatmin olmuş hissediyordu.
Selin Demir, devlet hastanesi hasta uzmanı oldu ve hiç kimsenin görünüş ya da mali durum nedeniyle kötü muamele görmediği bir sistem oluşturdu.
Zeynep Özkan ise sınıfın matematik dersi birincisiydi. Artık tahtadaki rakamları net görebiliyordu.
Fatma hâlâ temizlik kadını olarak çalışıyordu ama şimdi işe geldiğinde insanlar ona gülümseyerek selam veriyordu. Oğlunun hastane müdürü olduğu için değil, onda insan görmeyi öğrendikleri için.
Bazen adalet en beklenmedik şekilde gelir. Oğlunu hayatından daha çok seven annenin şeklinde ve nereden geldiğini hiç unutmayan oğlun şeklinde.
.
News
Sheikh Ki Biwi Ko Naukar Registan Mein Oont Ka Doodh Pilakar Lagataar 5 Din Tak Kiya
Sheikh Ki Biwi Ko Naukar Registan Mein Oont Ka Doodh Pilakar Lagataar 5 Din Tak Kiya दुबई का आसमान हमेशा…
Milyoner Fakir Bir Kızı oğlunu korurken yakaladı, şaşırdı ve bir karar aldı…
Milyoner Fakir Bir Kızı oğlunu korurken yakaladı, şaşırdı ve bir karar aldı… . . Milyoner, Fakir Kızı Oğlunu Korurken Yakaladı,…
“PASTANIN YEME!” MİLYONER FAKİR KIZIN KÖR KIZINI KURTARDIĞINI GÖRDÜ!
“PASTANIN YEME!” MİLYONER FAKİR KIZIN KÖR KIZINI KURTARDIĞINI GÖRDÜ! . . “Pastanın Yeme!” Milyoner Fakir Kızın Kör Kızını Kurtardığını Gördü!…
MİLYONERİN ÜÇÜZLERİ HİÇ YÜRÜMEMİŞTİ. AMA YENİ TEMİZLİKÇİ GELDİĞİNDE İMKÂNSIZ GÖRÜNEN BİR ŞEY OLDU
MİLYONERİN ÜÇÜZLERİ HİÇ YÜRÜMEMİŞTİ. AMA YENİ TEMİZLİKÇİ GELDİĞİNDE İMKÂNSIZ GÖRÜNEN BİR ŞEY OLDU . . Milyonerin Üçüzleri Hiç Yürümemişti. Ama…
CEO TEMİZLİKÇİYİ AŞAĞILAMAYA ÇALIŞTI. AMA GERÇEK KİMLİĞİNİ ÖĞRENİNCE ŞOKE OLDU
CEO TEMİZLİKÇİYİ AŞAĞILAMAYA ÇALIŞTI. AMA GERÇEK KİMLİĞİNİ ÖĞRENİNCE ŞOKE OLDU . . CEO Temizlikçiyi Aşağılamaya Çalıştı, Ama Gerçek Kimliğini Öğrenince…
Milyoner, oğlunu çöpleri karıştırırken buldu… ve nedeni onu şok etti
Milyoner, oğlunu çöpleri karıştırırken buldu… ve nedeni onu şok etti. . . Milyoner, Oğlunu Çöpleri Karıştırırken Buldu… Ve Nedeni Onu…
End of content
No more pages to load