SATICI KADIN YAŞLI ADAMI HER GÜN BESLEDİ… TAA Kİ AVUKATLARI GELENE KADAR!

.
.

Bir Tabak Yemeğin Mucizesi

İstanbul’un kalbinde, sabah güneşi İstiklal Caddesi’nin griliğini delip geçmeye çalışırken, Meryem Yılmaz günün ilk ışıklarıyla birlikte yemek tezgahını kurmaya başladı. Nasırlı elleri, yılların verdiği alışkanlıkla tencereleri diziyor, çatal-bıçakları yerleştiriyor, kırmızı-beyaz kareli örtüyü düzeltiyordu. Her şey yerli yerinde olmalıydı; çünkü bu ritüel, on yılı aşkın bir süredir onun sabahlarının ayrılmaz bir parçasıydı.

Meryem’in yüzünde kolay geçmemiş bir hayatın izleri vardı. Gözlerinin etrafındaki ince kırışıklıklar, uykusuz geceleri, gecikmiş faturaları, çocuklarının okul masrafları için yapılan zor seçimleri anlatıyordu. Ama kahverengi gözlerinde hâlâ bir parıltı vardı; sabah beşte kalkıp Anadolu yakasının dış mahallelerindeki daracık mutfağında fasulye, pilav, farofa ve tavuk güvecini hazırlamasını sağlayan bir parıltı.

O köşe, her sabah erken saatlerde canlanırdı. Seyyar satıcılar, işe gidenler, öğrenciler ve evsizler; İstanbul’un unutulmuş bir parçasına hayat veren insan mozaiği… Meryem çoğunu adıyla tanır, hikayelerini, dertlerini ve küçük zaferlerini bilirdi.

O sabah, saat dokuz civarına yaklaşırken, yaşlı bir adam sokağın karşısında durmuş, tezgahı dikkatle izliyordu. Üzerinde yıpranmış ama temiz bir kot pantolon, özenle yamalanmış bir gömlek ve eski bir şapka vardı. Evsizlerin alışıldık bakımsızlığı yoktu onda. Ama kambur duruşu, yıpranmış çantayı tutuşu, hayatın ona kolay davranmadığını gösteriyordu. Adamın bakışları, dumanı tüten tencerelere kilitlenmişti. Açlık… Meryem bunu tanıyordu. Çünkü yıllar önce işsiz kaldığında, çocuklarına yemek bulmak için mücadele ettiğinde, aynısını hissetmişti.

O sabah boyunca, her müşteriye hizmet verirken göz ucuyla adamı izledi. Adam yaklaşmıyor, hiçbir şey istemiyordu. Sadece bakıyordu. Öğleye doğru, kalabalık arttığında, adam kalabalığın arasında kayboldu. Meryem bir daha görmeyeceğini sandı ama yanıldı. Ertesi gün, aynı saatte, aynı yerde, aynı sessiz bakışla yine oradaydı. Ve sonraki gün de. Hiçbir şey istemiyor, sadece dünyanın yükünü taşıyormuş gibi bakan gözlerle izliyordu.

Perşembe günü, Meryem sabahın son müşterisine hizmet verirken, adamın tezgaha yaklaştığını fark etti. Yakından bakınca yüz hatlarını daha iyi görebildi. Derin kırışıklar, köşeli bir yüz ve en çok da mavi, delici gözler… Hayat tarafından yenilmiş birinin boş bakışları değildi bunlar. Hâlâ bir şeyler arayan, hâlâ umut eden gözlerdi.

“Merhaba beyefendi,” dedi Meryem, önlüğünü silerken. “Bir tabak yemek ister misiniz?”

Adam tereddüt etti, dudakları titredi. Meryem, utancın ihtiyaçla savaştığını görebiliyordu. “Ne kadar?” dedi nihayet, boğuk ama kibar bir sesle. Meryem şaşırdı; bu ses düzgün bir diksiyona, seçilmiş kelimelere sahipti. “10 lira,” dedi, ama adam gözlerini indirdi ve uzaklaşmaya başladı.

O an, Meryem’in içinde bir şeyler oldu. Belki de üç yıl önce kaybettiği, kendisine “Kimse aç kalmamalı, fazlanı paylaşmalısın” diyen annesinin anısıydı. Belki de sadece kendi cömert doğasıydı. “Durun!” diye seslendi. Adam durdu ama dönmedi.

“Bakın, bugün yemek arttı. Gün sonunda zaten atacaktım. İsterseniz alabilirsiniz, ücret almam.” Adam yavaşça döndü, gözlerinde şaşkınlık ve minnet vardı. Sanki karşılıksız bir iyiliğe inanamıyordu.

“Emin misiniz?” dedi.

“Evet, eminim. Alın ve afiyetle yiyin. Kimse aç kalmamalı,” dedi Meryem, cömert bir tabak hazırlayarak. Adam yemeği aldı, “Teşekkür ederim,” diyebildi ancak, sesi neredeyse fısıltı gibi.

“Gönül rahatlığıyla gidebilirsiniz,” dedi Meryem gülümseyerek. “Yarın da gelebilirsiniz, her zaman bir şeyler artar.” Adam başını salladı, yemeği göğsüne bastırarak uzaklaştı. Meryem onu, incir ağacının gölgesinde yemeğini yavaş yavaş yerken izledi.

Köşedeki Hindistan cevizi suyu satıcısı Ali Amca tüm sahneyi izlemişti. “Meryem, iyi niyetlisin ama bu insanlar istismar eder. Sonra arkadaşlarını getirir, sen zarar edersin,” dedi.

“Önemli değil Ali Amca. Sadece bir tabak yemek beni fakir yapmaz,” dedi Meryem, tencerelerini düzenleyerek.

O gece, küçük mutfağında tencereleri yıkarken, çocukları Can ve Beyza ders çalışıyordu. Meryem yaşlı adamı düşündü. Onda merak uyandıran bir şeyler vardı; çatal-bıçağı tutuşu, dik duruşu, kibar teşekkür edişi… Kimdi bu adam? Hangi hikayeyi taşıyordu? O basit yemek ikramı, hayatını değiştirecek olaylar zincirini başlatıyordu ama Meryem bunu henüz bilmiyordu.

2. Sessiz Dostluk

Ertesi gün, adam geri geldi. Ve sonra her gün, aynı saatte, aynı yerde… Sessiz bir ritüel oluştu. Meryem, ona özel bir tabak ayırıyordu; biraz daha et, cömert pilav, günün küçük artıklarıyla bir meyve veya tatlı. Adam yemeği sessizce alıyor, başını eğiyor, “Teşekkür ederim,” deyip ağacın altına gidiyordu.

İlk iki hafta boyunca aralarındaki iletişim bu kadardı. Büyük açıklamalar yoktu. Aralarında, söylenmemiş bir anlaşma vardı. Meryem onun sessizliğine saygı duyuyor, adam da Meryem’in hayatı hakkında sorular sormuyordu.

Ama mahallede herkes bu dostluğu iyi karşılamıyordu. Börekçi Ayşe Teyze, “Çok safsın, Meryem. O yaşlı adam seni kullanıyor. Bahse girerim bir yerlerde parası var,” dedi bir gün.

“Parası olup olmadığını bilmiyorum. Ama ilk geldiğinde günlerdir yemek yememiş gibiydi. Yardım edebiliyorsam, kimsenin aç kalmasına izin vermem,” dedi Meryem, gözlerini kaldırmadan.

“Bedava verdiğin her yemek tabağı, çocuklarının yemeğinden kesilen paradır,” diye devam etti Ayşe Teyze.

“Sadece bir tabak, Ayşe Teyze. Çocuklarım bunun yüzünden aç kalmaz.”

Eleştiriler bitmedi. Bar sahibi Volkan Bey, “O yaşlı adama dikkat et, Meryem. Tehlikeli olabilir,” dedi. Müşteriler de, “Biz para ödüyoruz, o neden bedava yiyor?” diye sorguladı.

Meryem, tüm bu eleştirileri duymamazlıktan geldi. İçindeki bir ses, annesinin sesi, doğru olanın bu olduğunu söylüyordu.

3. Bir Mucizeye Doğru

Haftalar geçti, bir rutin oluştu. Adam her gün tam 10’da gelir, yemeğini alır, ağacın altına giderdi. Her lokmayı yavaşça yer, sonra ertesi gün yıkanmış kabını geri getirirdi.

İkinci ayın sonunda, adam bir gün farklı davrandı. Yemeği aldıktan sonra gitmedi, durdu. “İyi misiniz, Cemal Amca?” dedi Meryem. Ona böyle hitap etmeye başlamıştı, çünkü yıllar önce vefat eden amcasına benziyordu. Adam, mavi gözleriyle ona baktı ve ilk kez teşekkürden fazlasını söyledi:

“Çok iyi bir insansınız. Allah sizi ve çocuklarınızı korusun.”

“Ne demek, Cemal Amca? Sadece bir tabak yemek. Herkes aynısını yapardı.”

“Hayır. Yapmazdı. Bunu biliyorum,” dedi adam, başını sallayarak. O kelimelerde derin bir hüzün ve kesinlik vardı.

Bir hafta sonra, Meryem sabah tezgahını kurarken, masanın üzerinde bir mendil buldu. Üzerinde zarif bir el yazısıyla şunlar yazılıydı: “Diğerlerinin sadece görünmezliği gördüğü yerde, insanlığı gördüğünüz için sonsuz şükranlarımla.”

Meryem, bu kelimeleri defalarca okudu. Orada bir eğitim, bir duyarlılık vardı.

4. Büyük Sır

Üç ay böyle geçti. Bir sabah, iki siyah Mercedes tezgahın önüne park etti. Takım elbiseli adamlar indi. Biri, cebinden bir fotoğraf çıkarıp Meryem’e gösterdi. Fotoğraftaki adam, genç ve şık, bir restoranın önünde gülümsüyordu. Ama gözleri, Cemal Amca’nın gözleriydi.

“Evet, tanıyorum. Her gün gelir,” dedi Meryem.

“Nerede oturduğunu biliyor musunuz?” diye sordu avukat. Meryem, “Sadece buraya gelir, başka bir şey söylemedi,” dedi.

O sırada, kalabalık toplanmıştı. “Beni mi arıyorsunuz?” dedi bir ses. Herkes döndü. Cemal Amca oradaydı. Avukatlar hızla yaklaşıp, saygıyla eğildiler.

“Cemal Bey, sizi bulduğumuza çok sevindik. Aileniz perişan. Sizi geri götürmemiz gerekiyor.”

Meryem’in bacakları titredi. “Cemal Bey mi? Aile mi?”

Adam derin bir nefes aldı. “Gerçek adım Cemal Güneş. Sandığın kişi değilim. Türkiye’nin en büyük restoran zincirinin sahibiyim.”

Avukat, “Bu adam, Lezzet Durağı’nın kurucusu Cemal Güneş. 200 şubesi, 15.000 çalışanı var,” dedi.

Kalabalık sessizliğe gömüldü. Cemal, Meryem’e döndü: “Sana açıklamam gereken şeyler var ve baştan beri dürüst olmadığım için özür dilerim.”

5. Yeni Bir Başlangıç

Cemal, “Her şeyi bırakıp üç ay boyunca sokaklarda yaşadım. İnsanların gerçekten karşılıksız iyilik yapıp yapmadığını görmek istedim. Ve milyonlarca insan arasında sadece bir kişi bana insan gibi davrandı: Sen,” dedi.

Meryem’in gözlerinden yaşlar aktı. “Sadece yemek verdim. Herkes yapardı.”

“Hayır, yanılıyorsun. Yüzlerce insan geçti, sadece sen durdun. Ve bu yüzden sana borçluyum.”

İki gün sonra, avukat Fatih Demirel geldi. Cemal, Meryem’e yeni bir restoran konseptinin başına geçmesini, %10 ortaklık teklif ettiğini bildirdi. “Ev yemeklerinin özünü koruyan, sıcak ve insani bir yer olacak. Sen yöneteceksin.”

Meryem önce inanamadı. “Ben sadece seyyar satıcıyım,” dedi. Ama kabul etti. Ertesi sabah, büyük bir heyecan ve korkuyla genel merkeze gitti. Resepsiyondaki küçümseyici bakışlar, Cemal’in müdahalesiyle sona erdi. Cemal, ona “Her insan saygıyı hak eder,” dedi.

Üst katta, Cemal’in oğlu Emre ile tanıştı. Emre şüpheciydi ama Cemal, “Yönetim öğrenilir, ama kalp öğretilmez,” dedi. Meryem’in şartı vardı: “Benim gibi fırsata ihtiyacı olan insanları da işe almak istiyorum.”

6. Bir Tabak Yemeğin Değiştirdiği Hayatlar

Haftalarca süren hazırlık, eğitim, tasarım ve planlamadan sonra, Ev Yemeği Lezzeti açıldı. Meryem’in ekibi, sosisli sandviççi Kadir Amca, börekçi Ayşe Teyze ve genç anne İpek’ten oluşuyordu. Her biri kendi hikayesiyle oradaydı.

Açılış günü, uzun kuyruklar, gazeteciler, kameralar, heyecan vardı. Cemal, “Bir tabak yemek bana umudu geri verdi,” dedi. Meryem, “Bazen en basit jestler, en güçlü olanlardır,” diye konuştu. Restoran kısa sürede doldu, müşteri memnuniyeti ve sadakati rekor kırdı.

Aylar geçti. Meryem, yeni bir hayata sahip oldu. Borçlarını ödedi, çocuklarını iyi okullara gönderdi, daha büyük bir eve taşındı. Ama en önemlisi, fırsatlara ihtiyacı olanlara da kapı açtı. İkinci şube Sultanbeyli’de açıldı. Kadir Amca yönetici oldu. Her yeni şube için yeni hayatlar değişti.

Bir yıl sonra, Meryem artık 13 restoranın genel sorumlusuydu ve hepsinden %10 ortaklık payı vardı. Hayatı boyunca hiç sahip olamayacağını düşündüğü bir güven, saygınlık ve huzura ulaşmıştı.

7. Son Söz

Bir akşam, balkonunda otururken, bir tabak yemeğin başlattığı zinciri düşündü. Annesinin “Kimse aç kalmamalı” diyen sesini, zor zamanlarda bile iyiliği seçmenin gücünü hatırladı.

Meryem anladı ki; iyilik, her zaman geri dönen bir yatırımdı. Beklemediğin anda, beklemediğin şekilde… Ve bazen, en küçük jestler, binlerce hayatı değiştirecek kadar büyük olabilirdi.

SON

.