Milyoner, hizmetçisini bebeğini taşırken yakaladı ve şoka girdi!

.
.

“Gizli Bağlar”

Oğuz Kalaycı, Etiler’deki büyük konağının bahçesine Mercedes’iyle yavaşça girdi. Öğleden sonranın sıcak havasında, geniş bahçede mükemmel bir sessizlik hakimdi. Bu sessizlik, evde hizmetçi Derya’nın olmadığı günlerde kutsal bir huzur gibiydi. Ama bugün farklıydı. Mermer koridorlarda yankılanan hafif bir ses, Oğuz’un kalbinde bir kıpırtı yarattı.

Bebek ağlamasıydı bu. Oğuz, anahtarlarını avucundan düşürdü. Evde, 8 yıldır hiç duymadığı bir ses. İlk eşi Elif’i kaybettikten sonra hayatından çocuk sesi tamamen çıkmıştı. Şimdi ise bu ses, hizmetçi odalarından geliyordu.

Oğuz’un ayak sesleri halıda kaybolurken kalbi hızlanmaya başladı. 6 yıldır evinde çalışan Sevim’den böyle bir ses duymamıştı. Kapıyı araladığında dünyası durdu. Sevim, kollarında minik bir bebeği sallıyor, yumuşak bir ninni mırıldanıyordu. Bebek sakin görünüyordu, küçük ellerini havada sallıyordu.

Milyoner, hizmetçisini bebeğini taşırken yakaladı ve şoka girdi! - YouTube

Oğuz’un zihninde binlerce soru uçuşuyordu. Sevim’in gözlerinde korku ve pişmanlık vardı. Kadın titreyen sesiyle, “Beyefendi, açıklayabilirim,” dedi. Ama Oğuz konuşamıyordu. 6 yıl boyunca evinde çalışan bu kadının böylesi bir sırrı sakladığını anlamak zordu.

Sevim, bebeği göğsüne bastırdı. Koruyucu bir içgüdüyle. Küçük Can adını henüz bilmeyen Oğuz için sadece bir bebekti bu varlık, ama büyük gözleri ona bakıyordu, sanki kim olduğunu anlıyormuş gibiydi.

“Beyefendi, lütfen izin verin açıklayayım,” dedi Sevim, Trabzon şivesi heyecanla belirginleşmişti. Oğuz nihayet konuşabildi: “Kaç aylık?” “8 aylık,” diye fısıldadı Sevim. Oğuz hızla hesapladı. Geçen kış, Derya ile büyük kavgaları yaşadığı dönem. O zamanlar Sevim daha çok evdeydi, çünkü Derya sürekli seyahatteydi. İş stresi doruktaydı, evlilik gergindi.

“Nerede kaldığını hiç sormadım,” dedi Oğuz, sesi suçluluk dolu. “Her sabah buraya geliyordun, her akşam gidiyordun. Hiç merak etmedim.” Sevim başını eğdi. “Benim kabahatim, beyefendi. Söylemeliydim ama…” Oğuz’un aklında tek soru vardı: “Ama ne hanımefendi?”

“Derya,” dedi Sevim. Oğuz’un yüzü değişti. Derya, karısı, çocuk istemeyen, mükemmeliyet takıntılı kadın. Evde bebek sesi, düzensizlik kabul edilemezdi.

Oğuz odanın içine girdi. Sevim geriledi ama kaçacak yeri yoktu. Bebek meraklı gözlerle ona bakıyordu. Korkmuyordu, sadece merak ediyordu.

“Babası kim?” diye sordu Oğuz.

“Vefat etti,” dedi Sevim, gözleri dolu.

Geçen sene kaza geçirmişti. Can doğmadan önce Oğuz’un içi sıkıştı. Bir anda her şey daha net görünüyordu. Sevim’in geçen yıl çektiği sıkıntılar, gözlerinin kırmızı olması, telefonla konuşurken ani suskunlukları… Ailesi kabul etmemişti. Sevim’in sesi acı doluydu: “Onlara göre nikahsız yaşamıştık, Can’ı tanımadılar.”

İşte buydu. Tam burası Oğuz’u en çok düşündüren yerdi. Bir kadın neden kendi çocuğunu bu kadar saklardı? Sadece işini kaybetme korkusu bu kadar büyük bir sırrı gizlemeye yeterli miydi?

Bebek ağlamaya başladı. Sevim mırıldandı: “Mama vakti.” Oğuz’un sesi şaşırtıcı derecede yumuşaktı: “Git, ona ver.”

Sevim şaşırmıştı. “Beyefendi, kovmuyorum seni. Sadece konuşmamız lazım.”

Sevim mutfağa giderken, Oğuz pencereye yöneldi. Etiler’in manzarası gözlerinin önünde uzanıyordu ama aklı bambaşka yerdeydi. Elif’i düşündü. İlk eşi hayatta olsaydı bu duruma nasıl yaklaşırdı? Muhtemelen Sevimi kucaklardı, bebeğe annelik ederdi. Ama Elif 8 yıl önceydi. Şimdi Derya vardı, tamamen farklı bir kadın.

Sevim mutfaktan biberonla döndü. Can açlıkla içmeye başladı. “Seni Oğuz olarak çağırdığım zamana korkarak döndüğümü hatırlıyor musun, Sevim?” dedi. Sevim başını kaldırıp ona baktı. “Beyefendi, geçen kış o büyük kavgadan sonra sen bana çay getirmiştin. Ben ağlıyordum. Beyefendi değil, Oğuz demiştim.” O geceyi hatırlıyordu. Oğuz’un en zayıf anlarından biriydi.

Ertesi gün, Oğuz ofisinde en yakın arkadaşı avukat Nazım Polat ile karşı karşıyaydı. Nazım, Oğuz’un üniversite yıllarından beri dostuydu ve zor zamanlarında yanında olan tek kişiydi.

“Anlat bakalım ne oldu?” dedi Nazım kahvesini yudumlarken.

Oğuz durumu anlattı. Sevim, Can, Derya’nın tepkisi… Nazım uzun süre susarak düşündü.

“Oğuz, bu kadını ne kadar tanıyorsun?” diye sordu.

“6 yıldır evimde çalışıyor ama onu ne kadar tanıyorum?” diye yanıtladı Oğuz. “İsmini, Trabzonlu olduğunu, sessiz ve çalışkan olduğunu biliyorum. Başka ne?”

“Hiç merak ettin mi? Özel hayatını?”

“Hayır, gerek duymadım.”

“Bir kadın neden kendi çocuğunu bu kadar uzun süre saklar?”

Oğuz, sadece işini kaybetme korkusunun bu kadar büyük bir riski göze aldırır mı, diye düşündü. Nazım haklıydı. Sevim’in davranışında bir tuhaflık vardı.

O akşam, Derya evde yoktu. Annesinde kalıyordu. Oğuz ve Sevim yalnızdı.

“Benimle dürüst ol, bu çocuk gerçekten Mehmet’in mi?” diye sordu Oğuz.

Sevim şaşırmıştı. “Tabii ki, beyefendi. Başka kimin olabilir?”

“Beyefendi, siz ne demek istiyorsunuz?” dedi Sevim.

Oğuz onu inceledi. 6 yıldır tanıdığı kadında hiç yalan söylemediği an olmamıştı ama şimdi farklı sorular soruyordu.

“Mehmet’in ailesi gerçekten reddetti mi sizi?” diye sordu.

“Evet,” dedi Sevim, sesi acı dolu.

“İnanmıyor musunuz? Mehmet’in mezarını hiç ziyaret ettin mi?”

Sevim dona kaldı. “Ben, yani, gidemedim beyefendi. Çok acı veriyor.”

Oğuz ayağa kalktı. “Yarın beraber gideceğiz. Sonra da ailesiyle konuşacağız.”

Sevim’in yüzü bembeyaz oldu. “Gerek yok, beyefendi.”

“Neden?”

“Çünkü bu hikayede bir şeyler eksik. Sevim, ben gerçeği bilmek istiyorum.”

O gece Oğuz uyuyamadı. Geçen yılın detayları aklına geldi. Sevim’in garip davranışları, ani değişimleri, telefonla konuştuğu ama hemen kapattığı anlar… Geçen kış en zor döneminde Sevim ona çay getirmişti. O akşam çok kırılgandı, çok yalnızdı. Derya ile büyük kavga etmişlerdi. Sevim ona bakarken gözlerinde farklı bir şey vardı. Sadece merhamet mi yoksa başka bir şey mi?

Bu soruyu yanıtlamadan uyuyamayacaktı.

Ertesi sabah Sevim ağlamıştı. Gözleri kıpkırmızıydı.

“Hazır mısın?” dedi Oğuz kararlı bir sesle.

“Beyefendi, lütfen bırakın bu konuyu,” dedi Sevim.

“Eğer doğru söylüyorsan kanıtlamak senin yararına.”

Yolculuk sessizce geçti. Sevim, Can’ı kucağında tutuyordu. Hiç konuşmuyordu. Oğuz ise sürekli düşünüyordu.

Trabzon’a uçakla gittiler. Şehre indiklerinde Sevim ona adres verdi. Eski bir mahalle, dar sokaklar.

Mezarlığa vardıklarında Sevim durdu.

“Hangi mezar?” diye sordu Oğuz.

Sevim gösterdi: “Mehmet Özkan, 1990-2024.”

Oğuz mezara baktı. Gerçekti. Mehmet gerçekten ölmüştü.

Mehmet’in ailesi nerede yaşıyor?

Sevim titrek eliyle yakındaki küçük, eski bir evi gösterdi.

Kapıyı yaşlı bir kadın açtı. Mehmet’in annesiydi.

Sevim gözlerini kaçırdı.

“Bu kim?” dedi yaşlı kadın.

“İstanbul’dan geliyoruz. Ben Oğuz Bey, Sevim’in işvereni.”

Yaşlı kadının yüzü değişti. “İçeri gelin,” dedi.

Evde otururlarken Mehmet’in annesi anlattı: “Mehmet’le Sevim evliydi. İmamla kıydırmıştık. İyi çocuklardı.”

“Peki Sevim’i neden reddettiniz?” diye sordu Oğuz.

Yaşlı kadın şaşırdı: “Kim reddetmiş? Biz hiç reddetmedik ki.”

Oğuz’un kalbi durdu.

“Nasıl yani?”

“Sevim doğumdan sonra buraya hiç gelmedi. Mehmet’in cenazesine bile gitmedi. Biz çok merak ettik ama…”

Sevim ağlamaya başladı.

“Neden gelmedin?”

Yaşlı kadın üzgündü: “Biz torumuzu görmeyi çok istiyorduk.”

O anda Oğuz anladı.

Sevim yalan söylemişti. Aile onu reddetmemişti. O kaçmıştı.

Eve dönerken araba sessizdi.

“Şimdi anlat,” dedi Oğuz sertçe.

Sevim hıçkırıyordu. “Beyefendi, aile seni reddetmedi. Sen kaçtın.”

“Neden?”

Çünkü Can, Mehmet’in çocuğu değildi.

Oğuz’un dünyası durdu. Araba şeridinde sarsıldı. Kenara çekti.

“Ne? Mehmet’in çocuğu değil?”

Sevim ağlıyordu. “Onun ailesi öğrenirse beni gerçekten reddederler.”

“Kimin çocuğu?”

Sevim başını kaldırdı. Oğuz’un gözlerinin içine baktı. O bakışta her şey vardı: pişmanlık, korku, aşk, umut.

“Sizin kelimeler Oğuz Bey.”

“Ne dedin?”

“Can sizin oğlunuz.”

Hafızası bir anda açıldı. O kış gecesi, Derya ile büyük kavgadan sonra kendini çok yalnız hissetmişti. Sevim çay getirmişti. İlk defa “beyefendi” değil “Oğuz” demişti. Çok kırılgandı, çok insani olmaya ihtiyacı vardı. Ve o gece, yakınlık olmuştu. İnsan zaafı, yalnızlık, karşılıklı teselli.

Oğuz’un sesi çıkmıyordu.

“Evet. O gece neden söylemedin?”

“Söyleyebilir miydim? Siz evli bir adamsınız. Ben sadece hizmetçiyim. Hayatınızı mahvetmek istemedim.”

Oğuz kafasını ellerine aldı.

Can onun oğluydu. 8 aydır oğlunu bilmiyordu.

Mehmet biliyor muydu?

“Hayır. Mehmet ölmeden önce hiç bilmedi. Onun çocuğu sanıyordu. Ama sen biliyordun.”

“Tarihleri hesapladım. Can sizin.”

Can’a baktı. Bebek ona bakıyordu. Gözleri Oğuz’un çocukken gözlerine benziyordu.

Bu anı hayal edebiliyor musunuz?

Oğuz’un hissettiği şoku çünkü artık sadece hizmetçi ve bebeği meselesi değildi. Bu onun oğluydu ve ne yapacağını bilmiyordu.

İstanbul’a döndüklerinde Oğuz başka bir insandı. Her şey değişmişti.

Sevim hala hizmetçiydi ama artık oğlunun annesiydi.

Can, artık o bebek değildi, oğluydu.

Derya eve dönmüştü. Oğuz’u kapıda bekliyordu.

“Neredeydin?” Derya’nın sesi soğuktu.

“Trabzon’daydım.”

“Trabzon’da ne işin vardı?”

Oğuz eşine baktı. Nasıl açıklayacaktı? Nasıl söyleyecekti?

Sevim’in hikayesini kontrol ettim ve karmaşıktı.

Derya, Sevim’i görünce yüzü gerildi.

“Sen hala burada mısın?” Sevim sustu. Can kucağında uyuyordu.

“Konuşmamız lazım,” dedi Oğuz ciddiyetle.

“Neyi konuşacağız? Bu kadın gitmiyor mu?”

“Gitmiyor, Oğuz.”

Derya’nın sesi yükseldi.

“Ne oluyor sana? Bu kadın seni büyüledi mi?”

“Büyülemişti belki ama aşk büyüsü değil. Babalık büyüsü.”

“Sevim, Can’ı odana götür,” dedi Oğuz sessizce.

Sevim çıktıktan sonra Derya patladı.

“Artık yeter! Bu tiyatro neyin nesi? Sen bir hizmetçiyi benden üstün tutuyorsun.”

“Kimseyi kimseden üstün tutmuyorum.”

“Tutuyorsun! Bu kadın sana ağlak hikaye anlattı, sen de inandın.”

“Derya, gerçeği bilmiyorsun.”

“Neyi bilmiyorum?”

“Fakir kadın, dul kalmış çocuğuna bakıyor. Sıradan hikaye.”

“Sıradan değil,” dedi Oğuz derin nefes alarak. “Can benim oğlum.”

Sessizlik.

“Ne dedin? Can benim oğlum?”

Sevim’le geçen kış o kavgalarımızdan sonra, Derya’nın yüzü bembeyaz oldu.

“Yalan söylüyorsun.”

“Keşke yalan olsaydı.”

Sen, sen, hizmetçinle…

Derya nefes alamıyordu.

“Nasıldı?”

Derya çığlık atıyordu.

“Nasıldır yaparsın bunu?”

“O dönemde çok kötüydüm. Sen sürekli kavga ediyordun.”

“Ben mi?”

“Ben mi sebep oldum?”

“Hayır. Sebep ben.”

“Ne?”

Derya hislerine kapılıyordu.

“Karın seni anlamayınca hizmetçinle mi yatıyorsun?”

Oğuz sustu. Savunacak sözü yoktu.

“Ne kadar süredir biliyorsun?”

“Dün öğrendim.”

“Yalan söylüyorsun. Kesin çok önceden biliyordun.”

“Bilmiyordum. Derya, Sevim hiç söylememişti.”

“Neden söylemesin? Çocuk senin olduğunu bildiği halde neden saklasın?”

“İyi soru.”

Oğuz da merak ediyordu.

“Belki benim hayatımı mahvetmek istemediği için.”

Derya acı acı güldü.

“Benimkini mahvetti zaten.”

Derya ağlamaya başladı. Ama öfkeli gözyaşlarıydı bunlar.

“Yıldır evliyiz, Oğuz. 3 yıl.”

“Biliyorum çocuk istemediğimi söyledim. Sen de zorlamadın.”

“Ama meğer başka yerden çocuk yapıyormuşsun.”

“Planlı değildi.”

“Planlı değil miydi?”

Derya’nın sesi çatladı.

“O zaman ne bu? Kaza mı? Bir anın zaafı, bir anın zaafı şahane.”

“Karın anlamlı hissettirmeyince hizmetçin anlayışa getiriyor.”

Bu sözler Oğuz’u yaraladı çünkü doğru tarafları vardı.

“Ne yapmamı istiyorsun?”

“Ne yapman da istiyorum?”

Derya ona baktı.

“Bu kadını ve çocuğu hayatımızdan çıkarmanı istiyorum.”

“Yapamam.”

“Neden?”

“Çünkü o benim oğlum.”

“Senin oğlun mu? Nikahsız yatacağın kadından olan çocuk senin oğlun?”

“Evet.”

Derya ayakta duruyordu. Sanki kendini toplamaya çalışıyordu.

“O zaman ben gidiyorum.”

“Hayır, beni dinle çok iyi. Sen seç. Ya o kadın ve çocuk ya da ben.”

“Böyle seçim yapılmaz.”

“Yapılır. Çünkü ben bu evde o kadınla yaşamam. O çocuğa üvey annelik yapmam.”

“Biraz düşün.”

“Düşündüm. Cevabın ne?”

Oğuz sustu çünkü aslında seçmişti bile.

Can’ı gördüğü andan itibaren seçmişti.

“Susuyorsun. Demek seçimini yaptın.”

Derya güldü.

3 yıllık evlilik, hizmetçi ve bebek yendi.

Her karakterin haklı tarafları vardı.

Fark ediyor musunuz?

Bu seçim hiç kolay değildi çünkü Oğuz’un kararı sadece aile düzenini değil, bütün hayatını değiştirecekti.

Derya bavulunu hazırlıyordu.

Oğuz kapıda duruyordu, izliyordu.

“Bu şekilde ayrılmak zorunda değiliz.”

Oğuz’un sesi yorgundu.

“Başka şekli yok.”

Derya elbiselerini bavula katlıyordu.

“Sen kararını verdin.”

“Ben baba olmak istiyorum, Derya.”

“O zaman baba ol ama bensiz.”

Derya bavulunu kapattı, Oğuz’a baktı.

“Biliyor musun en çok neye üzülüyorum? Yalan söylediğine değil. Beni hiç tanımadığına üzülüyorum.”

“Nasıl yani?”

“Eğer sen bana gelip ‘Derya, hata yaptım. Hizmetçimden çocuğum olmuş ama sorumluluk almak istiyorum’ deseydin belki anlardım.”

Oğuz şaşırmıştı.

“Gerçekten mi?”

“Belki ama sen bana yalan söyledin. Sakladın bu bebeği, eve getirdin, bir de benimle kavga ettin.”

Haklıydı.

Oğuz yanlış yaklaşmıştı.

Geç kalmış mıydı?

Derya güldü.

“Evet, geç kaldı. Artık güven yok.”

Derya çıkarken, “Avukatım seni arayacak,” dedi.

Ev sessizliğe gömüldü.

Oğuz yalnız kalmıştı.

Sevim ve Can da oradaydı.

Ama ne olacaklardı şimdi?

Sevim mutfaktan geldi.

“Beyefendi, hanımefendi gitti. Benim yüzümden. Çok üzgünüm.”

“Senin yüzünden değil, Sevim. Benim hatalarımın sonucu.”

Sevim oturdu, Can kucağında oynuyordu.

“Şimdi ne olacak bilmiyorum.”

Oğuz dürüsttü.

Ama bildiği bir şey vardı.

Can benim oğlum ve ona sahip çıkacağım.

Nasıl?

Hukuki olarak tanıyacağım. Soyadımı alacak. Mali sorumluluğunu alacağım.

“Peki ben?”

Oğuz Sevim’e baktı.

“Sen artık sadece hizmetçi değilsin. Oğlunun annesisin.”

“Sen ne istiyorsun bilmiyorum.”

“Hiç planlamamıştım.”

“İş hayatında kalmak istiyor musun?”

“İstiyorum ama bu durumda nasıl?”

“Yeni bir düzen kuralım. Bu evde yaşayabilirsin ama eşit haklara sahip olacaksın.”

Sevim şaşırmıştı.

“Nasıl yani?”

“Demek istediğim, eğer istersen bu aile olabiliriz. Geleneksel değil ama aile.”

“Evlilik teklifi mi bu?”

“Hayır. Henüz hazır değilim ama birlikte Can’ı büyütebiliriz. Zamanla kim bilir.”

6 ay sonra Oğuz ofisinde oturuyordu. Masasında Can’ın fotoğrafı vardı. Telefon çaldı.

“Oğuz Bey, yeni projedeki toplantı hazır. Geliyorum.”

Yeni proje: Tek annelere yönelik kreş ve sosyal merkez inşaatı. Oğuz’un son 6 ayda en çok önemsediği projeydi.

Eve dönerken Can’ı kucağında tutan Sevim’i gördü. Bahçede oynuyorlardı.

Baba Can ilk kelimesini söylemişti.

Tam bir yaşına geldiğinde Oğuz koşarak yanlarına gitti.

“Ne dedin baba?” Can tekrarladı.

Oğuz oğlunu kucağına aldı.

Bu kadar mutlu olacağını hiç düşünmemişti.

Derya ile boşanma süreci zor geçmişti ama artık dostlardı.

Hatta geçen ay Can’ı ziyaret etmişti.

Sevim, Oğuz akşam bahçede otururken söyledi:

“Sana bir şey sormak istiyorum.”

“Buyurun.”

“Benimle evlenir misin?”

Sevim şaşırmıştı.

“Gerçekten mi istiyorsunuz?”

“İstiyorum. Sadece Can için değil. Seni tanıdıkça seni sevdim.”

Sevim gülümsedi.

Evet.

Bir yıl sonra küçük bir törenle evlendiler.

Can’ın doğum günüyle aynı güne denk getirmişlerdi.

Bazen hayatta sandığımız felaketler aslında kurtuluşumuzdur.

Oğuz öğrenmişti ki gerçek mutluluk gösterişte değil, sevginin olduğu yerdedir.

Bir zamanlar kaybettiğini sandığı her şey aslında ona en değerli olanı kazandırmıştı.

PLAY VIDEO: