TEMİZLİKÇİ KIZINI GETİRDİĞİ İÇİN ÖZÜR DİLEDİ… MİLYONER GÜLÜMSEYEREK BUNU YAPTI

.
.

Ayşe Yılmaz, İstanbul’un en pahalı semtlerinden birinde bulunan dubleks dairesinin son basamağını tırmanırken küçük kızı Zeynep’in elini sıkıca tutuyordu. Kalbi düzensiz atıyordu; sadece fiziksel efor yüzünden değil, günlerdir onu tüketen çaresizlik de içindeydi. Çünkü Ayşe, temizlikçilik yapıyordu ve bakıcısı son anda gelmemişti. Annesi hastanedeydi ve bu işi kaybetmek, Hatice Hanım’ın hayatta kalmasını sağlayan tedaviyi karşılayamaması demekti. Bu yüzden Ayşe, çaresizce kızıyla birlikte iş yerine gitmek zorundaydı.

Kapıyı açan Mehmet Demir, lacivert üniformasıyla kırmızı elbiseli küçük kızı tutan Ayşe’yi görünce, onun gözlerini indirmesi ve tökezleyerek özür dilemeye başlaması üzerine şaşırdı. Beklediği öfkeli tepki yerine, iş adamı sadece gülümsedi ve 3 yaşındaki kızın boy hizasına inerek, “Merhaba prensesim, adın ne?” diye sordu. Utangaç olan Zeynep önce koyu renk takım elbiseli, düzgün taranmış saçlı bu uzun adama sonra annesine baktı ve sonunda tatlı sesiyle, “Zeynep,” dedi. “Sen de çok yakışıklısın,” diyerek karşılık verdi. Mehmet içten bir kahkaha attı; beyaz mermerlerle ve pahalı tablolarla döşenmiş giriş holü bu kahkahayla yankılandı. Ayşe, gördüklerine inanamayarak bu sahneyi izliyordu; çünkü 6 aydır burada çalışıyor ama patronunun kibar iş adamı soğukluğunun ötesinde herhangi bir duygu göstermesine tanık olmamıştı.

Ayşe, “Binlerce özür dilerim, bakıcı son anda gelemedi ve onu bırakacak kimsem yoktu. İsterseniz gideyim, başka bir gün geleyim,” dedi. Mehmet ise hala gülümseyerek ayağa kalktı ve “Saçmalık. İçeri gir Ayşe, Zeynep’i de getir. Sanırım burada onun ilgisini çekebilecek birkaç oyuncak var,” dedi. Ayşe tereddüt etti. 300 metrekarelik daire, yüksek tavanları, marka mobilyaları ve şehrin panoramik manzarasıyla onu hep korkutmuştu. Bir çocuğun oynayacağı bir yer gibi görünmüyordu. Mehmet tereddüdünü fark ederek, “Gerçekten girebilirsiniz,” dedi ve “Zeynep, renkli oyuncakları sever misin?” diye sordu. Kız, kahverengi buklelerini sallayarak hevesle başını salladı.

Mehmet oturma odasının yanındaki kitaplığa yürüdü ve Ayşe’nin daha önce hiç fark etmediği renkli halkalardan oluşan bir istifleme oyuncağı aldı. “Bu oynaması için özel birini bekliyordu,” dedi ve oyuncağı Zeynep’e uzattı. Çocuğun küçük gözleri ışıldadı, annesinin elini bıraktı ve küçük kollarını uzatarak Mehmet’e doğru koştu. Mehmet, onu kucağına aldı ve hafifçe havada döndürdü. Zeynep’in berrak kahkahaları tüm ortamı doldurdu. Normalde sessiz olan dublekste tamamen farklı bir atmosfer yaratıldı. Ayşe donup kalmış bu sürreal sahneyi izliyordu. Ciddiyeti ve verimliliğiyle tanınan milyoner iş adamı Mehmet Demir, kızıyla dünyanın en doğal şeyiymiş gibi oynuyordu. Gözlerinde tam olarak çözemediği bir ifade vardı; samimi bir şefkat ama aynı zamanda derin bir hüzün… Sanki o an uzun zamandır saklı kalan anıları uyandırıyordu.

Zeynep heyecanla bağırdı: “Anne, bak! Kırılan oyuncağımın aynısı!” Mehmet sorgulayıcı bir ifadeyle Ayşe’ye baktı. Ayşe utançtan yüzünün kızardığını hissetti ve alçak sesle, “Onun oyuncağı çok basitti. İki liradan bir dükkandan almıştım. Geçen hafta kırıldı ve henüz yenisini alamadım,” dedi. Mehmet ise herhangi bir yargılamadan uzak, sadece anlayışla başını salladı. Sonraki iki saat boyunca Ayşe çalışırken, patronu Zeynep’e halkaları doğru renk sırasına göre dizmeyi öğretirken onları uzaktan izledi. Sabırlıydı, kızın her küçük başarısını övüyor, hatta ona daha yakın olmak için mermer zemine oturmuştu. “Mehmet amca çok iyi biri,” diye yorum yaptı Zeynep.

Ayşe, yanındaki dolaptan temizlik malzemelerini almaya geldiğinde, içinde büyüyen huzursuzluğu bastırmaya çalışıyordu. Tüm bu nezaket beklenmedik derecede fazlaydı. İşverenlerin iyi davranıp sonra karşılığında bir şeyler talep ettikleri hikayeler duymuştu. Tamamen güvenmek gibi bir lüksü yoktu; hele ki Zeynep ona bağımlıyken işi bittiğinde ne olacağını düşünüyordu. Zeynep, renkli oyuncağa sarılmış halde kanepede neredeyse uyuya kalmıştı. Mehmet usulca yaklaştı ve oyuncağı eve götürebileceğini söyledi. Ayşe itiraz etti, “Bay Demir, bu gerekli değil. Onun burada kalmasına izin vermeniz zaten büyük bir incelikti.” Mehmet düzeltti, “Bu bir incelik değil. Bugün burada bir çocuğun olması güzeldi. Buranın kahkahalar duyması uzun zaman oldu.” Sesindeki melankoli, Ayşe’ye her şeye sahip bir erkeğin ne tür bir yalnızlık hissedebileceğini sorgulattı. Ama hemen bu düşünceleri uzaklaştırdı; patronunun kişisel hayatı onu ilgilendirmezdi.

Zeynep, “Güle güle Mehmet amca,” diyerek el salladı. “Yarın yine gelebilir miyim?” Mehmet, “Çalışıyor ve her zaman oynayamaz aslında,” diye yanıtladı. Ayşe, “İzin verirse her zaman gelebilir,” dedi. Otobüste Zeynep, annesinin omzuna yaslanmış uyuyordu, hala Mehmet’in ısrarla almasını istediği yapbozu kucaklıyordu. Ayşe, pencereden dışarı bakarken hayatın ne kadar beklenmedik şekilde değişebileceğini düşündü.

Üç gün sonra hastaneden bir telefon aldı. Annesinin testleri ödenmişti. Ödemeyi kimin yaptığını sorduğunda, sadece anonim bir hayırsever olduğunu söylediler. Ama Ayşe tam olarak kim olduğunu biliyordu. Hatice Hanım, uygun tedaviyle hızla iyileşti. İki hafta içinde evdeydi ve iyi bir şekilde iyileşiyordu. Ayşe, Mehmet’e teşekkür etmek istedi ama konuyu nasıl açacağını bilmiyordu. Durumu çocukça yöntemle çözen Zeynep oldu: “Mehmet amca, büyükannem iyileşti. Annem senin yardım ettiğin için olduğunu söyledi.” Mehmet, Ayşe’ye bakarak, “Yapmamalıydın. Her şey yolunda,” dedi. “Bükannenin iyileşmesine sevindim. Zeynep annem teşekkür etmek istiyor ama utandığı için gelemiyor.”

Ayşe’nin kalbi ısındı. Mehmet, “Hiçbir şeyden utanmana gerek yok. Yardım etmek benim için zevkti. Size nasıl karşılık verebilirim?” diye sordu. Ayşe, “Zeynep’i buraya getirmeye devam et. Olduğun gibi dürüst bir insan olarak kal. Bu harika kızı yetiştirmeye devam et. Buna karşılık daha fazlası bile olamaz,” dedi.

Sonraki haftalarda rutin oturdu. Zeynep haftada birkaç gün Ayşe ile iş yerine gelmeye başladı. Mehmet, Zeynep’in resim yapıp oynayabileceği küçük bir masa ve sandalye aldı. Salonun bir köşesini çocuk alanına dönüştürdü. Mehmet’in davranışlarındaki değişiklikler belirgindi; daha çok gülüyor, daha rahat görünüyor ve hatta sabahları Zeynep’le oynayabilmek için ofise daha geç gelmeye başlamıştı. Ayşe ise onu artık sadece milyoner patron olarak değil, zeki, kibar ve şaşırtıcı derecede yalnız bir adam olarak görüyordu.

Bir sabah Zeynep, “Mehmet amca neden kızını görmüyorsun?” diye sordu. Mehmet oyunu yarıda bıraktı. “Bu biraz karışık, Zeynep. Ama onu sevmiyor musun?” dedi. “Onu çok seviyorum, dünyadaki her şeyden daha çok,” diye yanıtladı küçük kız. “Öyleyse neden onu görmeye gitmiyorsun?” Mehmet cevap veremedi. Ayşe, “Bazen büyükler işleri karmaşık hale getirir,” dedi. “Oysa senin dediğin gibi basit olmalı.”

O gece Mehmet, Ayşe’yi iş saatleri dışında aradı. “Rahatsız ettiğim için özür dilerim. Sormak istedim, Zeynep haklı değil mi? Elif’i görmek için daha fazla mücadele etmemem konusunda.” Ayşe şaşırdı. “Ben durumu bilmiyorum ama sen bir annesin. Birisi Zeynep’i senden uzaklaştırmaya çalışsaydı ne yapardın?” dedi. “Hayatımın son gününe kadar savaşırdım,” diye tereddütsüz cevap verdi Ayşe.

İki hafta sonra Mehmet, avukatıyla önemli bir yasal zafer kazandı. Elif’i düzenli olarak görebileceği ilk buluşma cumartesi günüydü. Ayşe, “Başardım,” diyerek sevincini paylaştı. “Zeynep’in cesareti bana güç verdi,” dedi Mehmet. “Neden kızımı görmek için mücadele etmediğimle ilgili sorusu bana korkak olduğumu fark ettirdi.”

Cumartesi günü Mehmet gergindi. 5 yıldır Elif’i yüz yüze görmemişti. Sadece ortak tanıdıklar aracılığıyla fotoğraflarını biliyordu. Ayşe ve Zeynep o gün işe gitmediler. Ertesi gün Mehmet aradı. “Başlangıçta zordu. Elif gücenmişti, içine kapanıktı ama çok konuştuk. O çok güzel, tıpkı Zeynep kadar zeki ama farklı bir şekilde.” Ayşe, “Zeynep’in onu görme hakkı için savaşma cesaretini ona anlattım,” dedi. Elif meraklandı, “Bir gün Zeynep’le tanışabilir miyim?” diye sordu.

Ayşe’nin kalbi hızla çarptı. Mehmet, “Bunun iyi bir fikir olduğundan emin değilim,” dedi. “Neden olmasın? Çünkü Zeynep ailemizden biri değil. Bu işleri karıştırabilir.” Ayşe, “Benim gözümde ikiniz zaten ailemin bir parçasısınız. Kan bağı değil, seçilmiş aile,” dedi. Mehmet, “Biliyorum, karmaşık. Farklı dünyalardan geliyoruz ama hislerim gerçek,” diye yanıtladı.

Bir perşembe öğleden sonra Seda, Mehmet’in eski eşi, aniden daireye geldi. Elif ve Seda arasında sert bir tartışma yaşandı. Elif, “Baban benim anneme çıkıyor, değil mi?” diye sordu. Ayşe, “Babam için çalışıyorum,” dedi. Seda, “Hizmetçi ve onun kızıyla ailecilik oynadığın ev mi?” diye alaycı bir şekilde bağırdı. Zeynep, “Senin annen kötü biri,” diye cevap verdi. Elif, “Aldırma Zeynep, annem bazen söylememesi gereken şeyler söyler,” dedi.

Tartışma büyürken Ayşe, “Ben babanızın sevgilisi miyim?” diye soran Elif’e, “Babam için çalışıyorum,” dedi. Elif, “Ama siz çıkıyor musunuz?” diye sordu. Ayşe ve Mehmet karmaşık bir şekilde onayladı. Elif, “Nasıl farklı?” diye sordu. “Suyla şarap gibi,” dedi Ayşe. “Babası milyoner iş adamı, ben hizmetçiyim. Ne olmuş yani?” Elif, “Sen de babamla tanıştığında zengin değildin. Sen sekreterdin,” dedi. Seda’nın yüzü soldu.

Sonunda Ayşe, “Evet, seviyorum,” diyerek Elif’in doğrudan sorusuna cevap verdi. Zeynep elleriyle alkışladı, “Yaşasın! Artık Mehmet amca gerçekten gönülden babam olacak.” Elif, “Sanırım küçük bir kız kardeş kazanıyorum,” dedi ve Zeynep, “Benim kız kardeşim olmak ister misin?” diye sordu. Elif, “İsterim,” diye yanıtladı. Böylece, dört hayatı sonsuza dek değiştirecek bir karar alınmış oldu.

Ayşe temizlikçilikten vazgeçti ve Mehmet’in desteğiyle işletme okumaya başladı. Zeynep özel bir okula kaydoldu. Elif, babasını düzenli ziyaret etmeye başladı ve Zeynep’le sıcak bir bağ kurdu. Düğün sadeydi; sadece en yakın aile üyeleri katıldı. Hatice Hanım, kızının mutluluğunu görünce gözyaşlarına boğuldu ve Zeynep’in vaftiz annesi oldu. Seda ise zamanla Elif’in genişleyen ailesiyle daha mutlu olduğunu fark etti.

Zeynep, yeni ortamında gelişti; yine şefkatli ve doğal bir çocuktu ama artık annesinin asla sağlayamayacağı fırsatlara sahipti. En önemlisi, onu koşulsuz seven bir babası vardı. Mehmet, yıllar önce kaybettiği aile mutluluğunu daha sağlam bir şekilde yeniden inşa edebileceğini keşfetti. Ayşe ise sevginin sosyal sınıf ya da koşullara bakmadığını öğrendi. Bazen en büyük nimetler, en beklenmedik anlarda gelir.

Bir cumartesi sabahı, Mehmet, Zeynep ve Elif salonda birlikte oynarken, Ayşe mutfakta kahvaltı hazırlıyor ve şarkı mırıldanıyordu. Hatice Hanım, bir koltukta oturmuş manzarayı izliyor ve örgü örüyordu. Zeynep, “Bak, Elif bana ne yapmayı öğretti,” diyerek renkli bir çizim gösterdi. “Bu bizim ailemiz,” dedi gururla. Mehmet, kızını kucağına aldı, etrafa baktı ve yıllarca sadece uyumak için bir yer olan evin şimdi hayat, kahkaha ve sevgiyle dolduğunu anladı. “Gerçekten de bizim ailemiz, prensesim,” dedi ve kızının alnından öptü. O anda Mehmet Demir, tüm zenginliklerin en büyüğünü bulduğunu fark etti: gerçek bir yuva.

Hikayenin sonu, sevginin tüm sosyal farklılıkları aşabileceğinin ve hayatın beklenmedik anlarda mucizeler yaratabileceğinin kanıtıydı.

.
play video: