MİLYONER EŞİNİN MEZARINI ZİYARET ETTİ, AMA İKİ DİLENCİ İKİZ KIZ “İŞTE BİZİM ANNEMİZ” DEDİĞİNDE…

.
.

 “Kayıp Zamanın Peşinde”

İstanbul’un kalbinde, Karaca Ahmet Mezarlığı’nın sessizliğinde, Kemal Demir diz çökerek karısının mezar taşını okşuyordu. Soğuk taşın üzerinde parmak uçlarıyla nazikçe dolaşırken, gözlerinden bir damla yaş süzülmedi. Her pazar aynı saatte, aynı yerdeydi. Mira Özkan’ın mezarının önündeydi. Karısını trafik kazasında kaybetmişti; üzerinden tam bir yıl geçmişti ama yüzünde hâlâ hiçbir duygu belirmiyordu. Kalbi buz kesmişti.

O gün mezarlığın sessizliğini iki küçük kızın sesi bozdu: “Burası bizim annemizin yeri.” Kemal başını çevirdiğinde karşısında kirli ve aç ikiz dilenci kızlar duruyordu. İlk kez görüyordu onları. Ama içindeki bir şey yıkıldı. O an anladı ki, bu iki çocuk onun dünyasını değiştirecekti.

Kemal Demir, Koç Holding’in önemli şirketlerinden birinin başkanıydı. “Acımasız kaplan” lakabıyla tanınır, iş dünyasında soğukkanlılığı ve kararlılığıyla efsane olmuştu. Ancak bu dış görüntünün arkasında derin bir boşluk vardı. Mira’yı kaybettikten sonra hayatı anlamsızlaşmıştı. İşine gömülmüş, ailesini unutur olmuştu.

O sabah Levent’teki 56. kattaki ofisinde yöneticilerine bağırıyordu. Ford ile yapılacak büyük sözleşmenin tehlikede olduğunu söylüyordu. Sesinin sertliği toplantı salonunu dondurmuştu. Ama o an bile içinde bir boşluk vardı, Mira’yı düşünmeden edemiyordu.

Sekreteri Jüide Karaca kapıyı çaldı. “Başkanım, avukat Burak Deniz’den acil bir çağrı var. Mira Hanım hakkında bir konuymuş.” Kemal’in yüzü soldu. Mira’nın adı hala kalbini bıçak gibi kesiyordu.

Bir saat sonra Burak Deniz’in ofisindeydi. 20 yıllık arkadaşı ve kişisel avukatı Burak, elinde sarı bir zarf vardı. Kemal zarfı açtı ve gördükleri dünyasını başına yıktı. Fotoğraf, Mira’nın hamile halini gösteriyordu. İstanbul yakınlarındaki bekar anne koruma tesisinde çekilmişti. Mira, ölmeden önceki iki ay boyunca oradaydı. Üstelik ikiz kız çocukları doğurmuştu.

Burak’ın sesi ağırlaştı: “Çocuklar kayboldu, sistemden kaçtılar. Bulamıyoruz.” Kemal ellerini yüzüne kapadı. O küçük kızlar Karaca Ahmet mezarlığında onu izliyordu. “Kızlarımı bulmalıyım,” dedi titreyen sesiyle.

O andan itibaren Kemal Demir’in hayatı değişti. Lüks ofisi, gösterişli hayatı anlamını yitirmişti. Önceliği artık kızlarını bulmak ve onlarla gerçek bir baba-kız ilişkisi kurmaktı.

Ertesi gün Ayşe Sönmez ile Beyoğlu’nda bir çayevinde buluştular. Ayşe, çocuk koruma dairesinde çalışan, Mira’yı ve kızları yakından tanıyan biriydi. Mira’nın bekar anne barınağında danışmanlık yaptığını, Mira’nın orada yalnızlık ve korku içinde olduğunu anlattı. Mira, Kemal’den uzaklaşmıştı çünkü sevginin paradan daha değerli olduğunu biliyordu. Kızlarını böyle bir ortamda büyütmek istemişti.

Ayşe, Park ailesi adında geçici koruyucu aileyi anlattı. Bu aile çocukları sadece devlet desteği için kabul etmişti. Kızlar oradan kaçmıştı. Türk toplumunda travmalı çocukların evlat edinilmesinin zor olduğunu söyledi.

Ayşe, Selin’in kaçmadan önce çizdiği bir haritayı çıkardı. Harita, bekar anne barınağından Karaca Ahmet Mezarlığı’na kadar detaylı bir güzergah gösteriyordu. Mira, kızlarına Kemal’den bahsetmiş, fotoğraflarını göstermişti. Selin, babalarının onları almaya geleceğini her gün soruyordu.

Kemal, kızlarının kendisini aradığını, ama kendisinin onların varlığından bile habersiz olduğunu fark etti. Bu düşünce kalbini parçaladı.

Bir akşam parkta izler buldular: Kirli bir battaniye, boş mama kapları ve Mira’nın fotoğrafının olduğu bir kolye. Kemal, kolyeyi titreyen elleriyle aldı. Bu küçük hazine, Mira’nın onlara bıraktığı sevgiydi.

Kemal ve Ayşe, Beyoğlu’ndaki eski çay evine gittiler. Çay evi sahibi teyze, Mira’nın burada sıkça oturup Kemal’den bahsettiğini anlattı. Mira, Kemal’e yazdığı mektupları da bırakmıştı. Kemal, mektupları okudukça Mira’nın acısını, korkusunu, yalnızlığını ve kızlarını koruma isteğini derinden hissetti.

Mektupların en önemlisi Mira’nın ölümünden üç ay önce yazdığıydı. Hamile olduğunu, evliliklerinin sevgi yerine başarı üzerine kurulu olduğunu, Kemal’in kendisinden uzaklaştığını anlatıyordu. Mira, kızlarını sevgiyle büyütmek istiyordu ve Kemal’in onları bulmasını, sevmesini diliyordu.

Kemal, mektupları okurken gözyaşlarını tutamadı. Onun için hayatın anlamı değişmişti. Artık ne iş, ne güç, ne para önemliydi. Kızlarını bulmak ve onlarla gerçek bir aile olmak istiyordu.

Bir sabah Ayşe aradı: “Çocukları bulduk. Ama Zeynep çok şüpheci, Selin ise umut dolu.” Kemal, çocukları evine davet etti. İlk kez üçü birlikteydiler. Ev, lüks ve gösterişliydi ama onlar için yeni bir başlangıçtı.

Zeynep, okula gitmek istemediğini söyledi. “Sizin gibi olmak istemiyorum,” dedi. Kemal, ona gerçek sevgiyi göstermek için söz verdi. Zeynep’in öfkesi zamanla azaldı; Selin ise babasına güvenmeye başladı.

Bir gece Zeynep evden kaçtı. Kemal, Ayşe ve Selin onu aradı. Sonunda terk edilmiş barınakta buldular. Zeynep ateşliydi, halsizdi. Kemal onu kucağına aldı ve hastaneye götürdü. O an Kemal, gücünün ve servetinin hiçbir anlamı olmadığını anladı. Kızlarının sağlığı her şeyden önemliydi.

Zeynep iyileştiğinde, Kemal onunla ve Selin’le gerçek bir baba-kız ilişkisi kurmaya başladı. Onların ihtiyaçlarını, korkularını ve umutlarını anlamaya çalıştı. Kızlar da babalarına yavaş yavaş açıldı.

Mahkemede, Kemal çocukların yasal velayetini almak için mücadele etti. Zeynep ve Selin, babalarının onları sevdiğini ve iyi bir baba olmaya çalıştığını anlattılar. Hakim, Kemal’e velayeti verdi ve çocukların hayatında yeni bir sayfa açıldı.

Kemal, artık iş dünyasındaki acımasız kaplan değil, sevgi dolu bir babaydı. Hafta sonları golf toplantıları yerine bisiklet sürüyor, akşamları masal okuyor, çocuklarının sınavlarına ve derslerine destek oluyordu.

Bir yıl geçti. Mira’nın mezarını ziyaret ettiklerinde artık suçluluk değil, minnettarlık hissediyorlardı. Kızlar büyümüştü, okul korosunda ve piyano yarışmalarında başarılar kazanıyorlardı. Kemal, hayatın gerçek anlamını öğrenmişti: Aile, sevgi ve birliktelik.

Bir pazar sabahı, Kemal mutfaktan gelen kahkaha sesleriyle uyandı. Selin ve Zeynep, babalar günü için sürpriz kahvaltı hazırlıyordu. Krep biraz yanmıştı ama o anki mutluluk her şeye bedeldi.

Kemal, kızlarının yaptığı kartı aldı. “Aile olabileceğimizi öğrettiğiniz için teşekkürler,” yazıyordu. Kalbi sevgiyle doldu.

Akşam olunca, Kemal Mira’nın mezar taşına dokundu. “Şimdi anlıyorum,” dedi. “Mükemmellik arayışı değil, birlikte olmaktı.” Kızlarına baktı, onlar da ona destek verircesine gülümsüyordu.

Artık gerçek aile olmuşlardı. Geçmişin acıları, pişmanlıkları onları değil, onları ileriye taşıyan güç olmuştu.