“Benimle Gel” Dedi Yörük Adam, Ağaca Bağlı Kadına – 3 Kız Doğurdu Diye Ölüme Terk Edilmişti!

.
.

⛰️ Yörük Adamın Sığınağı: Özet

 

Hikaye, 1877 yılının dondurucu Ocak ayında, Yörük Turgay’ın Toros dağlarında geyik postları ve köklerle dolu heybelerini yakındaki handa takas etmek için yolculuk yapmasıyla başlıyor. Yolda, bir bebek ağlaması duyuyor ve bu sesi takip ederek ormanda yaşlı bir kavağa dikenli telle bağlanmış, yarı donmuş bir kadın olan Aysel Erdoğan’ı buluyor. Ayaklarının yanında ise üç yenidoğan kız bebeği (Elif, Gül ve Yasemin) sarılı vaziyette duruyordu.

Aysel, sadece kız çocukları doğurduğu için varis isteyen kocası Meto Ağa tarafından kışın ortasında, ölüme terk edilmişti. Güçsüz bir fısıltıyla Turgay’dan kızlarını götürmemeleri için yalvarır. Turgay hemen bıçağıyla telleri keser ve üç bebekle birlikte Aysel’i kucağına alıp, dağın yamacındaki çam kütüklerinden inşa ettiği sıcak kulübesine getirir.

Kulübede, Turgay ateşi canlandırır, bebekleri ısıtır ve onlara taze keçi sütü verir. Aysel’in yaralarını temizler ve sabırla bekler. Aysel uyandığında, kızlarının yaşadığını görünce büyük bir rahatlama yaşar ve Turgay’a kendilerini neden kurtardığını sorar. Turgay, sadece ailesini donarak ölsün diye ormanda bırakan bir adamın yaptığına dayanamadığını belirtir.

İyileşme sürecinde Aysel hikayesini anlatır: 17 yaşında, varis isteyen 40 yaşındaki zengin Meto Ağa ile evlenmiş, ancak art arda üç kız çocuğu doğurmuştur (üçüncüsü ikizler). Meto Ağa’nın öfkesi giderek artmış, onu ve kızlarını lanetli, işe yaramaz ve evine utanç getiren varlıklar olarak görmüştür. Sonunda, onları “kışın yargılaması” için ağaca bağlamıştır.

Turgay, Aysel’in kocası tarafından mülk olarak görüldüğünü öğrenir. Kısa süre sonra, yörenin bilge yaşlı kadını Nine gelir ve Aysel ile bebekleri muayene eder. Nine, Aysel’in kaçışının handa konuşulduğunu ve Meto Ağa’nın karısını geri getirene para teklif ettiğini söyler. Turgay, kulübeyi güçlendirerek ve bıçaklarını bileyerek savunmaya hazırlanır. Aysel ise suçlulukla Turgay’a bu belayı ona bulaştırmaya hakkı olmadığını söyler. Turgay ise artık koruması gereken bir aile olduğunu söyler.

Para karşılığı çalışan dört atlı adam (sakallı ve yaralı yüzlü) bir hafta sonra gelir. Turgay’a Aysel ve kızları vermesini emrederler. Turgay, soğukkanlılıkla Meto Ağa’nın ailesini ölüme terk ettiğini söyleyerek onları şaşırtır ve kadınla kızları teslim etmeyeceğini kesin bir dille belirtir. Adamlar onu ölümle tehdit eder, Turgay ise sadece “Deneyebilirsiniz” diyerek meydan okur. Adamlar, daha fazla adamla geri döneceklerini söyleyerek ayrılır. Turgay, Aysel’e ölmek yerine onları koruyacağını söyler.

Hikayenin son kısımlarında:

İyileşme ve Büyüme: İlkbahar gelir, Aysel güçlenir, bebekler büyür. Turgay, kızların isimlerini (Elif, Gül, Yasemin) kazıdığı tahtaları koruma amaçlı asar. Aysel, kulübeyi şarkılarıyla doldurur.

İkinci Saldırı ve Yüzbaşı: Kasım ayında, Meto Ağa bizzat iki adamıyla geri döner. Turgay, Aysel ve kızları arka kapıdan gizler. Meto Ağa, karısının hasta olduğunu ve bakıma ihtiyacı olduğunu iddia ederek onları geri istemektedir. Turgay’ın başına tüfek dipçiğiyle vurulması sonucu bayılır. Tam o sırada, hancının gönderdiği mavi üniformalı Yüzbaşı Kaya ve adamları gelir.

Aysel’in İtirafı: Aysel, bebekleriyle birlikte ortaya çıkar ve Yüzbaşı’ya bileklerindeki tel izlerini göstererek Meto Ağa’nın onları ölüme terk ettiğini itiraf eder. Turgay’ı ise onlara gerçek sevgi ve bakım veren kişi olarak tanıtır. Yüzbaşı, durumun ciddiyetini anlar ve Nine gelir.

Nine’nin Bilgeliği: Nine, Turgay’a güvenildiğini, Meto Ağa’nın karısını araması için parayla tuttuğunu ve bu kızların “ayrılık için değil, birleştirmek için doğduğunu” söyler. Hikaye, Turgay’ın yavaş iyileşmesi ve Aysel’in ona bakımıyla devam eder.

Yeni Bir Başlangıç: Turgay ve Aysel, kulübeyi genişletmeyi ve bir konuk evine (Ocak Evi) dönüştürmeyi planlar. Kızlar yürümeye başlar ve farklı kişilikleri ortaya çıkar. Aysel, kasaba kızlarına okuma öğretmeye başlar.


🏔️ Hikayenin Sonu ve Yörük Adamın Sözü

 

Turgay, bir Aralık öğleden sonrası avdan döndüğünde, kızı Elif’in ağaçlara tırmanma becerisine, Gül’ün kayıp eşyaları bulma yeteneğine ve Yasemin’in sürekli şarkı söylemesine şahit olur. Onlar, karısından ve kızlarından çaresizce uzaktayken, Turgay’ın kulübesini dolduran neşe ve yaşam enerjisiydi.

Turgay, elinde avladığı küçük bir dağ keçisiyle kulübesine yaklaştı. Dışarıdan, Aysel’in kasaba kızlarına okuma öğrettiği, alçak, melodik sesini duyabiliyordu. Kapıyı iterek açtı.

Aysel, ateşte pişen yemeğin üstündeki buharın arasından ona baktı. Yüzünde, kışın buzunu çözüp yerine sıcak bir günbatımının renklerini getirmiş bir ifade vardı.

“Hoş geldin, Turgay,” dedi. “Tam zamanında. Yemek hazır.”

Turgay, keçiyi yere bıraktı ve karın üstündeki kızı Elif’i (iki yaşını doldurmuş ve yaramaz) kucakladı. Elif, babasının boynuna sıkıca sarıldı. Diğer ikizler, Gül ve Yasemin, beşiklerinden merakla bakıyorlardı.

“Elif, babana hoş geldin de,” dedi Aysel nazikçe.

“Ba’ba! Ba’ba!” Elif’in sesi neşeli bir çan sesi gibiydi.

Turgay gülümsedi. Bu evde her gün karşılaştığı mucize buydu. Artık ne Meto Ağa’nın tehditleri, ne de kasabanın önyargıları bu gerçeği değiştirebilirdi. O anı, kapıdan içeri giren kar tanelerinin sessizliğini ve Aysel’in yüzündeki sevgiyi içine çekti.

“Nine doğru söyledi,” dedi Turgay, sesi her zamankinden daha derindi. Elif’in minik elini yanağına bastırdı. “Kızlarımı korumam gerektiğini biliyordum. Ama onlar beni kurtardı.”

Aysel, yanına geldi ve Turgay’ın omzuna yaslandı.

“Bize yuva verdin, Turgay,” diye fısıldadı.

Turgay, başını salladı, gözleri alevlerde dans eden kızıl ışıktaydı. “Bu dağlarda yalnızdım,” dedi. “Şimdi, ilk kez, bir Yörük Adam olarak, yuvam var.”

Ve Yörük adam, üç kız çocuğu doğurduğu için ölüme terk edilen kadın ve bebeklerine baktı. O gün, Torosların yamacında, zorunlulukla başlayan bir ilişki, aşk, onur ve dağların gölgesinde kurulmuş sağlam bir ailenin temelini attı. Turgay’ın kulübesi, artık sadece kütüklerden yapılmış bir sığınak değil, kar ve fırtınanın ötesinde, sevginin ve bağlılığın yaşatıldığı bir Ocak Evi‘ydi. Meto Ağa’nın intikam tehditleri ise, dağların rüzgarında unutulup gitmeye mahkum eski ve boş bir yalan olarak kalacaktı.

.