“Annem hasta, ben geldim.” Kör randevudaki küçük kız – milyoner CEO…

.

.

“Annem Hasta, Ben Geldim.” – Kör Randevuda Küçük Kız ve Milyoner CEO

1. Sessiz Bir Başlangıç

İstanbul’un sakin bir semtinde, küçük bir kafenin kapısı açıldı ve içeri tarçın, vanilya ve taze pişmiş ekmek kokusu yayıldı. Burası öyle bir yerdi ki, gelen herkes birkaç dakika için dünyanın gürültüsünü unutabilirdi. Penceredeki masada oturan adam ise, bu sıcak ve samimi ortama neredeyse fazla şık kaçıyordu. Adı Ison Carter’dı; 35 yaşında, başarılı bir CEO, dışarıdan bakıldığında kusursuz, ama içeride sessiz yaralar taşıyan biri.

Bugün onun için sıradan bir gün değildi. Bugün, bir kör randevuya katılacaktı. Romantizmden değil, özlemden değil… Sadece yakın arkadaşı Olivia’nın ısrarıyla. “Ison, kendine bir şans ver,” demişti Olivia. “Kendini işe gömdün, nefes almayı unuttun. Sana iyi gelecek biriyle tanışmalısın.”

Ison başta çok isteksizdi. Üç yıldır duygusal olarak kendini kapatan biri olarak, hayatını değiştirecek bir karşılaşmaya inanmıyordu. Ama Olivia’ya güveniyordu. Bu yüzden şimdi, kafede saatine bakarak oturuyordu. Dakikalar yavaşça aktı. 15:29. 15:30. Kapı tekrar açıldı. Beklediği kadın gelmedi. Onun yerine, dört yaşlarında, pembe elbiseli, iki örgülü bir kız çocuğu içeri girdi. Örgülerinden biri yamuk, diğeri düzgün. Kafede yürüyüşü kararlıydı; sanki bir görevi vardı.

Küçük kız, büyük kahverengi gözleriyle birini aradı ve buldu. Ison’un önünde durdu.

“Merhaba,” dedi ciddiyetle. “Annem hasta, o yüzden ben geldim.”

Kafede bir anda sessizlik oldu. Barista elindeki fincanı havada tuttu. Bir çift, şaşkınlıkla döndü. Ison ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

“Sen annenin yerine mi geldin?” diye sordu nazikçe.

Kız başını ciddi ciddi salladı. “O iptal etmek istedi ama ben duydum ki Teyze Olivia annemin yine gülmesini istiyor. Annem artık eskisi gibi gülmüyor. Belki sen ona yardım edersin diye düşündüm.”

Ison’un göğsünde bir şeyler sıkıştı. Bu çocuk, sevgiyi çoğu yetişkinden daha iyi biliyordu.

“Adın ne?” diye sordu.

“Sophie. Dört buçuk yaşındayım. Annemin adı Emma. Burada çalışıyor. En güzel pastaları o yapar. Özellikle yaban mersinli olanı.”

Ison, Emma’yı uzaktan tanıyordu. Sessiz, nazik, biraz yorgun bir kadındı. Sanki taşıdığı yükü kimse görmüyordu. Sophie, hiç çekinmeden Ison’un yanındaki sandalyeye oturdu, ayaklarını salladı ve neşeyle bir kakao sipariş etti. Ison gülümsedi; bu gülümseme alaycı değildi, bu küçük kızın hayatına aniden giren bir güneş ışığı gibiydi.

“Anneni ne mutlu eder?” diye sordu.

Sophie parmaklarını saymaya başladı: “Ona kalpler çizdiğimde, ona güzel olduğunu söylediğimde ve babamı özlediğimi ama onun hâlâ yanımda olduğuna sevindiğimi söylediğimde.”

Ison bir an yutkundu. Bu çocukta öğrenilemeyecek bir cesaret vardı.

Kakao geldiğinde Sophie, kaşığını kremaya batırdı. “Annem der ki: Yaban mersinli pasta şans pastasıdır. Kalbi ısıtır.” Büyük bir dilimi Ison’a uzattı. “Senin şans pastasına ihtiyacın var. Gözlerin üzgün.”

Ison bir şey söyleyemeden, kapı hızla açıldı. Sophie! diye seslenen bir kadın içeri girdi. Sarı saçlı, yüzü kızarmış, önlüğü hâlâ bağlıydı. Emma’ydı bu. Panikle kızını aradı ve Ison’u gördü.

“Mama!” dedi Sophie neşeyle. “O çok iyi biri ve senin şans pastanı seviyor.”

Emma diz çöktü, kızına sarıldı, rahatlamış bir şekilde fısıldadı: “Bir daha tek başına çıkamazsın.” Sonra Ison’a döndü, mahcup, yorgun ve utangaç bir sesle: “Özür dilerim, bilmiyordum…”

Ison başını hafifçe salladı. “Yanlış bir şey yapmadı. Uzun zamandır bu kadar cesur bir küçük kızla karşılaşmadım.”

Emma bir şey demedi, ama o anda, sıcak pastaların kokusu, kafenin sessizliği ve o anın huzuru arasında bir şey değişti. Görünmez, hafif bir şey. Bu sadece bir kör randevu değildi. Kimsenin beklemediği bir başlangıçtı.

2. Birlikte Sessizce

Ison gitmek istedi, gerçekten… Ama ayakları yerinden kalkmadı. Emma bir masada oturdu, Sophie yorgunluktan annesinin kollarında uyuyakaldı. Kafedeki gürültü çoktan bitmişti. Sadece ısıtıcıdan gelen uğultu ve bulaşıkların hafif sesi kaldı.

“Biraz otursan iyi olur,” dedi Ison yumuşakça. “Çok yorulmuşsun.”

Emma itiraz etmek istedi. “Geçer, hep geçer…” diyecekti ama sandalyeye yavaşça oturdu. Omuzları biraz daha aşağıya indi; sanki aylardır birinin ona “Dinlenebilirsin” demesini bekliyordu.

“Az önce için teşekkür ederim,” dedi Emma, gözlerini kaçırarak. “Biliyorum, biraz tuhaftı.”

Ison hafifçe güldü. “Hayatımda çok toplantı yaptım ama Sophie ileki kadar önemli birini hiç yaşamadım.”

Emma ilk kez gözlerini kaldırdı. İçinde zayıf ama gerçek bir sıcaklık vardı. Sonra sessizce anlatmaya başladı; bir kazada kaybettiği eşini, biriken faturaları, sabaha kadar pasta yaparak geçen geceleri, her gün ayakta durmaya çalışırken içinin nasıl parçalandığını…

Ison dinledi. Gerçekten dinledi. Acımadan, sabırsızlanmadan. Emma konuşurken yüzündeki çizgiler değişti. Yorgunluk hâlâ vardı ama utanç ve şüphe kayboldu. O anda, Emma kendini zayıf bir kadın gibi değil, hayatta kalmış biri gibi hissetti.

Sophie kısa bir süre uyanıp gözlerini ovaladı. “Adam gidecek mi?” diye fısıldadı.

“Sadece istersen giderim,” dedi Ison.

Küçük kız ikna olmuş gibi gözlerini kapattı.

Gece bitip vedalaştıklarında, Emma uzun uzun Ison’a baktı. Aşık olduğu için değil, bir şey beklediği için değil… Sadece, ilk kez uzun zaman sonra, biri hiçbir sebep yokken yanında kaldığında ne hissettiğini hatırladığı için.

3. Yağmurlu Bir Akşam

Sonraki günler sessizce geçti. Ta ki o gri, bitmek bilmeyen hafta içi akşamına kadar. Emma markette alışveriş yapıyordu. Sophie kendi dünyasında, dört yaşındaki çocukların kurabildiği hayallerle meşguldü. Emma ise fiyatları dikkatlice inceliyor, her kuruşu hesaplıyordu.

Bir anda, marketin diğer ucunda Ison’u gördü. Bugün takım elbisesi yoktu, iş adamı havası da yoktu. Sadece kendisiydi.

“Mama, işte kakao adam!” dedi Sophie.

Ison gülerek yanlarına geldi. Emma’nın kalbi bir an hızlandı. Normal davranmak istiyordu ama yorgunluğu gözlerinden okunuyordu. Birlikte alışverişe devam ettiler. Emma yoğurt fiyatlarını incelerken Sophie çocuklara özgü sorular sordu.

“Ison, hiç bir şeyi kırıp ağladın mı?”

“Çok kez,” dedi ciddi bir şekilde.

“Neden?”

“Çünkü bazen aptalca davranırım.”

Sophie kıkırdadı, Emma ise istemsizce gülümsedi.

Kasada Emma ödemek isterken, farkında olmadan bazı ekstra ürünler alınmıştı: Sıcak poğaçalar, taze meyve, Sophie’nin en sevdiği yoğurt… Dışarı çıktığında, Ison’un arabada oturduğunu gördü. Ne el salladı, ne bir şey söyledi. Sadece uzaktan, sessizce izledi; sanki Emma’nın eve biraz daha hafif bir yükle döndüğünden emin olmak istiyordu.

O gece yağmurda eve yürürlerken, Ison arabayla yanlarında belirdi. Büyük sözler söylemedi, sadece bir şemsiye uzattı, kapıyı açtı ve bakışıyla “Yardım etmeme izin ver, alışık olmasan da,” dedi.

Emma, yardımı kabul etmeyi hiç sevmezdi ama Ison’un tavrı utanç değil, huzur ve güven veriyordu.

Eve geldiklerinde, apartman girişinde ev sahibi onları bekliyordu. Kollarını kavuşturmuş, sert bir sesle: “Emma, kira gecikti. Bir gün daha geçerse odayı başkasına vereceğim.” Sophie büyük gözlerle annesine baktı: “Mama, o zaman nereye gideceğiz?”

Bu soru, Emma’yı her şeyden çok yaraladı. Ison bir adım geri çekildi. Müdahale etmedi, ama bakışı “Yanındayım, yalnız değilsin,” diyordu.

“İyi geceler Emma,” dedi Ison, giderken. Dışarıdan bakınca sıradan bir veda gibi görünüyordu ama Emma, onun bunu onurunu korumak için yaptığını biliyordu.

4. Sessiz Yardım

Ertesi sabah her şey değişti. Ev sahibi kapıyı çaldı, yüzünde yapmacık bir gülümsemeyle: “Müjde! Altı aylık kira peşin ödendi. Biri seni gerçekten seviyor olmalı.”

Emma şaşkınlıkla donakaldı. Kimin yaptığını hemen anlamıştı. Ison hiçbir şey söylememişti; ne bir not bırakmış, ne bir açıklama yapmıştı. Sadece yardım etmişti. Sessizce, saygılı, beklentisiz.

O anda Sophie odadan çıktı, elinde bir resim: Üç çöp adam, altında sarı bir güneş. Biri büyük, biri küçük, diğeri ise büyük siyah bir şemsiye tutuyordu.

“Bu, yağmurda hep güneş getiren adam,” dedi gururla.

Emma oturmak zorunda kaldı; çünkü ilk kez sadece minnet değil, gerçek bir sıcaklık hissetti. Mitle değil, zamanla güvene dönüşen bir sıcaklık…

Emma teşekkür etmek istedi, ama nasıl? Büyük laflar edebilen biri değildi. O yüzden bildiği tek şeyi yaptı: Yaban mersinli vanilyalı bir minik pasta yaptı, üstüne kalp şekli çizdi. Ertesi sabah, isimsiz bir kutuda Ison’un ofisine bıraktı. Sadece küçük bir teşekkür, sessizce.

Ison, o pastanın kimden geldiğini hemen anladı.

5. Birlikte Büyümek

Günler geçti, Ison tekrar kafeye gelmeye başladı. Artık müşteri ya da kurtarıcı olarak değil, sadece istediği için gelen biri olarak. Sophie ona “Şemsiye adam” diyordu. Ison, müşterilere servis yaptı, bulaşık yıkadı, kakao hazırladı. Herkes “Kocan mı?” diye sorduğunda Emma kızardı, Ison ise gizemli bir şekilde gülümsedi.

Bir gün Emma, Ison’u aradı: “Ison, özür dilerim, Sophie’yi kreşten alabilir misin? Bugün fazladan çalışmam gerekti.”

“Tabii, hemen geliyorum,” dedi Ison.

Sophie onu görünce koşarak sarıldı: “Bu benim yeni babam!” dedi neşeyle.

Ison diz çöktü, saçlarını okşadı: “O zaman elimden gelenin en iyisini yapacağım.”

O akşam, Emma kapıda Ison’a uzun uzun baktı. Sophie dondurma ve şarkılardan bahsediyordu ama Ison sadece Emma’ya baktı.

“Sizin için burada olmak istiyorum,” dedi sessizce. “Sadece arkadaş olarak değil, sadece yardımcı olarak değil, aile olarak.”

Emma’nın gözleri doldu. Acıdan değil, derin bir rahatlamadan. İlk kez biri, hiçbir şey istemeden kalıyordu.

“Yeterince bekledik,” diye fısıldadı Emma.

Bu film sahnesi gibi bir itiraf değildi. Büyük bir dram yoktu. Sadece gerçek insanlar, birbirini bulmuştu.

6. Mutluluğun Tarifi

Aylar sonra, kafede bir fotoğraf asılıydı: Ison, Emma ve Sophie, gülerek birbirlerine sarılmış. Altında bir yazı vardı:

“En tatlı tarifimiz: Sevgi, sabır ve biraz un.”

7. Sonsöz

Emma ve Ison’un hikayesi, bir kör randevunun, bir kız çocuğunun cesaretiyle, bir adamın sessiz yardımıyla ve bir kadının yeniden güvenmeyi öğrenmesiyle başlamıştı. Gerçek aile olmanın, kan bağı değil, birlikte kalmak ve birbirine destek olmak olduğunu öğrendiler.

Her yağmurda, her fırtınada, birinin yanında olması, bazen en büyük mucizeydi. Ve bazen, bir küçük kızın “Annem hasta, ben geldim” demesi, üç insanın hayatını sonsuza dek değiştirirdi.

SON

.