BASİT ÇİFTÇİ BAYİDE FAKİR DİYE DAMGALANDI. TA Kİ TÜM FİLOYU ALANA KADAR
.
.
BASİT ÇİFTÇİ BAYİDE FAKİR DİYE DAMGALANDI. TA Kİ TÜM FİLOYU ALANA KADAR
Ahmet Yıldız, eski Ford kamyonetini İzmir’in en lüks Mercedes-Benz bayisinin önüne park etti. Pazartesi sabahının erken saatleriydi ve zıtlık göz kamaştırıcıydı. Milyon liralık arabalar spotların altında parlarken, onun pikabı uzay gemileri arasındaki bir dinozor gibiydi. 62 yaşındaki Ahmet, toprakta çalışmaktan nasırlaşmış elleri ve sade tavrıyla kamyonetten yavaşça indi; solmuş hasır şapkasını düzeltti.
Modern bir tapınak gibi yükselen cam bina, kolayca yılmayan biri için bile ürkütücüydü. Solmuş kareli gömleği, dizlerinde yamalı kot pantolonu ve çoğu insanın hayatı boyunca gördüğünden daha fazla çamura basmış deri çizmeleriyle içeri girdi. Cam kapıyı ittiğinde soğuk klima yüzüne bir tokat gibi çarptı. Ortam ürkütücüydü; ayna gibi parlayan mermer zemin, görünmez hoparlörlerden hafifçe çalan klasik müzik ve asgari ücretten daha pahalı İtalyan deri kokusuyla karışıyordu.
Üç satış temsilcisi, Anadolu’daki bir evden daha değerli siyah bir Mercedes S serisi yakınında sohbet ediyordu. Ahmet’in içeri girdiğini gördüklerinde, sanki yanlış yere girmiş gibi bakışlar değiştirdiler. Sessizlik o kadar ağırdı ki, klasik müzik bile sustu gibi geldi. Ahmet, acele etmeyen veya korkmayan birinin kalın sesiyle selamladı ve kamyonlar hakkında biriyle konuşmak istediğini söyledi.
40 yaşındaki satış müdürü Serkan Demir, çoğu Türk’ün arabasından daha pahalı takım elbise giyiyordu. Briyantinli saçları, bileğinde İsviçre saati ve kibirle satan sahte bir gülümsemesi vardı. Alçak sesle güldü ve yanındaki satış temsilcisi Pınar’a bir şeyler fısıldadı. O da çok yüksek sesle gülmemek için ağzını kapattı. Serkan, Ahmet’in “kamyonlar” kelimesini tekrarladı ve doğru yerde olduğundan emin olup olmadığını sordu. Çünkü burası Mercedes-Benz’di, hurdalık değil. Şaka, diğer satış temsilcilerinden kahkahalar kopardı.
Ahmet sarsılmadı; hayatta daha kötülerini duymuştu. Sadece şapkasını düzeltti ve sakin bir şekilde 15 adet Mercedes kamyonu satın almak istediğini tekrarladı. Şimdi kahkaha geneldi. Pınar, Ahmet’in duyabileceği kadar yüksek sesle “oyuncak mağazasıyla karıştırıyor olmalı” diye fısıldadı. Bir seferde 15 kamyon.
Serkan, Ahmet’i tepeden tırnağa tiksintiyle süzerek “İç Anadolu’daki gibi inek sütü ve tavuk yumurtasıyla ödeme yapmayı düşündüğünü” söyledi. Kahkaha bayide patladı. O kadar yüksekti ki, salonun diğer tarafındaki müşteriler ne olduğunu görmek için döndüler. Ahmet, yüzünün ısındığını hissetti. Utançtan değil, pahalı kıyafet giydiği için kendini büyük sanan küçük insanları görmekten gelen kontrollü öfkeden.
Ahmet, acele etmeyen veya kimseden çekinmeyen bir adamın ağır tonlamasıyla kamyonlar hakkında konuşmak istediğini tekrarladı. Serkan Demir, geniş vitrinin yanından yavaşça yaklaşırken gözlerindeki küçümseme Anadolu Güneşi kadar belirgindi. “Beyefendi,” dedi, “sanırım bir yanlışlık var. Burası Mercedes-Benz. Anlıyor musunuz? Burada kamyon değil, lüks otomobiller satılır.”
Pınar, incecik topukları üzerinde Serkan’ın yanına sokuldu. Parfümü, Ahmet’in tarlalarındaki çiçeklerden çok daha yapay ve boğucuydu. Dudaklarında alaycı bir gülümsemeyle Serkan’a eğildi. “Belki de yan sokaktaki Anadolu tamirhanesini arıyordur,” diye fısıldadı. Ahmet, içindeki öfkeyi sessizce yutkunarak bastırdı.
Sabahın erken saatlerinde 5 saat yol tepmiş, en iyi gömleğini giymiş ve bu insanların kendisine bir insan gibi davranması için buraya gelmişti. Babasının sözleri zihninde yankılandı: “Oğlum, insan ektiğini biçer. Sabır ek, saygı biç.” “Yanılıyorsunuz,” dedi Ahmet, sesi çatlamayan bir meşe ağacı kadar sağlamdı. “Ben 15 adet Mercedes kamyonu satın almak istiyorum. Nakit ödeme yapacağım.”
Serkan’ın yüzündeki ifade değişti. Gülümsemesi önce dondu, sonra daha da genişledi. Ama gözleri gülmüyordu. “15 adet mi, nakit mi?” Serkan, diğer satış temsilcilerine döndü. “Duydunuz mu arkadaşlar? Beyefendi 15 kamyonu nakit alacakmış.” Kahkahalar şimdi daha da şiddetliydi.
Serkan, Ahmet’in basit kıyafetlerini tepeden tırnağa inceledi. “Beyefendi, bir Mercedes kamyonunun fiyatını biliyor musunuz? Bunlar traktör değil, üzüm kasası taşımak için kullanılmaz.” Ahmet, cebindeki buruşuk kağıtları düzeltirken kalın parmaklarıyla özenle davrandı. Bu kağıtlar, kızının geleceğiydi. “Biliyorum,” dedi sakin bir sesle. “500.000 lira 1000 liradan başlıyor. İstediğim özelliklerle 700.000 liraya kadar çıkıyor. 15 adet için yaklaşık 10.500.000 lira.”
Serkan’ın yüzündeki alay, yerini hafif bir şaşkınlığa bıraktı. Bu köylü adamın rakamları bu kadar net bilmesi onu sarsmıştı. Fakat kendini hemen toparladı. “Vay, hesap makinesi gibisiniz,” dedi alaycı bir tonda. “İnternetten bakmışsınızdır herhalde ama bilgi sahibi olmak başka, ödeme gücüne sahip olmak bambaşka.” Pınar kıkırdadı. “Belki de Bursa’daki kavak ağaçlarını satmayı düşünüyordur ya da köyündeki herkesten para toplamıştır,” diye ekledi.
Ahmet, yılların verdiği tecrübeyle bu tür aşağılamalara alışkındı. Köylü çocuğu olarak başladığı hayatta şimdi Ege’nin en büyük çiftçilerinden biri olmuştu. Ama şehirliler için o hala sadece tozlu ayakkabıları ve nasırlı elleriyle bir köylüydü. “Kamyonları görebilir miyim?” diye sordu konuyu değiştirerek.
Serkan sahte bir nezaketle gülümsedi. “Tabii ki gösterebiliriz ama önce ödeme konusunu netleştirelim. Nasıl ödeme yapmayı düşünüyorsunuz? Çek, senet yoksa traktörünüzü takas olarak mı vereceksiniz?” Bu son söz bayideki herkesi yeniden kahkahaya boğdu. Ahmet bayideki kahkahaların ortasında dimdik duruyordu. 70 yıllık hayatında pek çok kasırga görmüştü. Şehirlilerin alayları bunlardan sadece biriydi.
“Nakit ödeme yapacağım,” dedi tekrar kelimelerini özenle seçerek. “Banka havalesiyle istediğiniz hesaba anında.” Serkan’ın bakışları sertleşti. Başlangıçta eğlenceli bulduğu bu yaşlı adam şimdi sinir bozucu bir engele dönüşmüştü. Lüks bayinin ortamını bozuyordu. “Beyefendi, sizi anlıyorum,” dedi Serkan. Sanki bir çocukla konuşur gibi. “Herkesin hayalleri vardır. Benim de var. Ama hayaller başka, gerçekler başka. Bu kamyonlar oyuncak değil. Bir tanesi bile sizin köyün yıllık gelirinden fazla.”
Ahmet, yıllardır pazarlık masalarında oturmanın verdiği sabırla cebinden bir kağıt daha çıkardı. Bu, İzmir Ticaret Odası’nın son toplantısında aldığı resmi belgenin bir kopyasıydı. “Ben Küçük Menderes Havzasında 12 çiftlik sahibiyim. Yılda 8.000 ton ürün ihraç ediyorum Arabistan’a, Rusya’ya ve Avrupa’ya. Bu kamyonları tarlalarımdan limana ürün taşımak için istiyorum.”
Serkan kağıda bakmadan elini salladı. “Güzel masal. Çocukken ben de uçmayı hayal ederdim. Ama gördüğünüz gibi şimdi ayaklarım yerde.” Pınar, masasından bir kartvizit alıp Ahmet’e uzattı. “Belki bu size daha uygun olabilir. Manisa’daki ikinci el kamyon galerisinin sahibi tanıdığım. Size bir tane eski ama sağlam kamyon bulabilir.”
Ahmet kartviziti nazikçe geri itti. “İkinci el aramıyorum. Ben 15 tane 0 kilometre Mercedes kamyon istiyorum. Actros serisi en üst model.” Orhan sabırsızca araya girdi. “Serkan Bey, öğle yemeği rezervasyonumuz var. Boş yere vakit kaybediyoruz.”
Serkan saatine baktı. “Haklısın.” Ahmet’e döndü. “Beyefendi, sanırım birbirimizi yanlış anladık. Bu kamyonların toplamı 10 milyon liradan fazla tutuyor. Eğer gerçekten almak istiyorsanız önce finansal durumunuzu belgelemeniz gerekir.”
Ahmet, eskimiş cüzdanından solmuş bir banka kartı çıkardı. Ziraat Bankası’nın siyah kartıydı bu. Sadece en büyük çiftçilere ve işe adamlarına verilen özel bir kart. “İşte belgem,” dedi sakin bir sesle.
Serkan kartı aldı ve küçümseyen bir bakışla inceledi. “Bu bir şey kanıtlamaz. Böyle kartları artık herkese veriyorlar. Hatta kart bile değil. Sadece bankamatik kartı.” Ahmet’in gözlerinde bir anlık kırgınlık belirdi ama hemen toparlandı. Dedesinin sözleri kulaklarında çınladı. “Sana hakaret edenin seviyesine inersen o kazanır.”
“O zaman ne yapmalıyım?” diye sordu. “Nasıl kanıtlayabilirim size?” Serkan omuz silkti. “Belki bayinin sahibiyle görüşebilirsiniz ama Emre Bey çok meşguldür ve herkesle görüşmez.”
“Görüşebilir miyim onunla?” diye sordu Ahmet, sesinde hiçbir yalvarma tonu olmaksızın. “Bekleyebilirim.” Pınar, Serkan’a anlamlı bir bakış attı. “Emre Bey şu anda toplantıda. Hem randevusuz kimseyi kabul etmez.”
“Sorun değil,” dedi Ahmet, şapkasını çıkarıp kucağına koyarak. “Beklerim.” Serkan masasına döndü ve Ahmet’i görmezden gelmeye başladı. Pınar ve Orhan da kendi yerlerine geçtiler.
Satış salonunda dışarıdan trafik sesleri duyulurken sadece klasik müzik ve klima uğultusu vardı. Ahmet deri bir koltuğa oturdu ve beklemeye başladı. İnsanlar gelip gidiyordu. Şık takım elbiseli erkekler, pahalı çantaları olan kadınlar bayiye girip çıkıyordu. Hepsi Ahmet’e garip bakışlar atıp fısıldaşıyordu. Ama o hiç istifini bozmadı.
Sabır, çiftçinin en büyük silahıydı. Ve Ahmet Yıldız, hayatı boyunca beklemek zorunda kalmıştı. Buğdayın büyümesini, yağmurun yağmasını, hasadın zamanını, her şeyin bir vakti vardı. Saat geçtikçe Ahmet’in varlığı bayideki havayı değiştiriyordu. Serkan masasında oturmuş telefonla konuşuyor gibi yapıyor ama aslında bu inatçı çiftçinin ne zaman gideceğini merak ediyordu.
İçeri giren varlıklı müşteriler, köşede oturan bu sade giyimli adama bakıp kaşlarını çatıyordu. Serkan sonunda dayanamadı. Ahmet’in yanına gelerek biraz daha yumuşak bir tonla konuştu. “Bakın Ahmet Bey, galiba siz işin ciddiyetini anlamıyorsunuz. Konuştuğumuz rakam küçük bir miktar değil. 15 kamyon demek, 15 milyon lira demek.”
Ahmet yaşlı ama keskin gözlerini Serkan’a dikti. “Çorak toprakları nasıl verimli hale getirdiğini, kuraklıkla nasıl savaştığını, tüm zorlukları nasıl açtığını düşündü. Paranın ne olduğunu çok iyi biliyordu. “Tam olarak 10.500.000 lira,” diye düzeltti Ahmet. “Her biri 700.000 lira. Vergiler dahil.”
Serkan’ın yüzü hafifçe kızardı. Bu yaşlı adam sanki yıllardır Mercedes satıyormuş gibi fiyatları ezbere biliyordu. “Siz nereden biliyorsunuz bu kadar detayı?” diye sordu şüpheyle. Ahmet cebinden buruşmuş bir kağıt daha çıkardı. Üzerinde Mercedes’in resmi internet sitesinden alınmış çıktılar vardı. Kamyonların özellikleri, fiyatları, teslimat süreleri. “İnternetten baktım,” dedi basitçe. “Torunu olan her dede artık internet kullanmayı biliyor, Serkan Bey.”
Serkan kağıdı aldı ve inceledi. Her şey doğruydu. Rakamlar, özellikler hepsi birebir tutuyordu ama hala inanmak istemiyordu. “İnternetten bakmak başka, satın almak başka,” dedi savunmacı bir tavırla. “Herkes hayal kurabilir.”
Ahmet şapkasını dizlerinde çevirirken sakin bir sesle konuştu. “Ben hayal kurmuyorum. Ben iş yapıyorum. Yıllık cirom 50 milyon lira. Bunun 10 milyonu ihracattan geliyor. Sizden istediğim sadece 15 kamyon.”
Serkan’ın yüzünde anlık bir tereddüt belirdi. Ya bu adam gerçekten dediği kişi ise ya gerçekten o paraya sahipse? Peki neden burada bekliyorsunuz? diye sordu Serkan. “Neden şirketinizden birini göndermediniz veya neden bayilik müdürünü aramadınız?”
Ahmet derin bir nefes aldı. Nasıl açıklayabilirdi ki bu adam onun neden bizzat geldiğini? Nasıl anlatabilirdi ki kızına verdiği sözü? “Çünkü önemli işlerimi kendim yaparım,” dedi sadece. “Her zaman öyle olmuştur.”
Pınar araya girdi. Serkan’ın yumuşamaya başladığını hissetmişti ve bunu istemiyordu. “Serkan Bey, bırakın artık. Bu beyefendi bizi oyalıyor. Emre Bey 10 dakika sonra döner ve burada böyle birini görürse hiç hoşlanmaz.”
Serkan Pınar’ın sözleriyle kendine geldi. “Evet, Emre Bey görmek istemezdi böyle birini. Özellikle bugün o önemli Alman müşteriler gelecekken. Haklısın,” dedi. Serkan Ahmet’e döndü. “Üzgünüm ama sizinle daha fazla ilgilenemeyeceğiz. Belki başka bir gün daha hazırlıklı gelirsiniz.”
Ahmet yerinden kalkmadı. “Ben hazırım,” dedi kararlılıkla. “Ve Emre Beyle görüşmek istiyorum.” Serkan sabırsızlıkla elini saçlarından geçirdi. “İnatçılığınız sizi hiçbir yere götürmeyecek. Lütfen anlayın. Burası sizin köy kahvesi değil. Burada belli kurallar var. Ben de kurallara uyuyorum,” dedi Ahmet.
“Müşteriyim ve saygı görmek istiyorum.” Salondaki gerginlik artıyordu. İki adam arasındaki sessiz çatışma bayideki herkesi rahatsız etmeye başlamıştı. Pınar telefonuna bakıyordu. Sanki bir kurtarıcı arıyormuş gibi. O sırada kapı açıldı ve içeri şık giyimli, orta yaşlı bir kadın girdi. İçeri giren kadın Nurhan Kadıoğlu’ydu. Büyükşehir belediye başkanının eşi olarak tanınan, Bodrum’daki lüks mağazaların müdavimi olan bu kadın sosyetenin en tanınmış simalarındandı.
Leis Won çantası, Hermes eşarbı ve pırlanta küpeleriyle göz kamaştırıyordu. Ayağındaki topuklu ayakkabılar Ahmet’in bir aylık emekli maaşı kadardı. Nurhan Hanım kapıdan girer girmez salondaki dengeyi değiştirdi. Serkan’ın yüzündeki ifade endişeden paniğe dönüştü. Pınar hemen ayağa fırladı, saçını düzeltti ve en profesyonel gülümsemesini takındı. “Nurhan Hanım hoş geldiniz,” diye seslendi Serkan, Ahmet’i tamamen unutarak.
Nurhan Hanım salonu şöyle bir süzdü ve bakışları Ahmet’te takıldı. Yüzü ekşidi. Sanki mağazada kötü bir koku almış gibi. İnce kaşlarını kaldırarak Serkan’a baktı. “Bu da kim?” diye sordu, parmağıyla Ahmet’i işaret ederek. Sesi öyle yüksekti ki, tüm salondakiler duyabilirdi. “Burada ne arıyor?”
Serkan, Nurhan Hanım’ın yanına koştu. Yüzünde özür dileyen bir ifadeyle, “Özür dilerim efendim. Tam da hallediyorduk. Bir yanlış anlama oldu.” “Ne yanlış anlaması?” Nurhan Hanım şimdi doğrudan Ahmet’e bakıyordu. “Kapıda güvenlik yok mu? Herkes girebiliyor mu buraya?”
Ahmet, hayatı boyunca pek çok zengin görmüştü. Bazıları mütevazı, saygılı insanlardı ama bazıları, tıpkı bu kadın gibi, paranın ve gücün verdiği kibri taşıyordu. İçinden derin bir nefes aldı ve sakin kalmaya çalıştı. “Ben müşteriyim hanımefendi,” dedi. Saygılı ama gururlu bir sesle.
Nurhan Hanım kahkaha attı. Gülüşü salonda buz gibi yankılandı. “Sen mi müşterisin? Neyle ödeyeceksin? Domates, biber, patlıcan mı getireceksin?” Pınar ve diğer satış temsilcileri gülmeye başladılar. Serkan bile müşterisini memnun etmek için zoraki bir gülümseme takındı.
Ahmet yutkundu. Anadolu’nun bağrında büyümüş, elleriyle topraktan ekmek çıkarmış biri olarak bu tür aşağılamalara alışkındı. Ama bugün farklıydı. Bugün Elif için buradaydı. Küçük kızının hayali için, “Ben Küçük Menderes Havzası’nın en büyük çiftçisiyim,” dedi. Sesi titremek için çaba göstererek, “15 kamyon almak istiyorum. Nakit ödeyeceğim.”
Nurhan Hanım’ın kahkahası daha da yükseldi. “Duydun mu Serkan? Köylü amca 15 kamyon alacakmış, nakit ödeyecekmiş.” Etrafına bakındı. “Nerede saklıyorsun o kadar parayı amca? Çoraplarının içinde mi?” Şimdi tüm bayi gülüyordu. Başka müşteriler de merakla yaklaşmış, olayı izliyordu.
Ahmet, utanç ve öfke arasında alnında biriken ter damlalarını hissetti. Ama kızının sesini duydu zihninde. “Baba, sen her zaman dik durdun. Ben de senin gibi olmak istiyorum.” Serkan durumu kontrol altına almaya çalıştı. “Nurhan Hanım, sizi Emre Bey’in özel salonuna alalım. Yeni gelen S5G80 modelimizi görmek istersiniz belki?”
Nurhan Hanım başını iki yana salladı. “Önce bu durumu halledin. Ben böyle ortamlarda alışveriş yapmam. Kocam kamunun önünde bir figür. Anlıyor musun? Bizim imajımız önemli.”
Serkan Ahmet’e döndü. “Artık sizinle daha fazla ilgilenemeyeceğiz. Belki başka bir gün daha hazırlıklı gelirsiniz.” Ahmet yerinden kalkmadı. “Ben hazırım,” dedi kararlılıkla. “Ve Emre Beyle görüşmek istiyorum.”
Serkan sabırsızlıkla elini saçlarından geçirdi. “İnatçılığınız sizi hiçbir yere götürmeyecek. Lütfen anlayın. Burası sizin köy kahvesi değil. Burada belli kurallar var. Ben de kurallara uyuyorum,” dedi Ahmet. “Müşteriyim ve saygı görmek istiyorum.”
Salondaki gerginlik artıyordu. İki adam arasındaki sessiz çatışma bayideki herkesi rahatsız etmeye başlamıştı. Pınar telefonuna bakıyordu. Sanki bir kurtarıcı arıyormuş gibi. O sırada kapı açıldı ve içeri şık giyimli, orta yaşlı bir kadın girdi. İçeri giren kadın Nurhan Kadıoğlu’ydu. Büyükşehir belediye başkanının eşi olarak tanınan, Bodrum’daki lüks mağazaların müdavimi olan bu kadın sosyetenin en tanınmış simalarındandı.
Leis Won çantası, Hermes eşarbı ve pırlanta küpeleriyle göz kamaştırıyordu. Ayağındaki topuklu ayakkabılar Ahmet’in bir aylık emekli maaşı kadardı. Nurhan Hanım kapıdan girer girmez salondaki dengeyi değiştirdi. Serkan’ın yüzündeki ifade endişeden paniğe dönüştü. Pınar hemen ayağa fırladı, saçını düzeltti ve en profesyonel gülümsemesini takındı. “Nurhan Hanım hoş geldiniz,” diye seslendi Serkan, Ahmet’i tamamen unutarak.
Nurhan Hanım salonu şöyle bir süzdü ve bakışları Ahmet’te takıldı. Yüzü ekşidi. Sanki mağazada kötü bir koku almış gibi. İnce kaşlarını kaldırarak Serkan’a baktı. “Bu da kim?” diye sordu, parmağıyla Ahmet’i işaret ederek. Sesi öyle yüksekti ki, tüm salondakiler duyabilirdi. “Burada ne arıyor?”
Serkan, Nurhan Hanım’ın yanına koştu. Yüzünde özür dileyen bir ifadeyle, “Özür dilerim efendim. Tam da hallediyorduk. Bir yanlış anlama oldu.” “Ne yanlış anlaması?” Nurhan Hanım şimdi doğrudan Ahmet’e bakıyordu. “Kapıda güvenlik yok mu? Herkes girebiliyor mu buraya?”
Ahmet, hayatı boyunca pek çok zengin görmüştü. Bazıları mütevazı, saygılı insanlardı ama bazıları, tıpkı bu kadın gibi, paranın ve gücün verdiği kibri taşıyordu. İçinden derin bir nefes aldı ve sakin kalmaya çalıştı. “Ben müşteriyim hanımefendi,” dedi. Saygılı ama gururlu bir sesle.
Nurhan Hanım kahkaha attı. Gülüşü salonda buz gibi yankılandı. “Sen mi müşterisin? Neyle ödeyeceksin? Domates, biber, patlıcan mı getireceksin?” Pınar ve diğer satış temsilcileri gülmeye başladılar. Serkan bile müşterisini memnun etmek için zoraki bir gülümseme takındı.
Ahmet yutkundu. Anadolu’nun bağrında büyümüş, elleriyle topraktan ekmek çıkarmış biri olarak bu tür aşağılamalara alışkındı. Ama bugün farklıydı. Bugün Elif için buradaydı. Küçük kızının hayali için, “Ben Küçük Menderes Havzası’nın en büyük çiftçisiyim,” dedi. Sesi titremek için çaba göstererek, “15 kamyon almak istiyorum. Nakit ödeyeceğim.”
Nurhan Hanım’ın kahkahası daha da yükseldi. “Duydun mu Serkan? Köylü amca 15 kamyon alacakmış, nakit ödeyecekmiş.” Etrafına bakındı. “Nerede saklıyorsun o kadar parayı amca? Çoraplarının içinde mi?” Şimdi tüm bayi gülüyordu. Başka müşteriler de merakla yaklaşmış, olayı izliyordu.
Ahmet, utanç ve öfke arasında alnında biriken ter damlalarını hissetti. Ama kızının sesini duydu zihninde. “Baba, sen her zaman dik durdun. Ben de senin gibi olmak istiyorum.” Serkan durumu kontrol altına almaya çalıştı. “Nurhan Hanım, sizi Emre Bey’in özel salonuna alalım. Yeni gelen S5G80 modelimizi görmek istersiniz belki?”
Nurhan Hanım başını iki yana salladı. “Önce bu durumu halledin. Ben böyle ortamlarda alışveriş yapmam. Kocam kamunun önünde bir figür. Anlıyor musun? Bizim imajımız önemli.”
Serkan Ahmet’e döndü. “Artık sizinle daha fazla ilgilenemeyeceğiz. Belki başka bir gün daha hazırlıklı gelirsiniz.” Ahmet yerinden kalkmadı. “Ben hazırım,” dedi kararlılıkla. “Ve Emre Beyle görüşmek istiyorum.”
Serkan sabırsızlıkla elini saçlarından geçirdi. “İnatçılığınız sizi hiçbir yere götürmeyecek. Lütfen anlayın. Burası sizin köy kahvesi değil. Burada belli kurallar var. Ben de kurallara uyuyorum,” dedi Ahmet. “Müşteriyim ve saygı görmek istiyorum.”
Salondaki gerginlik artıyordu. İki adam arasındaki sessiz çatışma bayideki herkesi rahatsız etmeye başlamıştı. Pınar telefonuna bakıyordu. Sanki bir kurtarıcı arıyormuş gibi. O sırada kapı açıldı ve içeri şık giyimli, orta yaşlı bir kadın girdi. İçeri giren kadın Nurhan Kadıoğlu’ydu. Büyükşehir belediye başkanının eşi olarak tanınan, Bodrum’daki lüks mağazaların müdavimi olan bu kadın sosyetenin en tanınmış simalarındandı.
Leis Won çantası, Hermes eşarbı ve pırlanta küpeleriyle göz kamaştırıyordu. Ayağındaki topuklu ayakkabılar Ahmet’in bir aylık emekli maaşı kadardı. Nurhan Hanım kapıdan girer girmez salondaki dengeyi değiştirdi. Serkan’ın yüzündeki ifade endişeden paniğe dönüştü. Pınar hemen ayağa fırladı, saçını düzeltti ve en profesyonel gülümsemesini takındı. “Nurhan Hanım hoş geldiniz,” diye seslendi Serkan, Ahmet’i tamamen unutarak.
Nurhan Hanım salonu şöyle bir süzdü ve bakışları Ahmet’te takıldı. Yüzü ekşidi. Sanki mağazada kötü bir koku almış gibi. İnce kaşlarını kaldırarak Serkan’a baktı. “Bu da kim?” diye sordu, parmağıyla Ahmet’i işaret ederek. Sesi öyle yüksekti ki, tüm salondakiler duyabilirdi. “Burada ne arıyor?”
Serkan, Nurhan Hanım’ın yanına koştu. Yüzünde özür dileyen bir ifadeyle, “Özür dilerim efendim. Tam da hallediyorduk. Bir yanlış anlama oldu.” “Ne yanlış anlaması?” Nurhan Hanım şimdi doğrudan Ahmet’e bakıyordu. “Kapıda güvenlik yok mu? Herkes girebiliyor mu buraya?”
Ahmet, hayatı boyunca pek çok zengin görmüştü. Bazıları mütevazı, saygılı insanlardı ama bazıları, tıpkı bu kadın gibi, paranın ve gücün verdiği kibri taşıyordu. İçinden derin bir nefes aldı ve sakin kalmaya çalıştı. “Ben müşteriyim hanımefendi,” dedi. Saygılı ama gururlu bir sesle.
Nurhan Hanım kahkaha attı. Gülüşü salonda buz gibi yankılandı. “Sen mi müşterisin? Neyle ödeyeceksin? Domates, biber, patlıcan mı getireceksin?” Pınar ve diğer satış temsilcileri gülmeye başladılar. Serkan bile müşterisini memnun etmek için zoraki bir gülümseme takındı.
Ahmet yutkundu. Anadolu’nun bağrında büyümüş, elleriyle topraktan ekmek çıkarmış biri olarak bu tür aşağılamalara alışkındı. Ama bugün farklıydı. Bugün Elif için buradaydı. Küçük kızının hayali için, “Ben Küçük Menderes Havzası’nın en büyük çiftçisiyim,” dedi. Sesi titremek için çaba göstererek, “15 kamyon almak istiyorum. Nakit ödeyeceğim.”
Nurhan Hanım’ın kahkahası daha da yükseldi. “Duydun mu Serkan? Köylü amca 15 kamyon alacakmış, nakit ödeyecekmiş.” Etrafına bakındı. “Nerede saklıyorsun o kadar parayı amca? Çoraplarının içinde mi?” Şimdi tüm bayi gülüyordu. Başka müşteriler de merakla yaklaşmış, olayı izliyordu.
Ahmet, utanç ve öfke arasında alnında biriken ter damlalarını hissetti. Ama kızının sesini duydu zihninde. “Baba, sen her zaman dik durdun. Ben de senin gibi olmak istiyorum.” Serkan durumu kontrol altına almaya çalıştı. “Nurhan Hanım, sizi Emre Bey’in özel salonuna alalım. Yeni gelen S5G80 modelimizi görmek istersiniz belki?”
Nurhan Hanım başını iki yana salladı. “Önce bu durumu halledin. Ben böyle ortamlarda alışveriş yapmam. Kocam kamunun önünde bir figür. Anlıyor musun? Bizim imajımız önemli.”
Serkan Ahmet’e döndü. “Artık sizinle daha fazla ilgilenemeyeceğiz. Belki başka bir gün daha hazırlıklı gelirsiniz.” Ahmet yerinden kalkmadı. “Ben hazırım,” dedi kararlılıkla. “Ve Emre Beyle görüşmek istiyorum.”
Serkan sabırsızlıkla elini saçlarından geçirdi. “İnatçılığınız sizi hiçbir yere götürmeyecek. Lütfen anlayın. Burası sizin köy kahvesi değil. Burada belli kurallar var. Ben de kurallara uyuyorum,” dedi Ahmet. “Müşteriyim ve saygı görmek istiyorum.”
Salondaki gerginlik artıyordu. İki adam arasındaki sessiz çatışma bayideki herkesi rahatsız etmeye başlamıştı. Pınar telefonuna bakıyordu. Sanki bir kurtarıcı arıyormuş gibi. O sırada kapı açıldı ve içeri şık giyimli, orta yaşlı bir kadın girdi. İçeri giren kadın Nurhan Kadıoğlu’ydu. Büyükşehir belediye başkanının eşi olarak tanınan, Bodrum’daki lüks mağazaların müdavimi olan bu kadın sosyetenin en tanınmış simalarındandı.
Leis Won çantası, Hermes eşarbı ve pırlanta küpeleriyle göz kamaştırıyordu. Ayağındaki topuklu ayakkabılar Ahmet’in bir aylık emekli maaşı kadardı. Nurhan Hanım kapıdan girer girmez salondaki dengeyi değiştirdi. Serkan’ın yüzündeki ifade endişeden paniğe dönüştü. Pınar hemen ayağa fırladı, saçını düzeltti ve en profesyonel gülümsemesini takındı. “Nurhan Hanım hoş geldiniz,” diye seslendi Serkan, Ahmet’i tamamen unutarak.
Nurhan Hanım salonu şöyle bir süzdü ve bakışları Ahmet’te takıldı. Yüzü ekşidi. Sanki mağazada kötü bir koku almış gibi. İnce kaşlarını kaldırarak Serkan’a baktı. “Bu da kim?” diye sordu, parmağıyla Ahmet’i işaret ederek. Sesi öyle yüksekti ki, tüm salondakiler duyabilirdi. “Burada ne arıyor?”
Serkan, Nurhan Hanım’ın yanına koştu. Yüzünde özür dileyen bir ifadeyle, “Özür dilerim efendim. Tam da hallediyorduk. Bir yanlış anlama oldu.” “Ne yanlış anlaması?” Nurhan Hanım şimdi doğrudan Ahmet’e bakıyordu. “Kapıda güvenlik yok mu? Herkes girebiliyor mu buraya?”
Ahmet, hayatı boyunca pek çok zengin görmüştü. Bazıları mütevazı, saygılı insanlardı ama bazıları, tıpkı bu kadın gibi, paranın ve gücün verdiği kibri taşıyordu. İçinden derin bir nefes aldı ve sakin kalmaya çalıştı. “Ben müşteriyim hanımefendi,” dedi. Saygılı ama gururlu bir sesle.
Nurhan Hanım kahkaha attı. Gülüşü salonda buz gibi yankılandı. “Sen mi müşterisin? Neyle ödeyeceksin? Domates, biber, patlıcan mı getireceksin?” Pınar ve diğer satış temsilcileri gülmeye başladılar. Serkan bile müşterisini memnun etmek için zoraki bir gülümseme takındı.
Ahmet yutkundu. Anadolu’nun bağrında büyümüş, elleriyle topraktan ekmek çıkarmış biri olarak bu tür aşağılamalara alışkındı. Ama bugün farklıydı. Bugün Elif için buradaydı. Küçük kızının hayali için, “Ben Küçük Menderes Havzası’nın en büyük çiftçisiyim,” dedi. Sesi titremek için çaba göstererek, “15 kamyon almak istiyorum. Nakit ödeyeceğim.”
Nurhan Hanım’ın kahkahası daha da yükseldi. “Duydun mu Serkan? Köylü amca 15 kamyon alacakmış, nakit ödeyecekmiş.” Etrafına bakındı. “Nerede saklıyorsun o kadar
.
News
मासूम बच्चे ने सिर्फ खाना मांगा था, करोड़पति पति–पत्नी ने जो किया…
मासूम बच्चे ने सिर्फ खाना मांगा था, करोड़पति पति–पत्नी ने जो किया… यह कहानी राजस्थान के झुंझुनू जिले के छोटे…
Sad News for Amitabh Bachchan Fans as Amitabh Bachchan was in critical condition at hospital!
Sad News for Amitabh Bachchan Fans as Amitabh Bachchan was in critical condition at hospital! . . Amitabh Bachchan’s Hospitalization…
Aishwarya Rais Shocking Step Sued with Bachchan Family & Move to Delhi Court for Linkup with Salman?
Aishwarya Rais Shocking Step Sued with Bachchan Family & Move to Delhi Court for Linkup with Salman? . . Bollywood…
कोच्चि दहल उठा: मछली पकड़ने वाली नाव के डिब्बे से 36 शव बरामद, सीमा पर छिपा चौंकाने वाला सच
कोच्चि दहल उठा: मछली पकड़ने वाली नाव के डिब्बे से 36 शव बरामद, सीमा पर छिपा चौंकाने वाला सच ….
एक अरबपति एक टोकरी में एक बच्चे को पाता है और सच्चाई उसे हमेशा के लिए उसकी नौकरानी से जोड़ देती है
एक अरबपति एक टोकरी में एक बच्चे को पाता है और सच्चाई उसे हमेशा के लिए उसकी नौकरानी से जोड़…
Avika Gor’s grand Wedding with Milind Chandwani on National TV with Tv Actors and Family
Avika Gor’s grand Wedding with Milind Chandwani on National TV with Tv Actors and Family . . Avika Gor and…
End of content
No more pages to load