“EFENDİM, BU ÇOCUK YETİMHANEDE BENİMLE YAŞIYORDU” – DİYE BAĞIRDI GENÇ HİZMETÇİ FOTOĞRAFI GÖRÜNCE.

.
.

“EFENDİM, BU ÇOCUK YETİMHANEDE BENİMLE YAŞIYORDU” – DİYE BAĞIRDI GENÇ HİZMETÇİ FOTOĞRAFI GÖRÜNCE

 

Sessizlik ve yalnızlığın damgasını vurduğu bir konakta genç bir hizmetçi koridorda asılı duran eski bir portre bulur. Şok anlıktır. Fotoğraftaki çocuğun yüzü, çocukluğunun geçtiği yetimhanede tanıdığı yüzün aynısıdır. Yankılanan çığlık, on yıllardır süren bir gizemi yırtar ve herkes tarafından unutulmuş bir geçmişi uyandırır.

İyi anlatılmış - YouTube

I. Çamlı Konak’a Varış

 

Elif Aydın elindeki küçük valiziyle otobüsten indiğinde Bolu’da sabah özellikle soğuktu. 23 yaşındaydı, ancak kahverengi gözlerinde yaşından daha fazlasını yaşamış birinin olgunluğunu taşıyordu. Ankara’daki “Umut Yuvası”nda büyümüş, her zaman düzenli ve dikkatli olmuştu. Bu nitelikleri, ona Çamlı Konak‘taki hizmetçilik pozisyonunu kazandırmıştı.

Konağa yaklaştıkça, neoklasik tarzda görkemli sütunlar ve geniş pencerelerle inşa edilmiş yapı, bir filmden fırlamış gibi görünüyordu. Kahya Ayşe Hanım, Elif’i karşıladı ve görevlerini anlattı: “Kenan Bey içine kapanıktır. Sessizliği ve mahremiyeti sever. Konağın doğu kanadının temizliğinden sorumlu olacaksın: kütüphane, çalışma odası ve ana koridor.”

Elif, kendisine ait olan yatak, gardırop ve küçük bir çalışma masası olan basit ama konforlu odasına yerleşti. Masasının üzerine tek kişisel eşyasını koydu: 12 yaşındayken yaklaşık 8 yaşındaki bir çocuğa sarıldığı, Can adındaki arkadaşının fotoğrafı.

Can, yuvadaki en iyi arkadaşıydı. Yetimhanedeki diğer çocukların “fantezi” dediği şeylerden bahsederdi: Çam ağaçlarıyla dolu bir bahçesi olan büyük bir ev, annesinin piyano çaldığı bir salon, ona “şampiyon” diyen bir ağabey. Elif, Can’ın o önceki hayatı anlatış biçimindeki duygudan dolayı her zaman ona inanmıştı.

 

II. Müzik ve Kayıp Kardeşin Hikayesi

 

Bir hafta sonra, Elif, patronu Kenan Çamlıca ile ilk kez karşılaştı. Uzun boylu, 40 yaşlarında, delici yeşil gözlüydü. Ona kibar ama mesafeli bir şekilde “Çamlı Konak’a hoş geldiniz” dedi.

Bir akşam, Elif, müzik odasından gelen bir melodi duydu. Kenan Bey, piyanonun başında oturmuş, tanımadığı klasik bir parça çalıyordu. O müzikte, o kadar çok bastırılmış acı vardı ki Elif’in boğazı düğümlendi. Kenan, onu fark ettiğinde, sinirli değil, aksine yorgun ve kırılgan görünüyordu. Müzik, Chopen’in Mi bemol majör Noktürn’ü idi.

Sonraki günlerde, aşçı Zeynep Abla, Elif’e Çamlıca ailesinin trajedisini anlattı: Yaklaşık 20 yıl önce, Kenan’ın küçük kardeşi Arda, 4 yaşındayken İstanbul’da bir parkta kaybolmuştu. Polis seferber olmuş, ancak çocuk asla bulunamamıştı. Leyla Hanım (anne) üzüntüden hastalanmış, Kenan ise bir gün kardeşini bulacağına dair yemin etmişti. Kenan’ın geceleri piyano çalmasının nedeni, annesinin öğrettiği şarkılarla ailesinin anısını canlı tutma şekliydi.

 

III. Portre ve İnanılmaz Keşif

 

İkinci haftasının pazartesi günü, Elif, ana koridoru temizlemeyi bitirirken, eski belgelerin saklandığı küçük bir ofisin aralık kapısının önünden geçti. İçerisi, zamanda donmuş gibiydi; çerçevelenmiş gazete küpürleri, Arda Çamlıca’nın kaybolma davasıyla ilgiliydi.

Küpürlerin yanında, gümüş çerçeveli bir portre vardı. Yaklaşık 4 yaşında, açık kahverengi saçlı ve parlak yeşil gözlü küçük bir çocuğu gösteriyordu. Elif, portreyi eline aldı. Çocuğun yüzündeki tanıdık bir şeyden etkilenerek kalbinin hızla çarptığını hissetti.

Sonra, karanlık bir gecede gökyüzünü yaran bir şimşek gibi, anlayış onu vurdu.

Portreyi tutan eli titremeye başladı. Boğazından boğuk bir çığlık koptu. “Olamaz! Bu çocuk, ben onu tanıyorum!”

Tam o anda, kapıya dönen Kenan Çamlıca göründü. “Elif, burada ne yapıyorsun?”

Elif, gözyaşları yüzünden süzülerek portreyi işaret etti: “Bu çocuk benimle yetimhanede yaşıyordu. Orada adı Can’dı!”

Kenan, bembeyaz kesilmişti. “Kardeşim 30 yıldan fazla bir süre önce kayboldu. Onu nasıl tanıyabilirsin?”

Elif hızla açıkladı: “Can, yuvaya yaklaşık 6 yaşındayken geldi… Kaçana kadar yıllarca kaldı.” Can’ın yetimhaneden önceki hayat hakkındaki hikayeleri, Çamlı Konak‘ın tam bir tanımıydı. Hatta ona “şampiyon” diyen bir ağabeyden bahsederdi.

Bu lakabın anılması Kenan’ı sendeledi. “Bunu kimse bilmezdi. Ailemizden başka kimse ona böyle seslendiğimi bilmezdi.”

Elif, Kenan’a, Can’ın notunda gerçek ailesini aramaya gittiğini söylediği notu bıraktıktan sonra kaçtığını anlattı. Kenan’ın gözleri yaşlarla doldu: “Ona söz vermiştim. Onu her zaman koruyacağımı, bir gün ayrılırsak ne kadar sürerse sürsün onu bulacağımı söyledim.”

 

IV. İpuçlarını Takip Etmek: Yetimhaneden Hastaneye

 

Kenan ve Elif, yetimhaneye, Umut Yuvası‘na gittiler. Müdire Fatma Hanım, Can’ın yani Arda’nın belgelerinin mükemmel düzenlenmiş olduğunu, ancak sosyal hizmet uzmanı Selin Öztürk‘ün bilgilerinin sahte olduğunu doğruladı. Bu, Arda’nın planlı bir komplonun kurbanı olduğu anlamına geliyordu.

Fatma Hanım, Can’ın geride bıraktığı kutuyu gösterdi: İçinde, Çamlı Konak‘ın farklı açılardan çizimleri ve Kenan’ın 4. doğum gününde hediye ettiği küçük metal araba vardı.

Yetimhaneden aldıkları bilgi: Kaçtıktan yaklaşık üç yıl sonra, 17 yaşındaki genç bir adam, Eskişehir’deki Yunus Emre Hastanesi‘nde yaralı olarak bulundu. Beyin sarsıntısı geçirmiş, kısmi hafıza kaybı yaşamış, ancak sürekli aynı evi çizmişti. Hemşire Berna Yılmaz ve emekli güvenlik görevlisi İsmail Bey‘in yardımıyla, genç adamın hastaneden ayrıldıktan sonra yerel bir sanatçıyı, Usta Ahmet‘i aradığı ortaya çıktı.

 

V. Sanat Yoluyla Yeniden Birleşme

 

Kenan, Elif ve Fatma Hanım, Eskişehir’deki Adalar Meydanı‘na gittiler. Usta Ahmet’in çırağı Polat, Can’ı hemen hatırladı: İki yıl boyunca onunla çalıştığını, çizimde olağanüstü yetenekli olduğunu anlattı. Can, çizimleriyle hayatını kazanma fikrinden büyülenmişti.

Polat, Can’ın otoportresini gösterdi: Yaklaşık 22 yaşlarında, Kenan’ı anımsatan hatlara sahip, derin yeşil gözlü bir genç.

Polat’ın son ipucu: Can, 2007’de Safranbolu’daki Perspektif Sanat Galerisi‘nin sahibi Levent Demir ile tanışmış, sergi açmış ve daha sonra İzmirli bir sanatçı olan Merve Çelik‘le birlikte, sahil kenarındaki tarihi bir kasaba olan Kaş’a yerleşmişti. Atölyesinin adı: “İzlerdeki Anılar.”

Grup hemen Kaş’a doğru yola çıktı. Kaş’ın tarihi merkezindeki atölyeye ulaştıklarında, içeri girdiler. Atölyenin duvarlarında, hepsi aynı evi—Çamlı Konak‘ı—tasvir eden tablolar vardı.

Genç bir görevli, Kenan’ın “Ben onun ağabeyiyim” sözü üzerine şaşkınlıkla: “Aman Tanrım! Her zaman bir gün bunun olacağını söylerdi,” dedi ve Can’ı aramak için uzaklaştı.

Taş sokaktaki hızlı adımların sesiyle, kapıda, nefes nefese bir adam duruyordu. Uzun boylu, Kenan’ı anımsatan hatlara sahip, yoğun yeşil gözlü.

“Kenan?” diye sordu adamın sesi, savunmasız bir fısıltıyla.

Kenan bir adım öne çıktı. “Arda.”

İki adam, atölyenin ortasında umutsuz bir kucaklaşmada buluştu. 30 yıllık ayrılık, yerine getirilmemiş sözler, nihayet buluşmuştu. Arda, hıçkırarak: “Beni buldun… Gerçekten beni buldun,” diye ağladı.

Arda, odadaki diğer insanları fark etti. Fatma Hanım’dan geçti bakışları ve nihayet, yüzünden sessiz gözyaşları süzülen Elif’in üzerinde durdu.

“Elif?” diye yanıtladı, içgüdüsel olarak yetimhanedeki adını kullanarak. Arda, sendeledi ve ona yaklaştı. “Benim koruyucum,” diye fısıldadı, ellerini Elif’in elleri arasına alarak. “Yuvadaki küçük kardeşim.”

Kader, onları sadece daha güçlü, daha bilge ve birlikte olmanın mucizesini daha iyi takdir edebilecek şekilde yeniden bir araya getirmek için ayırmıştı.

.