FAKIR ADAM TERKEDILMIŞ KULÜBE SATIN ALIR… OĞLUNUN ORADA BULDUĞU ŞEY HAYATLARINI DEĞIŞTIRIR

.
.

Dut Ağacının Altındaki Miras

Ahmet Yılmaz, Şile’nin kenar mahallesinde gazete ilanlarını incelerken, cebinde son 50 lirası vardı. Üç yıl önce eşini kaybetmiş, o günden beri sekiz yaşındaki oğlu Emre’yi tek başına büyütüyordu. Gündüz inşaatlarda çalışıyor, akşamları temizlik işlerine gidiyordu. Fakat kiracı oldukları eski evden çıkmaları için 15 gün süre verilmişti. Son çare olarak, şehirden uzakta, harap bir kulübeyi, mutfak dolabında sakladığı son 2.000 lira ile görmeden satın aldı.

Emre, yeni eve vardıklarında “Baba, neden bu kadar çirkin bir evde yaşayacağız?” diye sordu. Ahmet oğluna umut vermek için “Geçici bir çözüm, yakında daha iyi bir yer buluruz,” dedi. Oysa başka seçeneği yoktu. Kulübe, Çiçek Sokak’ın sonunda, yüksek otlarla çevrili, çatısı dökülmüş, camları kırık bir yapıydı. Ahmet, hayatının bu noktaya nasıl geldiğini düşündü. Zeynep hayattayken, küçük ama huzurlu bir evleri, düzenli işleri vardı. Zeynep hastalanıp vefat edince, hastane masrafları birikimlerini tüketti, şirketi battı, tek odalı bir pansiyona düştüler.

O gün, Emre arka bahçeden “Baba bak ne buldum!” diye seslendi. Dut ağacının köklerinde, toprağa gömülü eski bir metal kutu vardı. Ahmet kutuyu açınca, içinde sararmış kağıtlar, solmuş fotoğraflar ve deri kapaklı bir defter buldu. Fotoğraflardan birinde, bakımlı kulübenin önünde yaşlı bir kadın bir çocuğu kucaklıyordu. Emre, “Baba, bu çocuk senin çocukken değil misin?” dedi. Ahmet şaşırdı; fotoğraftaki çocuk kendisine çok benziyordu.

Kutuda 1985 tarihli bir tapu belgesi ve “Yılmaz” soyadını taşıyan bir vasiyetname vardı. Defterde ise zarif bir el yazısı ile yazılmış bir günlük… “15 Mart 1987. Bugün pazardan aldığım gül fidelerini diktim. Ahmet geldiğinde kırmızı gülleri çok severdi…” Ahmet’in kalbi hızla çarptı. Emre, kutudan üzerinde “Ahmet Yılmaz” yazılı bir zarf çıkardı. Ahmet mektubu titreyen elleriyle açtı:

“Sevgili torunum Ahmet, bu mektubu okuyorsan eve dönüş yolunu buldun demektir. Ben Ayşe Hanım, babaannen. Annen, benim aileyi terk ettiğimi söyledi. Bu doğru değil. Beni evden kovduklarında bu kulübeyi aldım, seni hep bekledim. Seni görmeye çalışırsam annen seni uzaklara götüreceğini söyledi, o yüzden uzakta kaldım. Ama seni hep sevdim…”

Ahmet, mektubu okurken gözlerinden yaşlar aktı. Emre yanına oturup, “Neden ağlıyorsun baba?” diye sordu. Ahmet, “Beni seven ama hiç tanımadığım bir büyükannem varmış,” dedi. Mektubun sonunda, Ayşe Hanım kulübenin anahtarının verandadaki saksının altında olduğunu yazmıştı. “Bu ev hep senin oldu sevgili torunum. Seni beklemekten hiç vazgeçmedim.”

Ahmet kulübeye farklı gözlerle baktı. O harap duvarlar, yıllarca bir buluşma hayaliyle yaşayan bir kadının sevgisini saklamıştı. Emre ile birlikte evi keşfettiler: İki küçük oda, bir salon, mutfak ve banyo. Eşyalar eski ama sağlamdı. Küçük odada, özenle saklanmış oyuncaklar, kitaplar ve el işi örtüler buldular. “Büyükannen seni beklerken tüm bunları hazırlamış,” dedi Ahmet.

Bahçede meyve ağaçları ve çalışan bir artezyen kuyusu vardı. Komşu Fatma Hanım, ellerinde tavuk çorbası ile geldi. “Ayşe Hanım en iyi arkadaşımdı. Hep bir gün torununun gelip bu evde yaşayacağını söylerdi,” dedi. Ahmet, Fatma Hanım’dan büyükannesinin hikayesini dinledi. Ayşe Hanım, bölgedeki kadınlara dikiş dikerek geçimini sağlamış, kulübeyi kendi emeğiyle güzelleştirmişti.

Ertesi gün, Sevim adında bir akraba kulübeye geldi ve miras davası açacağını söyledi. Ahmet, kutuda bulduğu vasiyetname ve tapu ile avukat Mehmet Bey’e başvurdu. Avukat, Ayşe Hanım’ın tüm belgeleri eksiksiz hazırladığını, vasiyetin noterde kayıtlı olduğunu ve mirasın yasal olarak Ahmet’e ait olduğunu söyledi. Ayrıca Ayşe Hanım, torunu için 8.000 lira birikim bırakmıştı.

Ahmet, tadilata başladı. Emre yardım etti; çivileri tuttu, tahtaları boyadı. Komşular destek oldu. Sevim’in açtığı dava, belgelerin sağlamlığı sayesinde üç ayda reddedildi. Ahmet ve Emre, kulübede kalıcı olabileceklerini anladıklarında, evi Ayşe Hanım’ın çizdiği projelere uygun şekilde yenilemeye başladılar. Bahçe yeniden canlandı, kırmızı güller açtı.

Fatma Hanım, “Ayşe Hanım hep iyi bir insan olmak isterdi. Sen de onun yolunu izliyorsun,” dedi. Kulübe, mahallede yardım ve dayanışmanın merkezi oldu. Ahmet, kilisede Ayşe’nin bıraktığı bağışla sosyal projeler başlattı. Dikiş atölyeleri, aşçılık kursları, marangozluk dersleri ile onlarca aileye umut kapısı açıldı.

Bir yıl sonra, Ahmet’in annesi Cemile, pişmanlıkla kulübeye geldi. Yıllarca Ayşe Hanım’dan uzak durduğu için özür diledi. Ahmet, annesini affetti. Cemile yakınlara taşındı, Emre’ye bakmaya ve sosyal projelere katılmaya başladı. Aile yeniden bütünleşti.

Yıllar geçti, kulübe sevgiyle dolu bir yuvaya dönüştü. Ahmet, Ayşe Hanım’ın fotoğraflarını ve mektuplarını bir anı köşesinde sergiledi. Emre, okulda başarılı ve mutlu bir çocuk oldu. Ahmet, “Gerçek sevgi, zaman ve mesafe tanımaz. Bazen hiç tanımadığımız biri, hayatımızı değiştirecek bir miras bırakabilir,” dedi.

Ayşe Hanım’ın sevgisi, kulübenin duvarlarında, bahçedeki güllerde, sosyal projelerde ve Ahmet’in ailesinin kalbinde yaşamaya devam etti. Kulübenin keşfi, bir babanın ve oğlunun hayatında yeni bir başlangıç oldu; köklerini bulduklarında, sevginin en değerli miras olduğunu öğrendiler.

.