HER ŞEYİNİ KAYBETTİLER! HERKES MİLYONER VE KIZIYLA DALGA GEÇTİ… AMA DONDURMA VERDİLER!

.

HER ŞEYİNİ KAYBETTİLER! HERKES MİLYONER VE KIZIYLA DALGA GEÇTİ… AMA DONDURMA VERDİLER!

 

Güneş, California çölünün kavurucu sıcağında acımasızca parlıyordu. Etraftaki hava, ısıdan dolayı titrek bir gölge gibi görünüyordu. Yol kenarında, parlak sarı bir lamba direğine yaslanmış, eski ama temiz takım elbiseli bir adam duruyordu. Yanında, tozlu pembe elbisesiyle 8 yaşlarında küçük bir kız, elinde yıpranmış bir oyuncak ayı tutuyordu.

Bu adam David Peterson‘dı. Bir zamanlar San Francisco’nun teknoloji dünyasında tanınan, milyoner bir iş adamıydı. Kızı Lily ise, hayatı lüks ve ayrıcalık içinde geçmiş bir çocuktu. Ancak o gün, banka hesapları sıfırlanmış, mal varlıkları haczedilmiş ve geride kalan tek şeyleri, bir valiz dolusu eski kıyafet ve 20 dolar nakit paraydı.

David, yanlarından hızla geçen pahalı arabaların sürücülerini izledi. Hiç kimse durmadı. Hiç kimse dönüp bakmadı. Onlar için David ve Lily, sadece görmezden gelinmesi gereken birer enkazdı.

AU PIERDUT TOTUL! TOŢI ÎL BATJOCORAU PE MILIONAR ŞI PE FIICA LUI… DOAR  FĂRĂ-BACĂ A DAT ÎNGHEŢATĂ!

I. Düşüş: İhtişamdan Toza

 

David Peterson, bir yıl önce zirvedeydi. “Peterson Tech” adlı yazılım şirketi, Silikon Vadisi’nin en hızlı yükselen yıldızlarından biriydi. David, risk almayı seven, vizyoner bir CEO olarak tanınıyordu. Eşi Clara’nın ölümünden sonra, bütün varlığını kızı Lily’nin geleceğine adamıştı.

Ancak, hırslı bir ortak olan Mark Randall‘ın ihaneti her şeyi yıktı. Mark, David’in en büyük projesinin fikri mülkiyetini çaldı ve şirketi içeriden çökertmek için bir dizi yasal manevra kullandı. Bir yıl süren yorucu bir hukuk savaşının ardından David, sadece davayı değil, her şeyini kaybetti.

Eski arkadaşları, ortakları ve tanıdıkları, sanki onlarda bir hastalık varmış gibi hızla ondan uzaklaştılar. David, bir zamanlar en yakın dostu olan Mark’ın başarısızlığıyla alay ettiğini duyduğunda, insan doğasının en acı gerçeğiyle yüzleşmişti: Servet varken dost çok, ama sefalet geldiğinde kimse kalmaz.

O gün, lüks malikanelerinin kapılarına kilit vurulurken, David kızının elini tuttu. Lily, etrafındaki yetişkinlerin fısıltılarını, babasının yüzündeki derin yorgunluğu hissediyordu ama tam olarak ne olduğunu anlamıyordu. David, ona sadece bir “uzun bir tatile” çıktıklarını söylemişti.

Şimdi, kiralık bir kamyonetin lastiği patlamış, bütün gün süren başarısız iş arama görüşmelerinden sonra, sadece 20 dolarla, California’nın ıssız bir yolunda duruyorlardı. Lily’nin ayakkabıları küçülmüştü ve David’in terli takım elbisesi, birkaç gün önceki ihtişamlarının sadece ironik bir kalıntısıydı.

 

II. Alay ve İnsanın Soğuk Yüzü

 

David, telefonunu çıkardı ama bataryası boştu. En yakın benzin istasyonuna yürüyerek ulaşmak, Lily için çok zordu. Yol kenarındaki bir tabelada, “Bensen Kasabası – 5 mil” yazıyordu.

“Hadi bakalım, prenses,” dedi David, sesi neşeli çıkmaya zorlayarak. “Bugün bir yürüyüş macerası yaşayacağız. Seni kucağıma alacağım.”

Lily, oyuncak ayısına sarıldı ve babasının boynuna tırmandı. Her şeyini kaybetmiş bir milyoner ile küçük kızı, kavurucu güneş altında ilerlemeye başladı. Bensen Kasabası, Teksas’ın güneydoğusundaki o küçük yerleşim yerlerinden biriydi. Bir ana cadde, bir kilise, bir okul ve “Joe’nun Diner’ı” adlı, her zaman kalabalık olan bir lokanta.

David, lokantanın yanındaki gölgelik alanda durdu. Pantolonları tozlanmıştı, alnından ter akıyordu. Lily’nin pembe elbisesi baştan aşağı kire bulanmıştı. İçeride oturan insanlar, onları fark ettiler.

Genellikle küçük kasaba halkı, yabancılara karşı misafirperver olurdu. Ancak David’in yıpranmış pahalı takım elbisesi ve Lily’nin lüks oyuncak ayısı, bu ortama garip bir şekilde yabancıydı. Bir “düşmüş” adama ait tuhaf bir hava yayıyorlardı.

İçeriden bir kahkaha duyuldu. Pencerenin yanında oturan iki genç adam, onları işaret ederek alaycı bir şekilde gülüyorlardı. David, kendini görmezden gelmeye zorladı.

“Baba, çok susadım,” diye fısıldadı Lily.

David, elini cebine attı. Kalan 20 dolarla bir şişe su ve belki de Lily’ye küçük bir atıştırmalık alabilirdi. Lokantaya girdi. Kapıdaki çıngırak sesi, içerideki tüm sesleri aniden kesti.

Gözlerindeki bakışlar, iğneleyiciydi. “New York’tan gelen yeni evsizler mi?” diye sordu, kahkahalar atan gençlerden biri.

David, sessizliğini korudu. Kasadaki yaşlı adama yaklaştı: “Bir şişe su ve… bir çikolatalı dondurma lütfen.” Lily’nin gözleri, dondurmayı duyunca anında parlamıştı.

Kasadaki adam, David’in parmaklarındaki yüzük izine baktı. Elbisesindeki toza baktı. Sonra da kasadaki 20 dolara. David’in elindeki son para oydu.

Adam, alaycı bir gülümsemeyle: “Dondurma mı? Belki önce bir iş bulmalısın, efendi. Dondurma lükstür.”

David’in kalbi acıyla sıkıştı. O an, bütün başarısızlığının, bütün utancının, bu kasabadaki herkesin gözleri önünde açığa çıktığını hissetti.

 

III. Dondurmanın Mucizesi

 

David, başını eğdi. “Sadece suyu alacağım,” dedi. Utancından dolayı sesi zar zor duyuluyordu. Arkasından kahkahalar daha da yükseldi. Lily, babasının yüzüne baktı ve gözleri doldu.

Lokantanın bir köşesinde, tek başına oturan, 70’li yaşlarında, gri saçlı, kırışık yüzlü bir kadın vardı. David’in yıkımını, küçük kızın hayal kırıklığını izlemişti. David, suyunu almak üzereyken, kadın aniden ayağa kalktı.

“Joe,” diye seslendi yaşlı kadın, sesi güçlü ve netti. “O küçük hanıma en büyük vanilyalı dondurmayı koy. Borcu bana yaz.”

Lokantadaki herkes sustu. Joe bile, alaycı tavrını hemen bıraktı. “Ama Martha, borcun zaten…”

“Biliyorum ne kadar olduğunu,” diye kesti kadın. “Ama bu küçük kızın yüzündeki gülümseme, senin bütün kahvelerinden daha değerli. Yap dediğimi.”

Joe, homurdanarak tezgâhın altından büyük bir vanilyalı dondurma çıkardı. Dondurmayı taze bir külahın üzerine özenle koydu ve David’e uzattı.

Lily, dondurmayı görünce gözleri sulandı. David, boğazındaki düğümü yutkundu. “Hanımefendi, ben size ödeme yaparım. Şu an yanımda…”

Kadın, David’in koluna dokundu. Eli pürüzlüydü ama sıcaktı. “İyilik, parayla ödenmez, evlat. Sadece kalple ödenir. Al kızını ve git.”

David, dondurmayı aldı. Lily’ye uzattı. Lily, babasına minnet dolu gözlerle baktı.

“Teşekkür ederim teyze,” dedi Lily, sesi titrek.

“Afiyet olsun, küçük prenses,” diye cevapladı Martha, hafifçe gülümsedi.

David, Joe’ya döndü: “Bunu unutmayacağım.” Joe, sadece omuz silkti.

Dışarı çıktılar. Kavurucu güneşin altında, dondurma hızla eriyordu. Lily, ilk yalamasını aldığında, kahkaha attı. David, kızının yüzündeki o neşeyi gördü. Bu neşe, bütün kayıplarına, bütün utancına değecek kadar gerçekti.

 

IV. İyiliğin Gücü

 

David, Lily’yi yakındaki eski bir otobüs durağının gölgesine oturttu. Dondurma, Lily’nin elbisesini lekeledi ama umurunda değildi.

“Baba,” diye sordu Lily. “O teyze neden bize yardım etti?”

“Çünkü bazı insanlar,” diye yanıtladı David, “dünyada ne kadar acı olsa da, hâlâ iyiliğe inanırlar.”

Tam o sırada, bir kamyonet yaklaştı. Joe’nun lokantasının yanından hızla geçiyordu. Sürücü, David’i fark edince frene bastı. Bu, Joe’nun lokantasında David’le alay eden gençlerden biriydi.

Genç, utangaç bir ifadeyle yaklaştı. “Özür dilerim, efendi. İçerideki tavrımız için… O teyze Martha, o kasabanın en iyisidir. Biz sadece… aptallık ettik.”

David, şaşırdı. Genç, elindeki bir kutuyla birlikte ona yaklaştı. “Duydum ki arabanız bozulmuş. Ben bir tamirhanede çalışıyorum. Gelin, sizi oraya bırakayım. Arabanıza bakabiliriz.”

O an, David, hayatının en büyük dersini almıştı: Milyonları varken, insanlar ona mevki için saygı duymuştu. Ama her şeyini kaybettiğinde, tek bir kadının iyiliği, kalabalığın sessizliğini yırtmıştı. Ve o iyilik, utançtan sonra bile, saygıyı geri getirmişti.

David, gençle birlikte tamirhaneye gitti. Genç, arızayı hızla tespit etti: basit bir lastik değişimi ve küçük bir motor arızasıydı. “Yarın öğlene kadar hazırlarız,” dedi genç. “Para konusunda endişelenmeyin. Bayan Martha’nın size yardım ettiğini gördük. Bu, kasabada bir onurdur.”

 

V. Yeni Bir Başlangıç ve Miras

 

Ertesi gün, arabası hazırdı. David, tamirhanedeki gençlere elindeki son parayı verdi. Onlar, sadece su ve ekmek parası aldılar.

Gitmeden önce, David, Joe’nun lokantasına geri döndü. Joe, onu gördüğünde somurttu. David, Joe’yu görmezden gelerek Martha’ya yaklaştı. Martha, her zamanki gibi köşede çayını içiyordu.

“Hanımefendi,” dedi David, cebinden küçük, oymalı bir kalem çıkardı. Bu, bir zamanlar büyük bir anlaşmayı imzaladığı özel kalemiydi. “Bu size kalsın. Bir gün borcumu ödersem, bu kalemle imzalarım.”

Martha, gülümsedi. Kalemi aldı. “Git şimdi, evlat. Ve iyiliği hatırla. Dünyanın buna ihtiyacı var.”

David ve Lily, Bensen Kasabası’ndan ayrıldılar. Artık New York’a değil, yeni bir başlangıç yapabilecekleri Florida’ya gidiyorlardı. Yolda, David’in telefonunun şarjı tam olarak dolmuştu. Birkaç gün sonra, David’in eski asistanı Sarah‘dan bir e-posta geldi. Sarah, David’in yaşadıklarını duyunca dehşete kapılmış ve sadakatini korumuştu. David’e, şirketini mahveden komplonun arkasındaki kanıtları göndermişti: Mark Randall’ın ihanetini kanıtlayan belgeler.

David, bir yıl süren yasal süreçten sonra sadece itibarını değil, çaldığı fikri mülkiyetin bir kısmını geri aldı. Artık milyoner değildi, ama dürüst bir iş kurmak için yeterli kaynağı vardı. Florida’da küçük bir yazılım şirketi kurdu. Bu kez, etik ve dürüstlük üzerine kurulu bir şirket.

David, işe alımlarda CV’den çok, karakteri önemsiyordu. İhtiyacı olan genç anneleri, azimli ama şansı yaver gitmeyen insanları işe aldı. O, Martha’nın kendisine gösterdiği iyiliğin bir yansıması olmak istiyordu.

Yıllar sonra, David ve Lily Bensen Kasabası’na geri döndüler. Lily, artık üniversite öğrencisiydi. Birlikte, Joe’nun Lokantası’na girdiler. Joe, yaşlanmıştı, ama David’i tanıdı.

David, Joe’ya yaklaştı: “Bir dondurma ve kahve lütfen. Borcu Bayan Martha’ya yazın.”

Martha artık yoktu, ama Joe, tebessüm etti: “Bayan Martha’nın borç defteri, o gün kapandı, efendi. Bir milyoner, en büyük borcunu, bir dondurmayla ödemiş oldu.”

David, gözleri doldu. Martha’nın iyilik mirası, sadece bir borç değil, bütün bir hayatı kurtarmıştı. Lily’nin elini tuttu. Onlar, her şeyini kaybeden bir milyoner ve kızıydı. Ama aynı zamanda, dondurmanın en tatlı mucizesini yaşayan iki insandı.

.

.