Hizmetçinin mor gözünü görünce, milyonerin oğlu öyle bir sır söyledi ki, babası bile inanamadı
.
.
İzmir’in en zengin ailesi olan Kaya ailesinin muhteşem konağında, sabah güneşi mermer zeminlere bıçak gibi süzülüyordu. Konağın temizlikçisi Elmas, başörtüsünün altına sakladığı mor gözünü kimseye göstermemeye çalışıyordu. Ama 10 yaşındaki Kerem’in keskin bakışlarından hiçbir şey kaçmazdı. Elinde bir bardak sütle ona yaklaştı: “Teyze, gözün neden morarmış?” diye sordu. Elmas bir an duraksadı, yanıt vermedi. Ama Kerem fısıldayarak ekledi: “Babam yaptı değil mi? Gördüm.” O anda Elmas’ın kovası yere düştü, su mermer zeminde yayıldı. Yukarıdan, konağın sahibi Orhan Kaya merdiven korkuluğunda belirdi, onları izliyordu. Bakışları mermer kadar soğuktu. “Kerem, odana git,” dedi öyle bir sesle ki, duvarlardaki antika tablolar bile titredi. Kerem bir an duraksadı, sonra süt bardağını sımsıkı tutarak dudaklarını araladı ama konuşmadı. Elmas, yerdeki suya bakıyordu, elleri titriyordu. Oda birden buz gibi olmuştu.
Kerem omuzlarını dikleştirerek, “Gitmiyorum baba. Elmas teyzeye yardım etmek istiyorum,” dedi. Orhan merdivenleri ağır adımlarla inmeye başladı. Her adım bir uyarı gibiydi. Yerdeki kovayı görmezden geldi, oğlunun sözlerini duymamış gibi davrandı. Elmas suyu temizlemeye çalıştı ama Orhan bir el hareketiyle onu durdurdu. “Beş dakika içinde gözümün önünden kaybol,” dedi tehditkâr bir sesle. Elmas başını eğdi, ama sonra ilk kez gözlerini kaldırıp Orhan’a baktı. “Beyefendi, ben sadece…” “Sus!” diye kesti Orhan. Konağın duvarlarında yankılandı sesi. “Sus ve git. Anlamıyor musun? Burada olmamalısın.”
Kerem babasıyla Elmas arasında gidip geliyordu, gözlerinde yaşlar birikmeye başlamıştı. “Ama baba sen…” Bu kez Orhan’ın sesi öyle sert çıktı ki Kerem birkaç adım geriledi. Süt bardağı elinden kayıp yere düştü, cam parçaları etrafa saçıldı. Tam o anda konağın kapısı açıldı, Orhan’ın zarif eşi Aysel Hanım içeri girdi. Salondaki gergin havayı hemen fark etti. Kerem’in yaşlı gözleri, yerdeki kırık bardak, Elmas’ın morarmış gözü ve kocasının öfkeli duruşu… “Ne oluyor burada?” diye sordu. Orhan hızlıca, “Hiçbir şey. Sadece küçük bir kaza. Elmas Hanım gidiyordu zaten, değil mi?” dedi. Elmas başını eğdi, bezini kovaya bıraktı. Kerem ona doğru bir adım attı ama babası kolundan tutarak onu durdurdu. Çocuğun gözlerindeki o ifade, şaşkınlık, korku ve en kötüsü anlayış, odadaki herkesi rahatsız etti. “Anne!” dedi Kerem, “Elmas teyzenin gözü morarmış, babam…” Aysel oğluna, kocasına ve Elmas’a baktı. Kadının gözündeki morluk şimdi açıkça görünüyordu. “Elmas Hanım, gözünüz ne oldu?” diye sordu nazikçe. Elmas başörtüsünü düzeltip morluğu gizlemeye çalıştı, “Önemli değil hanımefendi. Merdivenden düştüm, kendi evimde.” Aysel’in gözleri kadınınkilerle buluştu. İki kadın arasında sessiz bir iletişim vardı. Elmasın gözlerindeki yakarış açıktı: Lütfen soru sorma. “Bence artık gitmeliyim,” dedi Elmas. “Yarın sabah erkenden gelirim.” “Gelmene gerek yok,” dedi Orhan aniden. “Artık sana ihtiyacımız olmayacak.” Aysel şaşkınlıkla kocasına döndü. “Orhan, ne diyorsun sen?” “Elmas Hanım iki aydır bizimle çalışıyor ve artık çalışmayacak,” dedi Orhan. Sesi buz gibiydi. “Karar verdim.” Kerem koşarak Elmas’ın yanına gitti, kadının eline yapıştı. “Hayır, gidemez! O benim arkadaşım!” Orhan oğluna doğru bir adım attı ama Aysel araya girdi. “Kerem, lütfen yukarı çık,” dedi annesi nazikçe ama kararlı bir sesle. “Babanla konuşmam gerek.” Çocuk itiraz etmek istedi ama annesinin gözlerindeki kararlılığı gördü. Elmas’ın elini son kez sıktıktan sonra merdivenlerden yukarı çıktı. Ama tam köşeyi dönmeden gizlice durdu ve dinlemeye başladı.
“Ne oluyor Orhan?” diye sordu Aysel. Sesi alçalmıştı ama gerginlik hâlâ hissediliyordu. “Neden aniden Elmas Hanım’ı kovuyorsun?” Orhan karısına baktı, sonra Elmas’a döndü. Gözlerinde öfkenin ötesinde bir şey vardı: Korku. “Çünkü onun burada olması bir hata. Her zaman bir hataydı.” Elmas başını kaldırdı, gözleri Orhan’ınkilerle buluştu. Aralarında kelimelerden daha güçlü bir bağ vardı. Paylaşılan bir geçmiş, belki de bir suç. “Onu tanıyor musun daha önce?” diye sordu Aysel. Orhan cevap vermedi ama yüz ifadesi her şeyi söyledi. Elmas kapıya doğru ilerledi, çıkmadan önce omzunun üzerinden baktı. “Kerem iyi bir çocuk. Babasına benzemiyor.” Bu sözler bomba etkisi yarattı. Orhan öne atıldı ama Elmas çoktan dışarı çıkmıştı. Aysel kocasının kolunu tuttu, gözleri sorularla doluydu. “Orhan, bu kadın kim? Gerçekten ne oluyor burada?” Merdivenin başında gizlenen Kerem babasının yüzündeki ifadeyi görebiliyordu: Panik, öfke ve bir şeyi gizleme çabası. Ama en çok dikkatini çeken şey babasının elindeki altın yüzüktü. Sinirle çeviriyordu onu, tıpkı yalan söylediği zamanlarda yaptığı gibi. “Hiçbir şey,” dedi Orhan sonunda ama sesi inandırıcı değildi. “Sadece eski bir tanıdık. İzmir küçük bir şehir biliyorsun.” Aysel kocasına uzun uzun baktı. 15 yıllık evliliklerinde Orhan’ı hiç bu kadar tedirgin görmemişti. “Peki Kerem ne demek istedi? Babam yaptı derken?” Orhan gözlerini kaçırdı. “Çocuk işte, saçmalıyor.” Kerem merdivenlerden sessizce inip babasının arkasından yaklaştı. “Yalan söylüyorsun baba,” dedi birden. Sesi küçük ama kararlıydı. “Seni gördüm. Dün gece Elmas teyzenin odasının önünde…” Aysel’in gözleri şaşkınlıkla açıldı. Orhan’a döndü. Sonra oğluna baktı. “Ne?” “Susacaksın!” diye kükredi Orhan. Oğluna doğru bir adım atarak elini kaldırdı ama kendini tuttu. Aysel’in varlığını hatırladı. Ama o anda Kerem babasından korkmuyordu. Artık çocuğun gözlerinde yeni bir şey vardı: Bir anlayış, bir farkındalık. “Elmas teyzeyi sen incittin değil mi baba? Neden? O ne yaptı sana?” Orhan’ın yüzü kireç gibi oldu. Oğlunun gözlerine bakmaya cesareti yoktu. “Hiçbir şey anlamıyorsun Kerem.” “Belki de anlıyorum,” dedi çocuk. Sesi yaşına göre fazla olgundu. “Belki de çok iyi anlıyorum.” Aysel aralarına girdi, oğlunu kendine çekti koruyucu bir tavırla. “Orhan, bu gece konuşacağız. Ama şimdi Kerem’i rahat bırak.” Orhan kapıya doğru yürüdü ama tam çıkmadan önce durdu. “Bazı şeyler var Aysel. Bilmesen daha iyi olacak şeyler.” Kapı kapandıktan sonra Aysel oğlunu kollarına aldı. “Ne gördün Kerem? Bana gerçeği söyle.” Kerem annesinin gözlerine baktı, sonra fısıldadı. “Babam Elmas teyzenin odasına girdi. Onlar tartışıyorlardı. Sonra bir tokat sesi duydum. Sonra babam çıktı, beni gördü ama hiçbir şey söylemedi.” Aysel’in gözleri kocasının gittiği kapıya döndü. İçinde bir şüphe filizlendi. Kocasının yıllardır sakladığı bir sır olabilir miydi? Kerem cebinden küçük bir şey çıkardı: Yıpranmış eski bir fotoğraf. “Bunu Elmas teyzenin odasında buldum, düştüğünde. Arkasını oku anne.” Aysel fotoğrafı aldı, çevirdi ve arkasındaki solmuş yazıyı okudu: “Doğmayan bebeğim için…”

O gece İzmir’in yıldızlı gökyüzü Kaya Konağı’nın üzerine gerilmiş kadife bir örtü gibiydi. Yemek masasında dört kişilik servis yapılmıştı. Orhan masanın başında oturuyordu, ama parmaklarının kadehini normalden daha sıkı kavradığı fark edilebilirdi. Aysel karşısındaydı, zarif ipek elbisesiyle ama gülümsemesi zorlama, gözleri telaşlıydı. Misafirleri Orhan’ın iş ortağı Mehmet Bey ve eşi Sevim Hanım havadan sudan konuşuyordu. Ama atmosferdeki gerginliği onlar bile hissediyordu. Kerem tabağındaki yemeği karıştırıyordu, gözleri boş sandalyeye kayıyordu: Elmas’ın her zaman yemekleri servis ederken durduğu yere. “Kerem!” dedi Sevim Hanım, “Okulda nasılsın bakalım? Hâlâ o resim yarışmasına hazırlanıyor musun?” Kerem başını kaldırdı, zorla gülümsedi. “Evet teyze, resim çiziyorum.” “Ne resmi?” diye sordu Sevim. Çocuk bir an duraksadı, sonra doğrudan babasına bakarak cevap verdi: “Gözleri morluk içinde bir kadın çiziyorum. Biri onu incitmiş.” Masadaki konuşma aniden kesildi. Orhan’ın elindeki çatal tabağa düştü. Metalin porselen üzerindeki sesi odayı doldurdu. Aysel telaşla oğluna baktı, sonra misafirlerine dönüp zorla gülümsedi. “Çocuklar işte,” dedi sesi titreyerek. “Hayal güçleri çok geniş.” Mehmet Bey boğazını temizledi. “Evet, elbette. Orhan Bey, şu Çeşme’deki yeni proje nasıl gidiyor?” Ama Orhan cevap vermedi. Gözleri oğluna kilitlenmişti. Bakışlarında öfkeden çok korku vardı. Aysel kocasının koluna hafifçe dokundu, Orhan kendini toparladı. “Özür dilerim, dalgınlık. Proje iyi gidiyor…” Yemek gergin bir şekilde devam etti. Kerem neredeyse hiç konuşmadı, yemeğini bitirdikten sonra izin isteyip odasına çıktı.
Misafirler gittikten sonra Aysel bulaşıkları toplarken Orhan salondaki viski şişesine yöneldi. “Ne oldu bugün Orhan?” diye sordu Aysel, sesi dikkatli ve ölçülüydü. “Neden aniden Elmas Hanım’ı kovdun?” Orhan viskiyi bir dikişte bitirdi, kendine bir kadeh daha doldurdu. “İşini düzgün yapmıyordu.” “Yalan söylüyorsun,” dedi Aysel doğrudan kocasının gözlerine bakarak. “Oğlumuz senin onu incittiğini ima ediyor.” Orhan kadehini masaya öyle sert bıraktı ki kırılacak gibi oldu. “Kerem ne bilir ki, o sadece bir çocuk, saçmalıyor.” “Çocuklar göründüğünden daha fazlasını anlar,” dedi Aysel, “ve genellikle doğruyu söylerler.” Orhan karısına yaklaştı, gözlerinde tehlikeli bir parıltı vardı. “Yani benim temizlikçi kadını dövdüğümü mü düşünüyorsun?” Aysel geri çekilmedi. “Bilmiyorum Orhan, ama bir şey biliyorum. Elmas Hanım’ın gözündeki o morluğu ben de gördüm ve Kerem’in davranışı seni suçluyorsa bir nedeni olmalı.” Orhan pencereye döndü. “O kadınla ilgili bir şey var. Hoşuma gitmeyen bir şey.” “Nedir o? Onu tanıyor musun?” Orhan uzun süre cevap vermedi. Sonunda, “Hayır,” dedi. Ama sesi inandırıcı değildi.
Tam o anda mutfaktan gelen bir tabağın kırılma sesi duyuldu. Aysel hızla oraya gitti, Orhan da peşinden. Kerem yerde duruyordu, ayaklarının dibinde kırık bir porselen tabak vardı. Elinde tuttuğu şey ikisini de şok etti: Eski yıpranmış bir fotoğraf. “Bunu buldum,” dedi çocuk, sesi titriyordu. “Babanın çalışma odasında, kitaplığın arkasında düşmüştü.” Aysel fotoğrafı oğlunun elinden aldı. Fotoğrafta daha genç bir Orhan, hamile bir kadın ve yanlarında hemşire üniforması içinde Elmas vardı. Üçü de gülümsüyordu. Fotoğrafı çevirdiğinde solmuş bir yazı gördü: “Doğmayan bebeğim için…” “Bu ne demek? Bu kadın kim? Ve doğmayan bebek?” Orhan’ın yüzü bembeyaz olmuştu. Hızla fotoğrafı karısının elinden kaptı. “Bu… bu çok eski. Hastane yardım kampanyasından bir şey. Hatırlamıyorum bile.” “Yalan söylüyorsun,” dedi Kerem aniden. “Babası ve annesi arasına girerek, ‘O fotoğrafın arkasında bir şey daha yazıyor, çok silik ama ben gördüm. Kerem yazıyor.’” Orhan oğluna doğru bir adım attı, yüzünde öfkeden çok panik vardı. “Saçmalama. Git odana hemen!” Ama Kerem bu kez korkmadı. Babasına doğrudan baktı, gözlerinde yaşının ötesinde bir kararlılık vardı. “Hayır, artık kaçamak cevaplar istemiyorum. Elmas teyze kim? Neden onu dövdün ve neden adım o fotoğrafta yazıyor?” Orhan kontrolünü kaybetti, eline aldığı tabağı duvara fırlattı. “Yeterli! Odana git!” Kerem irkildi ama yerinden kımıldamadı. Annesi ona sarıldı, korumak istercesine. Aysel kocasına baktı, gözlerinde hayal kırıklığı ve korku vardı. “Böyle davranarak sadece şüphelerimizi doğruluyorsun Orhan.” Orhan derin bir nefes aldı, kendini kontrol etmeye çalıştı. “Çıkmam lazım. Ofiste işim var.” “Gece yarısı mı?” diye sordu Aysel. “Evet,” dedi kısaca ve kapıya yöneldi. “Yarın konuşuruz. Her şeyi açıklarım belki.” Kapı kapandıktan sonra Aysel ve Kerem mutfakta kala kaldı. Anne oğlunu sıkıca kendine çekti, saçlarını okşadı. “İyi misin?” Kerem başını salladı ama gözlerindeki ifade farklıydı artık.
Sabaha karşı Orhan hâlâ dönmemişti. Aysel Kerem’i okula hazırlarken oğlunun gözlerindeki endişeyi fark etti. “Baba nerede?” “İş seyahatine çıktı canım,” dedi Aysel, çocuğu korumak istercesine. Birkaç gün sonra döner. Kerem annesine baktı, yalanı anladığı belliydi ama bir şey söylemedi. Okul çantasını aldı, tam kapıdan çıkacakken durdu. “Anne, bugün Elmas teyzeyi görmeye gidebilir miyiz? Bence onunla konuşmalıyız.” Aysel oğluna hayretle baktı, sonra yavaşça başını salladı. “Evet Kerem, bence de konuşmalıyız.”
Ertesi gün Kerem okuldan döndüğünde bahçede bir sürprizle karşılaştı. Elmas oradaydı, ama temizlik yapmıyordu. Bir bankta oturmuş elinde küçük bir paket vardı. Kerem onu görünce koşarak yanına gitti. “Elmas teyze, geldin!” Kadın gülümsedi ama gözleri hüzünlüydü. Morluğu biraz solmuştu ama hâlâ belliydi. “Evet küçüğüm, ama sadece veda etmeye geldim.” Kerem’in yüzündeki sevinç söndü. “Neden? Babam yüzünden mi?” Elmas derin bir nefes aldı, elindeki paketi Kerem’e uzattı. “Sana bir şey getirdim. Belki bir gün anlarsın.” Kerem paketi açtı, içinde eski bir fotoğraf vardı. Sabah gördüklerinin aynısı ama yırtılmamış hali. Bu sefer fotoğrafın arkasındaki yazıyı net bir şekilde görebiliyordu: “Keremim için, doğmayan bebeğim…” “Ama ben doğdum,” dedi Kerem şaşkınlıkla. “Buradayım.” Elmas gözlerini kapattı, yıllarca sakladığı acıyı kontrol etmeye çalışıyordu. “Evet, doğdun ama ben sana anne olamadım.”
Kerem kadının morarmış gözüne, sonra elindeki pakete baktı. “Bana ne getirdin?” Elmas derin bir nefes aldı, paketi çocuğa uzattı. “Veda etmeye geldim. Ama bilmen gereken şeyler var.” Kerem paketi açtı, içinde daha önce babasının odasında bulduğu fotoğrafın aynısı vardı ama bu yırtılmamıştı. Fotoğrafta genç bir Orhan, hamile bir kadın ve hemşire üniforması giymiş Elmas vardı. Arkasını çevirdi ve gözleri büyüdü. “Keremim için, doğmayan bebeğim.” “Ama ben doğdum…” Elmas gözleri yaşlarla doldu. “Evet, doğdun ama ben sana anne olamadım.” Bahçede çiğ damlaları çiçeklerin üzerinde parlıyordu. İzmir körfezinden esen hafif rüzgar ikisinin de üzerinden geçti. “Annemi hep merak ettim,” dedi Kerem birden. “Babam annemin uzaklarda yaşadığını ve bir gün döneceğini söylerdi. Aysel teyze… O gerçek annem değil mi?” Elmas başını iki yana salladı. “Hayır, değil. Aysel Hanım senin üvey annen. Gerçek annen bendim Kerem.” Çocuğun gözleri kocaman açıldı. “Sen… sen benim annemsin ama nasıl? Neden beni bıraktın? Neden şimdi temizlikçi olarak geri döndün?” Elmas fotoğrafı aldı, parmağıyla üzerindeki hamile kadını işaret etti. “Bu bendim. 11 yıl önce baban ve ben bir ilişkimiz vardı. O zamanlar hastanede hemşire olarak çalışıyordum. Baban da yeni mezun olmuş, kariyerine başlamıştı. Fakir bir ailenin kızıydım, baban ise zengin bir aileden geliyordu.” “Aşık mıydınız?” diye sordu Kerem. Elmas anıların ağırlığı altında eziliyormuş gibi hafifçe öne eğildi. “Ben ona aşıktım. O bana bilmiyorum. Belki o da beni seviyordu başlarda. Ama hamile kaldığımda her şey değişti.”
“Ailesi asla kabul etmezdi. Sosyal statümüz çok farklıydı. Ben hamileyken beni şehirden uzaklaştırdı. Bodrum’da küçük bir eve yerleştirdi. Doğuma kadar orada kalmamı istedi. Sonra çocuğu alacağını, ona iyi bir hayat sağlayacağını söyledi. Ben zaten çalışma iznimi kaybetmiştim. Paramız yoktu.” Kerem dinlerken gözlerindeki masumiyet kaybolmaya başlamıştı. “Doğum çok zordu,” diye devam etti Elmas. “Üç gün sürdü. Sonunda seni doğurdum ama bayılmışım. Uyandığımda baban yanımdaydı. Bebeğin doğum sırasında öldüğünü söyledi. Aylarca yas tuttum. Kendimi suçladım.” “Ama ben ölmedim!” dedi Kerem gözleri dolarak. “Yaşıyorum.” “Evet, yaşıyorsun,” dedi Elmas titrek bir gülümsemeyle. “Bunu üç yıl sonra öğrendim. Eski bir hastane arkadaşım Orhan Kaya’nın bir oğlu olduğunu söyledi. Adını koymuş, Kerem. Araştırdım. Fotoğraflarını gördüm. O kadar bana benziyordun ki ve doğum tarihin tam da benim doğurduğum gündü.”
Bahçe kapısı aniden açıldı. Aysel geceliğinin üzerine bir şal atmış halde bahçeye çıkmıştı. Elmas ve Kerem’i birlikte görünce şaşırdı. Sonra hızla yanlarına geldi. “Kerem, neden dışarıdasın? Okul otobüsün neredeyse gelecek.” dedi Aysel endişeyle. Sonra Elmas’a döndü, bakışları sertleşti. “Siz neden buradasınız? Kocam sizi işten çıkardı.” Elmas ayağa kalktı, saygılı ama onurlu bir duruşla. “Biliyorum hanımefendi. Sadece veda etmeye geldim.” Aysel ikisinin arasındaki gerginliği hissetti. Kerem’in elindeki fotoğrafı gördü ve hızla aldı. “Bu ne? Bu sensin.” dedi Elmas’a bakarak, sonra fotoğraftaki hamile kadına baktı ve “Bu da benim…” “Evet,” dedi Elmas. Artık saklanacak bir şeyi kalmamıştı. 11 yıl önce… Aysel’in elleri titredi, fotoğrafı çevirdi, arkasındaki yazıyı okudu. Gözleri şokla büyüdü, sonra Kerem’e sonra tekrar Elmas’a baktı. “Bu… bu doğru mu? Sen Kerem’in annesi misin?” O anda bahçe kapısının gıcırdadığını duydular. Orhan yorgun görünüyordu, gözlerinin altı morarmıştı. Belli ki o da gece uyumamıştı. Üçünü birlikte görünce duraksadı, sonra hızla yanlarına geldi. “Ne oluyor burada?” diye sordu. Sesi alçak ama tehditkardı. Aysel kocasına fotoğrafı gösterdi. “Bunu açıklaman gerekiyor Orhan. Hemen şimdi.” Orhan fotoğrafı görünce yüzü bembeyaz oldu. Elmas’a baktı, gözlerinde öfke ve korku karışımı bir ifade vardı. “Sana gitmeni söylemiştim.” “Gideceğim,” dedi Elmas sakin bir şekilde. “Ama önce oğluma gerçeği söylemem gerekiyordu.” “Oğlum!” dedi Orhan, sesi sertleşti. “Kerem benim oğlum!” “Hayır,” dedi Aysel, şimdi ağlıyordu. “Sen ona yalan söyledin. Bana yalan söyledin. Hepimize yalan söyledin.” Kerem şaşkın ve korkmuş halde üç yetişkine bakıyordu. Sonra aniden Elmas’ın elini tuttu. “O benim annem değil mi baba? Gerçek annem…” Orhan derin bir nefes aldı, yılların yükü omuzlarından düşmüş, aynı zamanda yeni bir ağırlık binmişti. “Evet!” dedi sonunda, sesi artık yorgun ve yenilmiş çıkıyordu. “Evet, o senin annen…”
Bahçedeki sessizlik İzmir’in liman seslerini bile bastırıyordu. “Neden?” diye sordu Aysel kocasına. “Neden bize yalan söyledin? Neden onun öldüğünü söyledin? Ve neden Elmas’a döndün? Neden şimdi temizlikçi olarak döndün?” Elmas derin bir nefes aldı. “Çünkü oğlumu görmek istedim. Son 8 yıldır izliyordum onu. Uzaktan, okula giderken, parkta oynarken. Ama yakınında olmak, onunla konuşmak istedim. Orhan Bey’in beni tanımayacağını umuyordum. 11 yıl uzun bir süre. Ama tanıdı ve beni dövdü.” Gözündeki morluğu işaret etti, sessiz kalmamı, gitmemi söyledi. Aysel’in gözleri şokla büyüdü, kocasına bakış attı. Orhan başını eğdi, savunacak sözleri kalmamıştı. “Ama artık gideceğim,” dedi Elmas, Kerem’in elini bırakarak. “Oğlum iyi ellerde. Siz…” Aysel’e baktı. “Siz ona iyi bir anne oldunuz. Teşekkür ederim.” Kerem aniden Elmas’a sarıldı, küçük kollarıyla sıkıca kavradı kadını. “Gitme, lütfen gitme. Sen benim annemsin.” Elmas oğluna sarıldı, 11 yıl bekledikten sonra ilk kez gözyaşları çocuğun saçlarına damlıyordu. “Biliyorum canım ama şu anda en iyisi bu.” Aysel bu sahneyi izlerken kendi gözyaşlarını tutamıyordu. Orhan ise taş gibi duruyordu, yüzünde çatışan duygular okunabiliyordu: Suçluluk, korku, belki biraz rahatlama. “Hayır,” dedi Aysel aniden. “Kimse gitmiyor. Oturup konuşacağız. Hepimiz Kerem’in iyiliği için.” Orhan karısına baktı, itiraz etmek istiyordu ama kelimeler boğazında düğümlendi. Aysel’in kararlı bakışlarını gördü ve başını salladı.
Dört kişi bahçeden çıkıp evin içine girdiler, mutfak masasına oturdular. Aralarında eski bir fotoğraf ve yılların sırları vardı. Uzun, zor bir konuşma olacaktı ama gerekli bir konuşma. “Kerem,” dedi Elmas oğlunun elini tutarak, “sana anlatmam gereken çok şey var. Çok zorlu bir yoldan geçtik ama artık buradayım.” “Ve ben de,” dedi Aysel, diğer taraftan Kerem’in elini tutarak, “biz hep aileyiz Kerem. Sadece biraz farklı bir aile olduğumuzu yeni öğrendik.” Orhan masanın karşısından onları izliyordu. Gözlerindeki ifade karmaşıktı. Yılların yalanları ve korkuları artık açığa çıkmıştı. Ama belki, sadece belki doğrunun ortaya çıkması hepsini özgürleştirebilirdi. “Özür dilerim,” dedi sonunda, sesi kırılgandı. “Hepinizden özür dilerim.” Kerem iki annesinin arasında oturuyordu, biri onu doğuran, diğeri onu büyüten. Babasına baktı, gözlerinde henüz anlamlandıramadığı duygular vardı. Ama bir şeyi biliyordu: Artık hayatında büyük bir boşluk dolmuştu. Annesi, gerçek annesi sonunda geri dönmüştü.
İzmir’in güneşi pencerelerden içeri vururken dört insan hayatlarındaki en zor ve en dürüst konuşmayı yapmaya hazırlanıyordu. Onları zor günler bekliyordu ama en azından artık gerçekle yüzleşmişlerdi ve belki de bir gün geçmişin acılarını arkada bırakıp yeni bir başlangıç yapabilirlerdi.
Hikaye burada sona eriyor. Gerçek, acı, affetme ve sevgiyle örülü bu yolculukta, her karakter kendi yarasını taşıyor ama yeni bir aile olma umuduyla yeniden başlıyor. Kan bağı mı, yoksa birlikte geçirilen yılların hatıraları mı daha güçlü? İzmir’in mermer koridorlarında yankılanan bu sorunun cevabını, belki de zaman gösterecek.
.
News
जब इंस्पेक्टर ने आम लड़की समझकर IPS मैडम को थप्पड़ मारा, फिर जो हुआ उसने पूरे सिस्टम को हिला दिया…
जब इंस्पेक्टर ने आम लड़की समझकर IPS मैडम को थप्पड़ मारा, फिर जो हुआ उसने पूरे सिस्टम को हिला दिया……
“तू मुझे कानून सिखाएगी? तू जानती नहीं मैं कौन हूं” — उसे नहीं पता था सामने IPS खड़ी है… फिर जो हुआ!
“तू मुझे कानून सिखाएगी? तू जानती नहीं मैं कौन हूं” — उसे नहीं पता था सामने IPS खड़ी है… फिर…
लड़की ने एक पागल लड़के से कॉन्ट्रैक्ट के लिए शादी की… लेकिन वो लड़का निकला करोड़ों का मालिक…
लड़की ने एक पागल लड़के से कॉन्ट्रैक्ट के लिए शादी की… लेकिन वो लड़का निकला करोड़ों का मालिक… किस्मत कभी-कभी…
“दिल की अमीरी” – एक गरीब वेटर ने दिखाया कि असली दौलत इंसानियत होती है।
“दिल की अमीरी” – एक गरीब वेटर ने दिखाया कि असली दौलत इंसानियत होती है। काव्या का दिल तेजी से…
सब हंसे उस पर, पर जब सच सामने आया — वही सीधा-सादा आदित्य था असली आर्यन वर्मा…..
सब हंसे उस पर, पर जब सच सामने आया — वही सीधा-सादा आदित्य था असली आर्यन वर्मा….. शिमला की बर्फीली…
कूड़ा बीनने वाले बच्चे ने कहा – ‘मैडम, आप गलत पढ़ा रही हैं’… और अगले पल जो हुआ, सब हैरान रह गए
कूड़ा बीनने वाले बच्चे ने कहा – ‘मैडम, आप गलत पढ़ा रही हैं’… और अगले पल जो हुआ, सब हैरान…
End of content
No more pages to load






