KADININ PARASI YOKTU, TAMİRCİ YARDIM ETTİ. ERTESİ GÜN LÜKS BİR ARABA DÜKKÂNIN ÖNÜNDE DURDU

.
.

Bir Tamircinin Yardımı

Kasvetli bir öğleden sonrası, Bursa’nın gökyüzü kurşuni bulutlarla kaplanmıştı. Şiddetli yağmur, Servet Usta’nın tamirhanesinin paslanmış çatısını acımasızca dövüyordu. Her damla, Servet’in içindeki umutsuzluğu derinleştiren bir çekiç darbesi gibiydi. Şehrin sakinleri, bu kasvetli havada evlerine çekilmişti; sokaklar neredeyse tamamen boşalmıştı. Çırak Mehmet bile o gün gelmemişti. “Hasta oldu ustam,” diye aramıştı sabah erkenden ama Servet, onun sadece bu berbat havada yataktan çıkmak istemediğini biliyordu.

Servet Kaya, 42 yaşında yorgun bir adamdı. İki on yıl boyunca çalışarak nasırlaşmış parmaklarıyla, üçüncü kez aynı İngiliz anahtarını silmekteydi. Gözleri, tamirhanenin köşesindeki küçük çekmecede gizliydi. O çekmecenin içinde, eski bir çay kutusunda sakladığı 500 lira vardı. Dünyada sahip olduğu her şey, sabah bir kez daha adeta bir ritüel gibi o parayı tek tek saymıştı. 500 lira, annesi Fatma Hanım’ın ilaçları için yeterli olmayan bir miktardı.

Yağmurun sesi, tamirhanenin içindeki yalnızlığı daha da derinleştiriyordu. Servet, gözlerini duvardaki solmuş takvime taktı. Ayın 15’i, annesinin ilaç randevusu. Yine kaç liralık bir reçete yazacaktı doktor bey? Son seferinde 2000 lira tutmuştu ve komşu Emine teyze yardım etmeseydi, bu durumda ne yapardı? Dışarıdaki yağmur şiddetlendi. Adeta bir öfke nöbeti gibi. Çatıdaki eski bir delikten sızan su damlaları, tamirhanenin köşesine düşmeye başladı. Bir damla, iki damla; tıpkı gittikçe artan borçları gibi.

Pencereye yaklaştı. Buğulanmış camı kolunun yeniyle sildi ve dışarıya baktı. Bursa’nın yağmurda ıslanmış sokakları bomboştu. Tam o anda beklenmedik bir ses duydu. Teklemeye başlayan bir motor sesi. Bu ses, yağmurlu öğleden sonranın tek düze sessizliğini bozdu. Servet dikkatle dışarıya baktı ve işte o zaman gördü; yağmurun ortasında motorunu iterek ilerleyen bir kadın silueti.

Bu görüntü, o kasvetli günün ortasında hayatını sonsuza dek değiştirecek bir işaretti sanki. Servet cama yapışmış bakışlarını ayıramıyordu. Şimşeklerin aralıklarla aydınlattığı sokakta, sırıl sıklam olmuş genç kadın lüks bir Honda motosikletini iterek yaklaşıyordu. Kadının uzun kumral saçları yüzüne yapışmış, ince beyaz gömleği ıslanarak vücuduna yapışmıştı. Servet bir an duraksadıktan sonra dışarı fırladı. Yağmurun acımasız kamçılamasını aldırmadan, “Durun, yardım edeyim,” diye seslendi.

Kadın, şaşkınlıkla ona döndü. Minnettar bir gülümseme yüzünde belirdi. Servet, 2015 model Honda CBR600 RR’ın ağırlığını hissetti. Pahalı bir motosikletti. Herhalde piyasa değeri 40.000 lirayı aşkındı. Kadınla birlikte motosikleti tamirhanenin içine iterken, kadının ellerinin ne kadar yumuşak, ne kadar bakımlı olduğunu fark etti. Çalışmaktan nasırlaşmış kendi ellerinin tam tersine. “Çok teşekkür ederim,” dedi kadın içeri girdiklerinde titreyerek birden durdu. Ne yapacağımı bilemedim.

“Bursa’yı pek tanımıyorum. Yağmurdan kaçmak için şanslı bir yer buldunuz,” dedi Servet, tozlu bir havluyu uzatırken. Kadın minnettar bir şekilde havluyu aldı. “Semiha,” dedi kendini tanıtarak. “Semiha Yılmazer.” Servet kendi adını söyledikten sonra motosiklete yöneldi. Hızlı ve deneyimli hareketlerle motosikleti inceledi. Benzin pompası tamamen arızalanmıştı ve değiştirilmesi gerekiyordu. Parmakları otomatik olarak hasarlı pompaya dokunurken zihninde parça fiyatını hesaplıyordu. En az 1500 lira.

“Benzin pompası tamamen gitmiş,” dedi direkt konuya girerek. “Değişmemiz gerekecek.” Semiha’nın yüzündeki ifade değişti. Endişeli görünüyordu. “Ne kadar tutar?” diye sordu. Sesinde hafif bir çekingenlik vardı. “Parça 500 lira civarı. İşçilik dahil 1500 diyelim.” Servet, kadının yüzündeki değişen ifadeyi fark etti. Parçayı sipariş etmem gerekiyor. Peşin ödeme yaparlarsa ancak gönderirler.

Semiha elini çantasına attı. Sonra dondu kaldı. Yüzü birden soldu. “İnanamıyorum,” dedi fısıltıyla. “Cüzdanımı evde unutmuşum. Evden çok acele çıktım.” Üzerimde sadece çantasının içini karıştırırken buruşmuş birkaç banknot ve bozuk para çıkardı. “450 lira,” dedi utanç içinde. Aralarında garip bir sessizlik oldu. Dışarıdaki yağmur şiddetini artırmış, çatıya vuran damlaların sesi neredeyse bir davul çalarmış gibi gümbürdüyordu.

Servet köşedeki çekmeceye içinde 500 lira olan eski çay kutusuna göz attı. O para annesinin ilaçları içindi. Ertesi gün eczaneye gidecekti. Semiha’nın yüzünde öyle bir savunmasızlık vardı ki Servet’in kalbi sızladı. Belki de o da zor durumdaydı. “Belki de o parayı birine vermek zorundaydı.” Ama garip bir şekilde bu düşünce onu daha önce olduğu kadar endişelendirmiyordu. Semiha’nın sözüne güveniyordu. Yarın gelecek ve borcunu ödeyecekti ve belki de tekrar görüşmeye devam edeceklerdi.

Semiha yalnız kaldığında tamirhanenin köşelerini incelemeye başladı. Duvarlarda asılı eski anahtar takımları, geçmiş yılların takvim yaprakları, bir zamanlar parlak olmuş ama şimdi tozlanmış çeşitli tebrik kartları. Hepsi bu mekanın bir tarihi, bir ruhu olduğunu anlatıyordu. Bakışları çalışma masasının yanındaki duvara asılmış soluk bir fotoğrafa takıldı. Fotoğrafta 5 yaş daha genç görünen Servet, yaşlı bir kadınla yan yanaydı. Kadının gözlerindeki sevecenlik, Semiha’nın içini ısıttı.

Semiha cep telefonunu çıkarttı. Özellikle bugün için seçtiği basit bir model. Normalde kullandığı son model iPhone değil. Gelen mesajlara hızlıca göz attı ve günün kalan randevularını iptal etmek için asistanı Canan’ı aradı. “Bugün olmayacak,” dedi. “Kesin bir ses tonuyla. Hepsini iptal et. Ama Semiha Hanım,” diye itiraz etti Canan. “Diğer uçtan Japonlar için özel olarak hazırladığımız sunum.” “Hayır dedim Canan. Bugün değil yarına ertele.”

Telefonu kapattı ve derin bir nefes aldı. Yaklaşık bir saat sonra kapı açıldı ve içeri Servet girdi. Sırıl sıklam olmuş ama yüzünde garip bir memnuniyet ifadesiyle elinde sadece motosiklet parçası değil, aynı zamanda nefis kokan iki paket pide vardı. “Islanmış olmalısın ve acıkmışsındır diye düşündüm,” dedi Servet pideleri masaya koyarken. “Kusura bakma ama sadece kıymalı vardı.” Semiha bu beklenmedik düşünceli davranış karşısında bir an ne diyeceğini bilemedi. Ne kadar zamandır kimse onun aç olabileceğini düşünmemişti.

Çevresindeki insanlar her ihtiyacını önceden tahmin eden asistanları, şoförleri, hizmetçileriyle onun insan yanını görmez olmuşlardı sanki. “Çok düşüncelisin,” dedi nihayet. “Teşekkür ederim.” Servet motosikletin yakıt pompasını dikkatle yerleştirirken, Semiha köşede oturmuş, hayatında belki de ilk kez bu kadar basit ama bu kadar içten bir ikramı kabul ediyordu. Yağmurun sesi tamirhanenin üzerindeki çatıyı dövmeye devam ederken, iki yabancı arasında garip ama sıcak bir bağ kurulmaya başlamıştı.

“Peki ne iş yapıyorsun?” diye sordu Servet motosikletin yakıt pompasını dikkatle yerleştirirken. Semiha boş pide tabaklarını kenara koyarken bir an duraksadı. Dudaklarında bir kararsızlık dolaştı ve karar verdi. “İnsan kaynakları departmanında çalışıyorum,” dedi. Nihayet sesi her zamankinden biraz daha alçaktı. Orta ölçekli bir şirkette. Bu hayatının en büyük yalanlarından biriydi. Semiha Yılmazer, Yılmazer Holding’in yönetim kurulu başkanıydı; Türkiye’nin en büyük şirket gruplarından birinin sahibiydi.

Servet, ekonomi dergilerine kapak olan, her hareketi iş dünyasında yankı uyandıran bir kadındı. Ama servetin dürüst, yargılamayan bakışlarında bir şey vardı ki ona sadece semiha olmak, cüzdanı ya da unvanıyla değil, bir insan olarak görülmek istiyordu. Ya sen diye sordu, konuyu değiştirmek ister gibi. Hep burada mıydın? Servet eliyle alnındaki teri sildi. Motosikletin bazı parçalarını hala karıştırırken, “18 yaşımdan beri,” dedi. “Babam öldüğünde tamirhaneyi devralmak zorunda kaldım.”

“Çok zor olmalı,” dedi Semiha. Gerçekten hissederek. “Zordu!” diye kabul etti Servet. Ama seçim yapmak zorundaydım. Ya okul ya aile. Baba olmasaydı biz nerede olurduk diye düşündüm. Hep onun fedakarlıklarını hatırladım ve omuzlarını silkti. İşte buradayım. Pişman mısın? Servet uzun zamandır kendine bile sormadığı bir soruyla karşılaşmanın şaşkınlığını yaşadı. Bazen düşündüğümde, acaba hayatımı boşa mı harcıyorum diye. Semiha Yılmazer, Yılmazer Holding’in sahibi olarak hayatında ilk kez bu kadar basit bir ikramı kabul ediyordu.

Dışarıdaki yağmur dinmişti ama bulutlar hala gökyüzünü kaplıyordu. İki farklı dünyadan gelen bu iki insan, tamirhanenin loş ışığında yaşamın en derin sorularını birbirleriyle paylaşıyorlardı. Semiha’nın telefonu çaldı. Ekranda asistanı Canan’ın ismi görünüyordu. Efendim? dedi soğuk bir sesle. Semiha Hanım, Japonlarla görüşme için son hazırlıklar. Onlar otelden ayrılmak üzereler. Ne zaman ofiste olacaksınız? Semiha Servet’in gözlerine baktı.

“Hayır,” dedi Semiha. “Bugün olmayacak. Tüm randevularımı iptal ettim.” Ama Semiha Hanım bu 10 milyon dolarlık bir anlaşma. Yönetim kurulu Semiha telefonu kapattı ve derin bir nefes aldı. Bazen gerçek insanlarla tanışmak, gerçek konuşmalar yapmak daha önemli geliyor. Akşama doğru yağmur tamamen dinmişti. Gökyüzünde bulutların arasından sızan altın renkli güneş ışınları ıslak Bursa sokaklarını aydınlatıyordu. Servet son birkaç vidayı sıkarken motosiklet artık tamir edilmiş halde parlıyordu. “İşte oldu,” dedi.

Semiha motosikletin yanına geldi. Hafifçe dokundu ona. “Bu kadar hızlı halledeceğini düşünmemiştim. Senin için özel çalıştım,” dedi Servet gülümseyerek. İkisi de bu cümlenin altında yatan anlamı hissettiler ve bir an için gözleri birbirine kilitlendi. Servet çabucak başka yöne baktı. Boğazını temizledi. “Toplam 1500 lira var. Kalan 1050 lirayı yarın getireceğim,” dedi Semiha kesin bir şekilde. Servet zarfı almadan önce duraksadı. “Teşekkürler,” dedi soğuk bir sesle.

.