KAPICI OĞLUNU KUCAĞINDA TAŞIYARAK BİNAYA GİRDİ… VE BİNA SAHİBİ İNANILMAZ BİR ŞEY YAPTI

.
.

Kapıcı Oğlunu Kucağında Taşıyarak Binaya Girdi… Ve Bina Sahibi İnanılmaz Bir Şey Yaptı

Mehmet Yılmaz, iki yaşındaki oğlu Can’ı kollarında taşıyarak İstanbul’un kalabalık sokaklarında çaresizce koşuyordu. Oğlunun ateşi yüksekti ve Can, geçtiğimiz ay kreşten ödeme yapamadığı için atılmıştı. Mehmet, 35 yaşında dul bir adam olarak, gidecek hiçbir yeri olmadan, sadece Nişantaşı Merkez Apartmanı’nda kapıcı olarak çalışıyordu. O an, oğlunu kucağında taşıyarak binaya girmeye karar verdiğinde hayatının dönüm noktası başlayacaktı.

Sabahın erken saatlerinde, 7:15’te, binanın sahibi ve iş dünyasında soğukluğu ile tanınan Doktor Kemal Demir, Mehmet’i mermer lobide yakaladı ve işe geç kalması nedeniyle açıklama istedi. Kemal, bileğindeki altın saati kontrol edip kravatının düğümünü düzelterek, “Mehmet, işe 7’de başlaman gerekiyordu, saat 7:15 oldu,” dedi. Mehmet, oğlunun ateşler içinde yanarken yanında getirdiği bebek arabasını sakinleştirmeye çalışıyordu. “Mesleki ihmal için mazeret kabul edilemez,” diye sözünü kesti.

Çocuğun ağlaması şık lobide yankılanırken, binanın sakinleri dikkat kesildi. Kemal’in özel sekreteri Fatma Hanım, “Bu kabul edilemez, derhal kovulmalı,” diye fısıldadı. Bazı sakinler rahatsızlıklarını mırıldandı. Mehmet ise boğuk bir sesle yalvardı: “Lütfen, dulum, oğlumu bırakacak kimsem yok. Kreş bana aylık ücretini ödeyemediğim için onu attı.” Kemal, duygusuzca izledi o anı, gözlerinde hızla parlayan bir şey hemen bastırıldı. “10 saniyen var, ya bu çocukla hemen çıkarsın, ya da işini kaybedersin,” dedi ve asansörlere doğru yürüdü.

Mehmet çaresizce oğlunu küçük arabasına koydu ve çalışmaya başladı. Ancak Can’ın ateşi çok yüksekti, ilaçlara rağmen ağlamayı kesmiyordu. 5. kattaki yaşlı sakin Ayşe Teyze, aşağı inip ev ilaçlarıyla yardım teklif etti. Mehmet başta kabul etmedi ama Ayşe Teyze ısrar etti. Bu sırada Kemal, bina yöneticisi Doktor Ahmet Kaya ile birlikte tekrar binaya geldi. Ahmet, “Bu çocuğun burada olması hakkında üç resmi şikayet aldık, böyle devam edemez,” dedi. Ancak Can aniden ateşli nöbet geçirdi, gözleri döndü, nefesi düzensizleşti. Mehmet oğlunu kucaklayıp bağırdı. Ambulans çağrıldı, ancak zaman geçmek bilmiyordu.

Paramedikler geldiğinde Can’ı stabilize ettiler, ancak sürekli tıbbi takip gerektiğini söylediler. Mehmet, sağlık sigortası olup olmadığını sorduklarında, “Hayır, özel sigorta yaptıracak durumum yok,” diye itiraf etti. Ambulansa binerken, Mehmet hem çaresiz hem de korkuyordu.

İstanbul Şehir Hastanesi’nde Mehmet saatlerce yetersiz tedavi bekledi. Kamu sistemi aşırı yüklenmişti, temel ilaçlar eksikti. O sırada koridorda tanıdık bir figür fark etti: Kemal oradaydı. Mehmet şaşkınlıkla, “Burada ne yapıyorsunuz?” diye sordu. Kemal gözlerini kaçırıp uzaklaştı. Mehmet daha da şaşırmıştı.

Bir hemşire, Can’ın kronik solunum rahatsızlığı için ithal ilaçlara ihtiyacı olduğunu, bunun aylık 2.000 liradan fazla tutacağını söyledi. Mehmet eli titreyerek reçeteyi tutarken, işini kaybedeceği ve ilaçları alamayacağı korkusuyla perişan olmuştu. Can geçici olarak tedavi edilmişti ama sürekli tedaviye ihtiyacı vardı.

Ertesi gün Nişantaşı Merkez Apartmanı’na döndüğünde, kişisel eşyalarının kapıcı odasında kutularda olduğunu gördü. Gece kapıcısı Mustafa, “Yönetici erken geldi ve işi terk ettiğin için kovulduğunu söyledi,” dedi. Mehmet kutular arasında Kemal Demir imzalı referans mektubu ve tam 6.000 lira nakit para buldu. Bu, üç aylık maaşına eşitti. Şaşkınlıkla iş adamını aradı, ancak sekreteri Kemal’in iş seyahatinde olduğunu bildirdi.

Haftalar boyunca iş arayan Mehmet, referans mektubunun işe yaramadığını fark etti. Tüm işverenler birkaç sorudan sonra onu geri çevirdi. Can, uygun ilaç olmadan kötüleşiyor, Mehmet’in parası ise hızla tükeniyordu. Mehmet, eski bir arkadaşı Ali’den Kemal’in inşaat sektöründeki diğer iş adamlarına talimat verip kimsenin onu işe almamasını sağladığını öğrendi. Bu haber Mehmet’i mahvetti; sadece işini değil, profesyonel itibarını da kaybetmişti.

Can’ın tekrar hastaneye yatırılması gerekiyordu, ancak Mehmet’in taksi parası bile yoktu. Ayşe Teyze, ulaşım masraflarını karşılayarak onları hastaneye götürdü. Hastanede sürpriz bir şekilde, özel bir doktor Can’la ilgileniyordu ve tüm masrafların anonim bir hayırsever tarafından karşılandığını söyledi. Mehmet, “Kim bu hayırsever?” diye ısrar etti ama doktor cevap vermedi.

Günler geçtikçe Can iyileşmeye başladı. Mehmet, bu gizli hayırseverin Kemal olduğundan şüpheleniyordu ama olanlar mantıklı gelmiyordu. Bir gün hastanede Kemal’i çocuk servisini ziyaret ederken gördü; oyuncaklar ve kitaplar taşıyor, yatılı çocukları ziyaret ediyordu. Yüzleştirildiğinde Kemal, “Benim bununla hiçbir ilgim yok,” diyerek inkar etti. Ancak Mehmet, Kemal’in cebinden düşen bir fotoğrafı görmüştü: Fotoğrafta küçük bir oğlan, yıllar önce daha mutlu görünen Kemal’in kollarındaydı.

Başhemşire Zeynep, Mehmet’e Kemal’in beş yıl önce tek oğlunu kaybettiğini açıkladı. Oğlan, Can’la aynı yaşta ve benzer bir hastalıktan ölmüştü. Kemal, oğlunun anısını yaşatmak için her hafta hastaneyi ziyaret ediyor, hediyeler getiriyor ve çocukların tedavilerini finanse ediyordu. Mehmet, Kemal’in soğuk görünüşünün altında derin bir acı ve iyilik yattığını anladı.

Mehmet, işsiz kaldıktan sonra kız kardeşi Merve’nin yanına taşındı. Maddi zorluklar had safhadaydı, Merve onu evden atmakla tehdit ediyordu. Tam o sırada Bebek Tesisleri adlı bina bakım şirketinden iş görüşmesi daveti aldı. Kemal’in referans mektubu sayesinde mülakata çağrıldı. Mülakatta Kemal, Mehmet’i tanıyor gibi davranmadı ancak profesyonel sorular sordu. Mehmet, ailesini her zaman önceliklendirdiğini anlattı. Üç gün sonra, Mehmet şirketin beş binasının bakım müdürü olarak işe alındı. Esnek çalışma saatleri, lojman dairesi ve önceki maaşının üç katı ücret teklif edildi.

Mehmet yeni işinde hızla başarı gösterdi, ekibi ona saygı duyuyordu. Can tamamen iyileşmişti ve normal bir çocuk gibi koşup oynuyordu. Nişantaşı Merkez Apartmanı’ndaki aylık toplantıda, Ayşe Teyze Mehmet’e Kemal’in çocuklu çalışanlar için özel bir fon kurduğunu söyledi. Bu fon, ücretsiz kreş, sağlık sigortası ve burs sağlıyordu. Ayrıca Kemal, İstanbul Şehir Hastanesi’ni düzenli ziyaret ediyor, ihtiyaç sahibi çocukların tedavisini finanse ediyordu.

Bir Noel arifesinde Mehmet, Kemal’in ofisine sessizce girdi ve masaya bir zarf bıraktı. İçinde Noel Baba şapkası takmış Can’ın fotoğrafı ve “Teşekkürler Baba” yazılı el yapımı bir kart vardı. Kemal, kartı bulduğunda gözleri doldu ve oğlunun fotoğrafını yanına koydu. İlk kez, yıllardır bastırdığı acı gözyaşlarını serbest bıraktı.

Sonraki aylarda Kemal, çalışanlarına karşı daha sıcak ve ilgili oldu. Eren Demir Vakfı büyüdü, psikolojik destek de vermeye başladı. Mehmet, operasyonlar direktörü olarak terfi etti. Can, vakfın programları sayesinde en iyi kreşlerden birine gidiyordu ve gelişimi olağanüstüydü.

Bir gün Bebek Saray Apartmanı’nda Kemal ile karşılaştılar. Can, Kemal’e sarılarak “Babanla birlikte çalışıyoruz,” dedi. Kemal, Can’ın saçını okşadı ve aralarındaki bağ, sosyal ve mesleki farklılıkları aştı.

Kemal, şirketlerinde çalışan ebeveynler için yan haklarda reform yaptı. “Hiçbir anne veya baba iş ile çocuk bakımı arasında seçim yapmak zorunda kalmamalı,” dedi. Bu değişiklik şirket kültürünü dönüştürdü, verimlilik arttı, işten ayrılma oranı düştü.

Mehmet, Can’ın 3. yaş gününü şirket kreşinde kutladı. Kemal başta tereddüt ettiyse de katıldı ve çocukların mutluluğunu gördü. Can, Kemal’e kendi yaptığı aile resmini hediye etti. Kemal, resmi özenle sakladı.

Kemal, çocuk doktoru Elif Aksoy ile tanıştı; Elif de kocasını kaybetmiş ve küçük bir kız büyütüyordu. İkili arasında dostluk, ardından aşk gelişti. Can ve Elif’in kızı Zehra ayrılmaz arkadaş oldular. Vakıf etkinliklerinde birlikte oynadılar.

Yıllar içinde Eren Demir Vakfı büyüdü, farklı şehirlerde de faaliyet gösterdi. Mehmet, iş dünyasında saygın bir figür haline geldi, sosyal sorumluluk konularında konuşmalar yaptı.

Bir gün Kemal, Can ve Zehra’yı İstanbul Şehir Hastanesi’ne götürdü. Can, “Neden her hafta buraya geliyorsun Kemal amca?” diye sordu. Kemal diz çökerek, “Çünkü bir zamanlar senin gibi küçük bir oğlum vardı. Adı Erend’di. Hastalandı ve gökyüzüne taşındı. Şimdi diğer çocuklara yardım ediyorum,” dedi.

Can, “Eren gökyüzünden bakıyor mu?” diye sordu. Kemal, “Eminim öyledir,” dedi. Çocukların saflığı ve sevgi dolu ilişkileri, vakfın misyonunu güçlendirdi.

Yıllar sonra Kemal, çocuk solunum yolu hastalıklarına odaklanan Eren Demir Çocuk Araştırmaları Enstitüsü’nü kurdu. Mehmet, enstitü yönetim kuruluna seçildi. Can, açılışta konuştu: “Babam bana, başka insanlara yardım ettiğimizde mutlu oluruz, Kemal amca da bana iyi şeyler yapmayı öğretti.”

Bu hikaye, iki ailenin acıdan doğan dostluğunu, sevgiyle iyileşmeyi ve insanlığın en güzel yanlarını anlatıyor. Mehmet, Can ve Kemal’in hayatları, zor zamanlarda bile umudun ve iyiliğin var olabileceğinin kanıtı oldu.

.
Videoyu izleyin: