Küçük kız milyonerin hayatını kurtardı — sonra onun bir gecelik ilişkiden olan kızı olduğunu öğrendi
.
.
“Küçük Kızın Milyonerin Hayatını Kurtardığı Gece”
İstanbul’un soğuk bir Kasım gecesi, nişan taşındaki lüks mağazaların önünde, zengin bir adam bayılmıştı. Kaldırımda yatan Kemal Yılmaz’ın etrafında kimse durmadı. İnsanlar aceleyle geçiyor, bakmamaya çalışıyordu. Ancak, 9 yaşındaki bir kız, yırtık kıyafetleri ve delik ayakkabılarıyla onun üzerine eğildi ve 112’yi aradı. Ne kız ne de adam, damarlarında aynı kanın aktığını bilmiyordu. O gece bir tesadüf değildi; kader, ikisini de hayatlarının en acı ve en güzel gerçeğiyle hazırlıyordu.
İstanbul, Kasım ayında tezatlarla dolu bir şehir. Geniş caddelerde ışıklar parlıyor, lüks mağazaların vitrinleri zenginliği yansıtıyordu. Merkezdeki teraslar, pahalı şarap içen gülen insanlarla doluydu. Ama sadece birkaç sokak ötede, unutulmuş mahallelerde çocuklar soğuk evlerde uyuyor ve ebeveynler yarının ekmeği için para sayıyordu. İstanbul, düşenlere bakmayan ve ne olursa olsun ilerleyen bir şehir.
Kemal Yılmaz, 42 yaşında, yoksulluğun soğuğunu bilmeyen bir adamdı. Türkiye’nin en büyük inşaat şirketinin sahibiydi. Lüks binalar, alışveriş merkezleri, beş yıldızlı oteller… Adı mermer levhalarda ve hükümet sözleşmelerinde yer alıyordu. İsviçre saatleri takıyor, Alman arabaları kullanıyor ve Etiler’de 10 odalı bir villada yaşıyordu. Üç yıl önce boşanmış, çocuksuz, duygusal yükümlülükleri olmayan bir adamdı. Hayatı planlıydı, kontrollüydü; her karar bir yatırımdı, her ilişki bir sözleşmeydi.
Ancak kalp hesap bilmez ve vücut sözleşmelere saygı duymaz. O kasım gecesi, Kemal Swis oteldeki bir hayır etkinliğinden ayrılıyordu. İronik bir şekilde, çünkü o hayıra inanmazdı. Kara, sonuçlara, elektronik tablolarda büyüyen rakamlara inanırdı. Etkinlik sadece bir networking fırsatıydı; politikacılarla el sıkışmak, küçümsediği insanlara gülümsemek ve sosyal sorumluluk hakkında güzel şeyler söyleyen afişlerin yanında fotoğraf çektirmek için birkaç kadeh içmişti.
Otelin kapısından çıktığında gece soğuktu ve rüzgar sert esiyordu. Ölü yaprakların ve ıslak asfaltın kokusunu, yanmış mazotun ve Osman Bey’deki mağazalardan gelen pahalı parfümlerin kokusunu getiriyordu. Kemal, kaşmir paltosunun yakasını kaldırdı ve nişan taşında yürümeye başladı. Şoförü, Mercedes’le birkaç köşe ötede kapalı bir kafenin önünde bekliyordu. Normalde kapıdan almasını söylerdi ama biraz yürümek, kafasını dinginleştirmek istiyordu. Alkol onu yorgun hissettiriyordu; sarhoş değildi, sadece boştu.
İlk adımlar normaldi. İtalyan ayakkabılarının tabanları kaldırıma alışkındı. Tanıdık bir ritimle çarptı. Soğuk havayı soluyordu; akciğerlerinin yandığını hissediyordu ama hoş, uyanık hissettiren bir şekilde. Sonra aniden, uyarı olmadan göğsü sıkıştı. Normal bir ağrı gibi değildi; kaburgalarını ezen, göğsünden havayı çeken dev bir mengene gibi. Keskin bir ağrı dalgası omuzdan kola kadar vücudunu delip geçti. Nefesi kesildi. Hava çekmeye çalıştı ama ağız işbirliği yapmak istemiyordu. Bir aydınlatma direğine tutunmaya çalıştı ama bacakları artık onu dinlemiyordu. Görüşü bulanıklaştı; dünyanın kenarları kararıyordu.

Düşmeden önce gördüğü son görüntü karanlık gökyüzü, yıldızsız ve üstündeki bir bloğun titreyen ışıklarıydı. Ardından karanlık insanlar yanından geçti; çok kişi. Yüksek topuklu ve kürk paltolu bir kadın, onu tehlikeli bir dilenci gibi görüp ondan kaçmak için karşıya geçti. Alışveriş torbalarıyla lüks giyimli genç bir çift onu gördüğünde başını salladı ve adımlarını hızlandırdı. Ama kimse yardım etmedi.
O sırada, Ayşe Demir, 9 yaşındaki küçük bir kız, Kemal’in bayıldığını gördü. Kahverengi saçları dağınık bir at kuyruğuna bağlanmış, soluk yüzü ve büyük mavi gözleri vardı. Bir çocuğun görmesi gerekenden daha fazla acı görmüş gibi her zaman üzgün görünen gözler. İnce bir ceket giyiyordu; o kadar çok yıkamadan solmuştu. Annesi, üç kez daha diktiği dirsekte bir yırtıkla, beyazı artık daha çok griydi. Tabanları kopmuş ve yağmur yağdığında içine su giren spor ayakkabılar.
Ayşe, o akşam okuldan bir arkadaşının evinden dönüyordu. Otobüse binmesi gerekiyordu ama otobüs gecikmişti. Bu yüzden yürümeye karar vermişti. Korkmuyordu; yalnız dolaşmaya alışkındı. Annesi geç saatlere kadar çalışırdı ve kendi başının çaresine bakmayı öğrenmişti. Nişan taşı onun olağan yolu değildi ama oradan Taksim’e gidip başka bir otobüse binebileceğini biliyordu.
Kemal’i kaldırımda yatarken gördüğünde kalbi sıçradı. Korkudan değil, daha derin bir şeyden; bir dürtü. Garip bir tanıma, sanki onu başka bir hayattan hatırlamadığı bir rüyadan tanıyormuş gibi. Yavaşça yaklaştı. Dizleri soğuktan ve korkudan titriyordu. Adam pahalı bir takım elbise giymişti. Ayşe’nin sadece reklamlarda ve büyük arabalardan çıkan insanlarda gördüğü türden. Kravatı çözülmüş, beyaz gömleği kaldırımdan kirliydi. Yüzü bal mumu gibi soluktu. Dudakları hafif maviydi. Nefes alışverişi düzensizdi. Hareket etmiyordu.
Ayşe eğildi ve küçük, soğuk parmaklarıyla eline dokundu. Soğuktu ama ölüm gibi değil; erimeye başlayan buz gibi soğuktu. Kulağını göğsüne koydu. Giysilerin kalın kumaşından dinledi ve bir şey duydu: zayıf, uzak, bir vuruş. Durmamak için mücadele eden bir kalp. Komşudan almış olduğu üç yerinden kırık ekranlı eski telefonunu çıkardı ve titreyen parmaklarla 112’yi aradı.
Operatörün sesi net, profesyonel, mesafeliydi. Günde bunu yüzlerce kez yapan ve artık hiçbir şey hissetmeyen birinin sesi gibi. Ayşe ona adresi söyledi. Nişan taşı, kapalı ayakkabı mağazasının önünde, adamın iyi nefes alamadığını, soğuk olduğunu, hemen yardıma ihtiyacı olduğunu, çok hasta göründüğünü söyledi. Operatör orada kalmasını, onu hareket ettirmemesini, su ya da başka bir şey vermeye çalışmamasını, ambulansı beklemesini söyledi.
Ayşe kaldı. 11 dakika boyunca yanında durdu. Elini tuttu. Duyup duymadığını bilmese de ona yavaşça konuştu. İyi olacağını söyledi. Yardımın geldiğini söyledi. Yalnız olmadığını söyledi. İnsanların onu kurtarmak için geldiğini söyledi. Sözleri basitti; çocuksuydu ama sıcaktı ve garip bir şekilde İstanbul’un bir kaldırımında o Kasım gecesi yeterliydi. Ambulans sirenleri çığlık atarak geldi. Kırmızı ve mavi ışıklar binaların cephelerine yansıdı. Paramedikler yaprakların arasından hızlı adımlarla geçtiler. Metal bir sedye indirdiler. Kemal’i gümüş termal battaniyelere sardılar. Koluna serum taktılar. Tansiyon, nabız, uyarılara tepkiyi kontrol ettiler.
Ayşe, ambulansın ardından gelen iki polise sorulara cevap verdi. Bıyıklı genç bir adam ve saçları sıkı topuz yapılmış bir kadın. Ne gördün? Onu böyle buldum. Bölgede kimseyi fark ettin mi? Hayır. Bir şeye dokundun mu? Sadece nabzını kontrol ettim. Ama duyduğu isimden bahsetmedi. Bir şey ona beklemesini söyledi. Eğer şimdi o ismi söylerse kime söylediğini, kimin dinlediğini bilmeden daha fazla kan yanlış ellere dökülebileceğini söyleyen bir şey vardı.
Gittiklerinde ve park boş kaldığında, ambulans ışıkları Teşvikiye Caddesi’ndeki trafikte kaybolduğunda Ayşe orada, Kemal’le birlikte durdu. Yerde kalan kana bakarak. Artık siyahtı. Karanlıkta neredeyse görünmezdi. Ama Ayşe onu gördü, hissetti. Yukarı baktı. Gözleri korku ve şaşkınlıktan kararıyordu. “Anne, melek iyi olacak mı?” Ayşe cevap veremedi. Elini tuttu, arabaya götürdü ve eve kadar tüm yol boyunca tek kelime etmedi.
O gece Ayşe, oyuncak ayısını göğsüne sıkıca bastırarak yatağında uyuduğunda Kemal mutfakta oturdu. Pencereden önündeki şehre bakarak ışıklar dünyasal yıldızlar gibi titriyordu. Bir yerlerde birisi bir polis kadınını öldürmeye çalışmıştı. Bir yerlerde birisi omzunun üzerinden bakıyor, hala yaşayıp yaşamadığını merak ediyordu. Ve bir yerde Kemal adı havada bir lanet gibi dolaşıyordu. Kemal henüz bilmiyordu ama hayatı artık geri döndürülemeyecek bir döneme çalmıştı.
Kemal, iki gün sonra ayıldı. Amerikan hastanesinin steril odasında gözlerini açtığında ilk hissettiği şaşkınlıktı. Yukarıdaki floresan ışık göz bebeklerini yakıyordu ve etrafındaki uğuldayan cihazlar ona metal gözler gibi bakıyordu. Yüzüne oksijen tüpü takılmıştı. Sol kolunda serum, göğsüne yapışık teller hareket etmeye çalıştı. Ama vücut, arabayla çarpılmış gibi ağrıyordu.
Bir doktor girdi. Kalın gözlüklü ve ciddi bir ifadeye sahip, yaşlı bir adam. “Kalp krizi geçirdiniz Bay Yılmaz. Ciddi bir tane. Eğer birisi hemen 112’yi aramasaydı burada olmazdınız.” Kemal, yavaşça göz kırptığı bilgiyi işledi. Kalp krizi. 42 yaşında. İmkansız. Spor yapıyordu. Sağlıklı yiyordu. Düzenli kontrolleri vardı ama huzuru yoktu. Uyumuyordu. Stres, yıllardır damarlarını kemiren görünmez bir zehirdi.
“Kim aradı?” diye sordu Kemal, kısık sesle. Doktor dosyaya baktı. “Bir kız çocuğu, Ayşe Demir, 9 yaşında. Ambulans gelene kadar seninle kaldı. O olmasaydı muhtemelen kimse fark etmezdi.” Kemal göğsünde garip bir şey hissetti. Fiziksel ağrı değil, duygusal bir şey. Yıllardır hissetmediği bir şey. Minnet, suçluluk, merak. “Kız nerede?” diye sordu ama doktor bilmiyordu. Birisi tam verilerini almadan önce gitmişti. 112 aramasından sadece adı vardı.
Kemal, salonda yalnız kaldı. Beyaz tavana bakarak ve o küçük kızı düşünerek. Kimdi? Neden durmuştu? Neden umursuyordu? Sonraki günlerde iyileştikçe özel bir dedektif tuttu. Ona ismini verdi: Ayşe Demir. 9 yaşında, İstanbul. Onu bul. Dedektif bir haftadan kısa sürede onu buldu. Ayşe Demir, 13 Mart doğumlu, Taksim’deki Miss Sokak lokantasında garson Elif Demir’in kızı. Gazi Osmanpaşa’da oturuyor. Babası bilinmiyor. Kemal, dosyayı okuduğunda “babası bilinmiyor” kelimelerinin neden rahatsız ettiğini düşündü.
Sonra dedektif bir fotoğraf gönderdi. Ayşe, apartmanın önünde duruyor. Sırtında sırt çantası. Kare dışındaki birine gülümsüyor. Kemal fotoğrafa baktı ve kalbi durdu. Gözleri mavi, tıpkı kendisi gibi. Yüzün şekli, kemik yapısı. Kahverengi saçlar ama çocukluğundaki tonla, zamanla ve alkolle gömülmüş, silinmiş eski bir anı birden yüzeye çıktı. 13 yıl önce Beyoğlu’nda bir bar, güzel, üzgün, yeşil gözlü ve yorgun gülümsemeli bir kadın. Elif birlikte içtiler. Hayat hakkında, hayal kırıklıkları hakkında, yalnızlık hakkında konuştular. Sonra birlikte gittiler, tek bir gece. Vaatler olmadan, telefon numaraları olmadan, gelecek olmadan. Kemal bir daha onun hakkında düşünmemişti. Şimdi masaya fotoğrafı bıraktığında elleri titriyordu.
Matematik basitti. 13 yıl önce bir gece Elif adında bir kadın, 9 yaşında Ayşe adında bir kız. Mümkün değildi. Ya da öyle miydi? Kemal, bir şey yapmadan önce iki hafta daha bekledi. İçindeki mantıklı kısım, sadece fiziksel benzetlik ve belirsiz bir zaman hesabına dayanarak Ayşe’nin kızı olduğunu varsaymanın saçma olduğunu söylüyordu. Ama geceleri uyuyamayan kısım, her rüyada o mavi gözleri gören kısım gerçeği öğrenmesi gerektiğini biliyordu.
Perşembe öğleden sonra saat 3:00’te kalabalık olmayacağını bildiği zaman Miss Sokak lokantasına gitti. Elif öğleden sonra vardiyasında çalışıyordu. Dedektif bunu söylemişti. Lokanta mütevazıydı; ahşap masalar ve geleneksel desenli perdelerle, sarma ve pilav kokusuyla. Elif barda duruyordu, menüleri düzenliyordu. İçeri girdiğini gördüğünde durdu. Yüzü soldu. Sonra kıpkırmızı oldu. Sonra tekrar soldu. Onu hemen tanıdı. “Kemal,” diye fısıldadı. Sesi titriyordu.
Elif sessizlik. Sonra masasına geldi. Robot gibi sert hareketlerle oturdu. Elleri titriyordu. “Ne istiyorsun?” diye sordu. Ön bilgi olmadan nezaketsizce. Kemal gözlerine baktı. Aynı yeşil gözler ama şimdi daha yorgun, daha üzgün, daha yaşlı. “Bir kız çocuğu tarafından kurtarıldım. Ayşe Demir. Ambulans gelene kadar benimle kaldı. Beni kurtardı.” Elif dondu. “Onun kim olduğunu biliyorum,” diye devam etti Kemal yavaşça. “Kızın olduğunu biliyorum. Ve sanırım babası kim olduğunu biliyorum.”
Elif ellerini yüzüne götürdü. Zor nefes aldı. “Hayır,” diye fısıldadı. “Lütfen hayır.” Ama Kemal duramadı. “Benim değil mi?” Elif başını kaldırdı, gözlerinde yaşlarla. “Neden bilmek istiyorsun? Neden şimdi 9 yıl sonra?” “Çünkü hakkım var,” dedi Kemal ama sesi kızgın değildi; kırıktı. “Çünkü eğer o benim kızımsa bilmek istiyorum. Orada olmak istiyorum.” Elif acı bir şekilde güldü. “Orada mı? Hamileyken neredeydin? Onu tek başıma doğurduğumda, her gece ağladığımda çünkü mama tozu için param yoktu.”
“Bilmiyordum,” diye fısıldadı Kemal. “Ve bilmek istemedin. Bir geceydi. Başka bir şey değil.” “Sana hiçbir şey borçlu değilim ama o benim hayatımı kurtardı,” dedi Kemal sesi boğularak. “Kendi kızım beni kurtardı ve bilmiyordu.” Elif sessizce ağladı. Yaşlar yanaklarından süzülüyordu. Sonunda konuştu. “Evet, senin. Ama ona söylemeyeceğim. Kalbini kırmak istemiyorum.” “Neden?” “Çünkü sen baba değilsin. 9 yıl sonra ortaya çıkan bir yabancısın ve tekrar kaybolacaksın.” “Kaybolmayacağım. Sahip olduğum her şey üzerine yemin ederim.”
Elif ona uzun uzun baktı. Sonra cüzdanından eski bir fotoğraf çıkardı. 3 yaşında Ayşe, önünde küçük bir pastayla gülümsüyor. “Bak neyi kaçırdın ve sana tekrar kaçırma şansı vermeyeceğim.” Ayağa kalktı ve gitti. Kemal’i masada yalnız bıraktı. Elinde fotoğraf ve kalbi paramparça.
Kemal vazgeçmedi. Sonraki aylarda Ayşe’nin bilmeden hayatında görünmeye başladı. Okuluna kitaplar ve kırtasiye için para bağışladı. Elif’in 3 ay kirasını anonim olarak ödedi. Aracılar aracılığıyla Ayşe için yeni giysiler satın aldı. Gizemli bir şekilde kapıda belirdiler. Elif bunun o olduğunu biliyordu ve bundan nefret ediyordu. Çünkü işleri kolaylaştırıyordu ama aynı zamanda karmaşıklaştırıyordu. Çünkü cömertliği ona borçlu hissettiriyordu ve kimseye borçlu olmak istemiyordu.
Ama Ayşe değişiklikleri fark etmeye başladı. Annesi daha az stresli görünüyordu. Daha fazla yiyecekleri vardı. Yeni kıyafetleri güzel ve sıcaktı ve tuhaf bir kişi olduğu yerlerde görünmeye devam ediyordu. Takım elbiseli, uzaktan bakan ama asla yaklaşmayan bir adam. Bir gün Maçka Parkı’nda Ayşe doğruca ona gitti. “Neden beni takip ediyorsun?” Kemal durdu. Cesaretine şaşırdı. Korkmuş görünmüyordu; meraklı görünüyordu. “Takip etmiyorum. Sadece iyi olduğundan emin olmak istiyorum.” “Neden?” “Çünkü hayatımı kurtardın.”
Ayşe göz kırptı. Sonra gözleri parladı. “Sen o geceki adamsın.” Kemal başını salladı. “Daha önce teşekkür edemediğim için üzgünüm.” Ayşe gülümsedi. Sıcak, masum bir gülümseme. “Teşekkür etmene gerek yok. Birinin ihtiyacı olduğunda yapılması gereken budur.” Kemal, göğsünde bir şeyin çöktüğünü hissetti; yıllardır inşa ettiği bir bariyer. “Adın ne?” diye sordu Ayşe. “Ben Ayşe’yim ama sanırım bunu zaten biliyorsun,” diye hafifçe güldü. “Evet, biliyorum.”
20 dakika konuştular. Okul hakkında, arkadaşları hakkında, basit şeyler hakkında. Kemal ona gerçeği söylemedi ama hayatında ilk kez baba olmanın ne demek olduğunu hissetti ve bundan hoşlandı. Her şey Ayşe hastalanınca değişti. Mart ayıydı. Doğum gününden iki hafta önce yüksek ateşi, baş ağrısı vardı. Elif onu doktora götürdü ama rutin testler hiçbir şey göstermedi. Sonra ateş 40 dereceye çıktı. Hastaneye yatırdılar. Teşhis şok gibi geldi: Akut lösemi. Elif çöktü. Bekleme odasında ağladı. Çaresiz, korkmuştu. Tedavi pahalıydı. Çok pahalıydı. Parası yoktu. Tam sağlık sigortası yoktu.
Kemal, Ayşe’yi gizlice izlemesi için tuttuğu dedektif aracılığıyla öğrendi. Duyduğunda yerin altından kaybolduğunu hissetti. Hemen hastaneye gitti. Elif, holde bir bankta oturuyordu. Başı ellerinin arasında, vücudu hıçkırıklarla sarsılıyordu. Onu gördüğünde ayağa kalktı öfkeyle. “Hayır,” dedi. “Burada değil. Şimdi değil.” “Yardım etmek istiyorum.” “Yardımını istemiyorum. Senin için değil,” diye bağırdı Kemal. Sesi boş holde yankılandı. “O için. Ayşe için, kızım için.”
Elif sustu. Gözyaşları akmaya devam ediyordu. “Her şeyi ödeyeceğim,” dedi Kemal. Daha yumuşak. “Tüm tedavi, ihtiyacı olan her şey şartsız, yükümlülük olmadan.” “Neden?” “Çünkü o benim kızım. Ve onu 9 yıl kaybettim. Şimdi kaybetmeyeceğim.” Elif ona uzun süre baktı. Sonra teslim oldu. Banka çöktü, ağlayarak. “Tamam. Ama iyileştiğinde ona gerçeği söyleyeceğim.” “Sen değil,” dedi Kemal.
Kabul etti. Tedavi ertesi gün başladı. Kemoterapi. Ayşe cesur ama korkmuştu. Kemal her gün geldi, onunla kaldı. Ona hikayeler okudu. Onu güldürdü. Yavaş yavaş Ayşe, onu yabancı olarak değil, önemseyen biri olarak görmeye başladı. Ve bir akşam Elif yanındaki sandalyede uyurken Ayşe Kemal’e fısıldadı. “Sanırım sen benim babasın.” Kemal dondu. Ayşe ona baktı. Mavi gözleriyle ona çok benzeyen. “Annem bana babamın kim olduğunu asla söylemedi ama sen buradasın hep ve benim gibi gözlerin var.”
Kemal yalan söyleyemezdi. “Evet, benim babanım.” Ayşe gülümsedi. Gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. “Biliyordum,” dedi ve ona sarıldı. Ayşe, 6 aylık tedaviden sonra iyileşti. Hastaneden çıktığında Kemal oradaydı. Elif ile birlikte ilk kez aile olarak birlikte durdular. Kolay olmadı. Elif hala Kemal’den kaybedilen 9 yıl için nefret ediyordu. Ama yavaş, çok yavaş affetmeyi öğrendi. Çünkü Ayşe’yi ne kadar sevdiğini görmüştü. Ne kadar değiştiğini.
Kemal, hayatını değiştirdi. Daha az çalıştı. Ayşe ile daha fazla zaman geçirdi. Elif ve Ayşe’ye Etiler’de villasının yakınında yeni bir ev satın aldı. Birlikte yaşamadılar ama yakındılar ve her pazar birlikte kahvaltı yaptılar. Bir sabah Ayşe Kemal’e sordu. “Doğduğumda neden orada değildin?” Kemal gözlerine baktı, yalan söylemeden. “Çünkü korkakmışım. Çünkü körmüşüm. Çünkü senden daha fazla birini sevmenin ne demek olduğunu bilmiyordum.”
“Peki ya şimdi?” “Şimdi biliyorum.” Ayşe gülümsedi ve ona sarıldı. “Seni bulduğum için mutluyum baba.” Kemal, 20 yılda ilk kez ağladı. “Ben de kızım. Ben de.” Hayat mükemmel değildir. Ama Kemal Yılmaz, ilk kez olması gerekmediğini anladı. Sadece gerçek olması gerekir. Yaşanması gerekir, sevilmesi gerekir. Ve şimdi sonunda öyleydi. Bazen kader bizi anlamadığımız yerlere koyar. Bazen birini kurtarırken kendimizi de kurtarırız. Ve bazen kan sadece biyoloji değildir; tanımadır, sevgidir, evdir.
Bu hikaye seni etkilediyse paylaş. Ne hissettiğini yorum yap. Çünkü her hikaye duyulmayı hak ediyor ve her kalp iyileştirilmeyi hak ediyor.
.
News
हत्या की पूरी साज़िश का पर्दाफाश! Baghpat Moulana Family Case Latest Update | UP Police | CM Yogi
हत्या की पूरी साज़िश का पर्दाफाश! Baghpat Moulana Family Case Latest Update | UP Police | CM Yogi . ….
Salman Khan’s Shocking Health Update EXPOSED by Doctor!
Salman Khan’s Shocking Health Update EXPOSED by Doctor! . . Health Crisis Deepens: Salman Khan Undergoes Multiple Surgeries for Chronic…
Salman Khan Health Update by Doctor and share video of salman khan’s Well Wishers praying for him
Salman Khan Health Update by Doctor and share video of salman khan’s Well Wishers praying for him . . Shocking…
Dharmendra wept bitterly over the death of his friend Asrani! Govardhan Asrani News! Dharmendra!
Dharmendra wept bitterly over the death of his friend Asrani! Govardhan Asrani News! Dharmendra! . . A Comedian’s Silent Farewell:…
Amitabh Bachchan breaks down in tears over the death of his friend Asrani! Amitabh Bachchan reacts to Asrani! Asrani News
Amitabh Bachchan breaks down in tears over the death of his friend Asrani! Amitabh Bachchan reacts to Asrani! Asrani News…
मालिक का बेटा और विधवा नौकरानी | ये कहानी उत्तर प्रदेश के कानपुर की है
मालिक का बेटा और विधवा नौकरानी | ये कहानी उत्तर प्रदेश के कानपुर की है कानपुर के एक समृद्ध परिवार…
End of content
No more pages to load

 
  
  
  
  
  
 



