MİLYONER ERKEN GELİNCE ÜVEY ANNENİN KIZINA NASIL DAVRANDIĞINI GÖRÜP PANİĞE KAPILDI

.
.

Milyoner Erken Gelince Üvey Annenin Kızına Nasıl Davrandığını Görü P Niğe Kapıldı

 

Kimse o günün böyle olacağını tahmin etmemişti. Oysa İstanbul’da güneş Boğaz’ın üzerinden yavaşça çekilirken her şey olağan görünüyordu. Ama bazen bir baba, hayatının en acı gerçeğini kendi evinde öğrenir ve o an artık hiçbir servet, hiçbir başarı onu kurtaramaz.

Serhan Kaya, o gün eve birkaç saat erken dönmeye karar verdi. Sadece kızını görmek istemişti. Fakat o eşiği geçtiği anda gördüğü sahne, bütün hayatını altüst edecekti.

 

I. Oyalının Sessizliği ve İhmal Edilmiş Bir Kalp

 

İstanbul’un kuzeyindeki Sarıyer sırtlarında yükselen Oyalının (malikane) cam cephesi Boğaz’ı yansıtır, geceleri sanki şehrin tüm ışıklarını içine çekerdi. Serhan Kaya orada yaşıyordu. Kayatek adlı teknoloji şirketinin kurucusuydu, Türkiye’nin genç milyonerleri listesindeydi. Ama kimse onun geceleri neden Boğaz’a öyle uzun uzun baktığını bilmezdi.

Altı yıl önce bir kazada kaybetmişti eşini Elif’i. O kazadan geriye yalnızca bir çocuk kalmıştı: küçük Zeynep. Ve o kazadan sonra Zeynep’in bacakları bir daha tam iyileşmemişti. Duvarlarda Zeynep’in çizdiği resimler asılıydı: El ele tutuşan bir baba ile küçük bir kız.

Serhan ne kadar meşgul olursa olsun her sabah kızını okula kendi götürürdü, ama akşamları bazen geç dönerdi. Ve işte o geç dönüşlerin arasına bir süre sonra yeni biri girdi: Melis.

Melis, Serhan’ın hayatına bir yardım gecesinde girmişti. Bir sivil toplum kuruluşunda gönüllü olarak çalıştığını, engelli çocuklarla ilgilendiğini söylemişti. Melis zamanla eve girmeye başladı. Zeynep de başta onu sevmişti. Serhan, kızının yeniden güldüğünü gördükçe içten içe şükrediyordu.

Ama bazı gülüşler uzun sürmez. Zamanla Melis’in o yumuşak sesinin altında ince bir sabırsızlık belirginleşmeye başladı. Kızın yürürken çıkardığı sesler, yere düşen kalem, dökülen bir bardak süt, Melis’in yüzündeki zarafeti her defasında milim milim silerdi. Dışarıdan bakanlar hâlâ onun mükemmel eş olduğuna inanıyordu. Ama içeride bazı akşamlar o evdeki sessizlik tehlikeli bir sessizlikti.

Zeynep babasına hiçbir şey söylemiyordu. Küçük kalbi, “Babam üzülmesin,” diye susmayı öğrenmişti.

II. Erken Dönüş ve Gözyaşları

 

Öğleden sonra saat 3 civarıydı. Serhan’ın ofisinde, yurt dışından beklenen yatırım toplantısı aniden iptal edilmişti. “Harika,” diye mırıldandı. “O zaman kızımı bugün erken göreceğim.”

Yalının önüne geldiğinde saat henüz 4’tü. Sessizce, kapıyı yavaşça araladı. Evde beklediği kahkaha ya da müzik sesi yoktu. Yalnızca yukarıdan gelen hafif bir ses: Zeynep’in odasından bir şeyin devrilme sesi.

Yukarı çıktığında, koridorda Melis’in sesi yankılandı. Sesin tonu tanıdık değildi. O yumuşaklık yerini buz gibi bir öfkeye bırakmıştı.

“Kaç kere dedim Zeynep, bastonlarını düzgün kullan! Halıyı batırdın yine.”

Küçük bir ağlama sesi geldi. “Özür dilerim. Ben sadece…”

Melis’in sesi sertleşti. “Özür dileyip durma her gün aynı şey.” Serhan’ın kalbi sıkıştı.

Odadan içeri baktığında gördüğü şey, ömrü boyunca unutamayacağı bir manzaraydı. Zeynep, yere düşen pastel boyalarını toplamaya çalışıyordu. Bir eliyle bastonuna uzandı, ama Melis sabırsız bir hareketle ayağını kaldırıp bastona tekme attı. Ahşap baston duvara çarptı. Zeynep sendeledi. Yüzü korkudan bembeyaz kesildi.

Serhan kapıda dona kaldı. Ne bağırabildi ne hareket edebildi. Kalbinde öyle bir acı patladı ki, yıllarca susturulmuş bütün vicdanı aynı anda haykırmak istedi. “Yeter artık.” Sesi boğuk ve derindi.

Melis ilkildi. Yüzündeki tüm makyaj, tüm zarafet sanki tek bir darbede silinmişti. Zeynep, babasına doğru sürünerek yaklaştı. “Baba, ben, ben yanlışlıkla” diyebildi yalnızca.

Serhan eğilip kızını kollarına aldı. “Hiçbir şey söyleme kızım. Artık hiçbir şey söyleme,” dedi titreyen bir sesle.

 

III. Yalanın Yıkılışı ve Babalık Yemini

 

Melis bir şeyler mırıldanmaya başladı: “Serhan, yanlış anladın. Ben sadece…” Ama o cümle asla tamamlanmadı. Çünkü o evde artık tek bir ses yankılanıyordu: Bir babanın içinden yükselen öfke ve kalp kırıklığı.

Serhan’ın gözlerinde tüm servetinin anlamı yok olmuştu. Ne başarı ne güç. O an sadece bir baba vardı ve kollarında korkudan titreyen küçük bir kız.

“Ne açıklayabilirsin Melis? Kızımın gözündeki korkuyu mu, yoksa senin o bastona tekme atışını mı?”

Serhan elini kaldırdı. “Yeter. Sadece bir kez daha düşün. Sonra konuş. Eğer şu an doğruyu söylemezsen, bu kapıdan bir daha asla giremezsin.”

Kadının nefesi kesildi. Gözleri Serhan’dan kaçtı. O bakış her şeyi anlatıyordu. Serhan sessizce başını eğdi.

Zeynep, babasının gömleğini sımsıkı tutuyordu. “Baba, ben kötü bir şey yapmadım değil mi?” diye fısıldadı.

Serhan, kızının alnını öptü. “Hayır, güzelim. Senin hiçbir suçun yok.”

Melis ağlamaya başladı, ama o gözyaşlarında pişmanlık değil, korku vardı. Korku çünkü artık maskesi düşmüştü.

Zeynep babasına sarıldı. “Baba, ben sana söyleyecektim ama korktum. Melis bana, ‘Babana anlatırsan üzülür. O zaman seni daha az sever’ dedi.”

Serhan’ın gözlerinden yaşlar süzüldü. O an Serhan Kaya kendi gücünü değil, zayıflığını fark etti. “Ben her şeyi bilirim sanmıştım ama asıl körlük bazen göz açıkken olurmuş.”

Melis’in valizi kapının yanında duruyordu. Serhan, ona son kez baktı: “Git artık. Bu evde sana yer yok.”

Kapı kapandığında, evin içinde yalnızca iki nefes kalmıştı. Serhan ve Zeynep’in. Kız, babasına sarıldı. Serhan, kızının saçlarını okşadı. “Bir daha asla seni yalnız bırakmayacağım.”

O gece yalıda ışıklar sabaha kadar sönmedi. Serhan, kızının yanında oturdu, kendi vicdanıyla yüzleşti. Evin her köşesi artık farklı bir sessizlik taşıyordu. Ama bu sessizlik korkunun değil, farkındalığın sessizliğiydi.

 

IV. Umut Adımları Vakfı

 

Sabah olduğunda, Serhan iş yerine gitmedi. Toplantılarını iptal etti. Şirketini devretti. Kendine yeni bir görev seçmişti: Kızının yanında kalmak.

Serhan kahvaltı sofrasını kendi hazırladı. Kız, babasını o halde görünce şaşırdı. “Baba, sen mi hazırladın?”

“Evet, bu sabah patron sensin.”

Serhan, acele etmedi. Kızının sık sık başını eğmesini, korkuyla bakışlarını yakalıyordu, ama güvenin onarılması için zamana bıraktı. Öğleden sonra Zeynep’in fizyoterapisti Leyla geldi. Serhan, kızının bastonlarına tutunup adım atarken yüzünü buruşturmasına rağmen bırakmadığını izledi. “O kadar yıl boyunca kariyerimi, prestijimi büyütmüştüm. Ama en kıymetli şeyi küçülttüğümü fark ettim: kızımın gülüşünü.”

Akşam olduğunda, Zeynep renkli kalemleriyle bir resim yapıyordu. “Ne çiziyorsun bakalım?”

“Bir ağaç. Dallarda biz varız. Ben ve sen,” dedi Zeynep gülümseyerek.

Ertesi sabah, Serhan tabloyu ofisindeki duvara astı. O resim artık onun hayatının en doğru kararıydı.

Bir hafta sonra, Serhan kızını terapi merkezine götürdü. “Bu sefer düşmeyeceğim baba,” dedi Zeynep.

Serhan, Leyla’nın önerisiyle bir proje başlattı. Engelli çocuklara destek için ücretsiz fizik tedavi seansları, burslar, okul yardımları. Adını da kızının isteğiyle koydu: Umut Adımları Vakfı.

Gazeteciler röportaj yapmak istediğinde, Serhan sadece bir cümle söyledi: “Ben artık bir iş adamı değilim. Sadece bir baba olarak borcumu ödüyorum.”

 

V. Mutluluk Mucizesi

 

Zeynep artık bastonlarına daha az ihtiyaç duyuyordu. Yürüyüşlerinde babasının koluna değil, sadece eline tutunuyordu.

Bir gün Boğaz kıyısında yürürken, Zeynep hafifçe başını kaldırdı. “Biliyor musun baba, ben artık düşmekten korkmuyorum.”

Serhan gülümsedi. O an dalgaların sesi bile sustu sanki. İstanbul’un üstünde bir sessizlik, ama bu kez huzurluydu. Çünkü o sessizlik, bir baba ve bir kızın yeniden doğuşuydu.

Altı ay geçmişti. O evde artık korkunun değil, gülüşlerin sesi yankılanıyordu. Bir sabah kahvaltı masasının üzerinde bir davetiye buldu. Zeynep kendi elleriyle hazırlamıştı. Üzerinde kalp şeklinde bir resim, altında küçük harflerle yazılmıştı: “Baba, yarınki açılışta birlikte yürüyelim mi?”

Ertesi gün, Umut Adımları Vakfı’nın açılış töreni vardı. Serhan, Zeynep’i gördü. Ona gülümsedi. Sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başladı: “Gerçek zenginlik servet değil, bir kalbi onarabilmektir.”

Zeynep, mikrofona geldi. “Ben sadece yürümeyi öğrenmedim. Birinin beni sevdiğini bilmenin ne kadar güçlü hissettirdiğini öğrendim.”

Akşam boğaza nazır terasa çıktılar. Zeynep, resim defterini açtı. “Baba, bu resmi senin için çiziyorum. Artık evimizde korku yok. Sadece ışık var.”

Serhan boğazındaki düğümü bastırmak için derin bir nefes aldı. “Sen de bir mucizesin baba,” dedi Zeynep.

“Ben mi?”

“Evet. Çünkü bazı mucizeler sadece yanında kalmayı seçer.”

Gece ilerledikçe evin ışıkları birer birer söndü. Serhan, kızının odasının kapı aralığından sessizce izliyordu. Gözlerinden yaş süzülürken fısıldadı: “Artık hep koruyacağım Zeynep. Söz.”

Serhan o gün bir evi değil, bir kalbi kurtardı. Kızının gözlerindeki korku yerini güvene bıraktı ve o güven, Boğaz’ın sularına yansıyan bir ışık gibi ikisinin de hayatını aydınlattı. Gerçek zenginlik, bankadaki rakamlarla değil, bir kalbi koruyabildiğin kadarıyla ölçülür.

.