MİLYONER, GARSONUN TEKERLEKLI SANDALYEDEKI ÖZEL İHTİYAÇLI ÇOCUĞUNU BESLEDİĞİNİ GÖRÜNCE DONUP KA…

.
.

Bursa’nın meşhur Uludağ Caddesi’nde, Marmara Alışveriş Merkezi’nin önünden geçerken Sevim Karadeniz’in kalbi birden duracakmış gibi oldu. Küçük kızı Defne’nin sözleri kulaklarında yankılanıyordu: “Anne, onlar da benim gibi senin karnındaydı.” Defne, masumca parmağını karşıdaki Cumhuriyet Meydanı’na uzatıyordu. Orada, eski bir battaniyenin üzerinde uyuyan iki küçük kız vardı; yaşları Defne ile aynıydı ancak üzerlerindeki kirli, yıpranmış elbiseler ve zayıf bedenleri, yetersiz beslenmenin acı izlerini taşıyordu.

Sevim’in içinde yıllardır gömülü kalmış bir sır vardı. Beş yıl önce, annesi Nurten Hanım ve Nişantaşı’ndaki zengin ailesinin baskısı altında, hamile olduğu üç kızından sadece birini seçmek zorunda kalmıştı. Diğer iki kız, onun rızası olmadan, farklı ailelere gizlice verilmişti. Defne’nin işaret ettiği bu iki kız, Eylül ve Yasemin, onun hiç tanımadığı kardeşleriydi.

“Onlara yardım etmeliyiz,” dedi Defne kararlılıkla. Ancak Sevim, kızının bu sözlerinin nereden geldiğini anlayamıyordu. Defne, “Her gece rüyalarıma geliyorlar. Benimle konuşuyorlar,” diyordu. Sevim’in kalbi buz kesmişti. Defne’nin bilmediği kardeşlerinin isimleri, hamilelik süresince karnındaki bebeklerine verdiği isimlerdi: Eylül ve Yasemin.

Sevim, Defne’nin elini tutup uzaklaşmak istedi ama küçük kız kararlıydı: “Hayır anne, onlar beni çağırıyor.” Defne, kardeşlerine doğru koşarken Sevim endişeyle peşinden gitti. İki küçük kız, battaniyenin üzerinde birbirlerine sarılmış uyuyorlardı. Defne yanlarına diz çöktü ve onları kucakladı. Kızlar irkilerek uyandılar, ancak Defne’nin elini tutan sarışın kız, “Ben senin kardeşinim,” dedi.

Sevim’in gözleri doldu, kalbi parçalanıyordu. Üçüzlerin birbirlerinden ayrı kalması ve şimdi tekrar bir araya gelmeleri mucize gibiydi. Ancak bu mucizenin arkasında yıkıcı bir gerçek vardı. Sosyal Hizmetler Kurumu’ndan Gülsüm Hanım, kızları tanıyor ve onları yurda geri götürmek istiyordu. Sevim, kızlarının yanında kalması için mücadele etmeye karar verdi.

Olaylar hızla gelişti. Doktor Serdar Bey, beş yıl önce üçüzlerin doğumunu gerçekleştiren doktordu ve kızların tıbbi kayıtlarını incelediğinde onların gerçekten Sevim’in çocukları olduğunu doğruladı. Üçüzler, nadir görülen genetik bir kan hastalığı taşıyorlardı ve birbirlerine yakın olmaları tıbbi açıdan hayatiydi.

Sevim, kızlarının yasal haklarını geri almak için yasal süreç başlattı. Annesi Nurten Hanım ise, yıllarca onları ayırmış olmanın pişmanlığıyla ilk kez gerçek bir anne gibi davranmaya başladı. Nurten Hanım, kızlarının sağlık durumu ve aile bağlarının önemini anladı ve artık onlarla birlikte olmayı kabul etti.

Zorlu mahkeme sürecinin ardından, Sevim resmi olarak üç kızının da velayetine sahip oldu. Kızlar artık hem yasal olarak hem de kalben annelerinin yanındaydılar. Yeni evlerinde, üçüzler kendi kişiliklerine göre dekore edilmiş odalarında huzur içinde büyümeye başladılar.

Defne, artık rüyalarında kardeşlerini görmüyordu çünkü onları gerçek hayatta yanında bulmuştu. Sevim, geçmişte yaşadığı acılar ve pişmanlıklarla yüzleşirken, geleceğe umutla bakıyordu. Aile, birbirine sıkı sıkıya bağlı, sevgi dolu ve güçlüydü.

Bu hikaye, sevginin, bağlılığın ve ailenin gücünü anlatan, zor zamanlarda bile umut ışığının sönmediğini gösteren bir yaşam öyküsüdür. Sevim ve üçüz kızları, hayatın zorluklarına rağmen birlikte olmanın ve birbirlerine sahip çıkmanın anlamını herkese göstermiştir. Sonsuza dek birlikte, mutlu ve umut dolu bir geleceğe doğru yürümektedirler.

.