MİLYONERİN ANNESİ yalvarır “Bunu yemek istemiyorum” — OĞUL habersiz gelir ve bunu EŞİ ile yapar

.
.

Bir Anneye Saygı: Özdemir Konağında Merhametin Gücü

Sabahın ilk ışıkları Boğaz’ın sularında dans ederken, Bebek’in en prestijli tepelerinden birinde kurulu Özdemir Konağı’nda gün yeni başlıyordu. Mehmet Özdemir, 52 yaşında, Türkiye’nin en büyük tekstil imparatorluklarından birinin sahibi, aynada gri şakaklarına bakarak kravatını düzeltti. Çocukluğunun geçtiği Gaziantep’in tozlu sokaklarından bu ihtişamlı konağa uzanan yolculuğu, yüzünde gurur verici izler bırakmıştı. Bugün Ankara’ya gidecekti; Ekonomi Bakanlığı’nda kritik bir toplantı vardı.

Alt kattaki mutfaktan gelen taze simit ve menemen kokusu ona annesinin erkenden kalktığını hatırlattı. Hatice Ana, 78 yaşında, kocasını 30 yıl önce kaybetmiş, oğlunu tek başına büyütmüş, güçlü bir Anadolu kadınıydı. Ellerindeki titreme ve bastonuyla yürüyüşü artık yavaşlamıştı ama gözlerindeki ışık hâlâ parlaktı.

Mehmet mutfağa girdiğinde annesini alnından öptü. “Günaydın anneciğim. Yine erkencisin.” dedi şefkatle. Hatice Ana, oğlunun ellerini tuttu. Ne kadar da incelmişti bu eller; bir zamanlar hamur yoğuran, çamaşır yıkayan, ona sarılan eller şimdi yaprak gibi hafifti.

Yemek odasına geçtiklerinde Ceren merdivenlerden iniyordu. 35 yaşında, eski bir model, sosyetenin aranan isimlerinden biri. Sarı saçları özenle toplanmış, yüzünde hafif bir makyaj, üzerinde pahalı bir spor kıyafet vardı. “Günaydın.” dedi soğuk bir sesle. Hatice Ana’ya bakmadan doğruca Mehmet’e yöneldi. “Bugün yoga hocam gelecek. Sonra da Aylinlerle buluşacağım. Akşam yemeğine geç kalabilirim.”

Mehmet, karısının annesine selam bile vermemesine üzülse de bir şey demedi. Kahvaltı sessiz geçti. Mehmet gazetesini okurken arada bir annesine bakıyor, tabağındaki yemeğe neredeyse dokunmadığını fark ediyordu. “Anne, bir şey mi oldu? Yemiyorsun.” diye sordu endişeyle. Hatice Ana başını salladı. “Yok oğlum, midem biraz bulanıyor bu aralar. Yaşlılık işte.” Ceren hafifçe güldü. “Yaşlılık değil anne. Her gün aynı şeyleri yemekten bıkmışsınızdır. Size modern bir diyet programı ayarlasam iyi olur.”

Mehmet saatine baktı. Kalkmak zorundaydı. “Anne ben üç gün yokum. Kendine iyi bak, bir şey olursa hemen ara.” Annesini kucakladı, kulağına fısıldadı. “Seni seviyorum anneciğim.” Hatice Ana oğlunun kokusunu içine çekti. O küçük çocuk kokusu çoktan gitmişti ama yine de oğluydu; canının parçasıydı.

Mehmet çıkarken Ceren’e de veda etti ama o soğuk bir öpücüktü. Görev icabı yapılan bir hareket. Hatice Ana pencereden oğlunun Mercedes’inin bahçeden çıkışını izledi. Konağın büyük kapıları kapandığında içini bir huzursuzluk kapladı. Ceren yoga matını açarken ona bakıp, “Mehmet gitti, artık rahatça hareket edebiliriz.” dedi. Ama bu gülümseme Hatice Ana’nın içini ürpertti.

Öğleden sonra Hatice Ana odasında namaz kılıyordu. Diz ağrıları zorlasa da namazını hiç aksatmazdı. Gaziantep’teki küçük evlerini, kocası Mustafa’yı ve Mehmet’in çocukluğunu düşündü. Ne zorluklarla büyütmüştü oğlunu. Kocası vefat ettikten sonra terzilik yaparak gece gündüz çalışmıştı. Mehmet çok zekiydi. İstanbul’da üniversiteyi kazanmış, ardından kendi işini kurmuştu. Ama bu büyük konakta, zenginliğin içinde Hatice Ana kendini küçük odasında hapsolmuş gibi hissediyordu.

Akşam yemeği vakti geldiğinde Ayşe yukarı çıkıp Hatice Ana’yı yemeye çağırdı. Yemek odasında Ceren arkadaşlarıyla oturmuş, şarap içiyordu. Üç kadın pahalı kıyafetler içinde, ellerinde değerli mücevherlerle gülüşüyorlardı. Hatice Ana içeri girdiğinde konuşmalar bir an durdu. “Aa anneciğim gelmiş,” dedi Ceren yapmacık bir sesle. Arkadaşlar size Mehmet’in annesinden bahsetmiştim ya, işte kendisi.

Hatice Ana kibarca gülümsedi, yerine oturdu. Önüne konulan tabağa baktı; tanımadığı yeşillikler, garip soslar vardı. “Ayşe,” dedi usulca, “Bana biraz çorba getirir misin kızım?” Ceren sert bir bakış attı. “Anne, bu çok sağlıklı bir salata. Özel olarak getirttim. Çorba mideyi şişirir bu saatte.” Hatice Ana tabağına baktı, midesi zaten bulanıyordu. İki gündür düzgün yemek yememişti. “Lütfen kızım, ben bunu yiyemem. Sadece biraz mercimek çorbası.” Ceren’in yüzü kızardı. Arkadaşlarının önünde rezil olmuş gibi hissediyordu. “Anne, bu kadar nankör olmayın. Size kraliçe gibi bakıyoruz burada.” Sesi yükseliyordu.

Hatice Ana titreyerek ayağa kalkmaya çalıştı. “Özür dilerim, rahatsız ettim.” diyerek gitmek istedi ama dengesi bozuldu. Sandalyeye tutunmaya çalıştı. O gece odasında sessizce ağladı. Mehmet’i aramak istedi ama oğlunu üzmek istemiyordu. Komodinin üzerindeki eski fotoğrafa baktı. “Ah Mustafa, keşke yanımda olsaydın. Bu evde kendimi çok yalnız hissediyorum.”

Ertesi sabah Ayşe odasına çay getirdiğinde Hatice Ana’nın halini görünce endişelendi. “Hatice Hanım, iyi misiniz? Yüzünüz çok solgun.” Hatice Ana güçsüzce gülümsedi. “İyiyim kızım, sadece biraz yorgunum.” Ayşe tereddüt etti, sonra cesaretini toplayıp konuştu. “Hatice Hanım, kusura bakmayın ama Ceren Hanım size çok kötü davranıyor. Mehmet Bey’e haber verseniz.” Hatice Ana Ayşe’nin elini tuttu. “Olmaz kızım, oğlumu üzmem. O mutlu olsun yeter.”

Öğleye doğru Ceren yine arkadaşlarını davet etmişti. Bahçede oturup kahve içip dedikodu yapıyorlardı. Hatice Ana balkonlarından onları izliyordu. Bir ara Ceren yukarı baktı ve Hatice Ana’yı gördü. Kaşlarını çattı. Biraz sonra Ayşe yukarı geldi. “Hatice Hanım, Ceren Hanım sizi aşağı çağırıyor. Misafirlerin önünde göstermek istiyor.” Hatice Ana istemese de başka bir sahneye sebep olmamak için zorlukla kalktı ve aşağı indi. Ceren alaycı bir tonla, “İşte kayınvalidem Anadolu’nun yiğit kadınlarından,” dedi. Hatice Ana başını dik tutmaya çalıştı ama elleri titriyordu.

Akşam Mehmet aradığında Ceren telefonu açtı. “Her şey yolunda aşkım. Annen de iyi. Az önce erkenden yattı.” Mehmet’in sesi endişeliydi. “Emin misin? Sesini duyayım bari.” Ceren telefonu götürmek yerine “Uyuyor dedim ya, yaşlı insanlar erken yatar,” dedi. Mehmet ikna olmuş görünüyordu.

Gece yarısı Hatice Ana açlıktan uyuyamıyordu. Yavaşça mutfağa indi, buzdolabından biraz peynir ve ekmek aldı. Sessizce yemeye başladı. Tam o sırada ışık yandı. Ceren kapıda duruyordu. “Ne yapıyorsunuz siz?” diye sordu sert bir sesle. Hatice Ana irkildi. Elindeki ekmek yere düştü. “Açıktım, sadece…” Ceren yaklaştı. “Size ne zaman yemek yiyeceğinizi ben söylerim bu evde. Anladınız mı?” Hatice Ana’nın elleri titremeye başladı. “Ben sadece açtım kızım…” Ceren’in gözleri öfkeyle parladı. “Ben sizin kızınız değilim. Bunu kafanıza sokun artık.”

Ertesi sabah Hatice Ana güçlükle yatağından kalktı. Başı dönüyordu ve midesi kazınıyordu açlıktan. Ayşe odaya girdiğinde Hatice Ana’nın haline dehşete kapıldı. “Allah Allah! Hatice Hanım ne oldu size böyle? Hemen doktor çağırayım.” Hatice Ana zayıf bir sesle, “Gerek yok kızım. Sadece biraz halsizim.” diye mırıldandı. Ayşe mutfağa inip bir tepsi kahvaltı hazırladı. Ceren tepsiyi Ayşe’nin elinden aldı. “Bu kadar yağlı şeyler yaşlı bir insana zarar verir. Ben ne dediysem onu vereceksin,” diyerek tepsideki simidi, yumurtayı, reçeli aldı. Sadece kuru ekmek ve çay bıraktı.

Hatice Ana kuru ekmek ve çayla kahvaltı yaptı. Pencereden dışarı baktı; komşu villada bir aile kahvaltı yapıyordu. Kendi torunları olsaydı keşke. Ama Ceren çocuk istemiyordu; vücudu bozulur diye.

Öğleye doğru Mehmet aradı. “Anne sesin çok kötü geliyor. Neyin var?” Hatice Ana toparlanmaya çalıştı. “Yok bir şeyim oğlum, sadece biraz üşütmüşüm galiba.” Mehmet ikna olmamıştı. “Bakın anne bu akşam dönüyorum. Doktor Kemal Bey’i arayıp eve gelmesini söyleyeceğim.” Ceren bu konuşmayı kapının arkasından dinlemiş, hemen doktoru arayıp randevuyu iptal etmişti.

Saat 10.30’da Mehmet’in arabası bahçeye girdi. İçeri girdiğinde Ceren’i üç arkadaşıyla şarap içerken buldu. “Mehmet! Sen yarın gelecektin.” Mehmet kaşlarını çattı. “Planlar değişti. Anne nerede?” Ceren omuz silkti. “Yukarıda erkenden yattı.” Mehmet merdivenlere yöneldi. Annesinin odasının kapısını açtı. İçerisi karanlıktı. “Anne,” diye seslendi. Zayıf bir ses geldi. “Mehmet’im sen misin oğlum?” Mehmet ışığı yaktı ve annesini gördüğünde dehşete kapıldı. Yüzü kül gibi olmuş, gözleri çökmüştü. “Anne, ne oldu sana böyle?” Ellerini tuttu, buz gibiydi.

Mehmet hemen doktor çağırdı. Doktor Kemal geldi, Hatice Ana’yı muayene etti. “Mehmet, annen çok zayıf düşmüş, dehidrate olmuş ve beslenmesi çok yetersiz. Ne zamandır düzgün yemek yemiyor?” Hatice Ana cevap vermek istemedi ama doktor ısrar edince, “Birkaç gündür pek iştahım yoktu,” dedi.

Mehmet aşağı inip Ceren’le konuştu. “Annem açlıktan ve susuzluktan bayılacak duruma gelmiş. Sen nasıl fark etmedin?” Ceren ayağa kalktı. “Ben onun bakıcısı değilim, Mehmet. Yaşlı kadın yemek yemek istemiyorsa ben ne yapayım?” Mehmet öfkeyle yumruklarını sıktı. “O benim annem Ceren. Bu evde ona iyi bakmak senin de sorumluluğun.” Ceren çantasını kaptı. “Ben bu hakaretleri dinlemek zorunda değilim. Aylin’de kalacağım bu gece,” diyerek evden çıktı.

Mehmet yukarı çıkıp annesinin başında oturdu. Ayşe’den bir mesaj geldi. “Mehmet Bey, söylemek istemezdim ama Ceren Hanım Hatice Hanım’a çok kötü davranıyor. Yemek vermiyor, azarlıyor. Hatice Hanım size söylememi istemedi ama artık dayanamadım.”

Sabaha karşı Hatice Ana uyandığında Mehmet hâlâ baş ucundaydı. “Anne bana doğruyu söyle. Ceren sana kötü mü davranıyordu?” Hatice Ana sustu, gözlerini kaçırdı. “Anne Ayşe her şeyi anlattı bana.” Ayşe de kahvaltı tepsisini getirdiğinde gözleri kızarmıştı ağlamaktan. “Mehmet Bey, bir şey söylemem lazım. Ceren Hanım dün Hatice Hanım’a hiç yemek vermedi. Pasta verdi sadece. O da yiyemedi zaten.”

Mehmet’in telefonu çaldı. Ceren arıyordu. “Ne istiyorsun?” dedi Mehmet soğuk bir sesle. “Aşkım dün gece biraz abarttım kusura bakma. Eve geliyorum. Şimdi annemle ilgilenirim.” Mehmet güldü. “Gelme Ceren, şu an seni görmek istemiyorum.” Telefonu kapattı.

Öğleye doğru Ceren eve geldi. Yanında yine arkadaşları vardı. Mehmet, “Arkadaşlarınız gitsin Ceren. Konuşacaklarımız var,” dedi. Kadınlar birer birer kalktı. Salon boşalınca Mehmet karısının karşısına oturdu. “Ceren, anneme yaptıklarını biliyorum. Ayşe her şeyi anlattı.” Ceren omuz silkti. “Ayşe yalan söylüyor. Beni sevmiyor çünkü.” Mehmet ayağa kalktı. “Yalan mı? Annem açlıktan bayılacak duruma gelmiş. Yalan mı?” Sesi gittikçe yükseliyordu. “Tamam, belki biraz sert davrandım ama o da çok zor kadın. Her şeyden şikayet ediyor. Modern hayata ayak uyduramıyor.”

Mehmet inanamayarak baktı karısına. “Modern hayat mı? Aç bırakmak, aşağılamak modern hayat mı?” Tam o sırada yukarıdan bir ses geldi. Hatice Ana yataktan kalkmaya çalışırken düşmüştü. Mehmet hemen annesini kaldırdı. Ceren kapıda durmuş izliyordu. “Yine numara yapıyor,” diye mırıldandı. Mehmet döndü. “Ne dedin sen?” Ceren irkildi. “Yani belki abartıyor dedim.”

Mehmet annesini yatağa yatırdıktan sonra Ceren’e döndü. “Dışarı çık.” dedi. Sesi o kadar sertti ki Ceren hiç itiraz etmeden çıktı. Mehmet hemen doktoru aradı. Doktor Kemal yarım saat içinde geldi. Hatice Ana’nın dizi burkulmuştu, dinlenmesi gerekiyordu. Ama asıl sorun beslenme yetersizliğiydi.

Mehmet mutfağa indi, Ayşe’ye annesinin en sevdiği yemekleri yapmasını söyledi. Mercimek çorbası, zeytinyağlı yaprak sarma, yoğurtlu kebap, sütlaç. “Ayşe, bundan sonra annemin yemeklerini sen hazırlayacaksın. Kimse karışmayacak,” dedi. Akşam yemeği saati geldiğinde Mehmet tepsiye koyduğu yemekleri kendisi götürdü annesine. Hatice Ana’nın gözleri yaşardı. “Oğlum, zahmet etmişsin.” Mehmet annesinin yanına oturdu. “Anne, bundan sonra her şey değişecek. Söz veriyorum sana.” Birlikte yemek yediler.

Ceren’in telefonda konuşma sesi geliyordu. “Kayınvalidem beni Mehmet’e şikayet etmiş, yaşlı bunaklamış, her şeyi abartıyor,” diyordu. Mehmet gece boyunca salonda oturup düşündü. Karısının gerçek yüzünü görmek onu derinden sarsmıştı. Güzelliğine, sosyal statüsüne kapılıp annesinin çektiği acıları görmemişti.

Ertesi sabah Mehmet erkenden kalktı. Annesinin odasına girdi. Uyuyordu, yüzü daha huzurlu görünüyordu. Aşağı indiğinde Ceren mutfakta kahve yapıyordu. “Günaydın!” dedi Ceren. Mehmet cevap vermedi. “Meh! Cer tamam konuşalım,” dedi Mehmet. Oturma odasına geçtiler. Ceren konuşmaya başladı. “Bak belki biraz sert davrandım ama senin annen de çok zor. Her şeye karışıyor. Beni beğenmiyor. Sürekli eleştiriyor.” Mehmet güldü. “Annem sana tek bir kötü söz söyledi mi Ceren? Bir kere bile seni eleştirdi mi?” Ceren sustu. Hayır değil mi? Çünkü annem öyle bir insan değil. O sadece sevgi ve saygı görmek istiyor.”

O gün öğleden sonra Mehmet’in kız kardeşi Elif Ankara’dan geldi. Ayşe’nin telefonu üzerine hemen yola çıkmıştı. “Abi anne nasıl?” diye sordu endişeyle. Mehmet her şeyi anlattı. Elif’in gözleri doldu öfkeyle. “Ben bu kadına güvenmiştim. Anneme iyi bakacağını düşünmüştüm.” Yukarı çıktıklarında Hatice Ana uyanıktı. Kızını görünce gözleri parladı. “Elif’im, kızım benim.” Sarıldılar. Elif annesinin ne kadar zayıfladığını görünce ağlamaya başladı. “Anne, neden haber vermedin bize?” Hatice Ana kızının saçlarını okşadı. “Sizi üzmek istemedim kızım.”

Akşam yemeğinde herkes sessizdi. Ceren yemeğini bitirince odasına çıktı. Elif annesinin yanında kaldı. “Anne, yarın seni doktora götüreceğiz. Tam bir kontrol yaptıracağız.” Hatice Ana başını salladı. Mehmet içeri girdi. “Anne, seninle konuşmam gereken önemli bir şey var. Elif sen de kal.” “Anne, Ceren’le ayrılmayı düşünüyorum.” Hatice Ana’nın gözleri büyüdü. “Oğlum sakın benim yüzümden…” Mehmet annesinin sözünü kesti. “Hayır anne, bu sadece senin yüzünden değil. Ben bu evlilikte mutlu değilim. Ceren’in gerçek yüzünü yeni görüyorum.”

Gece Ceren Mehmet’in çalışma odasına girdi. “Mehmet lütfen beni dinle. Tamam ben kötü davrandım ama düzelebilirim. Annene daha iyi davranacağım, söz veriyorum.” Mehmet başını salladı. “Çok geç Ceren. Güvenimi kaybettin.” Ceren ağlamaya başladı. “Beni boşayamazsın. Herkes ne der? Şirketin itibarı ne olur?” Mehmet güldü. “İtibar mı? Annemin sağlığı ve mutluluğu her şeyden önemli.”

Ertesi gün Hatice Ana tam bir kontrol için hastaneye götürüldü. Doktor Ayşe Demir sonuçları açıkladı. “Hatice Hanım’da ciddi beslenme eksikliği var. Ayrıca tansiyonu çok düzensiz, stresten kaynaklı görünüyor. Psikolojik destek de alması gerekebilir.” Mehmet annesinin elini tuttu. “Her türlü tedaviyi yaptıracağız.”

Eve döndüklerinde Ceren’in valizleri holde duruyordu. “Ben Aylin’de kalacağım bir süre. Ama bu iş burada bitmez Mehmet. Avukatım seninle görüşecek.” Mehmet umursamadı. “Görüşsün,” dedi. Ceren giderken Hatice Ana’ya baktı. “Kazandınız, tebrikler,” dedi. Hatice Ana cevap vermedi. Kapı kapandıktan sonra Mehmet annesine döndü. “Anne, artık rahat rahat yaşayabilirsin bu evde.”

Akşam Elif yemek hazırlamıştı. Hep birlikte sofrada oturdular. Ayşe de davet edilmişti; o da aileden biriydi artık. Masa kahkahalarla doluydu. Elif çocukluk anılarını anlatıyordu. “Anne hatırlar mısın? Bayramda bütün mahalleye baklava dağıtırdın.” Hatice Ana gülümsedi. Mehmet annesine baktı. Gözlerindeki ışık geri gelmişti. “Anne, yarın Gaziantep’e gidelim mi? Memleketi özlemişsindir.” Hatice Ana’nın gözleri doldu. “Gerçekten mi oğlum?”

Bir hafta sonra Mehmet’in avukatı konağa geldi. “Mehmet Bey, Ceren Hanım’ın avukatı agresif talepler sunmuş. Evin yarısını, şirket hisselerinizin %30’unu ve aylık 100.000 lira nafaka istiyor.” Mehmet sakin görünüyordu. “Evlilik sözleşmesini unuttun mu? Ceren’in sadakatsizliği ve aile büyüklerine saygısızlığı durumunda hiçbir hak talep edemeyeceği yazıyor.” Orhan Bey gülümsedi. “Unutmadım tabii. Ayrıca elimizde güvenlik kamerası kayıtları var.”

Mahkeme günü geldiğinde Hatice Ana oğlunun koluna girmişti. Mahkeme salonunda güvenlik kameraları izlenirken Ceren’in Hatice Ana’ya bağırdığı, yemeğini elinden aldığı, onu aşağıladığı anlar tek tek görünüyordu. Tanıklar dinlendi. Ayşe ve komşu Serdar Bey doğruları anlattı. Hakim kararını açıkladı: “Ceren Özdemir’in yaşlı istismarı yaptığı sabit. Evlilik sözleşmesi gereği mal paylaşımı talebi reddedilmiştir. Ayrıca Hatice Özdemir’e manevi tazminat olarak 200.000 lira ödemesine karar verilmiştir.”

Eve döndüklerinde Hatice Ana odasına çıktı. Mehmet arkasından gitti. “Anne neden üzgünsün? Kazandık.” Hatice Ana oğluna baktı. “Oğlum kimse kazanmadı bugün. Bir aile dağıldı. İnsanlar acı çekti. Ben Ceren’in bana yaptıklarını affediyorum. Keşke o da mutlu olabilse.” Mehmet annesinin yanına oturdu. “Sen nasıl bu kadar merhametli olabiliyorsun anne?” Hatice Ana gülümsedi. “Kin tutmak insanı zehirler oğlum. Affetmek hem ona hem bana iyi gelecek.”

Bir ay sonra hayat normale dönmeye başlamıştı. Hatice Ana iyileşmişti, kilo almıştı. Elif İstanbul’a taşınmıştı. Mehmet artık eve erken geliyordu. Akşamları annesinin yanında oturup sohbet ediyorlardı. Bir akşam Hatice Ana, “Oğlum sen yeniden evlenmelisin. Ama bu sefer doğru insanı bul. Paraya pula bakma, kalbe bak.” dedi.

Mehmet şirketteki yeni mimar Zeynep’i düşünüyordu. Anne sen daha çok yaşayacaksın. Hem torunlarını da göreceksin.” Hatice Ana güldü. “İnşallah oğlum.”

Üç ay sonra Mehmet’in doğum günüydü. Hatice Ana ve Elif sürpriz bir parti hazırlamıştı. Gaziantep’ten akrabalar gelmişti. Mehmet eve geldiğinde ışıklar yanınca sürpriz sesleri yükseldi. Mehmet’in gözleri doldu, annesine sarıldı. “İyi ki doğdun oğlum. Sen benim her şeyimsin.” Pasta getirildi. Üzerinde “Dünyanın En İyi Oğlu” yazıyordu.

Partinin ortasında kapı çaldı. Gelen Zeynep’ti. Elinde küçük bir hediye paketiyle duruyordu. “Özür dilerim, rahatsız ettim mi? Sadece doğum gününüzü kutlamak istedim.” Mehmet şaşırmıştı ama mutlu olmuştu. “Rahatsız etmediniz. Buyurun içeri gelin.” Hatice Ana genç kızı görünce gülümsedi. Oğlunun bakışlarından her şeyi anlamıştı. Zeynep’i yanına çağırdı. “Gel kızım otur yanıma.” Akşam boyunca sohbet ettiler.

Aylar geçti, Mehmet ve Zeynep nişanlandılar. Nişan küçük ve sıcak bir törenle evde yapıldı. Hatice Ana oğlunun mutluluğunu görünce gözyaşlarını tutamadı. Zeynep ona sarıldı. “Anne üzülmeyin, ben size hep evlat olacağım.” dedi. Hatice Ana kızın yüzünü öptü. “Seni oğluma Allah gönderdi.”

Ev artık gerçek bir yuva olmuştu. Sevgi ve saygı doluydu. Hatice Ana her sabah bahçede kahvaltı yapıyor, Mehmet ve Zeynep ile hayatın tadını çıkarıyordu. Çünkü bir anneye saygı gösterildiğinde, evin bereketi ve huzuru asla eksik olmazdı.

.
https://youtu.be/KLFFz-4sfNI?si=4U9PvAixSFlEuDab