MÜTEVAZİ İNŞAAT İŞÇİSİNİN YEMEĞİYLE ALAY ETTİLER. AMA KİM OLDUĞUNU ÖĞRENİNCE HERKES ŞOKE OLDU

.
.

“Mütevazi İnşaat İşçisinin Yemeğiyle Alay Ettiler, Ama Kim Olduğunu Öğrenince Herkes Şoke Oldu”

Mütevazi bir inşaat işçisi, basit yemeğini açıp öyle molasına oturdu. O anda dört işçi yanına gelip fotoğraf çekti. Yemeğine kum atıp onunla alay etti. Ama gerçek kimliğini açıkladığında, herkes şoke oldu.

Mehmet, her sabah güneş doğmadan uyanırdı. Bu sessiz ritüel, günlerin yorgunluğuna karşı bir direniş gibiydi. Ev henüz karanlıkken, yalnızca pencereden sızan soluk ışık onu karşılardı. Kızı Elif yan odada uyuyordu. O da en ufak bir ses çıkarmamaya dikkat ediyordu. Kızının yüzündeki huzuru bozmak istemiyordu. Onun babasının ne kadar yorgun olduğunu, ne kadar derin endişeler taşıdığını görmemesi daha iyiydi.

Mutfakta hazırladığı yemek her zaman aynıydı: pirinç pilavı, birkaç tane domates ve iki küçük sosis. Yoksulluğun yansımasıydı bu sadelik. Her pirinç tanesi, faturaları ve Elif’in üniversite ücretini ödedikten sonra geriye kalan paranın hesabıydı. Yıpranmış bez bir torbaya sardığı yemek kabını aldığında, yeni bir güne adım atmaya hazırdı.

Otobüs her zamanki gibi doluydu. Uykulu yüzler, ter kokuları ve ucuz parfümlerin karışımı içinde sıkışıp kalmıştı. Mehmet, sessizce yemek torbasını tutarken kirli pencereden dışarıyı izliyordu. Şehir yavaş yavaş uyanıyor ama o çoktan uyanmıştı. Çok önceden otobüsten son duraktan iki blok önce iniyordu. Oradan Kayalıklar Sitesi’nin inşaatına yürüyordu. Büyük bir projeydi: konut blokları, çocuk parkları, sosyal alanlar. Ama onun için sadece terin akacağı, kemiklerin ağrayacağı bir şantiyeydi.

Kapıdaki güvenlik görevlisi başıyla selam veriyordu. Kelimeler gerekmiyordu. Sadece bir yüzlü Mehmet, onlarca yüz arasında kaybolmuştu. İçeri girdiğinde şantiyenin enerjisi onu karşılıyordu. Beton mikserlerinin dönüş sesi, yüksek sesle bağırılan komutlar, radyodan gelen arabesk müzik, hepsi düzenli bir kaos içindeydi. Herkes ne yapacağını biliyordu. Mehmet de biliyordu. Dayanmak, çalışmak, sessiz kalmak.

İlk kez buradaydı. Bu iş, bir tanıdığın tavsiyesiyle gelmişti. Mülakat yok, evrak yok. Sadece güçlü kollar ve çalışmaya hazır bir beden aranıyordu. Mehmet her ikisini de sunuyordu. Eskimiş baretini taktı ve usta başıyı aramaya koyuldu.

Şantiye canlıydı. Betoncu ustalar, demir işçileri, boyacılar hepsi kendi işinin peşindeydi. Radyo son seste çalıyordu. Emirler kat aşağıya doğru yankılanıyordu. Usta başı, karnı göbekli, sesi sert bir adamdı. Mehmet’e bir el arabasını gösterdi ve ikinci kata harç taşımasını emretti. O kadar. Tanışma yok, soru yok. Merdivenleri harç taşıyarak çıkmak, güneşin yakıcı sıcağı altında ter dökmek, Mehmet için yeni değildi. Vücudu ağrıyordu, teri akıyordu, ağzı kuruyordu ama direniyordu. Sadece güç değildi bu; alışkanlıktı. Daha ağır yükleri taşımıştı hayatta.

Saat sanki yavaşlamıştı o sıcakta. Dakikalar sürükleniyordu ama Mehmet sessizce özveriyle çalışmaya devam ediyordu. Öğle vakti düdük çaldığında mola verildi. Mehmet ellerini doğaçlama musluğun altında yıkadı ve gölge aradı. Arsanın köşesindeki büyük çınar ağacı bir rahatlama veriyordu. Orada, altı usta, sandıkların üzerine oturmuş, yüksek sesle gülüşüyordu.

Başka seçeneği olmayan Mehmet de yaklaştı ve ağacın gövdesine yaslanarak oturdu. Torbasından yemek kabını çıkardı, kapağını açtı ve o an sessizlik çöktü. Bakışlar ona çevrildi. Merak, alay, hor görme karışımı bir bakıştı bu. Yemek kabındaki basit yemek sanki grotesk bir gösteriydi. Mehmet neler geleceğini hissediyordu ama her zaman yaptığı gibi sessiz kaldı. Biliyordu. Bu sessizliğin, bu dayanmanın bir nedeni vardı. Elif’in mezuniyetine birkaç ay kalmıştı. Her şey ona değerdi. Her aşağılanma, her sessiz yutkunma, her acı dolu an. Çünkü o kızı için yaşıyordu ve bu şantiyede ne kadar zor olursa olsun dayanacaktı.

MÜTEVAZİ İNŞAAT İŞÇİSİNİN YEMEĞİYLE ALAY ETTİLER. AMA KİM OLDUĞUNU  ÖĞRENİNCE HERKES ŞOKE OLDU - YouTube

Mehmet yemeğini yavaşça yemeye başladı. Başı önde, bakışları tabağındaydı. Ama etrafındaki bakışları hissediyordu. Her bakışın altında ezilen onurunu, her gülüşte çıngırıyan gururunu. Ama yemeye devam etti. Çünkü bu hayatta kalmanın yoluydu sessizce, direnerek. O sessiz an bozuldu. Bonesini ters takan uzun boylu bir adam yüksek sesle güldü. Adı Tolga’ydı ve sanki bir oyunun başlama düdüğünü çalmıştı. Diğerleri de ona katıldı. Mehmet’in yemek kabı şakaya dönüştü. Dakikalar içinde gözler ona dikilmişti. Alaycı, acımasız. Genç ve dövmeli biri yaklaştı. Yemek kabının içine baktı ve alayla başını salladı. “Bu ne böyle? Köpek maması mı?” dedi yüksek sesle. Kahkahalar patladı. Bir başkası havlama sesleri çıkardı. Grup kontrolsüz bir şekilde gülüyordu. Sanki birini aşağılamak, günün en eğlenceli anıydı.

Mehmet sessizce yemek kabını tutuyordu. Başı öne eğilmişti. Gözleri pirinç tanelerine kilitlenmişti. Dayanmaya çalışıyordu. İçindeki fırtınanın dışarı çıkmasına izin vermemeye. Tolga cep telefonunu çıkardı, fotoğraf çekti, video kaydetti. Mehmet’in yüzünü yakından çekti. Alay ederek konuşurken grup içindeki yaşlı bir adam, Ahmet Abi, durmaları gerektiğini söyledi. Sesi kısıktı, güçsüzdü. Kimse duymadı ya da duymak istemedi. Alay devam etti. Daha da kötüleşti. Sonra Tolga yere eğildi. Avucuna kum aldı ve Mehmet’in yemeğinin üzerine döktü. Kumlar pilava, domateslere, sosislere karıştı. Mehmet’in yüzüne bile sıçradı. Kahkahalar şimdi çılgınca yankılanıyordu. Mehmet gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında kaşığıyla kumu pilavdan ayırmaya başladı. Tane tane, yavaşça, bir kelime söylemeden diğerleri kendi yemeklerini övüyordu. Biri kebap getirmiş, diğeri etli pilav, bir başkası da kocaman bir piyade. Mehmet ise sessizce kumlu yemeğini yemeye devam ediyordu. Her kaşık bir meydan okumaydı. Her çiğneme sessiz bir direnişti.

O gün öğle molasında bir şey değişmişti. Tolga artık Mehmet’in yemeğiyle alay etmekten vazgeçmişti. Ama bu sefer alaycı bir gülüşle, “Bakın, bu adam hala yiyor,” dedi. “Buna nasıl dayanıyor?” Mehmet yemeğini bitirdikten sonra, başını kaldırdı ve gruba baktı. Gözleri, alaycı gülüşler yerine merakla doluydu. O an, dayanma gücünün bir parçası olduğunu hissetti.

Mola bittiğinde, Mehmet işine geri döndü. Herkesin gözleri üzerinde olsa da, içindeki güçle çalışmaya devam etti. Zamanla, diğer işçiler ona saygı göstermeye başladılar. Tolga, Burak ve diğerleri artık alay etmiyordu. Onunla birlikte çalışıyorlardı. Mehmet, her gün daha fazla saygı gördüğünü hissetti.

Bir gün, şantiyede bir değişiklik duyuruldu. Usta başı, tüm işçileri topladı. “Arkadaşlar, bugün büyük bir proje için çalışacağız. Hepinizin elinden gelenin en iyisini yapmasını bekliyorum.” Mehmet, bu sözlerin altında yatan anlamı biliyordu. Bu, ona ve diğer işçilere duyulan güvenin bir işaretiydi.

O gün, Mehmet’in çalışma azmi daha da arttı. Herkesin gözünde bir değişim yaşanıyordu. Artık sadece bir inşaat işçisi değil, aynı zamanda bir liderdi. Kendi değerini biliyordu ve bu, diğerlerinin de ona saygı duymasını sağlıyordu.

Bir akşam, işten dönerken Elif onu kapıda karşıladı. “Baba, bugün sana bir sürprizim var!” dedi, gözleri parlayarak. Mehmet meraklandı. “Ne sürprizi, canım?”

“Bugün okulda bir ödül kazandım!” Elif’in sevinci, Mehmet’in yorgunluğunu unutturdu. “Gerçekten mi? Harika!”

Elif, ödülünü gösterdi. “En iyi mimarlık projesi için!” Mehmet, kızıyla gurur duydu. “Sen gerçekten harikasın, kızım!”

O an, Elif’in gülümsemesi, Mehmet’in içindeki tüm acıyı unutturdu. Kızının başarısı, onun için her şeyden daha değerliydi.

Günler geçtikçe, Elif’in başarıları artmaya devam etti. Kızının geleceği için endişeleri azalmıştı. Artık ne olursa olsun, Elif’in hayalleri için savaşmaya hazırdı.

Bir gün, şantiyede büyük bir toplantı yapıldı. Kenan, tüm işçileri topladı. “Arkadaşlar, bu projede her birinizin emeği çok değerli. Hepinizin katkıları sayesinde bu inşaatı başarıyla tamamlayacağız.”

Mehmet, Kenan’ın sözlerini dinlerken, içindeki gurur yeniden alevlendi. Artık sadece bir işçi değil, aynı zamanda bir aileydiler. Herkes birbirine destek oluyordu.

Bir gün, Elif’in mezuniyet töreni yaklaşırken, Mehmet’in içinde bir heyecan vardı. Kızının bu başarıyı elde etmesi için tüm mücadelelerine değmişti.

Mezuniyet günü geldiğinde, Elif’in giydiği elbise, onun ne kadar büyüdüğünü gösteriyordu. “Baba, bugün benim günüm!” dedi, heyecanla. Mehmet, kızıyla gurur duyarak, “Evet, canım. Bugün senin günün!”

Tören alanında, Elif sahneye çıktığında, Mehmet’in gözleri dolmuştu. Kızının başarısı, onun için her şeyden daha değerliydi.

O an, hayatlarının ne kadar değiştiğini düşündü. Artık geçmişte yaşadığı acılar, yerini umut ve mutluluğa bırakmıştı.

Ve o gün, Elif’in mezuniyetinde, Mehmet’in kalbinde sadece gurur değil, aynı zamanda yeni bir başlangıç vardı. Artık her şey daha iyi olacaktı.

Mehmet, Elif’in yanında durarak, geleceğe umutla bakıyordu. Çünkü biliyordu ki, her zorluğun üstesinden gelmek mümkündü. Ve Elif’in gülümsemesi, onun için en büyük motivasyon kaynağıydı.

.