TEMİZLİKÇİ KADIN, PATRONU DALGINKEN BEBEK ARABASINDAKİ BEBEĞİ KURTARMAK İÇİN ARABANIN ÖNÜNE ATLADI…
.
.
Görünmez Kadının Mucizesi
BİRİNCİ BÖLÜM: KADERİN DÖNÜŞÜ
Emine o sabah, Konaköy’deki görkemli Şahiner malikanesinin arka kapısından içeri girdiğinde, güneş yeni doğuyordu. Elinde eski pazar çantası, ucuz sabun kokan lacivert üniforması vardı. Ellerinde deterjandan çatlaklar, parmak uçlarında yanık gibi sertleşmiş deriler. Dizleri hâlâ geçen hafta üç saat boyunca mermer salonu fırçaladığı için sızlıyordu. Kimse teşekkür etmemişti, kimse fark etmemişti. Her gün böyleydi. Altı ay önce bu eve geldiğinden beri kimse nereden geldiğini bilmezdi. Kimse sormamıştı. O, İç Anadolu’nun haritada adı bile yazmayan küçük bir kasabasındandı. Kız kardeşi Ankara’da devlet hastanesinde pahalı ilaçlara muhtaç bir hastaydı. Kirası üç aydır ödenmemiş tek göz odası elinden alınmak üzereydi. “Yatılı temizlikçi aranıyor. Maaş ve kalacak yer dahil.” ilanını gördüğünde boğulan birine uzanan son ip gibiydi.
Gerçeklik ise ilanın vaat ettiğinden çok daha sertti. Kalacak yer dedikleri, bahçenin arkasındaki rutubetli küçük bir oda. İnce bir yatak, tam kapanmayan bir pencere, sadece soğuk su akan bir duş. Maaş hep gecikirdi. Ama en kötüsü insanların tavrıydı. Emine kıskanmazdı, kıskanacak hali yoktu. Sadece sessizce temizler, görünmez gibi çalışırdı.
O sabah kovayı sabunla doldururken patronun sesini duydu. Gerçek ev sahibi değil, damat olan kızıyla evlenip bu eve taşınmış adam. Bahçede telefonla konuşuyordu. Kahkahası yüksek, sesi kibirliydi. Açık renk takım elbisesi, İtalyan deri ayakkabıları ve geriye taranmış saçlarıyla kendini modern sanırdı. Emine ondan hoşlanmazdı, kimse hoşlanmazdı. Ama kimse bir şey demezdi. Çünkü o herkesi küçük hissettirmeyi iyi bilirdi.
Emine koridoru silerken zayıf bir ağlama sesi duydu. Başını kaldırıp yana baktı. Cam kapıdan dışarı baktığında gördüğü manzara kalbini yerinden söktü. Bahçeye açılan rampada bir el arabası vardı. İnşaat molozu taşımak için kullanılan türden, içinde kirli çarşaflara sarılmış, yanında devrilmiş bir biberon duran bebek yatıyordu. Kerem, evin sekiz aylık bebeği. Tombul yanaklı, henüz uykulu gözleriyle huzurluydu ama el arabası yavaş yavaş hareket ediyordu.
Emine bezi yere fırlattı, koştu. Düşünmedi. Sadece içgüdüyle hareket etti. El arabası beton yolda hızlanıyor, doğrudan sokağa doğru kayıyordu. Karşıdan gelen siyah bir Mercedes sabah sessizliğini yaran motor sesiyle yaklaşmaktaydı.
Emine bağırdı. Kimse duymadı. Patron hâlâ telefondaydı, kahkaha atıyordu. Kadın var gücüyle koştu. Sandaletleri zemine vuruyor, önlüğü arkasında savruluyordu. Zaman yavaşladı sanki. El arabası kaldırıma ulaştı. Kerem uyandı, ağlamaya başladı, kollarını havaya savuruyordu. Araba birkaç metre ötedeydi. Emine artık yetişemezdi. O anda yapabileceği tek şey kaldı. Kendini arabanın önüne attı.
Çarpışma sertti. Demirin bacaklarına vurduğunu, bedeninin yana savrulduğunu hissetti. Kollarıyla el arabasına sarıldı. Onu da kendisiyle birlikte kenara çekti. Fren sesleri, yanık lastik kokusu, bağırışlar. Emine yerde yuvarlandı. El arabası kollarının altındaydı. Kerem ise hâlâ göğsüne bastırılmıştı. Sessizlik. Sonra bağrışmalar. Komşular dışarı fırladı. Sürücü bembeyaz kesilmiş bir yüzle arabadan indi. Patron sonunda telefonu kapattı. Sahneye dönüp bakarken donup kaldı. Emine’nin alnı kanıyordu. Dizleri parçalanmıştı. Omzu alev gibi yanıyordu. Ama kucağındaki bebeği bırakmadı. Onu tutuyor, anlamını bilmediği kelimeler fısıldıyordu. Sadece sakinleştirmeye çalışıyordu. Dünya dönüyordu ama o duruyordu.
Sonra o geldi. Arkadaki ikinci arabadan biri indi. Siyah, kusursuz bir Mercedes. Arka kapı açıldı. Uzun boylu bir adam çıktı. Geniş omuzlu, koyu gri özel dikim takım elbiseli. Saçları gümüş rengi, geriye taranmış. Koşmadı, bağırmadı. Sadece yürüdü. Her hareketinde bağırmadan bile komut verebilen bir adamın sessiz otoritesi vardı. Davir Şahiner, gerçek evin sahibi, ailenin reisi, herkesin korktuğu, kimsenin karşı çıkmaya cesaret edemediği adam.
Davir yanına çömeldi. Sesi derindi, kontrollüydü. “İyi misin?” Emine cevap vermek istedi ama kelimeler çıkmadı. Sadece başını salladı. Kerem’i göğsüne daha sıkı bastırdı. Bebek ağlıyordu ama sağdı. Sapa sağlam. Davir elini uzattı. Emine tereddüt etti. Herkes sessizce izliyordu. Sonra yavaşça elini onun eline koydu. Davir onu ayağa kaldırdı. Bacakları titreyince kolundan tuttu ve kimseye bir açıklama yapmadan, sanki dünyada sadece o karar verebilirmiş gibi dönüp şoföre seslendi. “Zülmi, onu eve götür.”
Emine ne olduğunu tam anlamadan tekrar eve götürüldü. Ama bu kez arka kapıdan değil. Ana kapıdan kan içinde, bitkin o eşiği geçtiğinde hayatının artık asla aynı olmayacağını bilmiyordu.
İKİNCİ BÖLÜM: KABUL VE DEĞİŞİM
Emine’nin götürüldüğü salon, kaldığı küçük odadan bambaşkaydı. Duvarlar ceviz kaplamaydı. Deri koltuklar tertemizdi. Bir duvarda sönük bir şömine, raflarda altın yaldızlı ciltlerle dizilmiş kitaplar, mermer kaideler üstünde golf kupaları ve duvarda sarı saçlı zarif bir kadının dev portresi. Emine o kadını hiç görmemişti ama kim olduğunu biliyordu: Davir Şahiner’in merhum eşi.
Yaşlı bir kadın, sert bakışlı, tecrübeli, adı Nuriye Hanım, yarasına pamukla bastırıyordu. Emine alkol pamukla temas ettiğinde dişlerini sıkıp acısını yuttu. Kerem bir bakıcı tarafından başka odaya götürülmüştü. Şimdi evde gergin bir uğultu hakimdi.
Davir pencerenin yanında elleri pantolonunun ceplerinde hareketsiz duruyordu. Bahçeye bakıyordu. Yüzü okunmazdı. Damat iki kez odaya girmeye kalkmış, her seferinde tek bakışla dışarı çıkarılmıştı. Emine kendini yabancı hissediyordu. Kanlı, yırtık önlüğüyle, titreyen elleriyle, otururken bile zor nefes alıyordu. Ama en çok o ağır sessizlik içini sıkıyordu. Sanki herkes bir şey olmasını bekliyor ama ne olduğunu bilmiyordu.
Sessizliği Davir bozdu. “Adın ne?” Sesi derin, ölçülüydü ama içinde tanımlayamadığı bir doku vardı. Ne öfke, ne merhamet, daha çok merak. Emine yutkundu. Sesi titredi. “Emine efendim.” Davir yavaşça döndü. Gün ışığı yüzüne vurdu. 50 yaşlarını geçmişti ama yaşını taşımayı bilen bir adamdı. Gözlerinin çevresinde hayatın yükünü gösteren çizgiler vardı. Griye dönük gözleri ilk bakışta soğuktu ama derinlerinde gizli hikayeler saklıydı.
“Ne zamandır burada çalışıyorsun?”
“Altı aydır efendim.”
“Altı ayda biri adını sordu mu?”
Emine şaşırdı. Gerçeği biliyordu. Hayır, hiç kimse. O hep hizmetçi, temizlikçi şu kadın olmuştu.
Davir ağır adımlarla yürüyüp onun karşısındaki koltuğa oturdu. Hafifçe öne eğildi. Dirseklerini dizlerine dayadı. Gözlerinin içine baktı. O bakış o kadar yoğundu ki Emine yüzünü çevirmek istedi ama yapamadı.
“Dışarıda yaptığın şey delilikti,” dedi. “Ölebilirdin.”
“Biliyorum efendim.”
“O halde neden yaptın?”
Emine ellerini kucağında sıktı. Aklında birçok cevap dolaştı. İçgüdü, düşünmeden hareket etme, korku. Ama ağzından çıkan kelimeler daha sade, daha çıplaktı. “Çünkü o sadece bir bebekti efendim ve kimse bakmıyordu.”
Sözler ağzından dökülür dökülmez pişman oldu ama Davir alınmadı. Tam tersine yüzünde fark edilmesi güç bir gölge belirdi. Gözlerinden geçti. Derin ve kısa bir yankı gibi. Arkasına yaslandı, elini yüzüne götürüp uzun yorgun bir nefes verdi.
“Ailen var mı Emine?”
“Bir kız kardeşim var efendim. Ankara’da hastanede yatıyor.”
“Hastanede mi?”
“Evet. Kanser. Doktorlar sürekli tedavi görmesi gerektiğini söylüyor ama devlet karşılamıyor.”
Davir başını salladı. Sessizce masaya yürüdü. Çekmeceden bir çek defteri ve kalem aldı. Emine kararsızca izliyordu. Adam birkaç satır yazdı, sayfayı koparıp ona uzattı.
“Bu kız kardeşinin önümüzdeki altı ayki tedavisini karşılar.”
Emine kağıda baktı. Üzerinde yazan miktar iki yılda kazanabileceğinden fazlaydı. Elleri titredi. Gözyaşları artık tutunamadı.
“Efendim ben ne diyeceğimi bilemiyorum.”
“Hiçbir şey deme,” dedi Davir koltuğuna dönerek. “Sen torunumu kurtardın. Bunun bedeli yok. Ama bunu o yüzden yapmıyorum.”
Emine başını kaldırdı. Şaşkındı. Davir’in bakışları şimdi ağırdı. Sanki içinde daha büyük bir karar şekilleniyordu.
“Bunu yapıyorum. Çünkü senin gördüğünü kimse görmedi. Sen tehlikedeki bir bebeği fark ettin ve kendini düşünmeden harekete geçtin. Ne bedelini hesapladın, ne karşılık bekledin. Ve ben…” Davir durdu. Sanki söyleyeceği kelimeler boğazına takılmıştı. “Uzun zamandır böyle bir şeyi görmemiştim.”
Sesinde bir şey vardı. Zırhında neredeyse fark edilmeyen bir çatlak. Emine karşısında sadece zengin bir adam değil, içi acıyla dolu birini gördü. Kaybı, boşluğu, paranın dolduramayacağı bir eksikliği taşıyan birini.
O konuşamadan salonun kapısı aniden açıldı. Uzun boylu, koyu saçlarını sıkı bir topuzla toplamış, kusursuz bej bir elbise giymiş bir kadın içeri girdi. Yüzü sertti, dudakları ince bir çizgi gibi sıkılmış. Emine onu hemen tanıdı. Davir’in eski kayınvalidesi Perihan Hanım, ailenin yaşlı matriyarkı.
“Davir, bu ne demek oluyor?” Perihan’ın sesi kırık cam gibi keskin çıktı. “Hizmetçi salonun ortasında mı oturuyor? Hem de ona çek mi verdin?”
Davir yerinden kalkmadı. Gözlerini Emine’den ayırmadı.
“O Kerem’i kurtardı ve bu yüzden onu misafir gibi eve mi alıyorsun?”
Perihan kollarını kavuşturdu. Bakışlarını Emine’ye dikti. Yüzündeki küçümseme neredeyse somuttu.
“O bir hizmetçi Davir. İşini yaptı. Kraliçe gibi davranılmayı hak etmiyor.”
Davir sonunda ona döndü. Sesi sakin ama sertti. “Onun işi evi temizlemekti. Arabaların önüne atlamak değil. O bunu istediği için yaptı. Çünkü bizim göremediğimizi o gördü.”
Perihan öfkeyle nefes verdi ama bir şey demedi. Sadece Emine’ye son bir zehirli bakış atıp kapıyı sertçe kapatarak çıktı. Sessizlik geri geldi. Ağır ve bastırıcı.
Davir derin bir nefes aldı. Tekrar Emine’ye baktı. “Artık arka odada kalmayacaksın. Bundan sonra misafir kanadında kalacaksın. Yarın seninle konuşmam gereken bir teklifim olacak.”
“Teklif mi efendim?”
Davir ayağa kalktı. Takımının ceketini düzeltti. “Evet. Hayatını değiştirebilecek bir teklif. Tabii kabul etmek istersen.”
Ve başka bir şey söylemeden odadan çıktı. Emine elinde çekle kaldı. Kafasında dönüp duran binlerce cevapsız soruyla.
.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: YENİ BİR HAYAT
O gece Emine misafir kanadında uyuyamadı. Oda devasa büyüklükteydi. Pamuk gibi yumuşak çarşaflar, bulut gibi yastıklar, bahçeye bakan özel bir balkon. Ama hiçbir şey huzur vermiyordu. Sadece oraya ait olmadığını hissettiriyordu. Tavana baktı saatlerce. Günün her anını yeniden yaşadı. El arabasının kayışı, çarpışma, kan, Davir’in bakışı, sözleri, hayatını değiştirebilecek bir teklif.
Sabah olduğunda banyoya girdi. Sıcak suyla duş almak aylardır yaşamadığı bir lükstü. Üzerine her zamanki onarılmış üniformasını giydi. Kapıyı açtığında kolunda bir torba asılı olduğunu gördü. İçinde yepyeni kıyafetler vardı. Bir kot pantolon, beyaz bir pamuk gömlek ve beyaz spor ayakkabılar. Üzerinde bir not: “Giyin, kahvaltı 8’de.”
Emine hâlâ kendini yabancı gibi hissederek Emre uydu. Hayatında ilk kez ana merdivenlerden indi. Adımları sessizdi, sanki biri çıkıp “Arka tarafa dön.” diyecekti. Ama kimse çıkmadı. Ev sessizdi. Yemek salonu konağın geri kalanı kadar görkemliydi. Ceviz kaplama masa en az on iki kişilikti ama sadece iki tabak hazırlanmıştı. Biri baş köşede diğeri yanında. Davir çoktan oturmuştu. Elinde gazete, yanında dumanı tüten kahve fincanı. Emine girince başını kaldırdı ama hiçbir şey söylemedi. Sadece oturmasını işaret etti.
Emine ellerini kucağında birleştirip oturdu. Ne yapacağını bilemiyordu. Genç bir hizmetçi, Nuriye Hanım değil, başka biri tabaklar getirdi. Taze ekmek, peynir, zeytin, meyve, taze sıkılmış portakal suyu. Emine sessizce yedi. Davir gazeteye bakıyor gibi yapıyor ama onun her hareketini izliyordu.
Sonunda gazeteyi katladı, kenara koydu. “Geceyi nasıl geçirdin?”
“İyiydim efendim. Teşekkür ederim.” Yalan.
Davir’in gri gözleri sanki ruhunun içini görüyordu. “Uyumadın. Gözaltların belli ediyor. Burada kendini rahatsız hissediyorsun.”
Kadın itiraz edecek oldu ama o elini kaldırdı. “Bana yalan söylemene gerek yok Emine. Ben bu evdeki diğerleri gibi değilim. Gerçeği tercih ederim. Acı da olsa.”
Emine başını eğdi. Sessizce onayladı. “Sadece bu kadar şeye alışkın değilim efendim. Yanlış geliyor.”
“Ne yanlış geliyor?”
“Burada oturmak. Bu kıyafetlerle bu masada, sanki ben biriymişim gibi.”
Davir arkasına yaslandı. Parmaklarını masanın üzerinde kenetledi. “Sen birisin Emine. Hep öyleydin. Sadece kimse seni öyle görmedi. Bu senin değerini değiştirmez.”
Sözleri göğsüne bir yumruk gibi oturdu. Emine’nin boğazı düğümlendi ama kendini tuttu.
Davir devam etti. “Dün gece seninle ilgili bazı şeyleri araştırdım. Korkma,” dedi. Onun ifadesini fark edince, “Sadece birkaç bilgiye baktım. Yirmi altı yaşındasın. İç Anadolu’nun küçük bir kasabasında doğmuşsun. Anne baban gençken ölmüş. Seni ve kız kardeşini babaannen büyütmüş. O da üç yıl önce vefat etmiş. O zamandan beri kardeşinin tedavisi için çalışıyorsun.”
Emine mahremiyetinin açığa çıkmasından hem rahatsız hem de garip bir şekilde hafiflemiş hissediyordu. Sadece başını salladı.
“Liseden sonra okuyamamışsın, fırsat bulamamışsın, evlerde çalışmışsın. Temizlik, yemek, çocuk bakımı, hep görünmez, hep kolay vazgeçilen biri olmuşsun.”
Her kelime bir bıçak gibiydi. Emine sakladığı duyguların soyulduğunu hissediyordu.
“Ama dün,” dedi Davir öne eğilerek, “Senin kim olduğunu gösterdin. Cesaretini, karakterini. Ve bu Emine, düşündüğünden çok daha nadir bir şeydir.”
Emine ne diyeceğini bilemedi. Sadece sustu. Davir sandalyesinin yanındaki deri dosyayı alıp masanın üzerine koydu.
“İşte teklifim bu. Burada bu konakta yaşamanı istiyorum. Artık bir temizlikçi olarak değil, benim özel asistanım olarak. Gerektiğinde Kerem’le ilgileneceksin. Gerektiğinde beni resmi davetlerde veya iş toplantılarında eşlik edeceksin. Karşılığında tüm masraflarını ben üstleneceğim. Kız kardeşinin tedavisi, konaklama, yemek ve aylık on bin lira maaş.”
Emine’nin dizlerinin bağı çözüldü. “On bin lira mı?”
“Evet. Ayrıca özel dersler almanı da istiyorum. Yarım kalan eğitimin tamamlanacak. Hiç sahip olamadığın fırsatları elde etmeni istiyorum.”
“Ama neden ben?”
Davir uzun süre sessiz kaldı. Gözleri duvardaki merhum eşinin portresine kaydı. Yüzünde acı bir gölge belirdi.
“Çünkü yanımda gerçek biri olmasına ihtiyacım var. Benden hiçbir şey istemeyen, çıkar gözetmeyen biri. Ve sen, senin öyle biri olduğunu biliyorum.”
Emine’nin gözleri doldu ama ağlamadı. Aklında binlerce soru, binlerce korku vardı. Ama kalbinin derininde bunun bir daha karşısına çıkmayacak bir şans olduğunu hissediyordu.
“Peki, eğer kabul edersem benimle ne olacak?”
Davir ilk kez gülümsedi. Küçük hüzünlü bir gülümseme.
“Artık görünmez olmayacaksın.”
O anda Emine hayatının bir daha asla eskisi gibi olmayacağını anladı.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: YENİ BENLİK
Emine’nin konaktaki ilk günleri garip bir alışma süreciyle geçti. Her sabah hâlâ arka bahçedeki eski odasına gönderileceğini sanarak uyanıyor ama bu asla olmuyordu. Masasında her sabah bir program buluyordu. Saat dokuz Türkçe dersi. Saat on bir Davir’le öğle yemeği. Saat on dört Kerem’le ilgilen. Saat on sekiz akşam yemeği.
Özel dersler en zoru oldu. Öğretmeni orta yaşlı Kemal adında bir adamdı. Sonsuz bir sabrı vardı ama Emine’nin bilgi düzeyini fark edince şaşırmadan edemedi. Kadın akıcı okuyor, düzgün yazıyor, öğrenmeye doyamıyordu. Geceleri odasına çekildiğinde Davir’in ona bıraktığı kitapları okuyordu. Türk edebiyatı klasiklerinden tarihi romanlara, hatta birkaç felsefe kitabına kadar.
Ama en çok kafasını kurcalayan Davir’in kendisiydi. Gündüzleri o sert iş adamıydı. Telefonda toplantılar yönetiyor, imzalar atıyor, milyonları yöneten kararlar alıyordu. Fakat geceleri ev sessizleştiğinde, herkes odalarına çekildiğinde Emine onu kütüphanede görüyordu. Eski deri koltukta oturmuş, elinde bir kadeh rakı, gözleri şömine alevlerinde kaybolmuş halde. Fazla içmezdi, sanki o kadehi yalnızca elinde tutmak, geçmişle bağını koparmamak içindi.
Bir gece Emine mutfağa su almaya inerken kütüphaneden bir ses duydu. Kısık, boğuk bir ses. Duraksadı. Gitmeli miydi yoksa saygı gereği uzak mı durmalıydı? Merakı galip geldi. Kapıyı nazikçe tıklattı.
“Efendim, her şey yolunda mı?”
Sessizlik. Sonra Davir’in boğuk sesi girine. Kadın kapıyı aralayıp içeri girdi. Davir her zamanki koltuğunda oturuyordu ama bu kez farklıydı. Omuzları düşmüş, yüzü yorgundu. Elindeki kadehi tutan parmakları hafifçe titriyordu.
Emine ne yapacağını bilemedi. Sadece karşısındaki kanepeye oturdu. Bekledi. Davir başını kaldırdı. O an Emine ilk kez o zırhın ardındaki adamı gördü. Acıyı, suçu, paramparça olmuş ama hâlâ dik durmaya çalışan bir ruhu.
“Eşimin nasıl öldüğünü biliyor musun?” diye sordu aniden.
Emine yavaşça başını salladı. Kadının öldüğünü biliyordu ama kimse ayrıntıdan bahsetmemişti.
Davir kadehten küçük bir yudum aldı. Sonra arkaya yaslandı.
“Üç yıl önceydi. O zaman hamileydi. Sekizinci ayında. Her şey yolundaydı. Doktorlar her kontrolün mükemmel geçtiğini söylüyordu. Ama bir gece aniden sancı başladı. Çok şiddetliydi. Hemen hastaneye götürdüm. Doktorlar tansiyonun tehlikeli şekilde yükseldiğini, acil sezaryen gerektiğini söylediler. Ben onlara güvendim. Ellerinden geleni yapacaklarına inandım.”
Bir an sustu, çenesini sıktı, gözlerini alevlere dikti.
“Kerem’i kurtardılar ama onu kurtaramadılar. Ameliyat masasında kan kaybından öldü. Ben dışarıda beklerken hiçbir şey yapamadan.”
Emine’nin kalbi sıkıştı. Söyleyecek kelime bulamadı. Böyle bir acıya söz yetmezdi.
Davir devam etti. Sesi çatlamıştı.
“Kendimi asla affetmedim. Yanında olamadığım için, hiçbir şey yapmadığım için sevdiğim kadını kaybettim ve kucağımda nasıl seveceğimi bilemediğim bir çocukla kaldım.”
Emine kaşlarını çattı. “Ne demek istiyorsunuz?”
Davir derin bir nefes aldı. Sanki kimseye söylemediği bir sırrı açığa çıkarıyordu.
“Kerem benim öz oğlum değil.”
O an hava dondu. Emine nefesini tuttu.
“Ne?”
“Eşim beni aldatmış. Ne zaman? Kiminle bilmiyorum. Gerçeği onun ölümünden sonra öğrendim. Vasiyet düzenlenirken yasal işlemler için DNA testi istedim. Sonuç geldiğinde Kerem’in benim kanımdan olmadığını gördüm. Ama bunu hiç kimseye söylemedim. Ne ailesine, ne avukatlarıma. Sadece bilmiyormuş gibi davrandım.”
Emine şaşkınlıkla baktı. Karşısında içinde çürüyen bir sırrın ağırlığını taşıyan bir adam duruyordu.
“Peki neden söylemediniz?”
Davir’in gözlerinde artık güç değil, kırılganlık vardı.
“Neden mi? Çünkü o sadece bir bebek. Emine, bu karmaşanın hiçbirini o istemedi. Henüz annesini bile tanıyamadan onu kaybetti. Ben nasıl yapabilirdim? Nasıl o çocuğa bakıp ‘Sen Şahiner soyadını hak etmiyorsun’ diyebilirdim?”
Emine’nin gözleri doldu. O anda bu evin duvarlarının ardında yaşayan adamı ilk kez gerçekten gördü. Sert iş adamını değil, acının içinde doğru olanı yapmaya çalışan paramparça bir insanı.
“Ama bu her şeyi kolaylaştırmıyor,” dedi Davir. Sesi her kelimede biraz daha kısılırken, “Ona baktığımda onu görüyorum. Sevdiğim kadını, bana ihanet eden kadını, yalanı görüyorum, gerçeği görüyorum. Kaybettiklerimi, bir daha asla sahip olamayacaklarımı görüyorum. Ve bu yüzden onun hak ettiği baba olamıyorum. Kucağıma aldığımda içimi yırtan bu acıyı susturamıyorum.”
Yorgun bir hareketle yüzünü ellerine gömdü.
“Korkak olduğumu biliyorum. Her gün ona yetimi biliyorum. Ama bunu nasıl düzelteceğimi bilmiyorum. Hayatımın en büyük ihanetini hatırlatan birini nasıl seveceğimi bilmiyorum.”
Odanın sessizliği ağırlaştı. Duvarların içine işlemiş bir acı vardı sanki. Emine gözlerini şöminenin alevlerine dikti. Ateşin dansını seyrederken konuşmaya başladı.
“Benim babam da öz babam değildir,” dedi. Sesi kısık ama kararlı.
Davir başını kaldırdı. Şaşkınlıkla ona baktı.
“Annem gençken başka bir adamdan hamile kalmış. Adam bunu öğrenince kaçmış. Annem tek başına kalmış. Parasız, kimsesiz, hamile. Sonra babamla tanışmış. Yani hep babam dediğim adamla. O başından beri gerçeği biliyordu ama yine de annemle evlendi. Beni kendi kızı gibi büyüttü. Bana soyadını verdi. Bana sevgiyi öğretti.”
Emine derin bir nefes aldı. Gözleri dolmuştu.
“Gerçeği on beş yaşımda öğrendim. Annemle tartıştıklarını duydum. Dünyam yıkıldı. Koşup odasına girdim. Ona bağırdım. Neden söylemedin? Neden babammış gibi davrandın dedim. Bir damla yaş yanağından süzülürken sesi titremedi. Bana baktı, yüzümü elleriyle tuttu ve dedi ki, ‘Kızım, bir erkeğin çocuk yapması kolaydır ama baba olmak her gün yeniden sevmeyi seçmektir. Zor olsa da, kırık olsa da, ben seni seçtim. Her gün seni seçiyorum.’”
İki yıl sonra bir iş kazasında öldü. Ama o sözler, o sözler beni hayatta tuttu. Çünkü anladım ki aile kanla değil seçimle olur. Varlıkla olur. Kalmayı seçen sevgiyle olur.
Davir sessiz kaldı. Gözleri Emine’nin yüzünden ayrılmadı. Her kelime adamın içinde bir yere dokunmuştu.
“Vay Davir,” dedi Emine hafifçe öne eğilerek, “Acınızı anlıyorum. Sevdiğiniz biri tarafından ihanete uğramanın nasıl bir şey olduğunu biliyorum. Ama Kerem, Kerem ihanet değil. O sadece bir çocuk, sadece bir babaya ihtiyaç duyan bir çocuk ve siz o seçebilirsiniz. Kan değil, sevgi izin verir buna.”
Davir gözlerini kapattı. O an Emine ilk kez o güçlü adamın yüzünde bir damla yaş gördü. Sessiz, ağır ama yılların bastırılmış acısını taşıyan bir damla. Uzun bir sessizlik oldu. Sadece ateşin çıtırtısı ve duvardaki saatin tıkırtısı duyuluyordu.
Aralarındaki hava değişti. Dramatik değil, yavaş. Sanki uzun bir kıştan sonra içeriye giren ilk ılık rüzgar gibi. Sonunda Davir gözlerini açtı. Emine’ye baktı. O bakışta teşekkür, saygı ve tarif edemediği başka bir şey vardı.
“Teşekkür ederim,” dedi sadece.
News
एक बेघर लड़की एक घायल और भूलने की बीमारी से पीड़ित अरबपति को बचाती है – आगे क्या होता है? …
एक बेघर लड़की एक घायल और भूलने की बीमारी से पीड़ित अरबपति को बचाती है – आगे क्या होता है?…
एक अरबपति मर रहा है – उसे बचाने वाला एकमात्र व्यक्ति वह भिखारी है जिसे उसने 10 साल पहले फंसाया था।
एक अरबपति मर रहा है – उसे बचाने वाला एकमात्र व्यक्ति वह भिखारी है जिसे उसने 10 साल पहले फंसाया…
एक अरबपति अपनी होने वाली बहू की परीक्षा लेने के लिए भिखारी का वेश धारण करता है – कहानी क्या होगी?
एक अरबपति अपनी होने वाली बहू की परीक्षा लेने के लिए भिखारी का वेश धारण करता है – कहानी क्या…
मां बाप को कंपनी से धक्के देकर बाहर फेंक दिया ! जब बेटे को पता चला। उसके बाद जो हुआ ?
मां बाप को कंपनी से धक्के देकर बाहर फेंक दिया ! जब बेटे को पता चला। उसके बाद जो हुआ…
बेघर बने अरबपति को सबने दुत्कारा, सिर्फ एक लॉटरी बेचने वाली लड़की ने उसे अपनी रोटी खिलाई।
बेघर बने अरबपति को सबने दुत्कारा, सिर्फ एक लॉटरी बेचने वाली लड़की ने उसे अपनी रोटी खिलाई। कहते हैं तकदीर…
कपड़े देखकर मज़ाक उड़ाया था लड़के का – पर जब सच्चाई सामने आई, तो लड़की के होश उड़ गए!
कपड़े देखकर मज़ाक उड़ाया था लड़के का – पर जब सच्चाई सामने आई, तो लड़की के होश उड़ गए! कहते…
End of content
No more pages to load







