“Yardım et, kovboy! Elbisemi çaldılar.” Adam, bunun hayatını sonsuza dek değiştireceğini bilmiyordu

.
.

“Kayıp Kalplerin Dansı”

Arizona’nın çorak topraklarında, güneş çıplak kayaları acımasızca yakarken, Kelep Takta Kör eğerinde öne doğru eğilmiş patikada ilerliyordu. 1876 yazıydı ve Kelep, 40’lı yaşlarının ortasında, derin çizgilerle dolu bir yüzle, geçmişin yüklerini taşıyarak bu bölgeden geçiyordu. Gözlerinin altındaki koyu halkalar, uykusuz gecelerin hatırasını taşıyordu. İç savaşta güney eyaletlerinin yanında savaşmış, ama savaş sona erdikten sonra geriye hiçbir şey kalmamıştı. Ailesi yoksullaşmış, mülklerini kaybetmişti. Kelep, evdeki sefaleti göğüsleyemeyerek batıya gitmeyi tercih etmişti.

Kelep, Colorado Nehri’nin parıltısını uzaktan gördüğünde, içindeki umutsuzluğu bir nebze olsun hafifleten bir şeyler hissetti. Ancak bu bölge, kimseye acımayan bir yerdi. Atı, suyu hissederek sinirli bir şekilde homurdandı. Kelep, hayvanın boynunu okşadı ve şapkasının siperini yüzüne gölge düşürmek için indirdi. Buralardan pek kimse geçmiyordu. Flagstaff’a giderken bu rotayı seçmesinin nedenlerinden biri de buydu. Yalnızlık, tam da istediği şeydi.

Birden, garip sesler dikkatini çekti. Dizginleri çekerek atının yavaş adımlarla ilerlemesini sağladı. Sesler giderek daha netleşiyordu; biri konuşuyordu ama bu dil İngilizce değildi. Dikkatle atından indi ve tabancasını çekerek yakındaki bir kayanın arkasına saklandı. Tehlikeden kaçınmak istiyordu. Tecrübesi ona vahşi batıda tedbirli olmanın hayat kurtardığını öğretmişti.

Virajdan sonra manzara açıldığında, nehrin küçük bir koyunda genç bir Kızılderili kadın beline kadar suda duruyordu. Uzun siyah saçları ıslak tutamlar halinde sırtına yapışmış, çaresizce etrafa bakıyordu. Kelep, bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etti. Kadının kıyafetleri kıyıda yoktu. Bakışlarını hızla çevirdi ve kayanın arkasına çekildi. Röntgenci olmak istemiyordu. Ancak, Nizhoni’nin çaresizliği, içindeki merhameti uyandırdı.

Kadının sesi tekrar duyuldu. Bu sefer daha yüksek ve umutsuzdu. Kelep, tereddüt etti ama kararını verdi. Deri ceketini çıkararak yüksek sesle ama sakin bir tonla konuştu. Kız, korkuyla sesin geldiği yöne döndü. Kelep, tehlike arz etmediğini belirterek serbest elini kaldırdı. Diğer elini de bakışlarını kararlı bir şekilde uzağa dikerken ona ceketi uzattı. Kızın gözlerindeki güvensizlik parlıyordu ama açlık daha güçlüydü. Yemeği ve suyu kabul etti.

Kelep, onu yerken izliyordu ve ona nasıl yardım edebileceğini düşünüyordu. En yakın yerleşim yeri günlerce uzaktaydı ve onu yalnız bırakamazdı. Sorun üzerinde düşünürken, ateşin ışığı kızın yüzünü aydınlatıyordu. 20 yaşından fazla olamazdı. Hatları inceydi, gözleri badem şeklindeydi. Kelep, onun gülümsemesini, sesinin nasıl olduğunu merak etti. Yıllardır ilk kez, kendi ihtiyaçları yerine başkasının ihtiyaçlarıyla ilgileniyordu ve bu düşünce onu şaşırttı.

Akşam karanlığı çökünce Kelep, gece için kamp kurmaya karar verdi. Yedek battaniyesini kıza uzattı. Kendisi ise eğeri yastık olarak kullandı. Yıldızların ışığı nehrin suyunda parlıyordu. Kelep, uzun yıllar sonra ilk kez kendini başka birinden sorumlu hissetti ve bu düşünce onu rahatsız etti. Eskiden bir ailesi vardı. Karısı ve küçük kızı, o cephede savaşırken savaş sırasındaki bir salgında ölmüştü. Eve döndüğünde onu bekleyen sadece iki mezar vardı.

Belki de batıya gitmesinin gerçek nedeni buydu; evde onu bekleyen acıdan kaçmaktı. Şimdi burada, bu yabancı kadın vardı. Bir şekilde tanıdık geliyordu. Sanki ruhunun eski bir telini titretmiş gibiydi. Şafağın ilk ışınları onu uyandırdığında, Nizhoni’nin çoktan uyanmış olduğunu ve nehir kıyısında oturup uzaklara baktığını fark etti. Kelep, kahve yaptı ve sessizce yanına oturdu, ona bir fincan uzattı. Kız, sıcak fincanı alarak hafifçe gülümsedi.

Güneş gökyüzünde yükselirken Kelep, işaretlerle ona Flagstaff’a doğru gittiğini ve onu da yanında götüreceğini anlatmaya çalıştı. Kız ona uzun uzun baktı, sonra başını salladı. Yolda Kelep, küçük bir Navaho yerleşimine rastladı. Orada kızın adının Nizhoni olduğunu öğrendi. Bu, Navajo dilinde “güzel” anlamına geliyordu. Kelep, bu ismin ona çok yakıştığını düşündü.

Kelep, Nizhoni ile birlikte köylülerle konuşurken, kızın hikayesini tercümanlar aracılığıyla yavaş yavaş öğrenmeye başladı. Nizhoni, yakınlardaki bir kabilenin şefinin kızıydı ve nehirde durup yıkanırken bir evlilikten kaçıyordu. Nişanlısının adamlarının onu takip ettiğini ve daha fazla ilerleyememesi için kıyafetlerini aldığını tahmin ediyordu. Kelep, bu alçakça hareketin haberiyle içinde öfkenin alevlendiğini hissetti.

Köylüler, kıza birkaç giysi verdiler ve Kelep’i şefin kızını kolay kolay bırakmayacağı konusunda uyardılar. Yaşlı bir Navaho, tercüman Kelep’i kenara çekti ve kabileler arasındaki işlere karışmamasını tavsiye etti. Beyaz adamlar yüzünden zaten çok fazla kişi ölmüştü ve şefin kızı bir beyazla kaçarsa bu ateşe benzin dökmek gibi olacaktı. Ancak Kelep, Nizhoni’yi ve hikayesini aklından çıkaramıyordu.

İki insan Flagstaff’a doğru yolculuklarına devam etti. Artık kelimeler olmadan da birbirlerini anlıyorlardı. Kelep, her akşam ateş yakıyor, avlanıyor ve yiyeceklerini kızla paylaşıyordu. Nizhoni ise ona şifalı bitkileri nasıl tanıyacağını ve hayvanların izlerini nasıl takip edeceğini öğretiyordu. Yavaş ama emin adımlarla aralarında garip bir sessiz bağ gelişiyordu.

Üçüncü gün kayalık bir platoda kamp kurdular. Ateşin etrafında otururken Nizhoni şarkı söylemeye başladı. Sesi, acı ve güzellikle dolu bir şekilde çöl gecesinde yumuşakça yükseliyordu. Kelep, sadece oturup şarkının içine işlemesine izin verdi. Kelimeleri anlamıyordu ama anlamını hissediyordu. Bu, özgürlük ve aşkın gücü hakkında eski bir Navajo şarkısıydı.

Dördüncü günün akşamında bir yılan bileğini ısırdığında Kelep yaralandı. Nizhoni hemen işe koyuldu. Bitkiler topladı, onlardan bir macun hazırladı ve yaraya sürdü. Kelep ateşler içinde yatarken, kız tüm gece boyunca ona baktı. Alnını serinletti ve garip melodili şarkılar mırıldandı. Adam, yarı uykuda sanki kadim bir gücün onun dokunuşu aracılığıyla içine aktığını hissetti.

Ateşli rüyalarında, savaş meydanına döndü. Silahların gümbürtüsünü duydu, barut kokusunu hissetti. Etrafında silah arkadaşlarının cesetlerini gördü. Sonra görüntü değişti ve karısını evlerinin verandasından el sallarken gördü. Kollarında küçük kızlarıyla. Kelep, onlara seslenmek, yaklaşan salgın hakkında uyarmak istedi ama sesi boğazında tıkandı. Vizyon tekrar değişti ve şimdi Nizhoni’yi gün batımında dururken gördü. Ona elini uzatıyordu. Sanki onu yeni bir hayata davet ediyormuş gibi.

Sabah ateş düştü ve Kelep zayıf ama zihni artık berrak olarak uyandı. Nizhoni yanında uyuyordu. Eli hala adamın kolunda duruyordu. Kelep, duygulanarak uyuyan yüze baktı ve ilk kez Flagstaff’ın gerçek varış noktası olmayabileceği düşüncesi onda şekillendi. Nizhoni, uyandığında Kelep’e kısmen işaretlerle, kısmen anlamaya başladığı İngilizce kelimelerle bir hikaye anlattı. Ona annesinin bir beyaz tüccarın kızı olduğunu, bir Navajo adamına aşık olduğunu anlattı.

Kelep, Nizhoni’nin hikayesini dinlerken, onun özgürlüğü için savaşmaya karar verdi. Kızın, nişanlısından kaçarken başına gelenleri duyduğunda, içinde bir öfke hissetti. Dördüncü günün akşamında, Kelep, Nizhoni’yi korumak için elinden gelen her şeyi yapmaya hazırdı. Bir sabah, köyden gelen çığlıklar onları uyandırdı. Nizhoni’nin çadırda olmadığı keşfedilmişti. Kız umutsuzca Kelep’e döndü. Kaçması için onu teşvik etti. Ancak adam kımıldamadı.

Kelep, Nizhoni’ye duyduğu saygı ve sevgiyle doluydu. Yıllarca geçmişinden ve duygularından kaçmıştı. Şimdi ilk kez uğruna savaşmaya değer bir şey olduğunu hissediyordu. Nizhoni’nin elini tutarak köyün ortasına girdi. Burada meşalelerin ışığında silahlı savaşçılar onları bekliyordu. Kabile şefi kızını beyaz adamla gördüğünde şaşkınlıkla öne çıktı. Nizhoni öne adım attı ve öyle bir güçle, öyle etkileyici bir şekilde Navajo dilinde konuşmaya başladı ki herkes sustu.

Kelep, Nizhoni’nin cesaretini gördüğünde, onun yanında durmanın ne kadar önemli olduğunu anladı. Kız, babasına Kelep’in onu kurtardığını ve ona asla zarar vermediğini açıklamaya çalıştı. Kelep, bu anın onun için ne kadar değerli olduğunu biliyordu. Kızın cesareti, onu başka birine dönüştürmüştü. Kelep, Nizhoni’nin elini sıkıca tutarak, “Seni koruyacağım.” dedi. Kız, gülümseyerek ona baktı. “Birlikteyiz.” dedi.

Kelep, Nizhoni’nin yanında durarak, onun için savaşmaya hazırdı. Kabile şefi, Nizhoni’nin cesaretine saygı göstererek, Kelep’in de bu yolda yanında olacağını kabul etti. İki gün sonra Kelep ve Nizhoni, kabilelerinin kutsamasıyla köyden ayrıldılar. Kelep, Nizhoni’nin özgür olduğunu biliyordu. Onunla birlikte yeni bir hayata adım atacaklardı.

Güneşin doğuşuyla birlikte, Kelep ve Nizhoni, yeni bir başlangıç yapmanın heyecanıyla doluydular. Kelep, yıllar süren yalnızlığın ardından, Nizhoni ile birlikte olmanın getirdiği mutluluğu hissetti. Her ikisi de geçmişin yüklerinden kurtulmuş, geleceğe umutla bakmaya başlamışlardı. Kelep, Nizhoni’nin yanında olmanın ona güç verdiğini anladı. Artık yalnız değildi. İkisi de birbirlerine destek olmanın ve sevginin gücünü keşfetmişlerdi.

Kelep, Nizhoni ile birlikte yeni bir hayat kurmanın hayalini kurarak, yollarına devam ettiler. Kızılderili kültürü ve gelenekleriyle dolu bir dünyada, birlikte mücadele etmeye, sevinçleri ve zorlukları paylaşmaya hazırdılar. Bu, yalnızca bir yolculuk değil, aynı zamanda kalplerinin de birleştiği bir yolculuktu. Kelep, hayatının sonsuza dek değişeceğini bilmiyordu ama Nizhoni ile birlikte olmanın ona getirdiği mutluluğu hissediyordu. Ve bu, hayatında hiç yaşamadığı bir duyguydu.

.