Yaşlı babasına LÜKS evinde yer VERMEDİ, ama yıllar önce nasıl BÜYÜDÜĞÜNÜ hatırlayınca DİZ ÇÖKTÜ.
.
.
Yaşlı Babasına Lüks Evinde Yer Vermedi, Ama Yıllar Sonra Nasıl Büyüdüğünü Hatırlayınca Diz Çöktü
Nuri Bey, bastonuna yaslanarak ağır adımlarla oğlunun yaşadığı görkemli villanın önüne geldi. Akşamın kızıllığı gökyüzünü kaplamış, kuşlar yuvalarına dönmeye başlamıştı. İçinde bir burukluk ve soğuktan titreme vardı. Yıllarını, emeğini verdiği oğlu Vedat, şimdi devasa bir malikanenin sahibi olmuştu. Ancak baba ile oğul arasındaki bağ, yılların hırsları ve gururları arasında kopmuş gibiydi.
Nuri Bey için Vedat’ın evine gelmek hiç de kolay olmamıştı. Onca gurura, onca kırgınlığa rağmen bir baba kapısını çalmak için yola çıkıyorsa, mutlaka yüreğinde taşıdığı bir sebep vardı. Yaşlılık yalnızlığı dayanılmaz kılmış, geceleri içini kemiren sessizlik onu oğlunun kapısına sürüklemişti.
Villanın bahçesine girdiğinde gözleri etrafa kaydı. Kocaman demir kapılar, düzgün kesilmiş çimler, şelale gibi akan süs fıskiyesi, garajda dizili pahalı arabalar… Bunların her biri, Nuri Bey’in çocukken Vedat’a aldığı küçücük bir oyuncak arabanın hatırasını canlandırdı. O zamanlar, Vedat’ın o oyuncağına olan mutluluğu, tüm yorgunluğunu alıp götürmüştü. Şimdi ise oğlu kendisine kapı aralayacak mıydı?
Nuri Bey derin bir nefes aldı. Elini zorlukla kaldırıp zile bastı. İçeriden melodik bir ses yankılandı. Dakikalar geçtikten sonra kapıyı hizmetçilerden biri açtı. Genç bir adam, gözleri yaşlı adamı tepeden tırnağa süzdü. “Buyurun, kimi aramıştınız?” dedi. Nuri Bey boğazını temizledi. “Ben Vedat’ın babasıyım. Onunla görüşmek istiyorum,” dedi.
Genç hizmetçi şaşırdı. Belki de böyle bir manzarayı beklemiyordu. Bir şey söylemeden içerideki başka birine seslendi. Kısa süre sonra Vedat kapıda göründü. Şık takım elbisesi, pahalı saati, elinde tuttuğu telefonuyla modern dünyanın parıldayan bir yüzü gibiydi. Göz göze geldiler. Yıllardır birbirine yabancı olmuş iki çift göz. Bir yanda yılların yükünü taşıyan derin çizgilerle dolu Nuri Bey’in gözleri, diğer yanda hırs, başarı ve biraz da öfkeyle sertleşmiş Vedat’ın bakışları.
Vedat dudaklarını büzdü. “Baba, ne işin var burada?” Bu sözler, Nuri Bey’in kalbine bıçak gibi saplandı. Çünkü o, “Hoş geldin baba,” demesini ummuştu. Sıcak bir sarılma, özlemle dolu birkaç kelime. Ama karşısındaki evlat, yabancı birini sorgular gibi konuşuyordu.
“Oğlum, sadece seni görmek istedim. Yalnızım, biliyorsun. İçeri girip biraz konuşalım istedim,” dedi titreyen sesiyle. Vedat başını iki yana salladı. “Baba, şu an misafirlerim var. Uygun değil. Hem biliyorsun, bizim aramızda çok şey yaşandı.” Nuri Bey’in gözlerinden yaşlar süzüldü. Elini bastonuna daha sıkı bastı. “Oğlum, ben senin babanım. Hangi mesele, hangi kırgınlık bir babayla oğul arasına bu kadar duvar örebilir?”
Vedat gözlerini kaçırdı. İçinde fırtınalar kopsa da gururu, hırsı ona engel oluyordu. Babasının yıllar önceki bazı sözleri, bazı kararları hala kalbinde bir sızı olarak duruyordu. Onları unutmak istemiyor, hatta bazen bu kırgınlık ona güç veriyordu. “Baba, benim hayatım farklı artık. Bu ev, bu düzen seninle aynı dünyada değiliz. Bunu kabullen artık.”
Bu sözler, Nuri Bey’i daha da yaraladı. Dizlerinin bağı çözüldü. Neredeyse yere düşecekti. Bastonuna tutunarak kendini zor ayakta tuttu. “Ben sana başka bir şey demem oğlum. Ama unutma, ne bu evin lüksü ne de şöhretin bir babanın duasının yerini tutar,” dedi ve yavaşça kapıdan geri çekildi. Vedat kapıyı kapatırken içinde garip bir sızı hissetti ama gururuna yenildi. Geri dönüp, “Dur, içeri gel,” diyemedi.
O gece Nuri Bey köhne evinde yatağa uzandığında gözlerini tavana dikti. Anıları zihnine hücum ediyordu. Küçük Vedat’ın ateşler içinde kıvrandığı bir geceyi hatırladı. Sobanın başında sabaha kadar nöbet tuttuğunu, komşudan borç alıp ilaç getirdiğini, oğlunu kucağına alıp, “Dayan oğlum, babam burada,” diye fısıldadığını. Oğlunun şimdi onu kapı önünde bırakmasına rağmen yüreği hala şefkatle çarpıyordu.
Nuri Bey gözyaşları içinde dua etti. “Allah’ım, benim oğlumu koru. Benim gönlüm kırık olsa da sen onu hayırlı yollardan ayırma.” Ama o gece Vedat evinin salonunda misafirleriyle eğlenirken bir an için babasının gözlerindeki o kırgın bakışı hatırladı. İçki bardağını dudaklarına götürdü ama boğazından geçmedi. Yutkunurken, “Ya ben yanlış mı yapıyorum?” diye içinden geçirdi. Ama hemen ardından kalbinin duvarlarını gurur taşları ördü. “Yok, o beni yıllarca anlamadı. Şimdi neden ben ona kapılarımı açayım?”
Vedat o gece misafirlerini uğurladıktan sonra koca salonun ortasında tek başına kaldı. Kristal avizelerin ışığı duvardaki tabloların üstünde yansıyor, her şey parıldıyordu. Ama içi babasının gözlerindeki o sistemden sonra karanlığa gömülmüştü. İçinde tarif edemediği bir huzursuzluk vardı. Telefonunu eline aldı, iş mesajlarına baktı. Sonra sosyal medyada gezinmeye başladı. Ama her şey ona boş geliyordu. Sanki hiçbir şey dikkatini dağıtamıyordu.
Akıl hep o kapının önüne gidiyor, babasının bastonuna yaslanmış, titreyen hali gözlerinin önünde canlanıyordu. Bir an çocukluğuna geri döndü. Vedat 7 yaşındaydı. Soğuk bir kış gecesinde evlerinin çatısından yağmur damlıyordu. Fakir bir evdi. Duvarları rutubetli, sobası eskiydi. O gece Vedat ateşler içinde kıvrandığında, babası sabaha kadar başında beklemişti. Cebinde para olmadığı için komşudan borç istemiş, sabah ezanıyla eczaneden ilaç alıp koşarak eve dönmüştü. Ayakları çamur içinde, üstü başı ıslaktı ama umursamamıştı. Oğlu iyileşsin yeterdi.
O anın sıcaklığı Vedat’ın içini kapladı. Ama hemen ardından yetişkin Vedat’ın zihnindeki başka bir anı geldi. 18 yaşındaydı. Üniversiteyi kazanmıştı ama başka bir şehre gitmek istiyordu. Nuri Bey oğlunun önünde oturmuş, “Oğlum seni okutmak isterim ama elimde imkan yok. Burada da üniversite var. Orada da okuyabilirsin. Lütfen bana yük olma,” demişti. Vedat o gün büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı. “Baba, sen bana hayallerimi dar ediyorsun. Hep senin imkanların yüzünden kısıtlanıyorum,” diye bağırmıştı. Nuri Bey sessizce oğlunun sözlerini dinlemiş, gözleri yaşarmıştı ama karşılık vermemişti.
O günkü kırgınlık, Vedat’ın kalbinde yıllarca büyümüştü. Vedat şimdi lüks evinin salonunda tek başına otururken kendi kendine mırıldandı. “O gün bana destek olsaydı belki her şey farklı olurdu.” Ama içinden bir başka ses ona şöyle fısıldıyordu: “Ya yıllarca sana yaptığı fedakarlıkları unutabiliyorsun?” Vedat başını ellerinin arasına aldı. Babasının yıllarca sırtında yük taşıdığı günler, işten döndüğünde ellerinin nasır içinde oluşu, Vedat’ın okul harçlığı için sabahlara kadar çalışması… Hepsi bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Ama gurur yine de içindeki sesi susturdu. “Hayır, bana engel oldu. Ben kendi tırnaklarımla bu noktaya geldim. Onun yüzünden yıllarca ezildim.”
O sırada Nuri Bey kendi evinde eski sobanın yanında oturuyordu. Evin duvarlarından soğuk sızıyordu. Bir tabureye oturmuş, sobanın azıcık ısısıyla ellerini ısıtmaya çalışıyordu. Duvarda gençlik yıllarında çektirdiği siyah beyaz bir fotoğraf asılıydı. Yanında gencecik eşi ve kucağında küçücük Vedat vardı. Nuri Bey gözlerini fotoğraftan ayıramıyordu. “Hanım, keşke sen olsaydın da oğlumla aramızdaki bu soğukluk girmeseydi,” dedi kendi kendine.
Yaşlı adam kalbinin derinliklerinde kırgınlık hissetse de oğluna kızamıyordu. Çünkü ona göre evlat ne yaparsa yapsın, bağrından kopan bir parçaydı. “O bana kızsa da ben onun için dua etmeye devam edeceğim,” diye düşündü. Günler böyle geçti. Vedat babasının kapıya gelişini unutmaya çalışsa da unutamıyordu. İş görüşmelerinde, toplantılarda bile aklı hep oraya kayıyordu.
Bir gün arabasıyla şehrin kalabalığında ilerlerken yol kenarında yaşlı bir adamın küçük bir çocuğa mendil sattığını gördü. Adamın yüzündeki çizgiler babasına benziyordu. O an kalbinde garip bir acı hissetti. Direksiyonu sıkıca kavradı. “Baba,” diye içinden geçirdi. Ama yine de eve döndüğünde kendisini eğlencelere, toplantılara, iş yoğunluğuna verdi. Sanki babasından kaçtıkça rahatlayacağını sandı. Ama bilmiyordu ki insan geçmişinden kaçamazdı. Çünkü geçmiş her gece rüyalarında kapıyı çalıp karşısına çıkacaktı.
Kış iyice bastırmıştı. Şehrin üstüne kar örtüsü düşmüş, sokak lambalarının altında taneler sessizce süzülüyordu. Nuri Bey evinin tek penceresinden dışarı bakıyor, düşen karları seyrederken içini garip bir yalnızlık kaplıyordu. Elleri titriyordu. Artık yaşlılık iyice kendini hissettirmeye başlamıştı. Sobaya odun atmak için doğrulduğunda birden başı döndü. Duvara tutunarak zorla kendini toparladı. “Herhalde soğuktandır,” diye mırıldandı ama aslında kalbindeki sancının giderek arttığının farkındaydı. Yıllar boyu çalışmaktan yıpranmış bedeni artık yavaş yavaş pes ediyordu.
Yatağa uzandığında gözleri yine duvardaki fotoğrafa takıldı. Yan yana gülümseyen eşiyle gençlik halleri. Kucağında ise minicik Vedat vardı. O fotoğraf Nuri Bey için hem bir teselli hem de en büyük yaraydı. “Oğlum, senin için her şeyimi verdim. Şimdi ise kapında kaldım. Ama olsun, yine de seni sevmekten vazgeçemem,” diye fısıldadı gözleri dolarak.
O sıralarda Vedat şirketinde büyük bir iş anlaşmasının peşindeydi. Masasının üzerinde dosyalar, bilgisayar ekranında rakamlar, yanında asistanı vardı. Ama zihni ne kadar yoğun olmaya çalışırsa çalışsın hep aynı noktaya gidiyordu. Babasının gözlerindeki o sitemli bakış. Bir gün toplantı sonrası eski bir mahalle arkadaşıyla karşılaştı. Çocukluk yıllarında birlikte büyüdüğü Cemil’di bu. Mahalledeki fakir ama samimi günlerin şahidi olan Cemil, yıllar sonra Vedat’ın ihtişamlı hayatına hayretle bakıyordu. “Vay be Vedat, koca iş adamı olmuşsun. Ama babanı hiç görmüyorum ortalıkta. Hala eski evinde mi yaşıyor?” diye sordu.
Vedat duraksadı. Kaşlarını çattı. “Evet, orada yaşıyor. Bizim aramız biraz soğuk,” dedi kısa keserek. Cemilse gülümsemeyi bırakıp ciddileşti. “O adam seni tek başına büyüttü be. Hatırlıyor musun? Okulda defterin yırtılınca sana yeni defter almak için üç gün fazladan çalışmıştı. Bizim hiçbirimizde o defterden yoktu. Sende vardı. Senin için elinden geleni yaptı.” Vedat’ın boğazı düğümlendi. Gözlerini başka yöne çevirdi. O an kalbine bir yük daha bindi.
Günler ilerledikçe Nuri Bey’in rahatsızlığı arttı. Artık sobayı yakacak gücü bile kalmamıştı. Mahalledeki komşular ara sıra yemek getiriyor, kapısını çalıp halini hatırını soruyordu. Ama o kimseye yük olmak istemiyordu. “Ben iyiyim, merak etmeyin,” diyordu. Bir gece ansızın fenalaştı. Göğsünde şiddetli bir ağrı hissetti. Yatağında doğrulmaya çalıştı ama olmadı. Elini göğsüne bastırıp derin derin nefes aldı. İçinden şu dua döküldü: “Allah’ım, canımı alacaksan kolay al. Ama oğlumu bana bir kez olsun bağışla. Bir kez sarılsın bana. Sonra ne olursa olsun.”
Gözleri yavaşça kapandı. O sırada Vedat lüks evinde arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Masada çeşit çeşit yiyecekler, pahalı içkiler vardı. Kahkahalar yükseliyordu ama Vedat’ın kahkahası hep yarım kalıyordu. Babasının son gördüğü hali gözünden gitmiyordu. Bir ara telefonuna mahalleden komşu bir kadının mesajı geldi. “Vedat Bey, babanız birkaç gündür çok rahatsız. Belki ilgilenirsiniz.” Vedat telefonu masaya bıraktı. İçinde fırtına koptu. Arkadaşları eğlenirken o derin bir sessizliğe gömüldü. “Gitmeli miyim? Yok. O bana zamanında destek olmadı. Ama ya gerçekten kötü durumdaysa?” İç savaşı dayanılmaz hale geldi.
O gece uyuyamadı. Gözlerini kapadığında babasının yıllar önceki halleri canlandı. İlkokul 1. sınıfta ona okuma yazmayı öğretmek için gece lambasının altında birlikte çalıştıkları anlar. Bayram sabahı cebine harçlık koyamadığı için üzülüp gizlice ağlayan babasını görmesi. Annesinin mezarı başında oğlunun elini sımsıkı tutarak, “Artık sadece sen varsın bana,” diyen adam. Hepsi birden yüreğine ağır bir taş gibi oturdu. Vedat sabaha karşı pencereden dışarı baktı. Şehir uykudaydı ama onun içi kıyamet gibiydi. “Baba, ben ne yapıyorum?” Ama hala bir adım atamıyordu. Gurur, zincir gibi ayaklarını bağlıyordu.
Nuri Bey ise o gece sabaha kadar nefes almakta zorlandı. Gözleri tavanda. Dudaklarından sadece şu cümle döküldü: “Oğlum.” Ve gözlerinden süzülen tek damla yaş yastığına düştü. Nuri Bey o gece sabaha kadar nefes almakta zorlandı. Gözleri tavanda. Dudaklarından sadece şu cümle döküldü: “Oğlum.” Ve gözlerinden süzülen tek damla yaş yastığına düştü.
Soğuk günler geride kalmamıştı. Kar hala şehrin üzerinde ince bir örtü gibi duruyordu. Nuri Bey’in evi bu beyaz sessizliğin ortasında daha da yalnız görünüyordu. İçerideki soba sönmüş, odalar buz kesmişti. Nuri Bey battaniyeye sarılıp yatağında yatarken ciğerlerini delen öksürükler birbirini takip ediyordu. Her öksürdüğünde yüzü kızarıyor, nefesi kesiliyordu. Komşusu Hatice teyze sabah erkenden kapıyı çaldı. İçeri girince yaşlı adamın halini gördü. Gözleri doldu. “Nuri, böyle olmayacak. Hastaneye gitmen lazım,” dedi. Ama Nuri Bey başını salladı. “Hastane bana fayda etmez Hatice bacı. Benim tek derdim oğlum, onu bir kez daha görmek.”
Hatice teyze iç çekti. O da biliyordu ki Vedat yıllardır babasını ihmal ediyordu. “Ne ara bu kadar uzaklaştı bu çocuk?” diye düşündü. Vedat ise sabah büyük bir iş toplantısına hazırlanıyordu. Aynanın karşısında kravatını düzeltiyor, saçlarını tarıyordu. Ama gözlerinin altındaki morluklar dikkat çekiciydi. Kaç gecedir doğru düzgün uyumuyordu. Toplantıya gittiğinde patron edasıyla konuştu. Rakamlar havada uçuştu ama zihni hep başka yerdeydi. O konuşurken birden babasının öksürük sesini hayal etti. İçini korku sardı. Bir an sessizliğe gömüldü. Asistanı yanından dürtünce toparlandı. Toplantı sonunda büyük bir anlaşma imzalanmıştı. Herkes Vedat’ı tebrik etti. Ama o masanın başında otururken içinden şu söz döküldü: “Babama gurur duyar mıydı?” Ama sonra yine gurur devreye girdi. “O bana destek olmadı. Ben bu noktaya kendi çabamla geldim.”
O akşam Vedat arabasıyla evine dönerken yol üzerinde küçük bir çocuk gördü. Çocuk yerde düşmüş, oyuncak arabasını toplamaya çalışıyordu. Vedat arabayı durdurdu. Çocuğa baktığında birden kendi küçüklüğü geldi aklına. Babasının ona bayramda aldığı kırmızı oyuncak araba. O günkü sevinci hala yüreğinin bir köşesinde canlıydı. Gözleri doldu. “Baba, sen bana az şey verdin ama en değerli şeyleri de senin elinden aldım,” diye düşündü.
O sırada Nuri Bey’in durumu ağırlaşmıştı. Komşular aralarında toplanıp karar verdiler. “Bu iş böyle gitmez. Vedat’a haber verelim.” Ama içlerinden bazıları çekiniyordu. Vedat babasına kapısını açmadı. Belki de yüz çevirmeye devam eder. Yine de Hatice teyze dayanamadı. Vedat’ın telefonunu aradı. “Oğlum, baban çok kötü. Gel gör artık.” Vedat’ın yüreği sıkıştı. Ama dudaklarından şu cümle döküldü: “Teyze, benim işlerim çok yoğun. En kısa zamanda uğrarım.” Telefonu kapattığında aslında içinde kopan fırtınayı gizlemeye çalışıyordu. Direksiyonu yumrukladı. “Ne yapıyorum ben?” diye bağırdı kendi kendine.
Gece yarısı Nuri Bey evinde tek başına yatarken göğsüne saplanan ağrı daha da arttı. Nefesi kesildi. Elini uzatıp yandaki bastona tutundu. Dudaklarından tek kelime döküldü: “Vedat.” Ama yanında kimse yoktu. Bir süre sonra kendinden geçti. Sabah olduğunda komşular kapısını çaldılar. Cevap gelmeyince içeri girdiler. Nuri Bey baygın haldeydi. Hemen ambulans çağırdılar. Haberi duyan mahalleli, “Yazık oğluna haber verelim,” dedi. Bu kez birkaçını birden Vedat’a ulaştı.
Vedat telefonu açtığında karşısında aynı cümle vardı: “Baban hastanede, durumu ağır.” Vedat’ın eli ayağı titremeye başladı. Kalbi göğsünden çıkacak gibiydi. İçinde yıllardır kurduğu bütün duvarlar bir anda yıkılmaya başladı. Arabasına atladı. Hastanenin yolunu tuttu. Direksiyonun başında ağzından şu cümleler dökülüyordu: “Ne olur Allah’ım, geç kalmamış olayım.”
Vedat gecenin ilerleyen saatlerinde hastanenin etrafında bir o yana bir bu yana dolaşıyordu. Zihninde babasıyla ilgili anılar birer film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Çocukluğunda babasının onu omzunda taşıdığı günler, hasta olduğunda sabaha kadar başında bekleyişi, okul harçlığını çıkarabilmek için sırtında yük taşıdığı zamanlar hepsi tek canlanıyor ve Vedat’ın kalbini sıkıştırıyordu. Ama bir yandan da yıllardır içine işlemiş gururu, lüks hayatının verdiği kibir, “Baba dediğin oğluna yük olmaz,” diye zihnine kazınmış bencil düşünceler pişmanlığın üzerine kara gölgeler gibi çöküyordu.
“Ben nasıl böyle oldum?” diye kendi kendine mırıldandı. Ellerini saçlarına götürdü. Aynada kendi yüzüne baktığında babasına ne kadar benzediğini fark etti. O an dizlerinin bağı çözüldü. Çünkü babasına kızdığı şeylerin aslında yıllar önce kendi hayatını inşa etmesine vesile olduğunu anlamıştı. Vedat hastaneye vardığında sabah olmuştu. Kapıyı tıklattı. İçeriye ağır adımlarla girdi ve Nuri Bey oradaydı.
O an baba ile oğul göz göze geldi. Vedat başını kaldıramadı. Yıllardır sert duruşunun ardında sakladığı bütün duvarlar yıkılmıştı. Dizlerinin üzerine çöktü. “Baba, ben hata ettim. Beni affet.” Nuri Bey’in gözleri doldu. Oğlunu o halde görünce elini uzattı, saçlarını okşadı. “Evlat, sen benim canımsın. Ben sana hiç küsmedim.” Vedat babasının ellerine sarıldı. Gözyaşları toprağa düştü. O an yılların kırgınlığı yerine yeniden doğan bir bağ vardı.
O gün Vedat kararını verdi. Babasını alıp köye değil, kendi evine götürecekti. Ama bu kez lüks odalardan birine değil, kalbinin en kıymetli köşesine. Babasının koluna girdi. Onu arabaya bindirdi. Yol boyunca birbirlerine bakıyor, gözlerinden akan yaşlarla konuşuyorlardı. Vedat şunu içinden geçirdi: “Ben yıllarca başarılarımı kendim kazandım sandım. Oysa babamın sırtında yükseldim. Onu unuttum. Ama artık hiçbir zaman yalnız bırakmayacağım.”
Vedat babası Nuri Bey’i yanına alarak İstanbul’daki o görkemli evine getirdi. Ama bu kez manzara bambaşkaydı. Evdeki odaların kapıları ardına kadar açıktı. Hiçbir köşe, hiçbir koltuk eski ihtişamını hissettirmiyordu. Çünkü kalbine işleyen hakikat, evin soğuk mermerlerinden daha gerçekti. O gece Vedat babasının yatağının baş ucunda sabaha kadar oturdu. Çocukken babasının sabahlara kadar başında beklediğini hatırladı. Artık roller değişmişti. Kendi kendine fısıldadı: “Ben lüks sandığım bu hayatta aslında en fakiriydim. Babamın sevgisini kaybedince anladım.”
Vedat’ın gözlerinden süzülen yaşlar sessizce babasının ellerine düştü. Bir hafta sonra köyden bir haber geldi. Nuri Bey’in eski komşuları Vedat’ın yaptıklarını duyunca köy kahvesinde konuşmaya başlamışlardı. “Vedat sonunda doğruyu bulmuş. İnsan servetiyle değil babasının duasıyla büyür.” Haber tüm köye yayıldı. Vedat Bey babasını geri aldı. Diz çöküp af diledi denildi. Bu sözler Vedat’ın kulağına geldiğinde ilk kez hayatta doğru bir şey yaptığını hissetti.
Vedat iş dünyasındaki toplantılarına artık babasını da götürmeye başladı. Eskiden utanırdı babasının köylü kıyafetlerinden, bastonundan. Ama artık gurur duyuyordu. “Bu benim babam. Ben onun emekleriyle büyüdüm,” diye tanıtıyordu. İş dünyasındaki insanlar şaşkına dönüyordu. Kibirli Vedat gitmiş, yerine mütevazı ve merhametli biri gelmişti. İlginçtir ki şirketi de babasının duasıyla daha çok bereketlenmeye başlamıştı.
Bir akşam Nuri Bey oğlunu yanına çağırdı. “Evladım, ben artık yaşlandım. Ömrümün son demindeyim. Sana bırakacağım en büyük miras mal değil, nasihattir.” Vedat dikkatle dinledi. “Sakın çocuklarına senin yaptığın hatayı yaptırma. Unutma evlat, babasız büyümez. Mal mülk geçicidir ama baba duası ömür boyu seninledir.” Bu sözler Vedat’ın kalbine kazındı.
Aradan birkaç ay geçti. Bir sabah Nuri Bey yatağında sessizce ruhunu teslim etti. Vedat babasının elini tuttuğunda artık buz gibiydi. Ama yüzünde huzurlu bir tebessüm vardı. Vedat dizlerinin üzerine çöktü, ağladı. “Baba, senin hakkını nasıl öderim? Keşke sana daha önce sarılsaydım.” Cenaze köyde yapıldı. Köylüler Vedat’ın gözyaşlarını görünce “Artık gerçek bir evlat oldu,” dediler. Cenazeden sonra köy meydanında insanlara şöyle seslendi: “Ben babamı kapımdan kovdum ama o bana kalbini kapatmadı. Bugün öğrendim ki insanın gerçek evi babasının duasıdır. Mal mülk bir gün biter ama baba sevgisi bitmez.”
Bu sözler orada bulunan herkesin yüreğine işledi. Vedat babasının mezarının başında diz çöktü. Elleriyle toprağı okşadı. Gözlerinden yaşlar süzüldü. “Baba, ben artık senin yolunda yürüyeceğim. Sen benim için sadece baba değil, gerçek öğretmendin.” O an gökyüzünde hafif bir rüzgar esti. Sanki Nuri Bey’in ruhu oğluna son kez tebessüm ediyordu. Vedat ayağa kalktı. Artık başka bir insandı. Kibrini geride bırakmış, babasının duasıyla gerçek serveti bulmuştu.
.
News
Sad News for Amitabh Bachchan Fans as Amitabh Bachchan was in critical condition at hospital!
Sad News for Amitabh Bachchan Fans as Amitabh Bachchan was in critical condition at hospital! . . Amitabh Bachchan’s Hospitalization…
Aishwarya Rais Shocking Step Sued with Bachchan Family & Move to Delhi Court for Linkup with Salman?
Aishwarya Rais Shocking Step Sued with Bachchan Family & Move to Delhi Court for Linkup with Salman? . . Bollywood…
कोच्चि दहल उठा: मछली पकड़ने वाली नाव के डिब्बे से 36 शव बरामद, सीमा पर छिपा चौंकाने वाला सच
कोच्चि दहल उठा: मछली पकड़ने वाली नाव के डिब्बे से 36 शव बरामद, सीमा पर छिपा चौंकाने वाला सच ….
एक अरबपति एक टोकरी में एक बच्चे को पाता है और सच्चाई उसे हमेशा के लिए उसकी नौकरानी से जोड़ देती है
एक अरबपति एक टोकरी में एक बच्चे को पाता है और सच्चाई उसे हमेशा के लिए उसकी नौकरानी से जोड़…
Avika Gor’s grand Wedding with Milind Chandwani on National TV with Tv Actors and Family
Avika Gor’s grand Wedding with Milind Chandwani on National TV with Tv Actors and Family . . Avika Gor and…
Chhannulal Mishra: Classical music legend Chhannulal Mishra passes away, last rites to be performed in Kashi!
Chhannulal Mishra: Classical music legend Chhannulal Mishra passes away, last rites to be performed in Kashi! . . India Mourns…
End of content
No more pages to load