Milyoner habersiz eve geldi… ve hizmetçinin kızına yaptığını görünce donup kaldı
.
.
Milyoner Habersiz Eve Geldi… Ve Hizmetçinin Kızına Yaptığını Görünce Donup Kaldı
Frankfurt’tan beklenenden erken dönen Henrik Müller, Grunevald’ın sessiz sokaklarında arabasını villanın önüne park ettiğinde saatine baktı: 14.30. Teknoloji dünyasının tanınmış CEO’su olan Henrik, son aylarda evinin sessizliğiyle baş başa kalmaya alışmıştı. Boşanmasından sonra hayatında büyük bir boşluk oluşmuştu. Claudia’nın ayrılışıyla evin duvarları daha da sessizleşmiş, pahalı mobilyalar ve İtalyan mermerleri arasında yankılanan yalnızlığı daha da belirginleşmişti.
Henrik anahtarıyla kapıyı sessizce açtı. Valizini merdiven altına bırakırken, uzaktan hafif bir su sesi duydu. Pınar’ın arabası hâlâ bahçedeydi; genellikle saat üçte evden ayrılan Türk hizmetçisi bugün biraz daha uzun kalmış olmalıydı. Üç yıldır Henrik’in yanında çalışan Pınar, güvenilirliğiyle biliniyordu. Hiç geç kalmamış, hasta olduğu günlerde bile işine gelmeye çalışmıştı. Ama Henrik birden, bu kadının hayatı hakkında ne kadar az şey bildiğini fark etti.
Sessizce mutfağa doğru ilerledi. Su sesi daha belirgin hale gelmişti. Mutfak kapısının aralığından içeriye göz attığında gördüğü manzara karşısında donup kaldı. Pınar, büyük bir plastik leğende küçücük bir bebeği yıkıyordu. Bebek belki sekiz-dokuz aylıktı. Pınar, bebeğin her bir parmağını özenle temizliyor, kulağına Türkçe türküler mırıldanıyordu. Bebeğin cildinde Henrik’in tıbbi bilgisi olmamasına rağmen normal olmadığını anladığı kızarıklıklar vardı. Kadının elleri nazik ve deneyimliydi.
Henrik bir adım daha attı, tahta zeminin gıcırdaması Pınar’ı irkiltti. Ellerini bebeğin üzerinde asılı bıraktı, derin bir nefes aldı ve Henrik’i görünce yüzü soldu. “Henrik Bey… Erken geldiniz,” dedi kekeleyerek. Henrik gözleriyle bebeğe, sonra Pınar’a baktı. Küçük kız, pembe kıyafetleriyle suya aldırmadan Henrik’e bakıyordu. Büyük kahverengi gözleriyle sanki ona bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
“Bu… nedir Pınar?” dedi Henrik, sesi soğuk çıkmıştı. CEO tonlaması devreye girmişti. Pınar paniğe kapıldı, bebeği sudan çıkarıp havluya sardı. “Bu benim kızım Zeynep,” dedi titrek bir sesle. “Kreşte bakıcı hasta oldu, başka yerden bulamadım.” Henrik şaşkındı. Üç yıldır çalışan kadının çocuğu olduğunu bilmiyordu. “Çocuğunuz olduğunu bilmiyordum,” dedi suçlayıcı bir tonla. Pınar cesaretini topladı: “Siz hiç sormadınız. Ben de özel hayatımı işe karıştırmak istemedim.”
Henrik bebeğe daha yakından baktı. Zeynep’in cildi sürekli kaşıntı çekiyormuş gibi kızarmıştı. Küçük elleri sürekli hareket halindeydi. “O hasta mı?” diye sordu Henrik, sesi yumuşamaya başlamıştı. Pınar’ın gözleri doldu. “Alerjisi var. Çok nadir bir türü. Özel bakım gerekiyor, özel ürünler…” Sesi kesildi. Henrik bu durumun karmaşıklığını kavramaya başlıyordu. “Neden mutfakta yıkıyorsunuz onu?” diye sordu. Pınar başını eğdi. “Evimizde sıcak su yok bu hafta. Kombi bozuldu, tamir için para yok…”
Henrik bir anda, bu kadının hayatında çok daha büyük bir mücadele verdiğini fark etti. Pınar’ın çantası açıktı, içinde pahalı görünen küçük şişeler ve krem tüpleri vardı. Henrik etiketleri okumaya çalıştı; bunlar reçeteli, özel üretim ilaçlardı. “Bu ilaçları nasıl alıyorsunuz?” dedi. Pınar utançla başını eğdi. “Bazen aç kalıyorum, kirayı geciktiriyorum, elektrik faturasını ödeyemiyorum…”
Henrik’in kafasında hesaplar dönmeye başladı. Pınar’a aylık 1.000 euro maaş veriyordu; Berlin standartlarında makul bir miktar. Ama Zeynep’in ilaçları ayda en az 800-1.000 euro tutuyordu. “Babası?” dedi Henrik. “Yok. Hamile olduğumu öğrenince kayboldu,” dedi Pınar. Henrik, Pınar’ın neden hiç tatil yapmadığını, neden hep fazladan iş aradığını anladı. Bu kadın sadece kendisi için değil, hasta bir bebeği için yaşıyordu.
“Doktor ne diyor hastalık hakkında?” diye sordu Henrik. “Doktor Weber diyor ki, eğer düzenli tedavi olursa Zeynep normal bir hayat yaşayabilir. Ama tedavi çok pahalı.” Henrik masanın kenarına yaslandı. Pınar anlatmaya devam etti: “Almanya’da göçmen olarak çok zor Henrik Bey. İnsanlar iyi, sistem iyi ama her şey çok pahalı.” Henrik, Pınar’ın günlük rutini gözünde canlandırdı. Her sabah Zeynep’i kreşe bırakıp Grunevald’a geliyordu. Akşam dönerken de aynı yol. Kreş ücreti, ulaşım masrafı, kira, faturalar, yemek ve pahalı ilaçlar…
“Başka gelir kaynağınız var mı?” dedi Henrik. “Akşamları komşuların evini temizliyorum, hafta sonu pazarda çalışıyorum. Ama Zeynep’in bakımı çok zaman alıyor.” Henrik hesapladı; Pınar günde en az 14 saat çalışıyordu ve buna rağmen zorla geçiniyordu. “Neden hiç söylemediniz?” dedi Henrik. Pınar’ın gözlerinde bir gurur parıltısı vardı. “İş ayrı, özel hayat ayrı Henrik Bey. Siz bana maaş veriyorsunuz, ben size hizmet ediyorum. Bu kadar basit.” Ama Henrik için artık o kadar basit değildi.
Henrik’in midesi bulandı. Zeynep’in babası bir Alman mühendismiş, hamileliği öğrenince “Bu senin problemin,” demiş ve kaybolmuş. “Doktorlar Zeynep’in ne kadar süre daha tedaviye ihtiyacı olacağını söylüyor?” dedi Henrik. “En az iki yıl daha, belki üç. Ama düzenli tedavi olursa altı yaşından sonra çok daha iyi olacak.” Henrik ayağa kalktı, mutfakta dolaşmaya başladı. İki yıl daha bu ilaçlar demek en az 20.000 euro demekti.
“Lütfen beni işten çıkarmayın,” dedi Pınar titreyen sesiyle. “Başka iş bulamam. Zeynep’in sürekli doktor randevuları var.” Henrik döndü ve kadına baktı. Pınar sadece hizmetçisi değildi; bir savaşçıydı. Hayatta kalmak için mücadele eden bir anne, kızı için her şeyi feda etmeye hazır bir kadındı.
Henrik mutfağın penceresinden Grunevald’ın bahçelerine baktı. Hayatı düzenli, öngörülebilir ve kontrol altındaydı. Ya da öyle sanıyordu. Pınar hâlâ Zeynep’i kucağında tutuyordu. “Pinar,” dedi Henrik. “Ben nasıl bir insan oldum böyle?” Pinar şaşırdı. “Ne demek istiyorsunuz?” “Üç yıldır benimle çalışıyorsunuz. Her gün evime geliyorsunuz. Ve ben sizin adınızdan başka hiçbir şey bilmiyorum.” Pınar Özdemir dedi kadın sessizce. “Kaç yaşındasınız?” “Otuz beş.” “Türkiye’nin neresinden geldiniz?” “İzmir.”
Henrik, Pınar’ın İngiliz edebiyatı mezunu olduğunu öğrendiğinde şaşkına döndü. “Mezun olduktan sonra öğretmen olmak istiyordum ama işsizlik çok fazlaydı. Buraya geldim, temizlik işine başladım.” Henrik’in zihninde son üç yılın görüntüleri geçti. Pınar’ın kitap raflarını özenle temizlediği, bazen İngilizce roman okuduğu anlar… “Dickens okuyordum,” dedi Pınar. “Great Expectations. Çok seviyorum onu.” Henrik’in içi sıkıştı. Kendisi bile o kitabı okumamıştı ama hizmetçisi Dickens okuyordu.
Zeynep ağlamaya başladı. Pinar ilaç zamanı dedi. Çantasından küçük bir şişe çıkardı. Üzerinde 89 euro yazıyordu. Sadece bu ilaç için ayda 270 euro… “Pinar, siz bana maaş artışı hiç istemediniz.” “İsteyemedim Henrik Bey. İşimi kaybetmek istemedim.” Henrik’in cep telefonu çaldı, iş ortağı arıyordu. Ama ilk kez işini ikinci plana attı.
“Bekleyin,” dedi Henrik. “Benim size sormam gereken çok şey var.” Pinar hâlâ onu patron olarak görüyordu. Ama Henrik artık bu mesafeyi kendisinin yarattığını anlıyordu. “Siz olsaydınız ne yapardınız? Birini üç yıl tanıyıp aslında hiçbir şey bilmediğinizi keşfetseydiniz?”
Henrik kararlı bir tavırla “Oturun Pinar. Artık patronunuz olarak değil, bir insan olarak konuşalım,” dedi. Pinar tekrar oturdu ama vücut dili hâlâ gergindi. Henrik derin bir nefes aldı. Hayatında hiç bu kadar net bir karar verme anı yaşamamıştı. “Pinar, ben size bir teklif yapacağım. Son üç yılda hayatıma kattığınız değer size ödediğim maaşın çok üzerinde. Yarın maaşınız 2.500 euro olacak. Zeynep’in tüm tıbbi masrafları benim üzerimde. Size ve Zeynep’e özel sağlık sigortası yaptıracağım. Doktor Weber’le görüşeceğim.”
Pinar’ın gözlerinden yaşlar süzüldü. “Ben bunu hak etmiyorum…” “Sen mi hak etmiyorsun? Üç yıldır hasta kızın için kendini feda eden, aç kalıp ona ilaç alan, sıcak su olmasa da onu temiz tutan anne mi hak etmiyor?” Henrik ayağa kalktı ve Pinar’a yaklaştı. “Bugün burada sadece bir hizmetçi ve patronunu görmedim. Bir anneyle kızını gördüm ve fark ettim ki ben bugüne kadar gerçekten hiç anne olmayı anlamamışım.”
Pinar hıçkırarak ağlıyordu. “Neden bunu yapıyorsunuz?” dedi. Henrik durdu, düşündü. “Belki de hayatımda ilk kez gerçek bir insanlık dersi aldım ve bu dersi veren öğretmen sen oldun.” Zeynep annesinin kollarında daha sakin görünüyordu. “Yarın doktor Weber’le randevu alacağım. Zeynep’in durumu hakkında detaylı bilgi almak istiyorum. Ve eğer özel bir klinikte daha iyi tedavi alabilirse oraya da gideceğiz.”
Pinar başını salladı, konuşacak halde değildi. “Ve Pinar,” dedi Henrik gülümseyerek. “Artık bana Henrik diyebilirsin. Beye gerek yok.” O anda Pinar beklenmedik bir şey yaptı. Zeynep’i bir kolunda tutarken diğer eliyle Henrik’in elini sıktı. “Teşekkür ederim,” dedi. “Ama en çok beni bir insan olarak gördüğünüz için teşekkür ederim.”
Henrik o an anladı ki bu hikayenin asıl değişen karakteri kendisiydi. Ancak Pinar elini Henrik’in elinden çekti ve geri adım attı. “Henrik, bu teklifler çok cömertçe ama ben sadece yardım almak istemiyorum. Gerçekten çalışmak istiyorum. Sizin şirketinizde çevirmen olarak çalışabilir miyim? İngilizce, Almanca ve Türkçe biliyorum. Size gerçek anlamda katkı sağlayabilirim.”
Henrik dona kaldı. “Hiç bu kadar ciddi olmamıştım,” dedi Pinar. “Üniversite mezunuyum. 6 yıldır buradayım ve hiç gerçek mesleğimi yapamadım. Ama artık Zeynep’in tedavisi güvence altına girerse ben de hayallerimi gerçekleştirebilirim.” Henrik gülümsemeye başladı. “Bir deneme yapalım. İlk başta yarı zamanlı olarak başlayabilirsiniz. Zeynep’in randevuları için esnek çalışma saatleri olur. Ama bir şartım var: Artık benim evimi temizlemeyeceksiniz. O işi başka birine vereceğiz.”
Pinar güldü. Henrik onu ilk kez gülerken görüyordu. Bu gülüş kadının yüzünü tamamen değiştiriyordu. Yorgunluk ve çaresizlik yerini umut ve heyecana bırakıyordu. “Ben size nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum,” dedi Pinar. “Teşekkür etmeyin, ben size teşekkür etmeliyim. Çünkü bugün bana en değerli dersi verdiniz.”
Zeynep annesinin kollarında gülümsemeye başladı. Henrik küçük kıza baktı ve ilk kez gerçekten onu gördü. Sadece hizmetçinin bebeği değil, Zeynep Özdemir olarak. “Doktor Weber’le yarın konuşacağım. Şirkette küçük bir ofis hazırlatalım. Zeynep’i de getirebilirsiniz, şirkette kreş alanı var.”
Bu gerçek olamaz… Bu gerçek Pinar. Belki de bundan sonra ikimiz de farklı insanlar olacağız.
İki ay sonra, Doktor Weber Zeynep’in durumunun belirgin şekilde iyileştiğini açıkladığında Henrik ile Pinar’ın dostluğu artık patron-çalışan ilişkisini çoktan aşmıştı. Pinar’ın şirketteki ilk çeviri projesi Türkiye’den gelen büyük bir anlaşmanın kapısını açtığında Henrik anladı ki bazen insana yatırım yapmak en kârlı yatırım olabilirdi. Zeynep ise artık çok daha sağlıklı bir bebek olarak iki dünya arasında büyüyecekti; annesinin cesaretini ve Henrik’in öğrendiği merhameti taşıyarak.
.
News
10वीं फेल लडकी ने करोडपति को कहा मुजे नोकरी दो 90 दिनो में कंपनी का नक्शा बदल दूँगी फिर जो हुआ!
10वीं फेल लडकी ने करोडपति को कहा मुजे नोकरी दो 90 दिनो में कंपनी का नक्शा बदल दूँगी फिर जो…
बुजुर्ग ने बोर्डिंग से पहले सिर्फ पानी माँगा एयर होस्टेस ने कहा “यहाँ भीख नहीं मिलती”
बुजुर्ग ने बोर्डिंग से पहले सिर्फ पानी माँगा एयर होस्टेस ने कहा “यहाँ भीख नहीं मिलती” एयरपोर्ट का माहौल हमेशा…
भिखारी को खाना बांट रहा था आदमी…तभी सामने आया उसका अतीत, लेकिन फिर जो हुआ
भिखारी को खाना बांट रहा था आदमी…तभी सामने आया उसका अतीत, लेकिन फिर जो हुआ एक इंसान अगर गलती करता…
मशहूर डॉक्टर बनने के बाद उनकी पूर्व पत्नी बीमार हो गई, तो उन्होंने गांव जाकर उसकी देखभाल की और फिर
मशहूर डॉक्टर बनने के बाद उनकी पूर्व पत्नी बीमार हो गई, तो उन्होंने गांव जाकर उसकी देखभाल की और फिर…
MİLYONER EŞİNİN MEZARINI ZİYARET ETTİ, AMA İKİ DİLENCİ İKİZ KIZ “İŞTE BİZİM ANNEMİZ” DEDİĞİNDE…
MİLYONER EŞİNİN MEZARINI ZİYARET ETTİ, AMA İKİ DİLENCİ İKİZ KIZ “İŞTE BİZİM ANNEMİZ” DEDİĞİNDE… . . Milyoner Eşinin Mezarını Ziyaret…
HERKESIN ÖNÜNDE: TEMİZLİKÇİ MİLYONERİN BEBEĞİNİ ARABANIN İÇİNDEN KURTARDI… SONRA SÖYLEDİĞİ SÖZLER
HERKESIN ÖNÜNDE: TEMİZLİKÇİ MİLYONERİN BEBEĞİNİ ARABANIN İÇİNDEN KURTARDI… SONRA SÖYLEDİĞİ SÖZLER . . HERKESİN ÖNÜNDE: TEMİZLİKÇİ MİLYONERİN BEBEĞİNİ ARABANIN İÇİNDEN…
End of content
No more pages to load