“İŞE YARAMAZ YAŞLI” DİYE GÜLDÜLER. AMA O MOTORU DAKİKALAR İÇİNDE TAMİR EDEREK MÜHENDİSLERİ SUSTURDU

.
.

İşe Yaramaz Yaşlı

Fikret Demirtaş, Kayseri Metal İşleme Fabrikası’nın devasa demir kapısında dururken, yıpranmış çantasını omzuna yerleştirirken derin bir nefes aldı. 70 yaşında, elleri korkudan değil, yıllardır hissetmediği bir duygu karışımından hafifçe titriyordu. Kaygı ve umut iç içe geçmişti. Onlarca yıl boyunca en çok sevdiği işten uzak kaldıktan sonra, nihayet önünde yeni bir fırsat belirmişti. Kır saçları özenle taranmış, aklaşmış sakalı dikkatle kesilmişti. En temiz gömleğini giymişti; iyi bir izlenim bırakmak istiyordu. Nasırlı ve yaşlanmış ellerinde, bir gece önce büyük bir dikkatle hazırladığı evrak dosyasını tutuyordu. Bugün bakım yardımcısı olarak ilk günüydü.

Gerçek yetenek ve deneyimini yansıtmayan mütevazı bir pozisyon olmasına rağmen, Fikret kalbinin derinliklerinde basit unvanın önerdiğinden çok daha fazlasını sunabileceğini biliyordu. Kapıdan geçtiğinde, güvenlik görevlisi ilgisizce okuduğu gazeteden gözlerini zar zor kaldırdı. Yeni çalışan hakkında gerçek bir ilgi göstermeden belgeleri sordu. Fikret, hala yeni basılmış kağıt kokusunu taşıyan çalışma karnesini uzattı. “Bakım yardımcısı olarak mı bu yaşta?” diye mırıldandı güvenlik görevlisi. Fikret, genç adamın yüzündeki küçümsemeyi fark etmedi değil; ama bu hayatının bu döneminde yeni bir mesleğe başlamanın garip ve rahatsız edici hissini bastırmaya çalıştı.

İçeri geçebilirsin,” dedi güvenlik görevlisi. “Müdür Cengiz Bey seni bekliyor. İçeri gir sağdan üçüncü kapı.” Fikret teşekkür etti ve fabrikaya doğru ilerledi. İçeride kulakları sağır eden makine sesleri, ağır metal kokusu ve her köşede çalışan insanların hareket halindeki enerjisi vardı. Bu ortam ona gençliğini hatırlattı; makinelerle çalıştığı, doğal yeteneğinin keşfedildiği ve saygı görmeye başladığı zamanları. Karşısındaki genç mühendisin kendisini nasıl karşılayacağını düşünürken içi titredi. İş görüşmesinde yeteneklerini ısrarla vurgulamaya çalışmamış, sadece çalışabileceğini ve öğrenmeye istekli olduğunu söylemişti.

Koridorda ilerlerken, yıllar önce terk ettiği dünyaya geri döndüğünü hissetti. Fabrikanın sesleri, kokuları ve ritmi ruhuna işlemiş gibiydi. Bu kez deneyimine rağmen en alt basamaktan başlıyordu. Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir değeri olmayan biri gibi yüreğinde bir sıkışma hissetti ama kararlılıkla bastırdı. Sonuçta hayat düşmekten sonra yeniden ayağa kalkmaktan başka nedir ki? Bakım atölyesine giden koridor, tam kapasite çalışan gürültülü makinelerin sürekli sesiyle doluydu. Fikret, çevresindeki her şeyi titiz bir dikkatle gözlemledi. Avucunu bildiği gibi tanıdığı ekipmanları hemen tanıdı. Bunlar, bir zamanlar yüzlerce kez söküp tekrar monte ettiği motorlardı. Arkasından genç bir ses onu durdurdu. Elinde tablet tutan ve çok daha önemli işleri olduğunu belli eden bir tavırla yaklaşan Cengiz’di bu.

“Fikret Bey olmalısınız,” dedi Cengiz. Gözleriyle yaşlı adamı tepeden tırnağa süzerken, müdür beyin bahsettiği yeni bakım yardımcısı, genç mühendis kendini soğuk ve resmi bir şekilde tanıttı. İlk andan itibaren hiyerarşik üstünlüğünü açıkça belli etti. Fikret kibarca elini uzattığında, Cengiz elini hızlıca sıkıp gözlerini atölyenin başka noktalarına çevirdi. “Açıkçası,” dedi Cengiz, doğrudan konuya girerek, “Sizin gibi yaşlı birini neden işe aldıklarını anlamıyorum. Burada tamamen bilgisayarlı sistemler ve ileri teknoloji kullanıyoruz. Güncel prosedürlere ayak uydurabileceğinizden şüpheliyim.” Bu sözler, Fikret’in beklediğinden daha derin bir şekilde yaraladı. Sessiz kaldı. Kendini savunmak isteyen gururunu yutkunarak bastırdı.

Bu işe sadece maddi nedenlerden dolayı değil, aynı zamanda kendisine hala bir amacı ve değeri olduğunu, bilgi ve deneyiminin modern ve teknolojik dünyada hala bir değere sahip olduğunu kanıtlamak için umutsuzca ihtiyacı vardı. “Anladım evladım,” dedi Fikret sakin bir sesle, gözlerindeki incinmeyi gizlemeye çalışarak. “Deneyeceğim.” “Denemeniz yetmez,” diye çıkıştı Cengiz, elindeki tableti göstererek. “Burada her şey hesaplı. Her şey dakik çalışır. Sizin gibi eski nesil insanlar genellikle adapte olamaz.”

Atölyenin arka tarafında üç genç mühendis teknik projeleri tartışırken Fikret’i fark etti. Biri diğerine bir şeyler fısıldadı ve hepsi kısı gülmeye başladı. “Size fabrikayı gezdireyim,” dedi Cengiz isteksizce. “Gerçi temizlik işlerinde çok gezmeye gerek yok.” Fikret bu sözleri duymazdan gelmeye çalıştı. Hayatı boyunca birçok zorlukla karşılaşmıştı ama hiçbiri bu kadar küçük düşürücü değildi. Bir zamanlar en büyük fabrikaların kapısında beklediği, en karmaşık sorunları çözmesi için davet edildiği günler gelmişti aklına. Şimdi ise temizlik personeli olarak bile zar zor kabul görüyordu.

“Ekipmanlarınız Alman yapımı değil mi?” diye sordu. Fikret bir motorun yanından geçerken Cengiz şaşkınlıkla döndü. “Nereden biliyorsunuz?” Sesi dedi Fikret sadece. “Her motorun kendine has bir sesi vardır.” Cengiz kaşlarını çattı. Yaşlı adamın beklenmedik bilgisine şaşırmış gibiydi ama hızla toparlandı. “Siz makine seslerinden anlamak yerine süpürgenizin sesine kulak verseniz daha iyi olur.”

Fikret Bey, ana atölyede ilerlerken Cengiz, Fikret’i teknik projeleri tartışan üç genç mühendise doğru yönlendirdi. Yaşlı adamın yaklaştığını fark ettiklerinde içlerinden biri diğerlerine alçak sesle bir şeyler fısıldadı ve hepsi saygısızca kıkırdamaya başladı. “Beyler,” dedi Cengiz grubun dikkatini çekerek, “Yeni temizlik ve düzen görevlimiz Fikret Bey’i tanıştırayım.” Bu tanıtım, zaten kötü olan durumu daha da aşağılayıcı hale getirdi. Mühendislerden biri bariz abartılı bir şaşkınlık ifadesiyle, “Yaşından dolayı üst düzey bir danışman sanmıştım,” diye alaycı bir yorum yaptı. Diğerleri, “Cengiz, tüm ekibi tanıştırırken zalimce güldüler. Barış, Serkan ve Taner bölgemizin bakım görevlerini size açıklayacaklar.” Taner grubun en genci olarak görünüyordu. Fikret’i tepeden tırnağa süzdü. Gözlerinde açık bir hor görme ifadesi vardı. Üst perdeden ve kibirli bir tonla sordu. “Gerçekten buradaki çalışma temposuna dayanabilecek misiniz? Burası dinlenme veya yavaş çalışma yeri değil.”

“Çalışabilirim evladım,” dedi Fikret basitçe. Göğsünde büyüyen aşağılanma duygusuna rağmen onurunu koruyarak. Serkan zehirli bir alayla araya girdi. “Süpürecek çok yer, düzenlenecek çok alet var. Umarım belinizde sorun yoktur.” Bu sefer kahkahalar daha yüksek ve daha saygısızdı. Atölyede yankılanarak diğer çalışanların meraklı bakışlarını çekti. Fikret, utanç ve bastırılmış öfkeden yüzünün kızardığını hissetti. Ama sessiz ve kontrollü kalmayı başardı. Hayatı boyunca çok daha kötü durumlarla karşı karşıya kalmıştı ve sakinliğini koruması gerektiğini biliyordu.

Eskiden diye başladı Barış, sanki bir çocuğa anlatır gibi, makine parçaları mekanikti. “Şimdi her şey bilgisayar kontrollü. Sizin zamanınızda ne kullanıyordunuz? Çekiç ve keski mi?” Üç genç adam kahkahalara boğuldu. Fikret’in gözünden tek bir anı canlandı. 40 yıl önce Almanya’dan gelen ve en karmaşık sorunu bile çözememiş mühendisler karşısında tüm bir fabrikayı kurtardığı gün, o zamanlar herkes onu alkışlıyordu. “Bir şey sorabilir miyim?” dedi Taner. Yüzünde alaycı bir gülümsemeyle, “Sizi buraya temizlikçi olarak almalarının nedeni ne? Hayırseverlik mi yoksa devlet teşviki mi?”

Fikret, boğazına düğümlenen acı yumruğa rağmen sakin kalmaya çalıştı. İş arıyordum. Onlar da bir eleman. Hepsi bu. “İlginç,” dedi Serkan arkadaşlarına göz kırparak, “Ben sizin yerinizde olsam emekli olup torunlarımla vakit geçirirdim. Neden burada bizim pisliğimizi temizleyerek kendinizi yoruyorsunuz ki?” Bu sorunun ardındaki alaycı tonu hisseden Fikret derin bir nefes aldı. Onlara eşinin ölümünden sonra nasıl yapayalnız kaldığını, oğlunun yurt dışında olduğunu, kızının ise kendi hayatıyla meşgul olduğunu anlatabilirdi ya da emekli maaşının kira ve faturalara zar zor yettiğini. Ama bunların hiçbirini söylemedi. “Üretken olmak istiyorum,” dedi. Sadece gözlerinde onurlu bir bakışla bir işe yaramak.

“O işe yarayacaksınız,” dedi Barış gülerek. “Bizim döktüğümüz her vidayı toplayarak.” Taner öne çıktı, elinde bir süpürgeyle, “İşte sizin yeni iş arkadaşınız,” dedi. Süpürgeyi uzatırken, “Duyduğuma göre ikiniz de aynı yaştasınız.” Atölyeyi dolduran kahkahalar, Fikret’in kalbindeki derin yaraya tuz basarken, yaşlı adam süpürgeyi aldı ve sessizce çalışmaya başladı. Cengiz, Fikret’i kullanımdan yıpranmış bir süpürge ve temel temizlik malzemelerini içeren bir dolaba götürdü. Resmi bir tavırla, görevinin tüm ortamı temiz ve düzenli tutmak olduğunu açıkladı. Mühendislerin değerli zamanlarını alet aramakla veya çalışmaları sırasında kirlere basarak harcayamayacaklarını söylerken sanki bir çocukla konuşur gibiydi. “Görevlerinizi anladınız mı?” diye sordu Cengiz, cevabı dinlemeden tabletiyle meşgul olarak. Fikret, talimatları anladığını onayladı ve süpürgeyi nasırlı elleriyle kavradı.

Onun deneyimi ve yeteneği için son derece aşağılayıcıydı. Ama her zaman olduğu gibi, işi mümkün olan en iyi şekilde yapmaya kararlıydı. “Başka bir şey?” diye sordu Fikret, gözlerinde gururunun kırıntılarını saklayarak. “Şimdilik yeterli,” dedi Cengiz omuz silkerek. “Tüm atölyeyi süpürün, aletleri düzenleyin, tezgahları temizleyin. Başka ne olabilir ki zaten?” Fikret, atölyenin zeminini titizlikle süpürmeye başlarken yakındaki genç mühendislerin konuşmalarını duyabiliyordu. Karmaşık projeler, sofistike ithal motorlar ve ileri teknolojiler hakkında konuşuyorlardı. Ve Fikret bunların hepsini onlardan çok daha iyi biliyordu. Ancak bu küstah gençler için o sadece temizlikten sorumlu yaşlı adamdı.

Çalışması sırasında Barış alaycı bir yorumda bulundu. Fikret’i çalıştıkları tezgahın yanından geçerken dikkatli olması konusunda uyardı. “Buradaki parçalar,” dedi gösterişli bir tavırla, “senin bir yıllık maaşından daha pahalı. Dikkatli ol tamam mı?” Fikret parçalara gizlice baktı ve hemen bir dizel motor bileşeninin tamamen yanlış monte edildiğini fark etti. Uygunsuz kurulum kesinlikle aşırı titreşime ve ekipmanın erken aşınmasına neden olacaktı. “Bir sorun mu var?” diye sordu Serkan, Fikret’in parçalara odaklanmış bakışlarını fark ederek. “Hayır, hiçbir sorun yok,” dedi Fikret kibarca. “Sadece çok güzel parçalar.” “Evet öyleler,” dedi Serkan kibirli bir gülümsemeyle. “Ve çok hassaslar. Bu yüzden ellerini kendine sakla tamam mı? Sadece süpürgenle ilgilen.”

Fikret içinden derin bir nefes aldı. Teknik konularda fikir beyan etme yetkisi veya güvenilirliği olmayan sıradan bir temizlik görevlisiydi. Artık sessizce çalışmaya devam ederek gelecekteki sorunları önleyebilecek bilgiyi kendine sakladı. Öğle tatilinde Fikret, mütevazı yemek kutusunu taşıyarak yemekhaneye gitti. Uzak bir masaya yalnız oturdu. Diğer masada projelerini ve profesyonel başarılarını hevesle tartışırken yüksek sesle gülen mühendisleri uzaktan izledi. Sessizce yemek yerken kariyeri boyunca tamir ettiği tüm sofistike motorları düşündü. Yarattığı ve uyguladığı devrim niteliğindeki yenilikleri hatırladı. O ortamda tamamen israf edilen tüm değerli deneyimini ve derin bilgisini düşündü.

Yanından geçen bir işçi, “İlk günün nasıl gidiyor dede?” diye sordu kibirli bir gülümsemeyle. “İyi gidiyor,” dedi Fikret yaşadığı onur kırıcı duruma rağmen sakin kalmaya çalışarak. “Alışıyorum.” “Alışmaya çalış,” diye güldü adam. “Çünkü bu yaşta başka iş bulamazsın.” Fikret gözlerini yemeğine indirdi. Yıllar önce bir Alman mühendislik dergisinde kendisi hakkında yazılan makaleyi hatırladı. “Türkiye’nin motor dehası” başlığını taşıyordu. Şimdi ise onu tanıyan kimse yoktu. Sadece yaşlı bir temizlikçiydi.

Fikret için ilk iş günü işkence edici bir yavaşlıkla geçti. Her görevi kusursuz bir titizlikle yerine getirdi. Atölyenin her köşesini süpürdü. Aletleri kategorilere ve işlevlere göre düzenledi. Tezgahları parlayıncaya kadar temizledi. Tüm bu süre boyunca gözlerini ve kulaklarını etrafındaki mühendislerin çalışmalarına dikti. Kolayca düzeltilebilecek küçük prosedür hataları gördü. Basit ve verimli yöntemlerle önemli ölçüde optimize edilebilecek süreçleri fark etti. Genç mühendislerin gereksiz yere karmaşık teorilerle zorlaştırdığı sorunlar için belirgin çözümler buldu.

Barış ve Taner bir tezgahın başında hararetli bir tartışma içindeydi. “Bu bağlantı noktasındaki titreşim sorunu,” diyordu Barış elindeki parçayı göstererek. “Ek bir titreşim sönümleyici gerektiriyor.” “Hayır,” diye itiraz etti Taner. “Sorun yazılımda. Kontrol algoritmasını yeniden yazmamız lazım.” Fikret aralarında birkaç metre mesafede yavaşça süpürerek dinliyordu. Sorunun ne titreşim sönümleyici ne de yazılımla ilgisi vardı. Mesele basitti. Montaj sırasında kullanılan vidaların torku yanlış ayarlanmıştı ama bu düşüncesini kendine sakladı.

Serkan laboratuvardan telaşla girdi. Elinde bir dizi test sonucuyla. “Yağ analizi sonuçları geldi,” dedi. Kağıtları tezgaha yayarak, “metal partikül oranı normalin üstünde. Motorun iç bileşenlerinden bir şey aşınıyor olmalı.” Üç genç mühendis sonuçlar üzerinde tartışmaya başladı. Her biri kendi teorisini öne sürerek. Fikret onların deneyimsiz gözlerinin göremediği şeyi görebiliyordu. Sorun motorun içinde değil, soğutma sisteminin bağlantısındaydı. Ama yine de sessiz kaldı. Sadece kendisine verilen mütevazı görevleri yerine getirdi.

“Yaşlı adam, sen hala burada mısın?” diye sordu Barış, Fikret’in varlığını aniden fark ederek. “Öğle yemeğinden sonra bu bölgeyi temizlemeyi bitirmiş olmalıydın.” “Öz dilerim,” dedi Fikret sessizce. “Hemen bitiriyorum.” “Daha hızlı çalışman gerekiyor,” diye ekledi Taner. “Yoksa gün sonunda yarısını bile bitiremezsin.” Fikret başıyla onayladı ve daha hızlı çalışmaya başladı. İçinde bulunduğu durumun ironisi onu derinden yaralıyordu. Bir zamanlar fabrika sahipleri onun dakikaları için binlerce lira öderdi. Şimdi ise genç mühendisler onun zamanının hiçbir değeri olmadığını düşünüyordu.

Günün ilerleyen saatlerinde Cengiz bir grup ziyaretçiyle atölyeye geldi. Fabrikaya yeni alınması düşünülen ekipmanları inceliyorlardı. Pahalı takım elbiseleri ve kendinden emin duruşlarıyla şirketin üst düzey yöneticileri oldukları belliydi. “Bu yeni sistem,” diye açıklıyordu Cengiz gururla. “Üretim kapasitemizi %30 artıracak.” Fikret bir köşeden izlerken sistemin tasarımındaki kritik bir hatayı hemen fark etti. Yükleme kapasitesi fabrikanın mevcut altyapısı için fazla büyüktü ve eninde sonunda ciddi arızalara yol açacaktı. Ama kim ona kulak verirdi ki?

Gün sonunda yorgun ve duygusal olarak tükenmiş bir halde atölyeden çıkarken Fikret, genç mühendislerin kahkahalarını duyabiliyordu. Hayat ona acımasız bir şaka oynamıştı sanki. Bir zamanlar ülkenin en saygın mühendisi olan adam şimdi onların çöplerini topluyordu. Fabrika kapısından çıkarken güvenlik görevlisi başını kaldırıp onu selamlamadı bile. Yaşlı adam, şehrin kenar mahallelerindeki mütevazı evine doğru yürürken zihninde binlerce anı canlanıyordu. Belki yarın daha iyi olurdu. Belki yarın biri onun gerçek değerini görürdü.

Öğle yemeğinden döndüğünde Fikret fabrikanın atmosferini tamamen değişmiş buldu. Havada olağanüstü bir telaş vardı. Koridorlarda yüksek sesler yankılanıyordu. Çalışanlar panik ve umutsuzluk ifadeleriyle oradan oraya koşuşturuyordu. “Ne oluyor?” diye sordu Fikret, yanından hızla geçen bir işçiye. “Ana motor durdu,” dedi adam soluk soluğa. “Tüm üretim hatları durdu. Müdür Bey çıldırmak üzere.” Fikret hızla ana atölyeye yöneldi. Fabrikanın ana motoru, tüm üretim bölümünü çalıştıran devasa ve sofistike bir makineydi. Almanya’dan ithal edilmiş bu yüksek değerli ekipman her dakika durduğunda şirkete binlerce lira kaybettiriyordu.

Atölyeye vardığında tam bir kaos manzarasıyla karşılaştı. Cengiz telefonla çılgınca bağırarak durumu üst yöneticilere açıklamaya çalışıyordu. Tüm üretim aniden durmuştu ve şirketin tüm bölümlerini etkileyen bir domino etkisi yaratmıştı. Sorunu hızla çözmek için baskı inanılmaz boyutlardaydı ve geçen her dakikayla katlanarak artıyordu. Barış, Serkan ve Taner hareketsiz kalmış motorun etrafında konumlanmış, yerde dağılmış tabletleri, teknik kılavuzları ve belgeleriyle çaresizce çözüm arıyorlardı. Önceki kendinden emin küstah ifadeleri yerini saf umutsuzluğa bırakmıştı. Fabrikanın normal işleyişini karakterize eden sürekli ve tanıdık gürültü, ortamın gerginliğini artıran korkutucu bir sessizlikle yer değiştirmişti.

“Serkan, sinirden soğuk soğuk terleyerek, ‘Sistemi yeniden başlatmayı denedik mi?’ diye sordu. Ulaştıkları umutsuzluk seviyesini gösteren basit bir soru. ‘Tabii ki denedik,’ diye çıkıştı Taner sinirle. ‘Resmi kılavuzda açıklanan tüm prosedürleri zaten denedik. Sorun çok daha ciddi ve karmaşık. Basit yeniden başlatmalarla çözülebilecek arızalardan değil.’ Fikret motorun olduğu alana yaklaşırken, yakındaki bir tezgahta aletleri düzenliyormuş gibi yaparak gizlice ekipmanı inceledi. Deneyimli gözlerle makineye baktı ve hemen problemin doğasını gösteren belirtileri tespit etti.

“Yağın akış şekli, havadaki özel koku ve durmadan önce üretilen gürültü tipi, bunların hepsi derinlemesine bildiği semptomlardı.” “Teknik servisi aradım,” dedi Barış. “Ancak en erken yarın sabah gelebileceklerini söylediler. Özel parçaları İzmir’den getirmeleri gerekiyormuş.” Bu cevap Cengiz’i tamamen çileden çıkardı. “Yarına kadar bekleyemeyiz,” diye patladı. “Üretimi bu kadar uzun süre durduramayız. Yönetim kurulunun baskısı dayanılmaz olacak. Hepimizin işi tehlikede.”

Fabrika müdürü Kazım Bey öfkeyle atölyeye daldı. “Ne cehennem oluyor burada?” diye gürledi. “5 milyon liralık sipariş bugün çıkacaktı. Her dakika kaybı bize on binlerce lira mal oluyor.” “Çalışıyoruz efendim,” dedi Cengiz titreyerek. “Teknik servis yarın.” “Yarın mı?” Müdürün yüzü öfkeden kıpkırmızı oldu. “Yarın hepimiz işsiz kalacağız. Çözün şu lanet olası sorunu hemen.” Fikret sessizce izlemeye devam etti. Sorunun motor parçalarında değil, çok daha basit ve temel bir konuda olduğunu mükemmel şekilde biliyordu.

Birkaç dakika içinde bu tip ekipmanın iç işleyişini gerçekten anlayan biri tarafından çözülebilecek bir sorundu. Genç mühendisler panik içinde çeşitli teoriler öne sürmeye devam ettiler. Serkan yağlama sistemini kontrol etmeyi önerdi. Taner ise elektrik sistemini inceledi. Hiçbiri doğru noktaya yaklaşamıyordu bile. Fikret elinde tam çözümle duruyordu. Ancak herhangi bir yardım teklifinin küçümseme ve inançsızlıkla karşılanacağını da biliyordu. Yardım etmeli miydi yoksa onuru için sessiz mi kalmalıydı? Fikret arızalanan motorun gösterdiği tüm belirtileri anında tanıdı. Bu özel işaretleri, kendi elinin çizgilerini tanıdığı gibi biliyordu.

Benzer ekipmanlarla çalışarak geçirdiği onlarca yılın sonucu. Sorun ne karmaşıktı ne de pahalı özel parçalar gerektiriyordu. Uygun bilgiye sahip biri tarafından hızla çözülebilecek bir şeydi. Kalabalık motorun etrafında giderek artıyordu. Operatörler, hat şefleri ve hatta muhasebeden personel bile gelmiş, felaketin boyutlarını anlamaya çalışıyordu. Kulaktan kulağa fısıltılar dolaşıyordu. “Sipariş yetiştirilemeyecek. Müşteriler sözleşmeleri iptal edecek. Toplu işten çıkarmalar olabilir.” Fikret, müdür Kazım Bey’in telefonla konuşmasını duyabiliyordu. “Nasıl yani? Yarına kadar gelemezsiniz. Size ne kadar kaybettiğimizi söyledin mi? Her dakika on binlerce lira.”

Anlamıyorsunuz galiba. Motorun yanında dikilen Cengiz ve üç genç mühendis, durumun vahametini kavramış görünüyordu. Taner’in elleri titriyor, Barış belgeleri tekrar tekrar gözden geçiriyordu. Serkan ise panik içinde telefonla görüşüyordu. “Çaresiz kalmış gibi görünüyorsunuz,” dedi içlerinden bir ses. Dönüp baktıklarında fabrikanın yaşlı sahibi Tahsin Bey’i gördüler. 80’li yaşlarında, bastonuna yaslanmış, gözlerinde keskin bir bakışla onları süzüyordu. “Baba,” dedi Kazım Bey hızla yaklaşarak, “Senin burada ne işin var? Doktor dinlenmen gerektiğini söylemişti.”

Yaşlı adam, oğlunu aldırmadan doğrudan Cengiz’e döndü. “Bu kadar genç ve parlak mühendis bir motoru çalıştıramıyor mu?” Cengiz’in yüzü kızardı. “Efendim, bu sıradan bir motor değil. Alman yapımı özel bir model, teknik servis…” “Bahane istemiyorum,” diye kesti yaşlı adam sözünü. “Benim zamanımda biz kendi sorunlarımızı kendimiz çözerdik.” Fikret köşeden izlerken tuhaf bir bağ hissetti yaşlı adamla. Aynı kuşağın insanlarıydı. Ellerinin kirini yıkamadan eve dönmeyen, sorunu çözmeden vazgeçmeyen bir neslin.

“Taner telaşla, ‘Denediğimiz her şey başarısız oldu efendim,’ diye açıkladı. ‘Motor soğutma sisteminde bir anormallik olduğunu düşünüyoruz.’” Fikret içinden güldü. Sorun soğutma sisteminde değildi. Ana motor ile yardımcı sistem arasındaki senkronizasyon sorunu, ikincil kuplajdaki minimal bir yanlış hizalamadan kaynaklanıyordu. Bu normal çalışma koşullarında nadiren ortaya çıktığı için geleneksel kılavuzların yeterince ele almadığı özel bir durumdu. Tahsin Bey, öfkeyle bastonunu yere vurdu. “Sizin gibi gençler ellerinizi kirletmekten korkuyorsunuz. Her şeyi bilgisayarlarla halletmeye çalışıyorsunuz. Bazen bir motoru anlamak için onu hissetmek, koklamak, dinlemek gerekir.”

Kazım Bey, babasını sakinleştirmeye çalışırken bir yandan da Cengiz’e bakışlarıyla bir çözüm bulmasını emrediyordu. Barış, umutsuzca tüm olasılıkları saymaya başladı. “Yakıt sistemi kontrol edildi. Yağlama sistemi normal, elektrik bağlantıları sağlam, kontrol sistemi yeniden başlatıldı.” Fikret, elinde süpürgesiyle orada durmuş, bütün bu sahneyi izlerken içinde bir mücadele yaşıyordu. Onlara yardım etmesi, tüm deneyimini ve bilgisini kullanarak bu krizi çözmesi çok kolaydı. Ama sabahtan beri maruz kaldığı aşağılanma ve alay, onu sessiz kalmaya itiyordu.

“Belki de parçaları söküp yeniden monte etmemiz gerekir,” diye önerdi Serkan çaresizce. “O zaman günler sürer,” diye bağırdı Kazım Bey. “Bunu yapmaya zamanımız yok.” Fikret derin bir nefes aldı. Bu insanların onun yardımını kabul etmelerini sağlayacak cesareti bulabilecek miydi? Onuru bir kez daha incinmeyi göze alabilecek miydi? O gece Fikret, Konya’nın dış mahallelerindeki mütevazı evine kalbinde büyük bir duygusal yükle ve sırtında fiziksel ağrılarla döndü. Küçük evi, hayatının tüm faaliyetlerine uyguladığı aynı titizlikle düzenlenmişti. Basit ama tertipli.

Yıpranmış koltuğuna oturdu ve bakışlarını eski televizyonun üzerindeki tozlu bir fotoğrafa çevirdi. Fotoğrafta gençliğinde, mekanik tulumu içinde, başarıyla tamir ettiği dev bir motorun yanında parlak bir gülümsemeyle dururken görünüyordu. O uzak dönemde Türk endüstriyel mekaniğinin dahisi olarak tanınıp saygı görüyordu. Büyük şirketler onu teknik ekiplerinde bulundurmak için kıyasıya rekabet ederdi. Mükemmellik ve yetkinlik ünü tüm ülkeye yayılmıştı. En önemli iş insanları tarafından diğer profesyonellerin çözemediği sorunları çözmek için aranmıştı.

Gözlerini kapadı ve anıların nostaljik dalgalar halinde geri gelmesine izin verdi. Onlarca yıl önce hayalleri ve tükenmez enerjisiyle dolu genç bir adamken, Fikret Demirtaş karmaşık motorlar ve mekanik sistemlerin gerçek bir dehası olarak kabul ediliyordu. Usta eller, çalışan elleri tamir edemeyeceği hiçbir makine, çözemeyeceği hiçbir teknik sorun yoktu. Kariyerinin ilk yıllarında bile ülkenin en büyük ve etkili iş insanları tarafından yoğun bir şekilde aranan biri olmuştu. Küçük mutfağına giderek kendine çay demlerken ilk büyük profesyonel takdirini aldığı günü canlı bir şekilde hatırladı.

Büyük bir otomobil fabrikası doğrudan Almanya’dan devrim niteliğinde bir üretim hattı ithal etmişti. Ancak ana motorlar, Alman uzmanların bile tanımlayıp çözemediği karmaşık arızalar gösteriyordu. Fikret’i şirketin milyon dolarlık yatırımını kurtarmak için son umut olarak çağırmışlardı. Bu yatırım hızla şirket için astronomik bir zarara dönüşüyordu. Çayını yudumlarken o gün fabrikaya adım attığında gördüğü manzarayı hatırladı. Tamamen çaresiz bir Alman mühendis ekibi ve haftalardır duran sofistike makineler. Zarar her geçen gün katlanarak artıyordu. Fabrikanın direktörü mutlak bir umutsuzluk içindeydi. Devasa yatırımının finansal bir felakete dönüştüğünü görerek. Hissedarların baskısı muazzamdı ve projenin başarısızlığı nedeniyle şirketteki pozisyonu ciddi şekilde tehdit altındaydı.

“Ben o motoru dinlediğimde,” diye mırıldandı Fikret, “boş odaya onun bana ne söylediğini duyabiliyordum. Makineler konuşur, yeter ki insan dinlemeyi bilsin.” O günü hatırladıkça gurur ve hüzün karışımı duygular göğsünü sıkıştırdı. Motorları saatlerce incelemişti. Her bir bileşeni, her entegre sistemi, her teknik detayı analiz etmişti. Yüksek nitelikli yabancı teknisyenler son derece karmaşık teoriler tartışıp kocaman teknik kılavuzlara başvururken, o sadece izleyip dikkatle dinliyordu. Bulduğu çözüm o kadar zarif ve basitti ki oradaki herkesi tamamen şaşkına çevirmişti.

Sadece temel sistemde küçük bir ayarlama ve yakıt besleme sisteminde minimal bir değişiklikti. Yaklaşık iki saatlik odaklanmış çalışmanın ardından tüm karmaşık üretim hattı mükemmel şekilde çalışıyordu. Alman üreticinin orijinal özelliklerinden daha yüksek bir verimlilikle işliyordu. Avuçlarına baktı. Bir zamanlar harikalar yaratan eller şimdi yaşlılık lekeleriyle doluydu. O günlerde insanlar ona motor doktoru derdi. Şimdi ise sadece yaşlı temizlikçi olarak biliniyordu. Bir zamanlar Alman Otomotiv dergisi Derelde hakkında yazılan makaleyi hatırladı. “Türk Motor dehası Fikret Demirtaş’ın sıra dışı başarı hikayesi.”

Şimdi o kimdi? Süpürge tutan bir adam. Fabrikada bugün yaşananları düşündükçe kalbi ağrıdı. Çözümü biliyordu. O motor onunla konuşmuştu. Ama kimse onu dinlemeyecekti. Yatağına uzanırken yarın için bir karar vermesi gerektiğini biliyordu. Ya onurunu koruyup sessiz kalacak ya da bir kez daha reddedilme ve aşağılanma riskini göze alıp yardım teklif edecekti. Fikret, o unutulmaz gün otomobil fabrikasına vardığında tamamen kaybolmuş ve çaresiz Alman mühendislerden oluşan bir ekiple karşılaşmıştı. Milyonlarca liraya mal olmuş sofistike makineler haftalardır hareketsiz duruyordu ve şirkete her gün devasa zararlar veriyordu.

“Ben Fikret Demirtaş,” demişti fabrika müdürüne elini uzatarak. “Sorunla ilgilenmeye geldim.” Müdür Rüstem Bey, Fikret’i şüpheli bakışlarla süzmüştü. Beklediği kurtarıcı, pahalı, takım elbiseli, yabancı dillerde konuşan bir uzman olmalıydı. Karşısındaki mütevazı, görünümlü, sade giyimli adam değil. “Başmühendisimiz Hermit ile tanışın,” dedi Rüstem Bey isteksizce. “Size durumu açıklayacaktır.” Alman başmühendis, Fikret’e şüpheyle yaklaştı. Kırık Türkçesiyle, “Bu çok karmaşık sistem,” dedi. “Biz bile anlayamadık sorunu. Belki siz…” sözünü bitirmedi ama ima açıktı. Senin gibi yerel bir tamirci nasıl çözebilir ki? Fikret nezaketle gülümsedi. “Önce motorları dinlememe izin verin,” dedi basitçe. “Dinlemek mi?” şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Biz yüzlerce teşhis testi yaptık. Bilgisayar analizleri, yağ örnekleri, titreşim ölçümleri. Yine de…” dedi Fikret kararlılıkla. “Ben dinlemek istiyorum.”

Makine başında Fikret gözlerini kapatarak elini motorun üzerine koydu ve derinlemesine konsantre oldu. Odadaki mühendisler şaşkın bakışlarla birbirlerine baktılar. Bazıları gizlice gülümsedi. Bu ilkel yaklaşım onlara gülünç geliyordu. “Bu adam şaman mı, mühendis mi?” diye fısıldadı bir Alman teknisyen diğerine Almanca. Fikret’in anlayamayacağını düşün

.