“Milyoner Fakir Rolüne Girip Çalışanlarını Dener — Biri Beklenmedik Bir Şey Yapar”

.
.

Milyoner Fakir Rolüne Girip Çalışanlarını Dener — Biri Beklenmedik Bir Şey Yapar

Ahmet Özkan, Türkiye’nin en büyük tekstil imparatorluklarından birinin sahibi, 200 milyon TL değerindeki servetin arkasındaki adamdı. İstanbul Levent’te, gökdelenin 47. katında bulunan lüks ofisinde, milyonlarca lira değerindeki şirketinin yıllık raporlarını incelerken içini kaplayan boşluğu hissediyordu. Babasından miras kalan bu iş, ona paranın dünyadaki en önemli şey olduğunu öğretmişti. Ancak o gece, soğuk Aralık ayının kar yağışlı bir akşamında, hayatının en büyük dersini alacaktı.

Oturduğu koltuktan fabrikanın ana kapısına bakan güvenlik kameralarının canlı yayınına göz attı. Gece vardiyasında çalışan temizlik görevlisi Ayşe Demir’in, otobüs durağında büzüşmüş aç ve üşümüş bir evsiz adama alüminyum folyoya sarılı bir tost verdiğini gördü. Ayşe, soğuğu ve karı umursamadan adamın yanına oturmuş, on dakika boyunca sohbet etmişti. O an Ahmet’in kalbinde bir şey kırıldı. Bu kadın, saatte 15 TL kazanan, fabrikada tuvaletleri temizleyen, yorgun ve çaresiz görünen biriydi. Fakat o gece, Ahmet Özkan, kendisinin bugüne kadar hiç yapmadığı bir şeyi yapmaya karar verdi: Kendi çalışanlarını “fakir” rolüne girerek deneyecekti.

Ertesi sabah, Ahmet, Ayşe’nin Fatih’teki küçük ve bakımsız apartmanının önüne gitti. Eski, boyaları dökülmüş binanın önünde, elinde eski paltosu, yanında 8 yaşındaki kızı Zeynep ile yorgun adımlarla yürüyen Ayşe’yi gördü. O an anladı ki, hayatının tamamı boyunca zenginlik ve başarı peşinde koşarken, gerçek hayatın ne olduğunu hiç anlamamıştı.

Ahmet, özel asistanı Seda’dan gizli, 30 gün sürecek bir plan hazırladı. Kendisine yeni bir kimlik yarattı: Mehmet Kaya. Balıkesir’den İstanbul’a iş aramaya gelmiş, ailesini kaybetmiş, çaresiz ve yoksul bir adamdı. Yıpranmış kıyafetler aldı, sakal bıraktı, saçlarını koyu renge boyadı ve kambur yürümeyi öğrendi. Beyoğlu’nda küçük bir daire kiraladı, merkezi ısıtması olmayan, soğuk ve dar bir yerdi. İlk geceler donmak üzereydi. Ama o, gerçek çalışanlarının hayatını anlamak için bu zorluğu göze almıştı.

19 Aralık Pazartesi sabahı, Mehmet Kaya olarak Özkan Tekstil Fabrikası’nın kapısında durdu. Cebinde sadece 35 TL vardı; bu, 30 gün boyunca elinde tutacağı tek para olacaktı. İK müdürü Banu Arslan’a başvurdu ve depo ve temizlik işlerinde yardımcı olarak işe alındı. Saatlik ücret 15 TL, gece vardiyasıydı. Banu müdür, ona sistemdeki diğer işsizler gibi soğuk ve mesafeli davrandı.

İlk gün, Ahmet elleriyle ağır kutuları taşıdı, sırtında ağrılar hissetti. Depoda 8 derece soğukta çalışırken ter içinde kaldı. Elleri kabarcıklandı ama dayanıyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde, Ayşe’nin çantasından çıkardığı termos çayı ve ekmek arasına sürülmüş margarinle yapılmış tostunu gizlice izledi. Kadının yüzündeki yorgunluk, göz altındaki karanlık halkalar, kısa kesilmiş tırnakları ve pürüzlü elleri, onun hayat mücadelesini anlatıyordu. Ancak Ayşe, diğer çalışanlarla ilgileniyor, onların dertlerini paylaşıyor, adeta bir aile gibi davranıyordu.

Gece yarısı, Ayşe gizlice vardiya amirinin ofisine girdi ve masasına bir zarf bıraktı. Üzerinde “Gülseren Ak için, oğlunun ameliyatı için” yazıyordu. Gülseren, bir aydır işe gelmeyen yaşlı bir temizlik görevlisiydi ve 16 yaşındaki oğlunun omurga ameliyatı için 50.000 TL gerekiyordu. Ayşe, kimseye övgü beklemeden, sadece doğru bildiğini yapıyordu.

Ahmet, Ayşe’nin bu yardımını gördükçe içi sarsıldı. Kendi servetinin yanında, Ayşe’nin 600 TL’lik zarfa sahip olması, onun için bir öğle yemeği parasıydı; Ayşe için ise tüm aylık kirasıydı. Ahmet, Ayşe’nin hayatını daha iyi anlamaya başladı; ağrıyan sırt, yorgunluk, sürekli endişe ve hayat mücadelesi onun günlük rutini olmuştu.

Bir gece, depo vardiyasında kalp problemi olan 58 yaşındaki Veli Koçak fenalaştı. Ayşe, panikleyen çalışanlara önderlik etti, Veli’nin nabzını ve nefesini kontrol etti, ambulans çağırdı ve kalp masajı yaparak adamın hayatını kurtardı. Ahmet, bu anı hayranlıkla izledi. Ayşe, sadece temizlik görevlisi değil, aynı zamanda kalifiye bir hemşireydi. Ancak devlet hastanelerinde hemşireler gündüz çalışıyor, saatlik 18 TL kazanıyordu. Ayşe ise gece vardiyasında çalışmak zorundaydı çünkü küçük kızını bırakacak kimse yoktu.

Ahmet, Ayşe’nin hayatındaki zorlukları gördü ve onun için riskli bir adım attı. Sahte bir hikaye uydurarak, Ayşe’ye Balıkesir’deki kızının acil ameliyata ihtiyacı olduğunu, 15.000 TL gerektiğini söyledi. Ayşe, tereddüt etmeden cebindeki 3.000 TL’yi teklif etti. Bu, onun tüm birikimiydi. Ahmet, gözyaşları içinde “Bunu kabul edemem,” dediğinde Ayşe, “Edebilirsin ve etmelisin. Ben anneyim, ne hissettiğini anlıyorum,” diye yanıt verdi.

Ahmet, deneyimin son gününde fabrikadan ayrıldı ve gerçek kimliğine döndü. Ertesi sabah, İK müdürü Banu Arslan’ı çağırdı ve Ayşe hakkında tam rapor istedi. Ayşe’nin 3 yıldır sorunsuz, güvenilir, mesai saatleri dışında ekstra ücret almadan çalışan, örnek bir işçi olduğunu öğrendi.

Ahmet, şirketinde sistematik değişiklikler yapmaya başladı. Çalışanlar için zamlar, liyakate dayalı terfi sistemi, şirket kreşi ve eğitim programları hayata geçirildi. Ayşe, temizlik görevlisi olmaktan çıkarak iş güvenliği ve sağlık müdürü pozisyonuna terfi etti. Kızı Zeynep artık şirket kreşine gidiyor, Ayşe ise akşamları ona ödevlerinde yardımcı olabiliyordu.

Ahmet, Ayşe’ye yaşadığı deneyimi hiç anlatmadı ama aralarında karşılıklı bir saygı ve sevgi oluştu. Ahmet, zaman zaman Beyoğlu’ndaki küçük dairesine gidip gerçek hayatı hatırlıyor, paranın değil, insanlığın gerçek zenginlik olduğunu anımsıyordu.

Ayşe ve Ahmet’in hikayesi, zengin ile fakir arasındaki farkın cüzdanlarda değil, kalplerde olduğunu gösterdi. En büyük lüksün para değil, iyilik yapabilmek olduğunu kanıtladı.

.