Kimse CEO’nun engelli kızının partisine gitmedi — temizlikçinin oğlu sordu: Gelebilir miyim?

.

Bir Şehirde İki Yalnızlık: Aslı ve Deniz’in Hikayesi

Bebek’te boğaz hattında, ihtişamlı bir yalıda düzenlenen nişan partisi, şehrin en sessiz gecelerinden biriydi. Kristal avizelerin altında, pırlanta yüzükte parlayan ışıklar ve bekleyen 200 çift göz; hepsi Aslı Gürsoy’un vereceği cevabı merakla izliyordu. Tekerlekli sandalyesinin önünde diz çökmüş olan Emre, kadife kutuyu açmış, salondaki yaylı dörtlü müziği kesilmişti. Herkesin beklediği cevap, aslında Aslı’nın içindeki fırtınanın sadece başlangıcıydı.

Aslı’nın eli titriyordu. Söylemek üzere olduğu kelime, sadece bir “hayır” değildi; aynı zamanda o salonda bulunanların temsil ettiği her şeye karşı bir başkaldırıydı. O an, üç hayatın kaderi bir sessizlik anında asılı kaldı. “Hayır.” Kelime, cam bir yüzeye fırlatılan taş gibi düştü.

Küçük Bir Kızın Yalnız Doğum Günü

Aslı, 7 yaşındayken görünmez olmanın ne demek olduğunu öğrenmişti. Doğum günü partisi gerçek olamayacak kadar mükemmeldi: tavanlara kadar yükselen pembe balonlar, şeker çiçekleriyle süslenmiş üç katlı pasta, gümüş tepsilerde dizili Fransız tatlıları… Ancak kapı zili hiç çalmamıştı. Aynı apartmanda oturan ailelerin çocukları katılacaklarını söylemiş, ebeveynler davetiyelere nezaketle cevap vermişti. Ama öğleden sonra akşama dönerken, daire boş ve sessizdi.

Tekerlekli sandalyede oturan Aslı’nın elleri titriyordu. Babasına, bir yanlış yapıp yapmadığını, insanların onu sevip sevmediğini sordu. Türkiye’nin en büyük teknoloji şirketlerinden birinin CEO’su olan Cevdet Gürsoy, yüzlerce çalışanı yönetirken, kızının bu sorusu karşısında kendi dünyasının çatladığını hissetti.

Gün boyunca gelen özür mesajlarının hepsinin yalan olduğunu biliyordu. Nezaket kılığındaki korku, endişe kisvesindeki önyargı; hepsini tanıyordu. Kızının farklı olanı kabul etmeyen, kişiyi görmeden önce tekerlekli sandalyeyi gören acımasız bir dünyanın bedelini ödediğini biliyordu.

Kapıcı Çocuğunun Sürpriz Hediyesi

Tam o sırada kapı zili çaldı. Cevdet Gürsoy, apartmanın kapıcısı Ayşe Hanım ile, dizleri sıyrılmış, eski bir Beşiktaş forması giyen bir çocuk buldu: Deniz. Deniz, bir hafta önce oyun parkında unuttuğu oyuncak arabayı almak için gelmişti. Kapı aralığından balonları görünce, gözleri saf bir merakla parladı. Çocuklara özgü acımasız samimiyetle, doğum günü olup olmadığını ve partiye katılıp katılamayacağını sordu. Sesinde acıma, utanç ya da farklı olmanın ağırlığı yoktu; sadece pasta yeme, oyun oynama isteği vardı.

Aslı, tekerlekli sandalyesiyle salon kapısında göründüğünde, Deniz’in çekingen ama samimi “iyi ki doğdun” dileğiyle içinde sönmüş bir şeyler yeniden canlandı. Getirdiği sararmış gazete kağıdına sarılı, köşeleri kıvrık Küçük Prens kitabı bir hazineye dönüştü. Hiç kimse ona daha önce bir kitap vermemişti. Hiç kimse ona o şekilde bakmamıştı; sadece doğum gününde bir kız çocuğuymuş gibi, acı veren bir yük veya üzüntü kaynağı değilmiş gibi.

Kısa sürede Deniz, tekerlekli sandalyeyi terasta itiyor, birlikte şehrin o eşsiz manzarasını keşfediyorlardı. Annesiyle beklediği otobüs durağının manzarasından, Kartal’daki mahalle kasabından neşeyle bahsediyordu. Cevdet Gürsoy, kızından aylardır duymadığı kahkahaları ve cömert pasta dilimleri arasında, o gece hayatlarının 15 yılını aşacak, dünyanın aralarına inşa etmeye çalıştığı engellere direnecek bir dostluğun doğduğunu fark etti.

İki Farklı Dünya: Hizmetli Asansörü ve Gizli Ziyaretler

Deniz sonraki yıllarda Aslı’yı giderek artan bir sıklıkla ziyaret etmeye başladı. Ancak her zaman kapıcı girişinden, dar ve aynasız hizmetli asansöründen, temizlik ürünleri kokan gri koridordan geçiyordu. Bazıları için kapılar varken, diğerleri için farklı kapılar olduğu hissi rutin haline gelmişti.

Ayşe Hanım, işlerin böyle yürüdüğünü, kendilerine ait bir yerleri olduğunu ve buna saygı duymaları gerektiğini söylüyordu. Ancak 15 yaşına geldiğinde Deniz, omuzlarında keskin bir sınıf bilinci taşırken, bu durumu derinden rahatsız edici bulmaya başladı. Annesini her fedakarlığın bedelini bilen bir yoğunlukla seviyordu. O apartmandaki işin aileleri için ne kadar önemli olduğunu anlıyordu. Ama bunca yıllık dostluğa rağmen neden hala Aslı’nın dünyasına gizlice girmek zorunda kaldığını, varlığının utanç verici bir sır gibi görülmesini kabullenemiyordu.

Ayşe Hanım ise çok fazla savaş vermiş birinin yorgunluğuyla, dünyanın böyle işlediğini, yerlerini bilmeleri gerektiğini tekrarlıyordu. Deniz susuyordu ama o dilsiz isyanı, arkadaşına gizlice götürdüğü sütlaç kaplarıyla birlikte taşıyordu.

Bir Mayıs Gecesi: Dostluktan Aşka

Mayısın sıcak bir akşamıydı. Geleneksel dans adımlarını tekerlekli sandalyeye uygun şekilde uyarladıkları bir kutlama öncesi, dostluk çok daha büyük ve tehlikeli bir şeye dönüşüyordu. Aslı, okul partilerinde herkesin eşleşip dans ettiği, kendisinin ise spor salonunun bir köşesinden hep yalnız izlediği zamanlardan şikayet ediyordu.

Deniz, annesinin yaptığı sütlaçla ve Aslı’nın yüzünü aydınlatan o gülümsemeyle geldi. Tekerlekli sandalyeye uygun dans adımları doğaçladı. Apartmanın terasını, şehir ışıklarının süslediği özel bir kutlama alanına çevirdi. İkisi imkansız dönüşleri koordine etmeye çalışırken, Deniz ilk kez onun sol omzuna düşen saçlarına odaklandı; alt dudağını narinçe ısırmasını ve ona her gülümsediğinde midesinde oluşan o sıkı düğümü fark etti.

Cevdet Gürsoy, bir toplantıdan beklenenden erken geldiğinde ve ikisini terasta gülerken bulduğunda, neyin tehlikede olduğunu anında kavradı. O andan itibaren sevgi dolu baba, toplumsal sınırların acımasız bir bekçisi haline geldi. Deniz’in ziyaretleri seyrekleşmeye, hep gözetlenmeye, hep çok erken kesilmeye başladı. Cevdet Gürsoy asla zalim olmadı, asla açıkça konuşmadı ama sürekli varlığı, söylenmesi gereken her şeyi söylüyordu. Bu aşk, onun desteğini alamayacaktı.

Hayatın Dönüm Noktası: Üniversite ve Ayrılık

Yıllar sonra Deniz, üniversiteye başlamadan önce bir yılını tamamen çalışarak geçirdi. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde mimarlık okuyordu. Kimsenin lütfuna bel bağlamayı reddediyordu. Ünlü mimarların planlarında asla öncelik verilmeyenler için inşa etme konusunda sarsılmaz bir inanç taşıyordu. Gerçek kapsayıcı konut erişilebilirliği projenin başlangıcından itibaren düşünülmüş, sonradan ek bir uyarlama olarak değil.

Aslı ile dostluğu sürüyordu. Ama artık lüks rezidansın hizmetli asansöründen veya Cevdet Gürsoy’un tetikteki bakışlarından uzak, tarafsız bir alanda buluşuyorlardı. Karaköy veya Moda’daki gürültülü meyhanelerde, toplumsal etki projeleri üzerine bitmek bilmeyen sohbetlerin arasında, ikisinin de adını koymaktan kaçındığı aşk aralarındaki her boşluğu doldurmuştu. Yer çekimi gibi ağır ve kaçınılmazdı.

Ama kaderin başka planları vardı ve bu planlar, Aslı’nın koordine ettiği bir erişilebilirlik projesi için düzenlenen yardım balosunda ete kemiğe büründü. Aslı, Deniz’i kapıcının oğlu olarak değil, ödüllü kapsayıcı konut projesi belediye tarafından uygulanması düşünülen mezun bir mimar olarak getirmekte ısrar etti.

İtalyan takımlar ve yurt dışından prestijli MBA’ler üzerine sohbetlerin ortasında, Cevdet’in en büyük iş ortaklarından birinin varisi Emre, Deniz’i ilginç bir çeşitlilik vakası olarak gördü. Kapsayıcılık üzerine kurumsal söylem için uygun ama aslında o alanı eşitler gibi doldurmaya layık olmayan biriydi. Aslı, herkesi şaşırtan bir öfkeyle tepki verdi; Deniz’i Emre’yi geri püskürten keskin sözlerle savundu.

Salonun dışında, İstiklal Caddesi’nin kirli ama inatla parıldayan ışıklarının altında, Aslı yıllardır göğsünden taşan şeyi daha fazla susturamadı. Deniz, kalbi hızla çarparak ve elleri titreyerek onu 7 yaşındaki doğum gününden beri, o eski gazeteye sarılmış hediyeden beri hep sevdiğini itiraf etti. Aslı, 15 yıllık bekleyişi, inkarı, korkuyu yoğunlaştıran bir öpücükle karşılık verdi. İkisi de ağlarken, Cevdet’in buz gibi sesi geceyi kırık bir cam gibi yardı.

Baba Tehdidi ve Seçim Zamanı

Kızına hemen içeri dönmesini emretti ve Deniz’i özel ofisine çağırdı. Orada, oymalı ahşap kaplı duvarlar ve çerçeveli diplomalar arasında, sınıfın gücü en acımasız ve çıplak yüzünü gösterdi. Cevdet bağırmadı, sesini yükseltmedi; sesi sakindi, neredeyse nazikti. Bu da her şeyi daha da ürkütücü yapıyordu.

Şirketinin İTÜ’ye yaptığı milyonluk bağışlardan, bu finansmana bağımlı laboratuvarlardan, askıya alınabilecek araştırma burslarından bahsetti. Açıkça söylemeden, akademik denetimler talep edebileceğini, mezuniyet süreçlerini geciktirebileceğini, Deniz’in tam da mezuniyet töreninden önceki son döneminde bursunu askıya alabileceğini ima etti. Son darbesi ise binanın idari yapısında yeniden düzenlemeler olabileceğini, Ayşe Hanım’ınki gibi pozisyonların kriz zamanlarında her zaman ilk kesilecekler arasında olduğunu söyledi.

Şantaj açıktı. Apaçık kızının korunması adına Aslı’dan uzak durmak. Yoksa ekonomik istikrarın tehlikeye gireceği. Deniz karşı çıkmaya çalıştı; gerçek aşktan, haysiyetten, saygıdan bahsetti. Cevdet onu dinlerken küçümseyici bir sabırla gülümsedi. Sonra birkaç iyi seçilmiş cümleyle onu savunmasız bir mirasçıdan faydalanmak için doğru yaşı bekleyen fakir bir çocuk konumuna düşürdü.

Onuru kırılmış, iliklerine kadar aşağılanmış bir halde, Deniz o ofisten sırtında taşıması imkansız görünen bir yükle ayrıldı. Ayşe Hanım, binanın çalışanları arasındaki dedikodularla etkinlikteki öpücüğü öğrendiğinde, oğlunda hiç görmediği bir çaresizlikle patladı. Oğlunun karakterinden şüphe ettiği için değil, gücü elinde tutanlara karşı gelmenin acımasız bedelini çok iyi bildiği içindi.

Acı gözyaşları içinde, ilk kez kendi hikayesini anlattı. Deniz’in babasıyla yaşadığı imkansız bir aşk, bir hizmetçiyle olan ilişkisini asla kamuoyu önünde kabul etmeyecek bir adamın verdiği boş vaatler, hamilelikte terk ediliş ve yalnız yorucu bir mücadeleyle geçen bir ömür… Ayşe Hanım, dünyaya bırakılmayacak bir duygu uğruna onca fedakarlıkla koydukları her bir tuğlayı, inşa ettikleri her şeyi çöpe atmaması için oğluna yalvardı. Onu sevdiğini, mutluluğu için dua ettiğini söyledi. Ancak dünyanın çok acımasız, çok eşitsiz, çok adaletsiz olduğunu biliyordu.

Kendisi için her şeyden vazgeçen annesiyle, hayatından çok sevdiği kadın arasında kalan Deniz, 23 yaşındaki hiçbir gencin yapmak zorunda kalmaması gereken bir seçimle yüzleşmek zorundaydı. Annesi ve Aslı arasında, aşk ve hayatta kalma arasında, kalp ve mantık arasında, Deniz en çok sevdiği iki kadın için en az acı verecek olanı seçti.

Emirgan’da Son Buluşma ve Ayrılık

Aslı ile son bir buluşma ayarladı. Emirgan parkında, göl kenarında, hayaller ve gelecek hakkında o kadar çok sohbetin anlam kazandığı yerde. Orada, güneş İstanbul’un üzerine batarken ve suyu altın rengine boyarken, Cevdet’in ezici gücüyle başa çıkmasının imkansız olduğunu itiraf etti. Aslı’ya kırık bir sesle ve tutamadığı gözyaşlarıyla onu her şeyden çok, kendi hayatından bile daha çok sevdiğini söyledi. Ancak mezuniyetini feda edemeyeceğini ve annesinin işini riske atamayacağını ekledi. Ayşe Hanım’ın onun için yaptıklarından sonra onun yıkımına sebep olamazdı.

Aslı’nın alnını değerli bir şeyi sonsuza dek kaybetmeden önce koruyan bir hassasiyetle öptü ve arkasına bakmadan gitti. Çünkü biliyordu ki baksa gitmeye gücü kalmayacaktı.

Sessiz Mezuniyet ve Yalnızlık

6 ay sonra Deniz, akademik onur ve üstün başarı derecesiyle mezun oldu. İçinde bir gram sevinç kırıntısı olmadan. Sosyal projelere odaklanmış küçük bir mimarlık ofisinde işe başladı. Rutinini adeta müebbet hapse mahkum edilmiş gibi sürdürüyordu. Yüreği ölmüş, Emirgan parkındaki bir gölün kıyısına gömülmüştü sanki.

Şehrin diğer ucunda Aslı, otomatik pilotta yaşıyordu. Adeta doğru zamanlarda gülümsemek üzere programlanmış bir robot gibi. Emre ile bitmek bilmeyen akşam yemekleri, yardım etkinliklerinde fotoğraflar için hesaplı gülümsemeler, açılışlarda ve kokteyllerde zorunlu bulunma halleri…

Annesinin Sırrı ve Gerçek Kimlik

Bir gün, annesinin Paris’ten sürpriz ziyaretinde, her şeyi değiştirecek bir gerçeği de beraberinde getirdi. Elif, Anadolu’dan gelmiş işçi bir babanın ve aşçı bir annenin kızı olduğunu açıkladı. Cevdet Gürsoy’u henüz mütevazı kökenlerinden utanmayan genç bir mühendisken tanıdığını anlattı. O zamanlar halk meyhanelerine gider, yüksek sesle gülerdi. Fakat yeni yükselen teknoloji şirketleriyle zenginleşmeye başlayan ailesi, Elif’i gelecek vaadeden oğullarıyla evlenmek için kesinlikle kabul edilemez bulmuştu.

Elif, Cevdet’in zenginleştikçe nasıl değiştiğini, kendisinden, kökenlerinden ve temsil ettiği her şeyden nasıl utanmaya başladığını anlattı. Evlilikleri sonunda İstanbul elitinin acımasız beklentilerine tamamen uyum sağlamaya karar verdiğinde sona ermişti. Yıllar sonra sessizliği karşılığında para almanın utancını içinde taşıyan Elif, eski kocasının kızıyla da aynı duygusal şiddeti tekrarladığını itiraf etti.

Gerçek aşkı sosyal kabulle değiş tokuş etmek… Gözyaşları içinde Aslı’dan babasının korkusunun hayatının yollarını dikte etmesine izin vermemesini istedi. Kendi mutluluğunu teslim ettiğini ve onlarca yıl pişmanlık duyduğunu, kızının da aynı geri dönülmez hatayı yapmasını istemediğini söyledi.

Nişan Partisinde İsyan ve Skandal

Annesinin sözleri günlerce Aslı’nın zihninde yankılandı. Ama yapacağı şey sadece kendi hayatını değiştirmekle kalmayacak, aynı zamanda o şehri sevenler ve itaat etmek zorunda olanlar arasında bölen görünmez duvarlarda küçük bir çatlak yaratacaktı.

Bebek’teki lüks bir yalıda verilen nişan partisi, lüks bir dergi hayali gibi kurulmuştu. İthal çiçek aranjmanları, Vivaldi çalan yaylı çalgılar dörtlüsü, beyaz eldivenli garsonlar, İstanbul sosyal piramidinin en üstünü temsil eden konuklara Fransız şampanyası servis ediyordu.

Emre, özel dikim takım elbisesiyle küçük podyuma çıktı ve haftalarca prova ettiği mükemmel konuşmayı yaptı. Kadife kutuyu açtı ve Aslı’nın tekerlekli sandalyesinin önüne diz çökerek onunla evlenmeyi kabul edip etmediğini sordu. 200 çift göz onları izliyordu. Cep telefonları Instagram’a layık anı yakalamak için hazırdı.

O an Aslı, hayır dedi. Ardından gelen sessizlik mutlak boğucu, gerçek dışıydı. Emre duyduklarını anlamadan dizlerinin üzerinde dona kalmıştı. Salonun arka tarafında en önemli iş ortaklarıyla çevrili olan Cevdet Gürsoy, ayaklarının altından yerin kaydığını hissetti ve Aslı, mikrofonu istedi. Sesi titrek ama net bir şekilde, o seçkinlerin tüm temsilcilerinin önünde Emre’yi sevmediğini, asla sevmeyeceğini, herkesi inciten bir yalanla buraya kadar geldiği için üzgün olduğunu itiraf etti.

Ve sonra kalbi göğsünde patlayarak, 7 yaş doğum gününe kimse gelmediğinde ortaya çıkan eski bir gazeteye sarılı mütevazı bir hediyeyle gelen ama hiç almadığı tüm pahalı hediyelerden daha değerli olan çocuğu anlattı. Binanın kapıcısı Ayşe Hanım’ın oğlu Deniz’i, çocukluğundan beri sevdiği, tüm hayatını gerçekten paylaşmak istediği adam olarak herkesin önünde adlandırdı.

Mırıltılar hemen başladı. Şok ve skandal dalgaları salonu sardı. Cevdet yaklaşmaya çalıştı, sözünü kesmeye çalıştı. Ancak kızının, bir zamanlar kendisinin de kabul edilemez görüldüğünü, çok fakir, seçkinler için çok basit olduğunu, annesinden öğrendiğini anlatmasını duyunca tamamen dondu kaldı. Aslı, yüzünden yaşlar süzülerek ama sesi kararlı bir şekilde, kendi anne babasının mutluluğunu yok eden hatayı tekrarlamayı reddettiğini söyledi. Sevmediği biriyle bir ömür yaşamaktansa, o gösteriş dünyasından dışlanmayı bin kez tercih edeceğini söyledi.

Kimsenin bilmediği şey ise Elif’in Paris’e dönmeden önce kızına haber vermeden Deniz’e gizlice bir davetiye göndermiş olmasıydı. O anda, salon kapısında şaşkın bir halde sahip olduğu tek takım elbiseyi giymiş, sade ve dürüst haliyle belirdi. Aslı onu gördüğünde, skandalın yaşandığı salonda gözleri buluştuğunda, kesinlikle herkesin önünde hayatının tamamına dahil olmak isteyip istemediğini sordu.

Deniz, zehirli mırıltıların ve kayıt yapan onlarca cep telefonunun arasında o düşmanca salonu geçti. Tekerlekli sandalyenin önüne diz çöktü ve kendi sözleriyle, sesi titreyerek 8 yaşından beri hissettiği aşkı tekrarladı. Onun her zaman ve her zaman hayatının en önemli insanı olduğunu söyledi ve Aslı kabul etti. Herkesin önünde kabul etti. O ikilinin skandal yaratmış o seçkin salondaki öpüşleri, o şehrin tarihinde geri dönülmez bir dönüm noktası oldu.

Emre öfkeyle çıktı, dehşete düşmüş davetlilerin yarısını da peşinden sürükledi. Cemiyetin ileri gelen kadınları bu saçmalığı, sınıf farkı utancını konuşarak salondan ayrıldılar. Cevdet Gürsoy salonda hareketsiz duruyordu. Kızının bir zamanlar korku ve hırsla reddettiği şeyi seçtiğini görüyordu.

Yeni Hayat: Gerçek Erişilebilirlik ve Mutluluk

O geceden bu yana 3 yıl geçmişti. O gece, İstanbul cemiyetinin dedikodularına yılın skandalı olarak girmişti. Haliç kıyısındaki Eyüp Sultan bölgesinde, yeniden canlandırılmış arazide, eskiden sadece terk edilmiş ve yıkılmış bir fabrika varken, Deniz şimdi arkasında yükselen konut projesi hakkında çeşitli sakinler, aktivistler, belediye yetkilileri ve gazetecilerden oluşan bir kalabalığa konuşuyordu.

5 konut bloğu, 100 ünitenin tamamı titizlikle erişilebilir, yarısı sadece düşük gelirli nüfusa ayrılmış. İmkansız hayallerin gerçeğe dönüştüğünü gören bir coşkuyla bunun sadece bir konut değil, çok daha fazlasını temsil ettiğini anlattı. Her insanın fiziksel veya ekonomik durumuna bakılmaksızın kaliteli konuta erişme temel hakkı olan onuru temsil ediyordu.

Erişilebilirliğin sonradan bir adaptasyon değil, planın ilk çizgisinden itibaren mutlak bir tasarım ilkesi olduğunu vurguluyordu. Aslı Gürsoy’u doğaçlama sahneye davet ederken Deniz, onu karısı olarak değil, kentsel gelişimin kurucu ortağı, erişilebilirliği yasal bir zorunluluk değil, sosyal adalet meselesi olarak gören bir mimar ve şehir plancısı olarak tanıttı.

Kusursuzca tasarlanmış bir rampadan sahneye çıktı. Son yıllarda birlikte inşa ettikleri şeyin canlı ve somut bir sembolü olarak, sadece önyargıları aşan bir aşk hikayesi değil, bütün ailelerin hayatını değiştiren gerçek bir sosyal müdahale…

Baba ve Kapıcı Kadın: Affetmek ve Yeni Başlangıç

Küçük kalabalığın arkasında Cevdet Gürsoy, Ayşe Hanım’ın yanında duruyordu. Habersizce sadece açılışı görmek için gelmişti. Ayşe Hanım’a alçak bir sesle, pişmanlıkla dolu bir şekilde Deniz’in her zaman olağanüstü parlak, adanmış ve dürüst olduğunu itiraf etti. Bunu anlamasının çok uzun sürdüğünü, aptalca gururunun ve sosyal yargılanma korkusunun, kızının mutluluğunu neredeyse tamamen yok ettiğini kabul etti.

Çok acı çekmiş ama asla affetme yeteneğini kaybetmemiş bir bilgelikle Ayşe Hanım, “Neredeyse” kelimesinin tüm farkı yarattığını yanıtladı. Cevdet, o önemli nişan partisi gecesi onların birlikte olmasını engellememişti. Deniz’i salondan zorla çıkarabilirdi. Onları zorla ayırmak için tüm gücünü ve etkisini kullanabilirdi. Ama yapmamıştı ve bu ne kadar küçük görünse de bir başlangıçtı.

Resmi açılış töreninin ardından ilk aileler gözlerinde mutluluk gözyaşlarıyla dairelerinin anahtarlarını alırken, Cevdet çiftin yanına yaklaştı. Rahatsızca ve savunmasızlığa açıkça alışkın olmadığı belli olan bir şekilde, Deniz’den kendisine “efendim” demeyi bırakmasını rica etti. Gözle görülür bir zorlukla, kızını dünyanın acımasız yargılarından korumaya çalışırken aslında onu yaşamaktan, mutlu olmaktan, tamamlanmaktan koruduğunu itiraf etti.

Hayatta gerçekten neyin önemli olduğu konusunda tamamen yanıldığını söyledi. Deniz’in üniversite öncesi çalıştığı yılı, tek bir lütuf kestirme yol olmadan inşa ettiği kariyeri, tüm dünya kızını sadece ağıt yakılacak bir trajedi olarak görürken ona sunduğu gerçek ve saygılı sevgiyi anlattı. Denize elini uzattı. Affetmeyi beklemiyordu. Çünkü hak etmediğini biliyordu. Sadece alçak gönüllülükle yeni bir başlangıç. Kızını bu denli mutluluğa boğan adamı gerçekten tanıma şansı diledi.

Deniz, yıllarca kullandığı hizmetli asansörünü, o ofisteki üstü kapalı tehditleri, acı dolu feragatları, kaybedilen zamanı düşündü. Ama aynı zamanda Aslı’yı, birlikte kurdukları hayatı, aşılmaz gibi görünen uçurumların üzerine köprüler kurmanın gerçek olasılığını da düşündü. Derin bir nefes aldı ve Cevdet’in uzattığı eli sıktı.

Son: Mutluluğun Gerçek Tanımı

Aynı gece, yeni açılan konut kompleksinin panoramik terasında Aslı ve Deniz, İstanbul’un sonsuz bir ışık denizinde göz alabildiğine uzanmasını seyrediyorlardı. Basit gümüş yüzük sol elinde usulca parlıyordu. Partisiz duyurulan nişan, acele etmeden belirlenen düğün; onların zamanında, onların istediği gibi…

7 yıl önceki ilk partiyi, kusursuz beyaz elbiseyi, saatlerce dokunulmamış pastayı, sararmış gazeteye sarılı ucuz bir hediyeyle gelen zayıf bir çocuğun böldüğü o ezici yalnızlığı birlikte hatırladılar. Aslı, başını onun omzuna yaslayarak, o partinin aslında hiç yalnız olmadığını çünkü önemli olan tek davetlinin gelmiş olduğunu söyledi.

Deniz saçlarını öperek cevap verdi. Belki de tüm dünyanın bunca zaman yanlış yöne baktığını, tekerlekli sandalyeleri, sosyal sınıfları, ekonomik farklılıkları görmeye çalıştıklarını; oysa orada gerçekten görmek isteyenler için her zaman görünen şeyin sadece birbirini seven iki insan olduğunu söyledi.

Onları neredeyse sonsuza dek ayıracak bir şehrin üzerinde sarılırken, aşklarının toplumun kurduğu acımasız ve yapay engelleri sadece aşmakla kalmadığını, aynı zamanda onları biraz çatlattığını, ışığın geçebileceği yarıklar açtığını biliyorlardı. Ve belki de sadece belki de bu çatlaklar, gelecekte başkalarının da gerçekten oldukları gibi görülmesi, sevilmesi ve saygı duyulması için yeterince büyüktü.

Sadece onur, mutluluk ve seçecekleri kişiyi sevme şansı arayan insanlar… Aslı ve Deniz’in hikayesi, saygı, hayranlık ve bilinçli bir seçim üzerine kurulan gerçek aşkın, ön yargıdan her zaman daha güçlü, paranın gücünden daha kalıcı, dünyanın dayatmaya çalıştığı tüm gösterişli yüzlerden daha gerçek olduğunu kanıtladı. Bu hikaye sessiz fısıltılarla ve yüreklerdeki sarsılmaz inançla pek çoklarına ilham kaynağı oldu. Yeni umut tohumları ekti.

Son.

.
.