CEO BİR DİLENCİYE ₺1000 VERDİ. ERTESİ GÜN ONU, ÖLMÜŞ EŞİNİN MEZARINDA DUA EDERKEN GÖRDÜ

.

.

CEO BİR DİLENCİYE ₺1000 VERDİ. ERTESİ GÜN ONU, ÖLMÜŞ EŞİNİN MEZARINDA DUA  EDERKEN GÖRDÜ - YouTube

 “Yağmurun Ardından Gelen Sırlar”

İstanbul’un ıslak kaldırımlarında Kemal Yılmaz’ın adımları ağır ve yorgundu. Bebekten Beşiktaş’a doğru yürürken sağanak yağmur yüzüne acımasızca çarpıyor, ama o bunu hissetmiyordu bile. Hissettiği tek şey, 23 yıldır içinde taşıdığı derin boşluktu. Aylin’i kaybettiği o korkunç araba kazasından sonra hayatı durmuş gibiydi. Zengin bir iş adamı olarak sahip olduğu her şey — boğaz manzaralı yalısı, lüks arabaları, hesabındaki milyonlar — hiçbiri eşinin yerini dolduramıyordu. “Ne fark eder ki?” diye mırıldandı. Gözlerini kaldırıp bulutlarla kaplı İstanbul gökyüzüne bakarken şemsiyesini açmayı bile düşünmemişti. Belki de yağmurun acısını bir an olsun unutturmasını umuyordu.

Karanlık bir sokak köşesinde Kemal’in dikkatini bir şey çekti. Genç bir kadın, kollarında minik bir bebekle duvar dibine sığınmış, yağmurdan korunmaya çalışıyordu. Sırılsıklam olmuşlardı ikisi de. Kadının siyah saçları yüzüne yapışmış, bebeği korumak için kendi üşüyen bedenini siper etmişti. Bu görüntü Kemal’in kalbini derinden yaraladı. Aylin hep anne olmak istemişti. Çocuk sahibi olmayı o kadar çok hayal etmişlerdi ki ama kader izin vermemişti.

Hiç düşünmeden cebinden 500 lira çıkardı ve kadına doğru ilerledi. “Hanımefendi,” dedi yumuşak bir sesle. Kadının ürkerek başını kaldırmasına neden olarak, “Bunu alın. Kendinize sıcak bir çorba, bebeğinize süt alın. Bir otelde kalın bu gece.” Kadın gözleri yaşlarla dolu başını kaldırıp baktı. İri, koyu kahverengi gözleri sokak lambasının soluk ışığında parlıyordu. “Allah razı olsun beyefendi. Allah yolunuzu açık etsin.” O bakış, o gözler… Kemal bir an nefesinin kesildiğini hissetti. Bir tanıdıklık vardı o gözlerde. Açıklayamadığı bir şey, tıpkı Aylin’in gözleri gibiydi.

Kemal uzaklaşırken kadının ve bebeğin görüntüsü zihnine kazındı. Şişli’deki evine döndüğünde ıslak giysilerini değiştirdi. Ama o genç kadının gözlerindeki ifadeyi unutamıyordu. Uykuya daldığında yıllar sonra ilk kez Aylin’i gördü rüyasında. Eşi kollarında bir bebekle gülümsüyordu ona. Kemal yaklaşmaya çalıştı ama her adımda Aylin biraz daha uzaklaşıyordu. Uzattı ellerini, seslendi: “Aylin gitme. Lütfen beni yine bırakma.” Ter içinde uyandı. Saate baktı. Sabahın üçü. Kalbi hala hızlı hızlı atıyordu. Pencereye yürüdü. Hala yağan yağmuru seyretti. O genç kadın ve bebeği şimdi neredeydi? Neden bu kadar etkilenmişti ondan? Ve neden bunca yıl sonra Aylin rüyalarına geri dönmüştü? Bilmediği şey, hayatının o gece, o yağmurlu İstanbul sokağında sonsuza dek değiştiğiydi.

“Aylin,” diye fısıldadı karanlığa. “Bana bir şey mi söylemeye çalışıyorsun?”

Perşembe sabahı Kemal her zamanki gibi Üsküdar’daki mezarlığa gidiyordu. 23 yıldır aksatmadan sürdürdüğü bu ritüeli, İstanbul’un en fırtınalı günlerinde bile bozmamıştı. Arabasını mezarlık kapısının önüne park etti ve beyaz zambakları eline aldı. Aylin bunları çok severdi. Ölümden sonra bile kokularını duyabilirsin, derdi hep. Gökyüzü önceki gecenin yağmurundan sonra hâlâ kurşuni bir örtüyle kaplıydı. Nemli havayı ciğerlerine çekti Kemal. Mezar taşları arasından ilerlerken uzakta Aylin’in mezarı göründü. Ancak bu sefer farklı bir şey vardı. Mezarın başında diz çökmüş bir kadın, kollarında bebekle sessizce ağlıyordu. Kemal adımlarını hızlandırdı. Tanıdık bir siluetti bu. Önceki gece yardım ettiği kadın Aylin’in mezarı başında ne işi vardı?

“Siz…” Kemal’in sesi titredi. “Burada ne arıyorsunuz?”

Genç kadın başını kaldırdığında yüzündeki şok ifadesi gözlerden kaçmadı. Geceki yardımsever adam solgun teni daha da beyazladı.

“Ben… Ben annemi ziyarete geldim,” dedi titrek bir sesle.

Kemal’in kalbi sanki durdu. “Annenizi mi? Bu mezarda yatan benim eşim Aylin Yılmaz.”

“Biliyorum,” dedi kadın, gözlerindeki yaşları silmeye çalışarak. “Benim adım Elif. Ben bebekken evlatlık verildim. Birkaç ay önce öğrendim gerçek annemin Aylin Yılmaz olduğunu. Ölmeden kısa süre önce beni evlatlık vermiş.”

Kemal mezar taşına tutunmak zorunda kaldı. Dizleri titriyordu. Bu imkansızdı. Aylin’le hiç çocukları olmamıştı. Genç kadın ya deliydi ya da korkunç bir şaka yapıyordu.

“Saçmalama,” dedi sertçe. “Aylin’le hiç çocuğumuz olmadı. Bunu uydurarak ne elde etmeyi umuyorsun?”

Elif kucağındaki bebeğini daha sıkı sardı. “Bunu neden uydurayım? Ben de sizin kadar şoktayım. Evlat edinilmiş olduğumu hep biliyordum ama gerçek annemin kim olduğunu annem, yani beni büyüten kadın öldükten sonra öğrendim.”

Kemal kadının yüzüne, gözlerine dikkatle baktı. Önceki gece onu etkileyen o tanıdık bakış, Aylin’in gözleri gibiydi. Bu mümkün müydü gerçekten? “Eğer dediğin doğruysa,” dedi boğuk bir sesle, “neden Aylin benden bunu sakladı? Biz birbirimizden hiçbir şey saklamazdık.”

Mezarlıkta rüzgar esmeye başladı. Yapraklar uçuştu etraflarında. Elif’in bebeği huzursuzca kıpırdandı. Kemal kafası karma karışık kadına baktı.

“Evinize gidebilir miyiz?” diye sordu.

Elif, “Size göstermek istediğim bir şey var. Belki, belki o zaman bana inanırsınız,” dedi.

Kemal derin bir nefes aldı. Mantığı bu saçma hikayeyi reddetmesini söylüyordu. Ama yüreğinin derinliklerinde bir ses bu kadına kulak vermesi gerektiğini fısıldıyordu. Belki de Aylin’in rüyada ona görünmesi bir tesadüf değildi.

“Tamam,” dedi sonunda. “Arabam dışarıda. Gidelim.”

Aylin’in mezarına son bir bakış attı. 23 yıldır ilk kez mezardan ayrılmadan önce çiçekleri bırakmayı unutmuştu.

Bebekteki yalının salonu bir zamanlar mutlu günlere şahitlik etmişti. Şimdi ise sessizliğin hakim olduğu bir mekandı. Kemal semaverde kaynattığı çayı porselen fincanlara doldururken elleri titriyordu. Elif kucağındaki bebeği uyutmaya çalışıyordu.

“Bebeğin adı ne?” diye sordu Kemal sessizliği bozmak için.

“Eren,” dedi Elif, oğlunun alnını okşayarak. “Dalk oldu geçen hafta.”

Kemal fincanları uzatırken genç kadının yorgun yüzüne baktı. Çizgilerinde Aylin’den izler aramaya çalışıyordu. Belki de burnun kıvrımı ya da çene hattı.

“Bana göstermek istediğin şey nedir?” diye sordu, inanmak istemeyen ama merak eden bir ses tonuyla.

Elif titreyen elleriyle çantasından yıpranmış bir zarf çıkardı. Kenarları solmuş, katlanmaktan aşınmıştı. “Bunu evlat edinme evraklarımla birlikte buldum. Annem, beni büyüten annem öldükten sonra eşyalarını karıştırırken çıktı. Gizlice saklamıştı.”

Zarfı Kemal’e uzattı. Kemal zarfı açar açmaz kalbi sıkıştı. Bu ailenin el yazısıydı. O zarifçe kıvrılan harfleri binlerce kağıt arasında bile tanırdı.

Mektubu okumaya başladı:

“Sevgili kızım, eğer bu mektubu okuyorsan ben artık hayatta değilim demektir. Hayatımın en zor kararını vermek zorunda kaldım. Seni evlatlık vermek. Baban senin varlığından haberdar değil. Ona söylemek istedim. Defalarca dudaklarıma kadar geldi ama hayal bile edemeyeceğin şeyler oluyordu. Ailemizin var olmasını istemeyen tehlikeli insanlar vardı. Seni korumak benim mutluluğumdan daha önemliydi. Beni affet meleğim. Seni her zaman sevecek olan annen, Aylin.”

Kemal’in dünyası başına yıkıldı. Mektubu tekrar tekrar okudu. Her kelimede Aylin’in sesini duyar gibiydi.

“Tehlikeli insanlar mı?” diye mırıldandı. “Kimden bahsediyor? Neden bana anlatmadı? Yıllardır cevap arıyorum.”

Elif gözyaşlarını silerek, “Babamın siz olduğunuzu ancak başka belgeleri bulunca öğrendim. Bir ay önce İstanbul’a geldim ama sizi aramaya korktum.”

“Ya bebek?” dedi Kemal uyuyan çocuğa bakarak.

“Bu olası torunu muydu? Eren’in babası bir iş kazasında öldü. İnşaatta çalışıyordu. Dünyada yalnız kaldık.”

Elif başını öne eğdi. “Ya da öyleydik.”

Kemal ayağa kalktı, pencereye yürüdü. Boğazın masmavi sularına baktı. Aylin’in ona bir çocuk verdiğini, sonra da bunu sakladığını kabul etmek zordu. Ama şüphesi her geçen saniye azalıyordu. Elif’in gözlerinde gördüğü o ifade ve şimdi bu mektup…

“Tehlikeli insanlar,” diye tekrarladı. Aylin neden korkuyordu? Kim tehdit ediyordu onu?

Dönüp Elif’e baktı. Bir gün önce sokakta gördüğü yalnız, üşüyen genç kadın şimdi olası kızıydı. Hissettiği duygular karmakarışıktı: öfke, şaşkınlık, inanmazlık ve derin bir kayıp hissi. Kaybettiği yalnızca Aylin değil, kızıyla geçirebileceği 23 yıldı aynı zamanda.

“Bu gece burada kalın,” dedi yumuşak bir sesle. “Yarın ne yapacağımıza karar veririz. Aylin’in neden korktuğunu bulmalıyız.”

O gece Kemal çalışma odasında sabaha kadar oturdu. Aylin’in fotoğraflarına bakarak, “Neden sevgilim? Neden bana güvenmedin?” diye fısıldadı.

Ertesi sabah güneş Boğaz’ın sularını altın rengine boyarken Kemal uykusuz gözlerle telefonuna uzandı. Parmakları otomatik olarak çok iyi tanıdığı numarayı çevirdi. Üç zil sesinden sonra tanıdık bir ses cevap verdi. Selçuk Demir.

“Selçuk hemen görüşmemiz lazım,” dedi Kemal, sesi normalden daha gergin çıkarak. “Acil bir durum.”

Telefonu kapattıktan sonra kahvesini yudumlarken balkona çıktı. Misafir odasında uyuyan Elif ve bebeği Eren henüz uyanmamıştı. Ömrü boyunca alışkın olduğu düzenli hayat bir gecede altüst olmuştu. Dün gece hiç uyumamış, ailenin fotoğraflarına bakmış, evliliklerini yeniden gözden geçirmişti. Nasıl olmuştu da eşinin hamileliğini fark etmemişti? O aylarda ailenin davranışlarında değişiklikler olmuş muydu?

Düşünceleri yaklaşan araba sesiyle bölündü. Selçuk’un siyah Mercedes’i bahçe kapısından içeri girerken Kemal derin bir nefes aldı. 30 yıllık dostuna nasıl anlatacaktı bu karmaşık durumu?

“Bu saatte arayınca korktum,” dedi Selçuk Kemal’in çalışma odasına girerken. 55 yaşlarındaki avukat her zamanki gibi kusursuz giyimliydi.

“Ne oldu Kemal?”

Kemal durumu anlatmaya başladı. Elif’i nasıl bulduğunu, mezarlıktaki karşılaşmayı, Aylin’in mektubunu. Selçuk’un gözleri giderek büyüdü.

“İnanılmaz,” dedi avukat sonunda. “Ama neden şaşırıyorum ki? O kazadan beri bir tuhaflık olduğunu hep hissettim.”

“Ne demek istiyorsun?” Kemal arkadaşının yüzündeki ciddi ifadeyi fark ederek sordu.

“Aylin’in kaza yaptığı geceyi hatırlıyor musun? Hava açıktı, yol kuruydu. Polis virajda kontrolü kaybettiğini söylemişti ama…”

Selçuk duraksadı. “Ama ne?”

“Aylin dikkatli bir sürücüydü. O gece bir yere aceleyle gidiyordu. Polis raporunda çelişkiler vardı. Yolda yağ izi yoktu. Fren izleri anormal uzundu. Sanki kaza değildi,” diye tamamladı Kemal.

İçinden bir şeylerin koptuğunu hissederek Selçuk başını salladı.

“Sana söylemedim çünkü kanıtım yoktu. Acındaydın zaten. Ama şimdi bu genç kadın ve Aylin’in mektubu ‘tehlikeli insanlar’ diyorsa…”

Kemal masaya yumruğunu vurdu, porselen kalemliyi sarsarak. “Her şeyi öğrenmek istiyorum Selçuk. Aylin’in son aylarında neler olduğunu araştır. Doktorlar, görüştüğü kişiler, her şey. 23 yıl sonra zor olacak ama elimden geleni yapacağım.”

Selçuk, “Eski dosyaları çıkartacağım. Kazayı tekrar inceleyeceğim,” dedi.

Kapı hafifçe tıklatıldı ve Elif içeri girdi. Kucağında Eren’le.

“Sesler duydum, rahatsız ettiysem özür dilerim.”

“Gel,” dedi Kemal sandalyeyi işaret ederek. “Bu Selçuk Demir, avukatım ve dostum. Ona durumu anlattım.”

Selçuk genç kadını dikkatle süzdü.

“Vay canına,” diye mırıldandı. “Gözlerin tıpkı annene benziyor. Annemle ilgili gerçeği bulacağız.” Gözlerinde kararlı bir ifadeyle, “Aylin’in başına ne geldiğini.”

Elif yavaşça yaklaştı. “Bulacaklarımızdan korkuyorum. Ya gerçek, bilmemekten daha kötüyse?”

Kemal genç kadının elini tuttu. İlk kez kızına dokunduğunu hissetti. Tuhaf, yabancı ama aynı zamanda derin bir şekilde tanıdık bir duyguydu bu.

“Annen tehlikeli insanlardan bahsetmiş. Kimlerdi ve neden seni benden saklamayı tercih edecek kadar korktuysa bilmem gerek.”

Selçuk çantasını kapattı.

“İşe koyuluyorum hemen. Siz ikiniz dikkatli olun. Eğer Aylin doğru söylüyorsa ve birileri gerçekten tehlikeliyse…”

Cümlesini bitirmedi ama o da aniden soğumuş gibiydi.

Ve böylece Kemal, Elif ve Selçuk, Aylin’in ölümündeki sır perdesini aralamak için tehlikeli bir yolculuğa çıktılar. Geçmişin karanlık gölgeleri, yıllardır saklanan gerçekler ve aile bağlarının gücüyle örülü bu hikaye, İstanbul’un gizemli sokaklarında devam edecekti…