Herkes Bu Kızı Küçümsedi… Ama Dakikalar Sonra Uçağı O Kurtardı!

.
.

Rachel Monroe’un Hikayesi

Kıyafetiyle, çantasıyla herkes onunla dalga geçti. Kahkahalar arasında onu küçümsediler, hor gördüler. Ama kimse bilmiyordu ki dakikalar sonra o kız, bütün uçağın hayatını kurtaracaktı. Herkes dondu kaldı. Bu, Rachel Monroe’un hikayesiydi.

Rachel, uçak kapısından girdiğinde, üzerindeki solmuş kapüşonlu ve omzundaki yıpranmış askılı çantasıyla dikkat çekiyordu. Alnında ter damlacıkları parlıyordu. Daha uçağa adım atar atmaz arka sıralardan biri küçümseyerek fısıldadı: “Şuna bak. Sanki şehirlerarası otobüsten inip direkt buraya gelmiş.” Kabinde bir anlık sessizlik oldu. İnsanlar Rachel’e bakıyor, gözleriyle onu tartıyordu. Ama o, hiçbir şey söylemedi. Başını hafifçe eğip sessizce yürümeye devam etti. Hedefi 30. sıra, tuvaletin yanındaki son koltuktu.

Fakat kokpitin önünden geçerken öyle bir bakış attı ki, yardımcı pilotun eli havada donup kaldı. Dakikalar içinde, o küçümsedikleri kız acil bir çağrıyla kokpite davet edilecekti. Uçak sıradan bir yolcu uçağı değildi; uluslararası VIP uçuşuydu. Koltuklar geniş, şampanya ücretsiz, yolcular gala ya da toplantıya gider gibi şık kıyafetler içindeydiler. Rachel ise onlara hiç uymuyordu. Siyah uzun saçları biraz dağınıktı, gevşek bir at kuyruğu yapmıştı. Burnunun üstünde yamuk duran yuvarlak gözlükleri vardı. Üzerindeki haki pantolonun dizinde eski bir leke, sanki çimenlere çökmüş gibi duruyordu. Tüm görüntüsüyle sıradan, hatta biraz yorgun görünüyordu. Ama adımlarındaki sakinlik, taşıdığı sessizlikte garip bir ağırlık vardı.

Herkes Bu Kızı Küçümsedi… Ama Dakikalar Sonra Uçağı O Kurtardı! - YouTube

Kabindeki diğer yolcular için Rachel, yalnızca göz tırmalayan bir yabancıydı. Ön sıralardan, saçları sert spreyle sabitlenmiş sarışın bir kadın, kocasına eğildi. “Bunu buraya kim aldı?” diye yüksek sesle fısıldadı. “Burası yardım uçağı değil.” Adam ise gümüş kol düğmelerini düzeltip gülümseyerek karşılık verdi. Rachel’e dönüp bakmaya bile gerek görmedi.

Biraz ileride, genç bir yolcu, kolunda pahalı bir saat parlayan 20’li yaşlarda bir adam, alayla mırıldandı: “Bahse girerim, bileti sahtedir.” Arkadaşları kahkaha attı. Rachel sessizce yürümeye devam etti. Adımlarını hali boğuyor, yüzünde hiçbir tepki okunmuyordu. Sonunda 30. sıraya, cam kenarındaki koltuğa oturdu. Çantasını kucağına aldı, sıkıca sarıldı ve pisteki hareketliliği izlemeye başladı.

Tam o sırada, gri takım elbiseli, kravat iğnesi ışıldayan bir adam çantasını üst rafa yerleştirirken Rachel’e baktı. Dudakları küçümseyici bir gülümseme ile kıvrıldı. “Biliyor musun?” dedi yüksek sesle, çevresindeki insanların da duyacağı şekilde. “Bu tür uçuşların bir giyim kuralı vardır. Burası sığınma evi değil.” Birkaç yolcu gülüştü. Gözleri Rachel’in solmuş kapüşonlusuna kaydı ama Rachel başını kaldırmadı. Bunun yerine çantasına uzandı. İçinden eski bir fotoğraf çıkardı. Kenarları yıpranmış, rengi solmuş karede genç bir kadın, uçuş tulumuyla bir jetin yanında gülümsüyordu. Rachel’in parmakları fotoğrafın üzerinde uzun uzun gezindi.

Takım elbiseli adam alayla homurdandı: “Bu ne? Hayaller panosu mu? Daha çok dilek defteri gibi görünüyor.” Rachel, fotoğrafı yavaşça yerine koydu, çantasını kapattı ve yeniden cama çevirdi bakışlarını. Motorların uğultusu kabini doldururken çevresindeki yargılayıcı bakışlar yoğunlaştı. Bir kadın, kırmızı dudaklı, parlak ipek bir eşarp takmıştı. Yanındaki arkadaşına döndü. Sesi öyle yüksek çıktı ki Rachel’in duymaması imkansızdı: “Şu kapüşona bak. İnanamıyorum. İkinci el mağazasından gelenleri birinci sınıfa da alıyorlarmış.” Arkadaşı şampanyasını yudumlayarak kahkaha attı. “Belki de hostestir. Yardımcı olarak bilmiştir.”

Rachel, yüzünü hiç çevirmedi. Hiçbir tepki göstermedi. Sırt çantasını açtı. Bu kez küçük yıpranmış bir defter çıkardı. Sayfaları minik el yazıları, diyagramlar ve rakamlarla doluydu. Sessizce karıştırmaya başladı. Koridorun karşısındaki jöleli saçlı bir adam onu izliyordu. Snop bir gülümseme belirdi yüzünde. “Ne yazıyor ki oraya? Günlük mü tutuyor? Sevgili Günlük, otobüs biletim karıştı. Yanlışlıkla VIP uçağa bindim.”

Çevresindekiler kıkırdadı. Rachel’in kalemi bir anlığına durdu. Sonra hiçbir şey olmamış gibi sayfaları çevirmeye devam etti. Yüzünde hala hiçbir duygu yoktu. Uçak pistte ilerlemeye başladığında kabinde koltuk sesleri ile birlikte alaycı fısıltılar devam ediyordu. İnsanlar içeceklerini sipariş ediyor, dizüstü bilgisayarlarını açıyor ama Rachel’in etrafındaki hava farklıydı. Sanki tüm küçümseme, öfke ve önyargı tek bir noktada toplanmıştı.

Bir hostes yanına geldi. Yüzünde yapmacık bir gülümseme, sesinde sahte bir nezaket vardı. “Hanımefendi, çantanızı koltuğun altına koyar mısınız? Güvenlik kuralı.” Tonundaki kibarlık tokat gibi hissettiriyordu. Rachel başını salladı. Sessizce çantasını altına itti ve yeniden defterine döndü. Hostes biraz daha bekledi. Belki tartışma çıkmasını ister gibiydi ama Rachel sessizdi. O an ön sıradaki genç adam tekrar eğildi. Alaycı ses tonuyla konuştu: “Çantanda ne var? Savaş görmüş gibi duruyor.” Yanındaki kadın kahkaha attı. Sallanan küpeleri ışıldadı. “Belki de tüm hayatı o çantada. Zavallı.”

Rachel’in çenesi hafifçe kasıldı ama bakışlarını defterinden kaldırmadı. Kalemi sayfada kaymaya devam etti. Uçak havalandığında kabin motorların ritmik uğultusuyla titredi. İnsanlar yavaş yavaş rahatlamaya, kahvelerini yudumlamaya başladı. Ama Rachel’in çevresindeki bakışlar hala bıçak gibi keskin ve küçümseyiciydi. Bir kadın, ağır parfümlü, pahalı kaşmir kazağıyla eğildi. “Tatlım, burası ucuz hava yolu değil. Arkada oturabilirsin. Boş koltuk çok.” Sesi yapmacık bir şefkatle doluydu ama aslında küçümseyici bir zehir taşıyordu. Çevresindekiler kahkahalarla güldü.

Rachel, defterini kapattı, çantasına koydu. Camdan dışarı baktı. Yüzü solgun, yorgundu ama gözleri hala dimdik ve sakindi. Uçak gökyüzüne yükselirken kabinin içindeki hava giderek ağırlaşıyordu. Motorların düzenli uğultusu insanların fısıltılarını bastırmaya yetmiyordu. Rachel başını cama yaslamış, bulutların arasına bakıyordu ama çevresindeki bakışlar hala sırtında bir yük gibi hissediliyordu.

Ön sıradaki kadın, incilerle süslenmiş atkısını düzeltti ve yanındaki adama dönerek alaylı bir sesle sordu: “Bu kız gerçekten buraya mı ait? VIP biletleri artık sokaktan mı dağıtıyorlar?” Adam, ikinci viskisini yudumlarken kahkaha attı. “Yakında ayakta yolcu da alırlar. Şaşırmam.” Kahkahalar kabine yayıldı. Bazı yolcular başlarını sallayarak eğlendiklerini gizlemeye bile çalışmadı.

Rachel, dizlerinin üzerinde duran defterini açtı ve kalemini eline aldı. Sayfanın üst köşesine küçük semboller karaladı. Gözlüğünün camında kabin ışıkları parlıyordu ama gözlerindeki kararlılık saklanmıyordu. Tam o sırada kolundaki parlak saatte dikkat çeken genç adam birden sesini yükseltti: “Hey, senin o çantanda ne var? Tüm kabin duydu ki içine sinmedi. Çok eski görünüyor.” Onun yanındaki kadın abartılı küpeleriyle dikkat çeken biri kahkahayla ekledi: “Belki de evsizlerin barınağından geldi. Çantasında battaniye vardır.” Etraflarındaki insanlar yine güldü.

Rachel’in parmakları defterin sayfasında kısa bir an durdu. Sonra yeniden yazmaya başladı. Sessizliği onları daha da rahatsız ediyordu. Çünkü sessizlik, onların kahkahalarını ayna tutuyor, çirkinliklerini daha da görünür kılıyordu. Bir hostes ağır adımlarla Rachel’in yanına geldi. Gülümsemesi yapmacıktı. Sesi ince ama buyurgandı: “Hanımefendi, defterinizi masaya koymayın. Güvenlik açısından rahatsızlık yaratabilir.” Rachel gözlüğünün üzerinden ona baktı. Sonra başını eğdi. Defteri yavaşça kucağına aldı. Ses çıkarmadı.

Hostes ise sanki zafer kazanmış gibi başını dik tutarak uzaklaştı. Arka sıradan biri bağırdı: “Belki de bomba planlıyor.” Bir diğeri ekledi: “Kesin casustur. Bu kadar notu kim yazar ki?” Bu sözler kahkahalardan çok gerginlik yarattı. İnsanların yüzlerinde hafif bir endişe belirdi. Korku ile ala birbirine karışmaya başlamıştı. Rachel gözlerini defterden kaldırmadan kalemini kapattı. Bir süre kucağında tuttu. Sonra cebine koydu.

Ardından çantasından eski bir fotoğraf çıkardı. Fotoğrafın kenarları yıpranmıştı ama üzerinde genç bir kadın pilot üniformasıyla bir jetin önünde gülümsüyordu. Rachel’in parmakları fotoğrafın üzerinde gezindi. Dudakları kıpırdamasa da yüzünde anlık bir yumuşama belirdi. Karşısındaki kadın fotoğrafı fark etti. Kaşlarını kaldırarak yüksek sesle konuştu: “Bakın bakın, hayal kuruyor. Pilot mu sanıyor kendini?” Etrafındaki yolcular bir kez daha kahkahaya boğuldu. Bir adam telefonunu kaldırıp fotoğrafı çekmeye çalıştı. “Başlık buldum. Ekonomi sınıfı ruhu 1. sınıfta,” diye bağırdı.

Rachel yavaşça fotoğrafı çantasına geri koydu. Ne hızlandı, ne yavaşladı. Tüm hareketleri bilinçliydi. Bu sakinlik, kabindeki insanları daha da öfkelendiriyordu. Çünkü onlar bağırıyor, kahkaha atıyor, provoke ediyorlardı. Ama Rachel’in sabrı, onların gürültüsünü boşa çıkarıyordu. Uçak seyir yüksekliğine ulaştığında ışıklar biraz kısıldı. Yolcular rahat koltuklarına yayıldı. Şaraplarını yudumladı. Ama Rachel’in çevresinde hala bir huzursuzluk halkası vardı.

Bir kadın ağır parfümünün kokusunu yayarak eğildi. “Tatlım, burası öğrenci otobüsü değil. Yanlış yerde olduğunu fark etmedin mi hala?” Rachel gözlüğünü düzeltti. Kadına bakmadan camdan dışarıya çevirdi bakışlarını. Bulutların arasında bir şey görüyormuş gibi dikkatle baktı. Birden çantasından kısa bir sinyal sesi geldi. İnce elektronik bir bip. Kabindeki herkes irkildi. Bir kadın çığlık attı: “Bomba mı bu?” Genç adam ayağı fırladı. Parmağı Rachel’i gösteriyordu. “Evet, kesinlikle bir cihaz. Çantasında bir şey saklıyor.”

Hostes koşarak geldi. Sesi bu kez yapmacık değildi. Ciddiydi. “Çantanızı açın hemen.” Rachel tek kelime etmedi. Sessizce çantasını çekti. Fermuarı açtı. İçinden eski köşeleri yıpranmış askeri görünümlü bir navigasyon cihazı çıkardı. Küçük ekranında yeşil ışık yanıp sönüyordu. Kabinde uluslararası bir gürültü yükseldi. “Gördünüz mü? Gizli bir cihaz bu. Kesinlikle yasaklı bir şey.” Hostes nefesini tuttu. Sonra emretti: “Kapatın hemen.”

Rachel başını salladı. Tek bir düğmeye bastı. Bip sesi sustu. Cihazı sakince yerine koydu. Hareketleri öyle kontrollüydü ki sanki bu anı defalarca yaşamış gibiydi. Hostes çantayı aldı, öne doğru yürümeye başladı. Yolcuların bakışları Rachel’in üzerinde kaldı. Şüphe ve öfke içe geçmişti. Bir adam öne eğildi. Sesi titriyordu: “Bizi tehlikeye atıyorsun. Sen kimsin?”

Rachel gözlüklerini düzeltti. Kalemini eline aldı ve sadece bir araç dedi: “Telefonunuz gibi.” Adam dondu kaldı ama kabindeki uluslararası dinmedi. İnsanlar hala ona şüpheyle bakıyor, kendi korkularını onun üzerine yüklüyorlardı. O anda uçak hafifçe sarsıldı. Küçük bir türbülans ama insanların korkusunu kat büyütmeye yetti. Fısıltılar çığlığa dönüştü. “Bu kız yüzünden oluyor. O cihazla uçağı bozdu.”

Rachel başını cama çevirdi. Sessizliği hiç bozulmadı ama gözlerindeki parıltı, onun düşündüklerinden çok daha fazlasını bildiğini gösteriyordu. Uçağın içindeki uluslararası uluslararası dinmedi. Kahkahalarla başlayan küçümseme artık fısıltılarla yayılan şüpheye dönüşmüştü. Yolcuların yüzlerinde korku, öfke ve merak aynı anda okunuyordu. Bir zamanlar eğleniyorlardı. Şimdi ise Rachel’in her hareketi onları diken üstünde tutuyordu.

Bir kadın göz alıcı mercan renkli tırnaklarıyla koltuğun kenarına vurdu. Sesi titriyordu ama cesaret toplamış gibi konuştu: “Kim bu kız? Yanında cihaz taşıyor. Defterine garip şeyler yazıyor. Bizim güvenliğimizi tehlikeye atıyor.” Rachel cevap vermedi. Elleri kucağında birleşmiş, gözleri camdan dışarıya sabitlenmişti. Bulutların arasındaki dinginlik, içerideki fırtınanın tam tersiydi.

Ön sırada oturan yelekli ve elmas saatli bir adam ayağa kalktı. Elinde yarısı bitmiş viskisini sallayarak konuştu: “Hanımefendiler, beyefendiler, burası sıradan bir uçuş değil. Biz seçilmiş kişileriz. Buraya herkes giremez. Ve şimdi aramızda kim olduğunu bilmediğimiz bir yabancı var. Bence hostesler onu bağlamalı.” Bu sözler kabinde dalga dalga yayıldı. Bazıları başını salladı, bazıları sessiz kaldı. Ama gözlerindeki korku Rachel’i suçlu ilan etmeye yetiyordu.

Tam o sırada Rachel hafifçe hareket etti. Çantasını dizine çekti. Fermuarını açtı. Yolcular nefesini tuttu. Kadınlar çığlık atmamak için dudaklarını ısırdı. Birkaç telefon tekrar kaldırıldı. Herkes bu anı kaydetmek istedi ama Rachel yalnızca küçük bir pin çıkardı. Metalden yapılmış, yıpranmış bir kanat simgesiydi. Yüzeyi çiziklerle doluydu ama üzerinde soluk da olsa bir yıldız işareti seçiliyordu. Onu parmaklarının arasında çevirdi. Sonra masasına bıraktı. Bir anlık sessizlik oldu. Çünkü o simgeyi tanıyanlar vardı. O askeri pilotların özel rozetlerinden biriydi.

Ama sessizlik uzun sürmedi. Gri takım elbiseli adam öfkeyle öne eğildi: “Yani koleksiyon mu yapıyorsun yoksa rol mü yapıyorsun? Bizi kandıramazsın.” Rachel cevap vermedi. Yalnızca gözlüğünü düzeltti ve kapıya yöneldi. Kapı kapanırken içeride telsizden gelen hızlı panik dolu sesler duyuldu: “Evet doğru. Yardımcı hatta sorun var. Basınç kaybı tespit edildi.”

Rachel kabine döndüğünde herkes ayağa kalkmıştı. Onu görenler bağırdı: “Ne yaptın? Bizi tehlikeye attın.” Ama Rachel yanlarından sessizce geçti. Koltuğuna oturdu. Yanındaki yaşlı kadın onun ellerini tuttu: “Onlar bilmiyor ama sen doğruyu söyledin,” dedi fısıldayarak. Rachel cevap vermedi ama parmakları çantasının içindeki eski fotoğrafı buldu. Tuttu, sakladı. Kabinde öyle yoğun bir sessizlik vardı ki herkes motorların uğultusunu kalbinin atışı gibi duyuyordu.

Biraz önce Rachel’e bağıran, onu suçlayan yolcular şimdi başlarını önlerine eğmişti. Kimse göz göze gelmek istemiyordu. Kaptanın sesi kabinde yankılandığında herkes dona kaldı: “Bir teknik arızayı tespit ettik. Şu an kontrol altına alındı. Hepinizin sakin olmasını rica ediyorum.” Kabin öyle sessizleşti ki motorların uğultusu daha yüksek gelmeye başladı. Yolcuların bakışları bir anda Rachel’e çevrildi. Biraz önce kahkahalarla alay edenler şimdi dudaklarını ısırıyordu ama utançlarını kabullenmek istemiyorlardı.

Mercan renkli tırnaklı kadın başını salladı: “Yine de şüpheli. Normal bir yolcu böyle bir şeyi göremez.” Dedi. Sesi yüksek ama kararsızdı. Yanındaki adam ona destek verdi: “Evet. Belki de sadece şansı yaver gitti.” Rachel, kucağında duran çantasını sıkıca kavradı. Ama gözlerini cama çevirdi. Sanki dışarıda bulutların arasına bakıyor. İçerideki gürültüyü hiç duymuyordu.

Birden deri ceketli, güneş gözlüklü bir adam eğilip peçeteyi aldı. Kağıda baktı ve kahkaha attı: “Bakın ne buldum. Çizgi roman mı bu? Uçak mı çizmiş?” Yolcular kahkahaya boğuldu. Bir adam telefonunu kaldırıp fotoğrafı çekmeye çalıştı. “Başlık buldum. Ekonomi sınıfı ruhu 1. sınıfta,” diye bağırdı. Rachel yavaşça fotoğrafı çantasına geri koydu. Ne hızlandı, ne yavaşladı. Tüm hareketleri bilinçliydi. Bu sakinlik kabindeki insanları daha da öfkelendiriyordu. Çünkü onlar bağırıyor, kahkaha atıyor, provoke ediyorlardı. Ama Rachel’in sabrı, onların gürültüsünü boşa çıkarıyordu.

Uçak seyir yüksekliğine ulaştığında ışıklar biraz kısıldı. Yolcular rahat koltuklarına yayıldı. Şaraplarını yudumladı. Ama Rachel’in çevresinde hala bir huzursuzluk halkası vardı. Bir kadın ağır parfümünün kokusunu yayarak eğildi: “Tatlım, burası öğrenci otobüsü değil. Yanlış yerde olduğunu fark etmedin mi hala?” Rachel gözlüğünü düzeltti. Kadına bakmadan camdan dışarıya çevirdi bakışlarını. Bulutların arasında bir şey görüyormuş gibi dikkatle baktı.

Birden çantasından kısa bir sinyal sesi geldi. İnce elektronik bir bip. Kabindeki herkes irkildi. Bir kadın çığlık attı: “Bomba mı bu?” Genç adam ayağı fırladı. Parmağı Rachel’i gösteriyordu: “Evet, kesinlikle bir cihaz. Çantasında bir şey saklıyor.” Hostes koşarak geldi. Sesi bu kez yapmacık değildi. Ciddiydi: “Çantanızı açın hemen.” Rachel tek kelime etmedi. Sessizce çantasını çekti. Fermuarı açtı. İçinden eski köşeleri yıpranmış askeri görünümlü bir navigasyon cihazı çıkardı. Küçük ekranında yeşil ışık yanıp sönüyordu. Kabinde uluslararası bir gürültü yükseldi.

“Gördünüz mü? Gizli bir cihaz bu. Kesinlikle yasaklı bir şey.” Hostes nefesini tuttu. Sonra emretti: “Kapatın hemen.” Rachel başını salladı. Tek bir düğmeye bastı. Bip sesi sustu. Cihazı sakince yerine koydu. Hareketleri öyle kontrollüydü ki sanki bu anı defalarca yaşamış gibiydi. Hostes çantayı aldı, öne doğru yürümeye başladı. Yolcuların bakışları Rachel’in üzerinde kaldı. Şüphe ve öfke içe geçmişti. Bir adam öne eğildi. Sesi titriyordu: “Bizi tehlikeye atıyorsun. Sen kimsin?”

Rachel gözlüklerini düzeltti. Kalemini eline aldı ve sadece bir araç dedi: “Telefonunuz gibi.” Adam dondu kaldı ama kabindeki uluslararası dinmedi. İnsanlar hala ona şüpheyle bakıyor, kendi korkularını onun üzerine yüklüyorlardı. O anda uçak hafifçe sarsıldı. Küçük bir türbülans ama insanların korkusunu kat büyütmeye yetti. Fısıltılar çığlığa dönüştü: “Bu kız yüzünden oluyor. O cihazla uçağı bozdu.”

Rachel başını cama çevirdi. Sessizliği hiç bozulmadı ama gözlerindeki parıltı, onun düşündüklerinden çok daha fazlasını bildiğini gösteriyordu. Uçağın içindeki uluslararası uluslararası dinmedi. Kahkahalarla başlayan küçümseme artık fısıltılarla yayılan şüpheye dönüşmüştü. Yolcuların yüzlerinde korku, öfke ve merak aynı anda okunuyordu. Bir zamanlar eğleniyorlardı. Şimdi ise Rachel’in her hareketi onları diken üstünde tutuyordu.

Bir kadın göz alıcı mercan renkli tırnaklarıyla koltuğun kenarına vurdu. Sesi titriyordu ama cesaret toplamış gibi konuştu: “Kim bu kız? Yanında cihaz taşıyor. Defterine garip şeyler yazıyor. Bizim güvenliğimizi tehlikeye atıyor.” Rachel cevap vermedi. Elleri kucağında birleşmiş, gözleri camdan dışarıya sabitlenmişti. Bulutların arasındaki dinginlik, içerideki fırtınanın tam tersiydi.

Ön sırada oturan yelekli ve elmas saatli bir adam ayağa kalktı. Elinde yarısı bitmiş viskisini sallayarak konuştu: “Hanımefendiler, beyefendiler, burası sıradan bir uçuş değil. Biz seçilmiş kişileriz. Buraya herkes giremez. Ve şimdi aramızda kim olduğunu bilmediğimiz bir yabancı var. Bence hostesler onu bağlamalı.” Bu sözler kabinde dalga dalga yayıldı. Bazıları başını salladı, bazıları sessiz kaldı. Ama gözlerindeki korku Rachel’i suçlu ilan etmeye yetiyordu.

Tam o sırada Rachel hafifçe hareket etti. Çantasını dizine çekti. Fermuarını açtı. Yolcular nefesini tuttu. Kadınlar çığlık atmamak için dudaklarını ısırdı. Birkaç telefon tekrar kaldırıldı. Herkes bu anı kaydetmek istedi ama Rachel yalnızca küçük bir pin çıkardı. Metalden yapılmış, yıpranmış bir kanat simgesiydi. Yüzeyi çiziklerle doluydu ama üzerinde soluk da olsa bir yıldız işareti seçiliyordu. Onu parmaklarının arasında çevirdi. Sonra masasına bıraktı. Bir anlık sessizlik oldu. Çünkü o simgeyi tanıyanlar vardı. O askeri pilotların özel rozetlerinden biriydi.

Ama sessizlik uzun sürmedi. Gri takım elbiseli adam öfkeyle öne eğildi: “Yani koleksiyon mu yapıyorsun yoksa rol mü yapıyorsun? Bizi kandıramazsın.” Rachel cevap vermedi. Yalnızca gözlüğünü düzeltti ve kapıya yöneldi. Kapı kapanırken içeride telsizden gelen hızlı panik dolu sesler duyuldu: “Evet doğru. Yardımcı hatta sorun var. Basınç kaybı tespit edildi.”

Rachel kabine döndüğünde herkes ayağa kalkmıştı. Onu görenler bağırdı: “Ne yaptın? Bizi tehlikeye attın.” Ama Rachel yanlarından sessizce geçti. Koltuğuna oturdu. Yanındaki yaşlı kadın onun ellerini tuttu: “Onlar bilmiyor ama sen doğruyu söyledin,” dedi fısıldayarak. Rachel cevap vermedi ama parmakları çantasının içindeki eski fotoğrafı buldu. Tuttu, sakladı. Kabinde öyle yoğun bir sessizlik vardı ki herkes motorların uğultusunu kalbinin atışı gibi duyuyordu.

Biraz önce Rachel’e bağıran, onu suçlayan yolcular şimdi başlarını önlerine eğmişti. Kimse göz göze gelmek istemiyordu. Kaptanın sesi kabinde yankılandığında herkes dona kaldı: “Bir teknik arızayı tespit ettik. Şu an kontrol altına alındı. Hepinizin sakin olmasını rica ediyorum.” Kabin öyle sessizleşti ki motorların uğultusu daha yüksek gelmeye başladı. Yolcuların bakışları bir anda Rachel’e çevrildi. Biraz önce kahkahalarla alay edenler şimdi dudaklarını ısırıyordu ama utançlarını kabullenmek istemiyorlardı.

Mercan renkli tırnaklı kadın başını salladı: “Yine de şüpheli. Normal bir yolcu böyle bir şeyi göremez.” Dedi. Sesi yüksek ama kararsızdı. Yanındaki adam ona destek verdi: “Evet. Belki de sadece şansı yaver gitti.” Rachel, kucağında duran çantasını sıkıca kavradı. Ama gözlerini cama çevirdi. Sanki dışarıda bulutların arasına bakıyor. İçerideki gürültüyü hiç duymuyordu.

Birden deri ceketli, güneş gözlüklü bir adam eğilip peçeteyi aldı. Kağıda baktı ve kahkaha attı: “Bakın ne buldum. Çizgi roman mı bu? Uçak mı çizmiş?” Yolcular kahkahaya boğuldu. Bir adam telefonunu kaldırıp fotoğrafı çekmeye çalıştı. “Başlık buldum. Ekonomi sınıfı ruhu 1. sınıfta,” diye bağırdı. Rachel yavaşça fotoğrafı çantasına geri koydu. Ne hızlandı, ne yavaşladı. Tüm hareketleri bilinçliydi. Bu sakinlik kabindeki insanları daha da öfkelendiriyordu. Çünkü onlar bağırıyor, kahkaha atıyor, provoke ediyorlardı. Ama Rachel’in sabrı, onların gürültüsünü boşa çıkarıyordu.

Uçak seyir yüksekliğine ulaştığında ışıklar biraz kısıldı. Yolcular rahat koltuklarına yayıldı. Şaraplarını yudumladı. Ama Rachel’in çevresinde hala bir huzursuzluk halkası vardı. Bir kadın ağır parfümünün kokusunu yayarak eğildi: “Tatlım, burası öğrenci otobüsü değil. Yanlış yerde olduğunu fark etmedin mi hala?” Rachel gözlüğünü düzeltti. Kadına bakmadan camdan dışarıya çevirdi bakışlarını. Bulutların arasında bir şey görüyormuş gibi dikkatle baktı.

Birden çantasından kısa bir sinyal sesi geldi. İnce elektronik bir bip. Kabindeki herkes irkildi. Bir kadın çığlık attı: “Bomba mı bu?” Genç adam ayağı fırladı. Parmağı Rachel’i gösteriyordu: “Evet, kesinlikle bir cihaz. Çantasında bir şey saklıyor.” Hostes koşarak geldi. Sesi bu kez yapmacık değildi. Ciddiydi: “Çantanızı açın hemen.” Rachel tek kelime etmedi. Sessizce çantasını çekti. Fermuarı açtı. İçinden eski köşeleri yıpranmış askeri görünümlü bir navigasyon cihazı çıkardı. Küçük ekranında yeşil ışık yanıp sönüyordu. Kabinde uluslararası bir gürültü yükseldi.

“Gördünüz mü? Gizli bir cihaz bu. Kesinlikle yasaklı bir şey.” Hostes nefesini tuttu. Sonra emretti: “Kapatın hemen.” Rachel başını salladı. Tek bir düğmeye bastı. Bip sesi sustu. Cihazı sakince yerine koydu. Hareketleri öyle kontrollüydü ki sanki bu anı defalarca yaşamış gibiydi. Hostes çantayı aldı, öne doğru yürümeye başladı. Yolcuların bakışları Rachel’in üzerinde kaldı. Şüphe ve öfke içe geçmişti. Bir adam öne eğildi. Sesi titriyordu: “Bizi tehlikeye atıyorsun. Sen kimsin?”

Rachel gözlüklerini düzeltti. Kalemini eline aldı ve sadece bir araç dedi: “Telefonunuz gibi.” Adam dondu kaldı ama kabindeki uluslararası dinmedi. İnsanlar hala ona şüpheyle bakıyor, kendi korkularını onun üzerine yüklüyorlardı. O anda uçak hafifçe sarsıldı. Küçük bir türbülans ama insanların korkusunu kat büyütmeye yetti. Fısıltılar çığlığa dönüştü: “Bu kız yüzünden oluyor. O cihazla uçağı bozdu.”

Rachel başını cama çevirdi. Sessizliği hiç bozulmadı ama gözlerindeki parıltı, onun düşündüklerinden çok daha fazlasını bildiğini gösteriyordu. Uçağın içindeki uluslararası uluslararası dinmedi. Kahkahalarla başlayan küçümseme artık fısıltılarla yayılan şüpheye dönüşmüştü. Yolcuların yüzlerinde korku, öfke ve merak aynı anda okunuyordu. Bir zamanlar eğleniyorlardı. Şimdi ise Rachel’in her hareketi onları diken üstünde tutuyordu.

Bir kadın göz alıcı mercan renkli tırnaklarıyla koltuğun kenarına vurdu. Sesi titriyordu ama cesaret toplamış gibi konuştu: “Kim bu kız? Yanında cihaz taşıyor. Defterine garip şeyler yazıyor. Bizim güvenliğimizi tehlikeye atıyor.” Rachel cevap vermedi. Elleri kucağında birleşmiş, gözleri camdan dışarıya sabitlenmişti. Bulutların arasındaki dinginlik, içerideki fırtınanın tam tersiydi.

Ön sırada oturan yelekli ve elmas saatli bir adam ayağa kalktı. Elinde yarısı bitmiş viskisini sallayarak konuştu: “Hanımefendiler, beyefendiler, burası sıradan bir uçuş değil. Biz seçilmiş kişileriz. Buraya herkes giremez. Ve şimdi aramızda kim olduğunu bilmediğimiz bir yabancı var. Bence hostesler onu bağlamalı.” Bu sözler kabinde dalga dalga yayıldı. Bazıları başını salladı, bazıları sessiz kaldı. Ama gözlerindeki korku Rachel’i suçlu ilan etmeye yetiyordu.

Tam o sırada Rachel hafifçe hareket etti. Çantasını dizine çekti. Fermuarını açtı. Yolcular nefesini tuttu. Kadınlar çığlık atmamak için dudaklarını ısırdı. Birkaç telefon tekrar kaldırıldı. Herkes bu anı kaydetmek istedi ama Rachel yalnızca küçük bir pin çıkardı. Metalden yapılmış, yıpranmış bir kanat simgesiydi. Yüzeyi çiziklerle doluydu ama üzerinde soluk da olsa bir yıldız işareti seçiliyordu. Onu parmaklarının arasında çevirdi. Sonra masasına bıraktı. Bir anlık sessizlik oldu. Çünkü o simgeyi tanıyanlar vardı. O askeri pilotların özel rozetlerinden biriydi.

Ama sessizlik uzun sürmedi. Gri takım elbiseli adam öfkeyle öne eğildi: “Yani koleksiyon mu yapıyorsun yoksa rol mü yapıyorsun? Bizi kandıramazsın.” Rachel cevap vermedi. Yalnızca gözlüğünü düzeltti ve kapıya yöneldi. Kapı kapanırken içeride telsizden gelen hızlı panik dolu sesler duyuldu: “Evet doğru. Yardımcı hatta sorun var. Basınç kaybı tespit edildi.”

Rachel kabine döndüğünde herkes ayağa kalkmıştı. Onu görenler bağırdı: “Ne yaptın? Bizi tehlikeye attın.” Ama Rachel yanlarından sessizce geçti. Koltuğuna oturdu. Yanındaki yaşlı kadın onun ellerini tuttu: “Onlar bilmiyor ama sen doğruyu söyledin,” dedi fısıldayarak. Rachel cevap vermedi ama parmakları çantasının içindeki eski fotoğrafı buldu. Tuttu, sakladı. Kabinde öyle yoğun bir sessizlik vardı ki herkes motorların uğultusunu kalbinin atışı gibi duyuyordu.

Biraz önce Rachel’e bağıran, onu suçlayan yolcular şimdi başlarını önlerine eğmişti. Kimse göz göze gelmek istemiyordu. Kaptanın sesi kabinde yankılandığında herkes dona kaldı: “Bir teknik arızayı tespit ettik. Şu an kontrol altına alındı. Hepinizin sakin olmasını rica ediyorum.” Kabin öyle sessizleşti ki motorların uğultusu daha yüksek gelmeye başladı. Yolcuların bakışları bir anda Rachel’e çevrildi. Biraz önce kahkahalarla alay edenler şimdi dudaklarını ısırıyordu ama utançlarını kabullenmek istemiyorlardı.

Mercan renkli tırnaklı kadın başını salladı: “Yine de şüpheli. Normal bir yolcu böyle bir şeyi göremez.” Dedi. Sesi yüksek ama kararsızdı. Yanındaki adam ona destek verdi: “Evet. Belki de sadece şansı yaver gitti.” Rachel, kucağında duran çantas