Milyoner çiftçi çıplak ayakla kuyumcuya girdi… Herkes güldü. Ta ki o en büyük elması satın alana kadar!

.

.

Çıplak Ayakların Hikayesi

Fazendeiro milionário entrou descalço na joalheria... Todos riram. Até ele  compra o maior diamante! - YouTube

Sebastião Moura, yıpranmış hasır şapkasını hafifçe düzeltti ve büyük şehrin parlak vitrinleriyle dolu mücevher dükkanının cam kapısını iterek içeri girdi. Ayakları çıplak, topukları çatlamıştı; yılların sertliği ve toprakla haşır neşir olmanın izlerini taşıyordu. İçeri adımını attığı anda, o gösterişli mermer zemin üzerinde çıplak ayaklarının sesi, oradaki lüks dünyaya yabancı bir şarkı gibi yankılandı.

Dükkanın içinde parıldayan elmaslar, altın kolyeler ve paha biçilmez yüzükler, müşterilerin gözlerini kamaştırıyordu. Ancak o an herkesin dikkatini çeken, mütevazı kıyafetleriyle, toprak kokan adamdı. Marta Vasconcelos, kasanın arkasında duran genç kadın, hafifçe gülümseyerek ama gözlerinde gizli bir küçümseme ile ona baktı. Yanında duran yönetici Augusto Leme ise kaşlarını çatarak, bu adamın ne işinin olduğunu hesaplamaya çalışıyordu.

“Size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu Marta, profesyonel bir tonla.

Sebastião etrafa bakındı, vitrinlerdeki mücevherlere göz gezdirdi ve sakin bir sesle yanıt verdi: “Elmasları görmek istiyorum.”

Dükkanın içinde kahkahalar yükseldi. Yanındaki müşterilerden biri, hafifçe kıkırdayarak eşine fısıldadı: “Çıplak ayakla elmas mı görmek istiyor, sanırım yolunu kaybetmiş.”

Ama kimse, o adamın aslında sıradan biri olmadığını bilmiyordu. Yıllar boyunca ter ve azimle inşa ettiği servet, topraklardan, hayvanlardan ve sabırla büyüttüğü işlerden oluşuyordu. O an, alaycı bakışların arasında, Sebastião büyük bir karar verdi: Dükkanın en büyük elmasını satın alacaktı.

Sebastião Moura sıradan bir adam değildi. Sert topraklarda doğup büyümüş, hayatın zorluklarını erken yaşta öğrenmişti. Yanında eşi Rosa vardı; güçlü, kararlı bir kadın. Birlikte sadece bir aile değil, aynı zamanda sessiz bir imparatorluk kurmuşlardı. Verimli topraklar, geniş hayvan sürüleri ve şehirleri besleyen depolar… Hepsi onların eseriydi.

Şehirdeki insanlar onu sadece basit bir köylü olarak görüyordu. Ama her yara izi, her çatlak topuk, onun zaferlerinin ve mücadelelerinin birer kanıtıydı. Rosa, onun hayatının gerçek ortağıydı ve onun sade görünüşünün ardındaki derin bilgeliği bilen tek kişiydi.

Onlar için zenginlik, gösterişle ölçülmezdi. Onlar için gerçek değer, başlarını dik tutabilmek, kimseye boyun eğmemekti. İşte bu yüzden, o gün mücevherciye geldiklerinde, kimsenin beklemediği bir şey yapacaklardı.

Dükkanın kapısından içeri girdiklerinde, Marta Vasconcelos’un yüzünde önce bir şaşkınlık, sonra hafif bir küçümseme belirdi. Zengin müşterilere alışkın olan Marta, böyle sade giyimli ve çıplak ayaklı bir adamın dükkanına gelmesine alışık değildi.

“Size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu yine, bu sefer biraz daha sabırsızca.

Sebastião, sakin ve kararlı bir sesle cevap verdi: “Elmasları görmek istiyorum.”

Bu sözler dükkanın içinde yankılandı. Bazıları kahkahalarla gülerken, bazıları ise şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Birkaç müşteri, “Belki de pazardan oyuncak istiyordur,” diye fısıldadı.

Fakat Rosa, eşinin kolunu sıkıca tuttu ve başını hafifçe kaldırdı. Gözleri, kimsenin anlamadığı bir özgüven ve gururla parlıyordu.

Marta, biraz daha ısrarcı oldu: “Buradaki elmaslar çok değerli. Belki size uygun başka bir şey gösterebilirim.”

Sebastião, gözlerini Marta’dan ayırmadan, “Değerini para ile değil, alın teriyle ölçerim,” dedi. “Bana en büyük elması göster.”

Dükkan sessizleşti. Marta, çaresizce arkasındaki gizli kapıya yöneldi ve büyük, ağır kasanın kapısını açtı. İçerideki mücevherler ışıl ışıldı. En büyük elmas kutusunun kapağını açtığında, herkes nefesini tuttu.

Parıldayan taş, o an salonun en büyük yıldızıydı. Marta, “Bu, şehirdeki en değerli elmaslardan biri,” dedi. “Sadece seçkin müşterilere sunulur.”

Sebastião, gülümseyerek, “O benim için,” dedi.

Marta’nın yüzü şaşkınlık ve saygıyla doldu. Diğer müşteriler ise sessizce onu izliyordu. O an, çıplak ayakları ve yıpranmış kıyafetleriyle gördükleri adamın, aslında ne kadar güçlü ve kararlı olduğunu anladılar.

Sebastião, kutuyu aldı ve büyük bir zarafetle, elması yanında duran Rosa’nın boynuna taktı. “Bu, sadece bir hediye değil,” dedi. “Bu, her zaman başımızı dik tutmamızı sağlayacak bir simge.”

Salon alkışlarla doldu. Marta, gözlerinde yaşlarla, “Özür dilerim, sizi yanlış değerlendirdim,” dedi.

Sebastião, nazikçe, “Affetmek en değerli mücevherdir,” diye yanıtladı.

O gün, dükkanın dışına çıktıklarında, parıldayan elmaslar değil, onların içindeki onur ve sevgi en büyük ışık olmuştu. Çünkü gerçek zenginlik, gösterişte değil, insanın kalbindeydi.