MİLYONER DİLENCİYİ ŞARKI SÖYLEMEYE ZORLADI, AMA ONUN YETENEĞİ HERKESİN TÜYLERİNİ DİKEN DİKEN ETTİ
.
.
Ferhat ve Canan: Bir Umut Şarkısı
Ferhat, sadece kirli, aç ve yiyecek isteyen bir evsiz gibi görünüyordu. Ancak o gece, hayatının tamamen değişeceği anlardan biriydi. O, bir milyonerin karşısına çıkmıştı; milyoner onu küçük düşürme fırsatını kaçırmadı ve dedi ki: “Yemek mi istiyorsun? O zaman bizim için şarkı söyle.” Seyirciler, bir fiyasko bekliyordu ama Ferhat sahneye çıktığında, en kuşkulu iş insanlarının bile tüyleri diken diken oldu. O gece, Ferhat’ın hayatı tamamen değişti.
Karanlıkta Umut
Şafak vaktinin soğuğu, Ferhat’ın yırtık hırkasını delip geçen buz gibi pençelerini zayıf tenine geçiriyordu. Henüz 10 yaşında olan Ferhat, bu sessiz düşmanı çok iyi tanıyordu. Kırılgan bedeninin kontrolü için her gece savaştığı amansız bir düşmandı bu soğuk.
Ferhat, yarı yıkık bir lastik tamirhanesinin altında, unutulmuş bir boşlukta, derme çatma sığınağının en karanlık köşesine büzülmüştü. Paslanmış demir kirişler arasında ıslık çalarak geçen keskin rüzgardan korunmaya çalışıyordu.
Yanındaki ince lekeli şiltede annesi Melike huzursuz uykusunda kıpırdanıyordu. Canan ise kuru öksürüğüyle şafak sessizliğini yırtıyordu. Her nöbet, beton duvarlar arasında yankılanıyor, Ferhat’ın yüreğini herhangi bir soğuktan daha keskin bir acıyla deliyordu.
Melike, körlüğünün getirdiği bilinçsizlik halinde bile el yordamıyla ilerleyerek Canan’ın kolunu bulana kadar boşluğu yokluyordu. Yıllar önce gizemli bir ateşin yavaş yavaş dünyayı görme yeteneğini çalmasıyla görme yetisini kaybetmişti. Karşı yakadaki sağlık ocağının aşırı yüklenmiş ve kötü donanımlı doktorları, gözlerinin ışığını yavaşça söndüren hastalığı hiçbir zaman açıklayamamıştı.
Şimdi kalıcı bir karanlıkta yaşıyordu ama etrafındaki dünyayı algılaması neredeyse doğaüstü bir şekilde keskinleşmişti. Canan’ın cildinin sıcaklığını hissediyor, nefesindeki her değişimi duyuyor, Ferhat’ın guruldayan midesindeki açlığı algılıyordu.
“Üşüyorsun kuzu oğlum,” diye fısıldadı Melike, karanlıktaki oğlunun varlığını hissederek. Ferhat cevap vermedi. Söyleyecek ne vardı ki? Evet anne, üşüyorum, açım ve korkuyorum. Evet, kız kardeşim ölüyor ve ben çaresizim.
Ferhat’ın gözleri, çatlak betondan sızan yağmur suyuyla oluşan küçük bir su birikintisine takıldı. Kendi yüzünün yansımasını gördü; kemikli, solgun, kirli ve anormal derecede yaşlı bir yüz. Sadece 10 yaşındaydı ama gözlerinde 90 yaşında bir adamın hikayesi vardı.
Sabahın İlk Işıkları
Dışarıda, Basmanen’in kenar mahallesi sabahın ilk ışıklarıyla uyanmaya başlamıştı. Çürümekte olan tahta barakaların arasından geçen dar, çamurlu sokaklar işe yetişmeye çalışan insanlarla dolmaya başlamıştı. Kahvehanelerdeki yaşlı adamlar çay bardaklarını tokuşturuyor, ekmek fırınları Ramazan’dan kalan pidelerini satmak için tezgahlarını hazırlıyordu.
Normal insanlar için normal bir gündü ama Ferhat için bugün bir ölüm kalım meselesiydi. Canan’ın öksürüğü her geçen saatle kötüleşiyordu. Kız kardeşi solgun yanaklarında ateş yanıyordu. Sağlık ocağındaki doktorun sözleri acı bir kesinlikle beyninde yankılanıyordu: “Zatürre başlangıcı bu evlat. Antibiyotiğe ve gerçek gıdaya ihtiyacı var. Vücudun savaşmasına güç verecek gıdaya.”
Ferhat ellerini buz gibi su birikintisine daldırdı. Kirli yüzüne su serpti. Bugün, kendi kendine dedi, “Bugün Canan için ilaç ve sıcak yemek bulacağım ya da ölmeyi deneyeceğim. Merak etme Canan.” Kız kardeşinin ateşli kulağına fısıldadı. Allah’ın izniyle bugün her şey değişecek.
Umutsuzluk ve Mücadele
Canan’ın öksürüğü şiddetlendi. Yorgun ve bitkin bir ağlamayla sona erdi. Bu ses, Ferhat’ın korumaya çalıştığı her umut kırıntısını paramparça ediyordu. “Ferhat abi!” diye fısıldadı. Yalnızca onun bildiği sevgi dolu lakabı kullanarak çok acıyordu. Kelimeler zayıf, neredeyse boş sığınağın yankıları arasında kaybolacak kadar hafif bir fısıltıydı.
Ferhat, kaslarını uyuşturan soğuğa karşı büyük bir çabayla buz gibi çimento zeminde ona doğru sürünerek ilerledi. Kız kardeşinin alnına dokunduğunda karşılaştığı ateşli sıcaklık midesine bir yumruk gibi indi. Panik, tüm gecelerinin eski yoldaşı, acı bir safra gibi boğazında yükselmeye başladı.
Sağlık ocağındaki doktorun sesi umut vermeyen acımasız teşhisiyle hafızasında yankılandı: “Zatürre başlangıcı oğlum. Antibiyotiğe ve gerçek yemeğe ihtiyacı var. Vücudun savaşması için güç verecek yemeğe.”
Hayatın Acı Gerçekleri
Antibiyotik ve gerçek yemek kelimeleri, dün akşam yemeğinin yarım bayat simit olduğu, üçü arasında bir ziyafetmiş gibi paylaşıldığı bir dünyada yabancı bir dil gibiydi. Simit, fırından çıkan yaşlı bir teyzenin sadece yiyeceği verip yoluna devam edecek kadar süren ani bir merhamet dürtüsüyle verdiği beklenmedik bir hediyeydi.
Ferhat, Canan’ın titreyen omuzlarına yırtık battaniyeyi sonsuz bir dikkatle yerleştirerek üzerine eğildi. “Başaracağım Canan,” diye fısıldadı. Kelimeleri umutsuz bir dua gibiydi. “Bugün ilacı ve sıcak yemeği getireceğim. Annem ve babamın üzerine yemin ederim.”
Babasının Sözü
Ferhat’ın babası Fikret, 5 yıl önce tersanede bir iş kazasında hayatını kaybetmişti. Babasının gözlerindeki son ışık, oğluna son bakışı hala Ferhat’ın kabuslarında yaşıyordu. “Ailene göz kulak ol aslanım,” demişti son nefesinde. “Sen güçlü bir çocuksun. Benim gibi ol ama benden daha akıllı ol. Hayatını boşa harcama.”
Sabah, Basmane’nin duman kaplı gökyüzünde belirmeye başlarken, Ferhat hurda arabasını hazırladı. Bu araba, gıcırdayan tekerlekleri ve eğri metal iskeleti ile hem çalışma aracı hem de en ağır yükü hayatta kalma mücadelelerinde tek müttefikiydi.
Canan’ın ateşli uykusuna ve annesinin kör gözlerine son bir bakış attıktan sonra karanlık sığınağın kapısını dışarıdaki gri dünyaya doğru itti.
“Burası ekmeğin aslanın ağzında olduğu bir dünya, aslanım,” derdi babası her sabah işe giderken. “Ama unutma, biz de aslanlarız.”
Zorlu Gün
Dışarıda İzmir’in kenar mahallesi buz gibi ve acımasızdı. Kış rüzgarı, gecekondu arasındaki dar sokaklardan bıçak gibi geçiyor, nemli deniz havası kemiğe kadar işliyordu. Suriyeli mülteci çocuklar ısınmak için çöp bidonlarının etrafında toplanmış, yaşlı bir seyyar satıcı simitlerini dizmeye başlamıştı.
Günün ilk otobüsleri işçileri şehrin zengin bölgelerine taşımak için homurdanarak geçiyordu. Ferhat, hurda arabasını önünde iterek yokuş aşağı ilerlemeye başladı. Zihninde sadece bir düşünce vardı: Bugün Canan’ın ilaçlarını alacaktı. Başarısızlık kabul edilemezdi.
Allah’a dua etti. Babasının gökyüzünde onu izlediğine ve koruyacağına inanıyordu. “Ne olursa olsun, bu akşam elimde ilaçlarla ve dolu bir torba yemekle döneceğim,” diye yemin etti.
Zenginlerin Dünyası
Ferhat, İzmir’in zengin semti Kordon’a doğru ilerlerken, lüks apartmanların, pahalı restoranların, altın rengi ışıkların ve neşeli insanların dünyasına adım atıyordu. İçeride, altın renginde ışıklar altında, şık giyimli insanlar kadeh kaldırıyor, sanat eseri gibi görünen yemekleri tadıyorlardı.
Ferhat, karşı kaldırımda saklanarak bu bolluk gösterisini izliyordu. Kıskançlık değil, bilimsel bir hayranlık duyuyordu. Bu egzotik ve renkli balıklarla dolu bir akvaryumu seyretmek gibiydi. Güzel, büyüleyici ama tamamen farklı bir evrene ait.
Ama o uzak gezegende yemek vardı. Gerçek yemek, sıcak yemek ve yemek olan yerde artıklar olurdu. Zihninde oluşan fikir basit ve çaresizdi: Sadaka istemiyordu, merhamet istemiyordu. Sadece artıkları, o insanların tabakta bıraktığı kalıntıları istiyordu. Onlar için çöp olacaktı, ailesi için kralların ziyafeti olacaktı.
Şarkının Gücü
Ferhat, Ege Denizi’nden esen soğuk rüzgarın kulaklarında uğuldadığı bir akşamda hayatının dönüm noktasıyla karşı karşıyaydı. Zayıf vücudunda kalan her gram cesareti toplayarak tereddütlü adımlarla caddeyi geçti.
Döner kapıyı iterken elleri titriyordu. Sıcaklık onu bir sarılma gibi sardı. Baharatların, kızarmış etlerin ve pahalı parfümlerin zengin kokusuyla karışmıştı. Bir kuyruklu piyanonun alçak sesi, zarif konuşmaların medeni mırıltısıyla karışarak daha önce hiç deneyimlemediği bir zarafet atmosferi yaratıyordu.
Tüm bakışlar anında ona döndü. Ferhat, o mükemmel ortamın tablosunu lekeleyen bir kir ve sefalet lekesi haline gelmişti.
Mat Dotel, kusursuz bir smoking giymiş ince uzun bir adam, ölçülü adımlarla yaklaştı. Yüzü dikkatlice kontrol edilen profesyonel bir tiksinti maskesiydi.
“Öz dilerim beyefendi,” dedi Metdotel. “Beyefendi kelimesindeki alaycılık bir ustura gibi keskin. Sanırım kapıyı karıştırdınız. Servis girişi teslimatlar için arkadadır.”
Aşağılanma asit gibi yakıyordu ama Ferhat geri çekilmedi.
“Abi!” diye başladı. Sesi ince bir teldi. “Ben sorun çıkarmak istemiyorum. Sadece artan yemek olup olmadığını sormak istedim. Ne olursa kız kardeşim için çok hasta.”
Şarkı Söylemek
Metotel buz gibi ve kesin cevabını vermeden önce pencerenin yanındaki yuvarlak bir masadan genç, sürüklenen ve aristokratik sıkıntı dolu bir ses yankılandı.
“Bırak çocuğu, Cemil bana ilginç görünüyor. Ben ilgileneceğim onunla.”
Ferhat derin bir nefes aldı. Çocukluğundan beri ilk kez bir mucize istiyordu. Belki de bu yabancı, annesinin hep söylediği o anahtardı.
Her karanlık gecenin ardında, “Oğlum, Allah bir kapı açar. Önemli olan o kapıyı bulmak ve içeri adım atmak için cesaret etmektir,” demişti annesi.
Ferhat, uzun boylu, parlak gümüş düğmeleri olan takım elbiseli adamın arkasındaki masaya doğru yavaşça ilerledi. İçgüdüsel olarak annesinin öğrettiği gibi başını eğdi ve saygıyla bekledi.
Şarkının Büyüsü
Ferhat gözleri kapalı şarkı söylüyordu. Zayıf bedeni hafifçe sallanıyor, nasırlı küçük elleri vücudunun yanında yumruk halinde sanki dünyanın tüm acısını tutuyormuş gibi duruyordu.
Sesi enstrümantal eşlik olmadan tüm duygusal savunmaları delen bir saflıkla salon boyunca uçuyordu. Levrek ve şampanya masalarının, makyajlı yüzlerin ve parlayan mücevherlerin arasından geçiyor, o insanların uzun zaman önce unuttuğu bir şeye dokunuyordu.
Kendi kalpleri, şarkı, kaybedilmiş bir yuvadan, çaresizce bir aidiyet arayışından, küçük hayatı için dünyada bir yer olup olmadığını yıldızlara soran bir çocuktan bahsediyordu.
Değişim ve Umut
Tahsin Bey, yıllarca aradığı bir şeyi bulmuş gibiydi. O, Avrupa’nın konser salonlarında, Amerika’nın gökdelen teraslarında, Asya’nın lüks otellerinde aradığı gerçekliği, Ferhat’ın saf ve ham sesinde bulmuştu.
Şarkı sona erdiğinde, Safir Restoran’da mutlak kutsal bir sessizlik vardı. Ferhat gözlerini açtı. Kendi acısı üzerinden yaptığı duygusal yolculuktan dönerek tamamen değişmiş bir dünyayla karşılaştı.
Garsonlar canlı heykeller gibi donmuştu. Yemek yiyenler ona şaşkınlıkla tapınmaya yakın bir ifadeyle bakıyordu. Serhan, az önce yırtıcı bir gülümseme sergileyen genç mirasçı, şimdi solgun, ağzı açık, tamamen şaşkın bir haldeydi.
Yeni Bir Aile
Tahsin Bey, Ferhat’ın önüne geldi, diz çöktü ve “Oğlum!” dedi. “Dünyanın en büyük şarkıcılarını dinlemek için servetler ödedim. Onların hiçbiri seni senin şimdi dokunduğun gibi etkilemedi.”
Ferhat’ın yeni hayatı başlamıştı. Tahsin Bey, Ferhat ve ailesinin hayatını değiştirmiş, onlara yeni bir umut ve gelecek sunmuştu.
News
पापा को छोड़ दो, मैं उन्हें चलना सिखाऊंगी,” बच्ची ने कहा। अदालत हँसी… लेकिन फिर सब हैरान रह गए!
पापा को छोड़ दो, मैं उन्हें चलना सिखाऊंगी,” बच्ची ने कहा। अदालत हँसी… लेकिन फिर सब हैरान रह गए! ….
गरीब बच्चे ने सड़क पर पड़ा एक लॉटरी टिकट उठाया और कई समय तक उससे खेलता रहा…
गरीब बच्चे ने सड़क पर पड़ा एक लॉटरी टिकट उठाया और कई समय तक उससे खेलता रहा… . . शंकर…
IPS मैडम निरीक्षण के लिए जा रही थी 10 साल पहले खोया बेटा रास्ते में भीख मांगता हुआ मिला फिर,,,
IPS मैडम निरीक्षण के लिए जा रही थी 10 साल पहले खोया बेटा रास्ते में भीख मांगता हुआ मिला फिर,,,…
The famous actor from the film industry passed away at the age of 91.
The famous actor from the film industry passed away at the age of 91. . . Veteran Actor Achyut Potdar…
“70 साल के बुजुर्ग को बैंक में भिखारी समझकर पीटा… फिर जो हुआ.. उसने सबको हिला दिया !!
“70 साल के बुजुर्ग को बैंक में भिखारी समझकर पीटा… फिर जो हुआ.. उसने सबको हिला दिया !! . ….
सड़क किनारे बैठी बेज़ुबान लड़की को देखकर एक करोड़पति ने उसे एक नई जिंदगी दी, लेकिन फिर उस लड़की ने..
सड़क किनारे बैठी बेज़ुबान लड़की को देखकर एक करोड़पति ने उसे एक नई जिंदगी दी, लेकिन फिर उस लड़की ने…..
End of content
No more pages to load