Motorcu, Teslimatçı Kızı İtti – Ama Kızın Şok Edici İntikamı Herkesi Dondu!

.
.

Lena Muur: Şehrin Sessiz Kahramanı

Öğle güneşi tepeden kavuruyordu. İzmir’in dar sokaklarında Lena Muur, yıpranmış teslimat çantası sırtında, bisikletinin pedallarına asılmış hızla ilerliyordu. Siparişi zamanında yetiştirmek için acele ediyordu. Yüzünde sakin bir ifade vardı; dışarıdan bakıldığında sıradan bir teslimatçı gibi görünüyordu. Ancak o gün, hiç kimsenin beklemediği bir olay yaşanacaktı.

Bir anda önüne motorun gürültüsüyle bir adam çıktı. Bu, şehirde korkulan motorcu çetesinin lideri Rex Dalton’dı. Uzun boylu, geniş omuzlu, siyah deri ceketiyle kasabanın belalı ismi. Kimse ona yol vermezdi. Lena daha ne olduğunu anlamadan Rex sertçe omuz attı. Bisikleti devrildi, çantası yere düştü, içindeki yemekler kaldırıma saçıldı. Arkasındaki çete üyeleri kahkahalar atıyor, küçümseyici sözler söylüyordu.

Lena sessizce yere çöktü ve dökülen yemekleri toplamaya başladı. Patates kızartmaları, sandviç parçaları, çatlamış çorba kabı, sıcak asfaltın kokusuyla karışıyordu. O an sadece işini tamamlamaya odaklanmıştı.

Rex kollarını göğsünde kavuşturmuş, gururla bakıyordu. Yavaşça Lena’ya doğru birkaç adım attı ve tehditkar bir sesle, “Hey sağır kız! Bu sokak bizim,” dedi.

Lena başını kaldırdı, gözlerini onun gözlerine kilitledi. Sesi alçak ama keskinti: “Benim de işim var.”

Rex’in alaycı gülüşü bir an durdu, sonra yeniden yayıldı. O sırada karşı kaldırımda küçük bir kalabalık toplanmıştı. Öğle tatilinde olan birkaç işçi, ellerinde telefonlarla olayı kaydeden gençler vardı. Uzun boylu bir çocuk bağırdı: “Baksanıza, resmen rezil oldu.” Arkadaşı videoyu yakınlaştırıyordu. Kenarda duran yaşlı bir tamirci ise mırıldandı: “Bu kızda farklı bir şey var.”

Lena bu videodan ve yapılan yorumlardan habersizdi. Bisikletinin gidonunu kavradı ve sessizce yoluna devam etti. Günün ağırlığı omuzlarına çökmüştü ama yüzündeki ifade değişmemişti.

Ertesi gün Lena sanayi bölgesinden geçerek başka bir siparişi teslim etmeye gidiyordu. Teslimat adresi, Rex ve ekibinin vakit öldürdüğü eski döküntü bir barın yanındaydı. Rex kapının önünde oturuyor, plastik sandalyeye yayılmış, botlarını masaya uzatmış, dudaklarında sigarası sallanıyordu. Arkadaşları motosikletlerine yaslanmış, birbirlerine şişeler uzatıyordu.

Lena’yı gördüğü anda yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. “Hey kurye kız! Önce buraya getir!” diye seslendi. Önündeki yere parmağıyla işaret etti. Lena bisikletini yavaşlattı. Çantasına iliştirilmiş sipariş fişine göz attı. “Adın listede yok,” dedi soğuk bir sesle.

Rex’in gülümsemesi kayboldu. Ayağa kalktı ve ağır adımlarla Lena’nın önüne geçti. Omzunu sertçe çarparak yolunu kesti. Sigara dumanı ve deri kokusu Lena’nın burnuna doldu. “Benimle böyle konuşamazsın,” dedi tehditkar bir sesle.

Tam o sırada barın girişinde kısa kot etek giymiş, ağır makyajlı bir kadın seslendi: “O ceketi nereden buldun, canım? Çöp konteynerinden mi çıkardın?” Kahkahalar yükseldi.

Lena’nın elleri gidon saplarını biraz daha sıktı ama yüzündeki ifade değişmedi. Gözü iki motosikletin arasındaki dar boşluğa takıldı. Tereddüt etmeden hızla o aralıktan geçti. Omzu hafifçe bir motosiklete değdi. Motor sarsıldı. Kadının gülüşü boğazında kesildi. “Ne yaptı o?” diye sordu ama Lena çoktan uzaklaşmıştı.

Rex dişlerini sıkarak plastik sandalyeyi tekmeledi. Sandalye kaldırımda sürüklendi, gürültü çıkardı.

Üçüncü gün gerilim daha da arttı. Lena küçük bir marketin önünde bisikletini direğe kilitliyordu. Üzerinde bol bir ceket, yıpranmış kot pantolon ve eski spor ayakkabılar vardı. Tam kilidi açmak için eğildiğinde gölgesi üzerine düştü. Rex yanına gelmişti. “Bu mahalleden uzak dur,” diye fısıldadı soğuk bir sesle. Ayağa kalkmasına fırsat vermeden omzunu iterek onu geriye savurdu.

Yanlarından geçen bir adam ve elinde alışveriş poşetleri olan bir kadın olayı sessizce izledi. Kimse bir şey demedi. Lena gözlerini Rex’in gözlerine dikti. Saniyelerce sessizce baktı, sonra çantasını kaptığı gibi markete girdi. Arkasında bıraktığı sessizlik bağırmaktan daha etkiliydi.

İçeride floresan ışıkların altında raflar arasında dolaşıyordu. Kasiyer, orta yaşlı, yorgun bakışlı bir kadındı. Lena’yı görünce tezgaha eğildi: “Sen şu motorculara kafa tutan kurye kız değil misin?” dedi.

Lena başını hafifçe salladı. Kadın dudaklarının kenarında buruk bir gülümsemeyle devam etti: “Kardeşim de bir zamanlar böyle itilip kakılmıştı. Hiç karşılık vermezdi. Keşke senin gibi cesur olsaydı.”

Lena cevap vermedi. Sipariş için aldığı ekmeği çantasına koydu. Tam çıkacakken kadın tezgahın altından bir çikolata uzattı. Lena’nın dudakları hafifçe kıpırdadı, neredeyse gülümseyecekti. Çikolatayı cebine koydu ve dışarı çıktı.

Sıcakta bisikletine binerken kolunun yukarı kaymasıyla bileğinde taktik bir eldivenin ucu göründü. Yakındaki genç bir motorcu bunu fark etti ve kısık sesle, “Bu özel harekat eldivenine benziyor,” dedi. Rex ona öfkeyle baktı ama gözleri kısa bir an Lena’nın bileğinde kaldı. Lena ise hiçbir şey olmamış gibi sürmeye devam etti.

O öğleden sonra Lena küçük bir lokantaya sipariş bırakmak için girdi. İçerisi kamyoncular ve yerli halkla doluydu. Hava kızarmış yumurta ve taze kahve kokusuyla ağırlaşmıştı. Masaların birinde oturan üç adam Lena’yı fark ettiklerinde seslerini kısmadan konuşmaya başladılar.

“İşte Şurin aşağılayıp durduğu kurye kız,” dedi biri kahve kupasını dudaklarına götürürken. Yanındaki güneşten yanmış boynunu kaşıdı ve gülerek ekledi: “Cesaret mi? Bence pes edemeyecek kadar inatçı.”

Adamların sözleri Lena’nın kulağına kadar geldi ama yüz ifadesi hiç değişmedi. Sadece çantasına uzanıp siparişi bıraktı ve kapıya yöneldi. Tezgahın arkasındaki genç garson sessizce ona doğru eğilip, “Onları takma, sen onlardan daha güçlüsün,” dedi.

Lena hafifçe başını salladı ve lokantadan çıktı.

Akşam karanlığı çökmeye başladığında Lena cam cepheli şık bir ofis binasına teslimat yapmak üzere geldi. Burası takım elbiseli erkeklerin ve zarif kıyafetli kadınların girip çıktığı lüks bir yerdi. Lobide siparişi beklerken özel dikim ceketli 30’lu yaşlarında bir adam Lena’ya küçümseyici bir bakış attı. Arkadaşıyla yüksek sesle konuşarak, “Artık kurye kızlar da buralara girmeye başlamış,” dedi.

Arkadaşı kahkaha attı. “Şu kıyafete bak, ikinci el mağazasından çıkmış gibi.”

Yan masadan kırmızı ojeli bir kadın söze girdi: “Tatlım! Burası aşevi değil. Yanlış binadasın.” Sözler lobide yankılanırken Lena tepki göstermedi. Siparişi resepsiyoniste uzattı ve “Adresi kontrol edin,” dedi.

Resepsiyonist çantayı kontrol etti, başını salladı. Ancak özel dikim ceketli adam hala konuşmaya devam ediyordu. Sahte bir gülümsemeyle yaklaşıp, “Evlat, sen buraya ait değilsin. Neden kendi bölgenizde kalmıyorsunuz?” dedi.

Lena bakışlarını doğrudan onun gözlerine dikti. Sesi yumuşak ama keskin bir tondaydı: “Hep böyle çok mu konuşursun?”

Lobi bir anda sessizleşti. Adamın yüzü kızardı. Ağzını açtı ama kelime bulamadı. Arkadaşı rahatsız bir şekilde bakışlarını yere indirdi. Lena çantasının fermuarını kapattı ve sessiz adımlarla kapıya yöneldi. Kapının yanında duran güvenlik görevlisi hafifçe başını salladı. Yüzünde gurur dolu bir ifade vardı.

O gece Lena geç saatte bir meyhaneye teslimat yapmak için girdi. İçerisi loştu. Bayat bira ve kızarmış yağ kokusu havada asılıydı. Bilardo masasında oyun oynayan birkaç müdavim Lena’yı tanıdı.

“Hey, bu o videodaki kız değil mi?” dedi biri ıstakasını ona doğru uzatarak. Diğerleri oyunlarını bırakıp bakmaya başladı. Sakallı iri yarı bir adam masaya eğildi: “Rex Dalton’u gerçekten alt ettin mi?” Sesi hem şüpheci hem hayran doluydu.

Lena siparişi tezgaha koydu. “Ben sadece işimi yapıyorum,” dedi. Adam sırıttı. “Sen bir efsanesin,” diyerek bahşiş bıraktı. Ücreti siparişin neredeyse iki katıydı. Lena sessizce parayı aldı ve geride tezahüratlar bırakıp çıktı.

Ertesi sabah şehir uyanırken Lena yine sokaklardaydı. Bir kahve dükkanına sipariş almaya girdiğinde barista ona dikkatle baktı. “Duydum ki Rex Dalton’u yere seren sendin,” dedi alçak sesle.

Lena cevap vermedi. Sadece başını salladı. Tam ayrılırken tezgahın üzerinde bir gazete fark etti. Küçük bir başlıkta “Motorcu lider kur aşağılandı” yazıyordu. İsmi geçmese de herkes kimin kastedildiğini biliyordu.

Lena kapı kolunda bir an durdu. Sonra sessizce çıktı. Dışarıda hava serin, sokaklar yağmur kokusuyla doluydu. Bir kavşakta kırmızı ışıkta beklerken takım elbiseli bir kadın ona çarptı.

“Dikkat etsene,” diye çıkıştı. Başını bile kaldırmadan yürümeye devam etti. Sonra durdu. Lena’nın yüzüne baktı: “Bir dakika, sen o kurye kızsın değil mi?” dedi. Sesi şaşkınlıkla değişmişti.

Lena cevap vermeden sırt çantasını düzeltti. Işık yeşile döner dönmez pedal çevirdi. Kadın ise arkasından baka kaldı.

Sokakta meyve satan yaşlı bir adam olan biteni görmüş, başını iki yana sallamıştı. “İnsanlar bazen önlerindekini göremez,” diye mırıldandı.

Rex’in ekibi neredeyse tamamen dağılmıştı. Dövmeyi tanıyan yaşlı motorcu artık köşesinde sessizce oturuyordu. Kazı saçlı genç motorcu ise böyle sorunlarla uğraşılmaz diyerek gruptan ayrılmıştı.

Rex ise ortalarda dolaşıyordu ama eskisi gibi değildi. Bir benzin istasyonunda hikayeyi küçümsemeye çalışsa da sesi çok yüksek, hareketleri abartılıydı. İnsanlar artık onunla gülmüyor, sadece izliyordu.

Lena için bu fark etmezdi. O hala aynıydı. İşini yapıyor, insanlarla gereksiz konuşmalara girmiyordu. Ama artık çevresinde bir değişim vardı. İnsanlar onun yanından geçerken sessizleşiyor, iki kere bakıyor, bazıları başıyla selam veriyor, bazıları ona yardım etmek için küçük jestler yapıyordu.

Bir akşamüstü teslimat için uğradığı bir toplu merkezinde genç bir gönüllü kız Lena’yı görünce durdu. Elinde bir deste broşür vardı. Sesi titreyerek, “Videonu gördüm,” dedi. “Keşke ben de senin gibi yapabilseydim.”

Lena bisikletinin yanındaydı. Ona dönüp yumuşak bir sesle, “Sandığından daha güçlüsün,” dedi. Kızın gözleri parladı. Broşürleri sıkıca tuttu. Lena uzaklaşırken merkezdeki kalabalık ona bakıyordu. O ise sadece pedal çeviriyor, şehrin gürültüsünde kendi yoluna devam ediyordu.

İnsanlar artık onun hikayesini kendi aralarında fısıldıyorlardı. Ama Lena için bu sadece bir günün daha parçasıydı.

Ertesi sabah Lena başka bir teslimat için şehrin kenarındaki depoya gitti. Hava soğuktu, dizel kokusu etrafa yayılmıştı. Kamyonların gürültüsü arasında depo kapısına yöneldi. Teslimat fişini imzalatmak üzere beklerken kapıdan uzun boylu, geniş omuzlu, sade giyimli bir adam girdi. Üzerinde logosuz düz bir ceket vardı ama yürüyüşünden ve duruşundan sıradan biri olmadığı belliydi.

Depo müdürü adamı görür görmez toparlandı ve neredeyse fısıldar gibi, “Bay Muğur!” dedi. Lena başını kaldırmadı. Sadece kalemi biraz daha yavaş hareket ettirdi. Adam birkaç adım atıp onun yanında durdu. Tek kelime etmeden elini Lena’nın omzuna koydu. O anda bütün ortam sessizleşti.

Yakındaki köşede Rex’in küçülmüş ekibi vardı. Bisikletlerine yaslanmış Lena’yı izliyorlardı. Rex’in yüzündeki sırıtış bir anda kayboldu. Elleri titredi. Sigarası parmaklarının ucunda asılı kaldı. Yanındaki iri yarı adam bakışlarını yere indirdi. Diğer motorcu ise yavaşça geriye doğru adım attı.

Adamın kim olduğu söylenmedi ama varlığı yeterliydi. Lena fişi imzalatıp müdüre uzattı. Ardından bisikletine yürüdü. Adam yanından geçerken elini kısa bir an için Lena’nın koluna hafifçe dokundurdu. Bu sessiz ama güçlü bir onay işaretiydi.

Ertesi gün Lena Barb’ın lokantasına teslimat getirdi. Barb tezgahı siliyordu. Lena’yı görünce gülümsedi ama sesi ciddiydi: “Kızım, herkes senden bahsediyor. Rex gibileri bu şehri yönettiklerini sandılar. Ama sen onlara hatırlattın ki öyle değil.”

Tezgahta bir peçete yığını vardı. Üzerine karalanmış bir not bırakılmıştı: “Tekmelemeye devam et.” Barb sipariş fişini alırken göz kırptı. “Bu benden,” dedi.

Kısa süre içinde sonuçlar gelmeye başladı. Rex’in ekibinden yara izi olan iri yapılı bir motorcu çalıştığı tamirhaneden kovuldu. Patronu, “Bu tiplerle uğraşmak istemiyorum,” demişti.

Ofis binasında Lena’ya laf atan gür saçlı adam patronundan sözleşmesinin iptal edildiğini öğrendi. Kırmızı tırnaklı kadın lobideki aşağılayıcı sözlerinin ekran görüntüleri internette dolaşmaya başlayınca sosyal medyada tepki gördü. Takipçileri azaldı. Yerel bir butik ile olan sponsorluk anlaşması iptal edildi.

Barın önünde alay eden kot etekli kadın da sosyal medyada özür yayınlamaya çalıştı ama çok geçti. Bunlar gürültülü intikamlar değil, terazinin sessizce eski yerine oturması gibiydi.

Lena hiçbirini açıkça kutlamadı. Hala her gün pedal çeviriyor, teslimat yapıyordu. Aynı solmuş ceketi ve yıpranmış ayakkabılarıyla yola devam ediyordu. Ama artık insanlar ona farklı bakıyordu. Kahve dükkanındaki barista kahvesini ücretsiz veriyordu. Trafikteki polis başını sallıyordu. Barb bazen çantasına fazladan tatlı koyuyordu.

O gün Lena parkta durdu. Güneş batıyor, gökyüzü turuncuya dönüyordu. Bir banka oturup sandviçini açtı. Bisikleti yanında sessizce duruyordu. Uzakta çocuklar futbol topunun peşinde koşuyor, kahkahaları rüzgarla ona kadar ulaşıyordu.

Çantasından buruşturulmuş, kenarı yıpranmış bir fotoğraf çıkardı. Fotoğrafta genç bir kadın askeri üniformalı bir adamın yanında gülümsüyordu. Uzun süre baktı, sonra fotoğrafı geri koydu.

Lena hikayesini asla yüksek sesle anlatmayacaktı. Gereği yoktu. Onu iten, küçümseyen, gülen herkes dersini almıştı. Sessizliği artık güçtü. Gücü yumruğunda değil, başını dik tutarak yoluna devam edişindeydi.

Ve eğer sen de bir gün haksızlığa uğradıysan, görmezden gelindiysen ya da ait olmadığın söylendiyse, sen zaten bu hissi biliyorsun. Yürümeye devam etmenin ne demek olduğunu da.