DENIZDE DOĞUM YAPACAKTI, DOKTOR YOKTU, ESKI KOCASININ ÇIKMASI VE HERKESI ŞAŞIRTTI…
.
.
Fırtınanın İçinden
Dalgaların yatın gövdesine vururken çıkardığı ritmik ses, normalde insana huzur vermeliydi. En azından Ayseren’e böyle söylemişlerdi onu bu lüks mavi yolculuğa ikna ettiklerinde: “Biraz nefes al Ayseren. Her şeyi unut. Bebeğin sağlıklı doğacak; sen de yeniden başlayacaksın.” Arkadaşı Melda’nın sesi hâlâ zihninde yankılanıyordu. Ama şimdi arka güvertede doğaçlama yastıkların üzerinde, keten beyaz elbisesi kan ve ter içinde sırılsıklamken, Ayseren bunun bir başlangıç olmadığını hissediyordu. Bu bir son gibi görünüyordu.
Sancılar sabah hafif kramplarla başlamıştı; 7 buçuk aylıktı ve doktor Kasım’ı işaret etmişti. Ama beden pazarlık kabul etmezdi. Öğle yemeğinde, yazlık elbiseler ve şampanya kadehleri arasında otururken sıcak bir şeyin bacaklarından süzüldüğünü hissetti. Sonraki sessizlik, her çığlıktan daha korkunçtu. Ayseren cilalı ahşap zemine diz çöktü. “Hayır, daha değil…” diye fısıldadı. Melda koştu, yüzü bembeyazdı. Kimse ne yapacağını bilmiyordu. Radyo sustu, sinyal yoktu. Fırtına yaklaşıyor, gökyüzü koyulaşıyordu.
Ayseren’i arka güverteye taşıdılar. Yastıklar, beyaz havlular, kovalar dolusu ılık su… Ama acı tüm hazırlıkları küçümsercesine büyüyordu. Bebeğin dışarı çıkmak için bastırdığını hissettiğinde, panik göğsünü dev bir dalga gibi doldurdu: “Burada öleceğim.” O an, kalabalığı yaran bir erkek sesi duyuldu: “Bırakın geçeyim. Ne yapacağımı biliyorum.” Ayseren başını çevirdi; gözleri yaş ve terle bulanıktı. Onu gördü. Emir Korhan Aydemir: Altı ay önce mahkemede onu terk eden adam. “Benim gibi birinin çocuğunu taşımaya layık değilsin” diyen o soğuk sesin sahibi.
Emir, koyu renk ceketini çıkarıp diz çöktü. Gözlerini onunkilere kilitledi; sakalı uzamış, yüzü solgundu. “Derin nefes al ve bana bak,” dedi yumuşamış bir tonda. Eli, Ayseren’in elini kavradı. “Temiz havlu, ılık su… ve sessizlik.” Sesindeki otorite, kalabalığı geri itti. Melda bile bir adım geriledi. Emir ortamı organize ediyordu; sanki bir ameliyathane kuruyordu. “Sadece ben dediğimde iteceksin,” dedi; bakışları bir an bile kaymadı.
“Sen doktor değilsin,” diye fısıldadı Ayseren, dişlerinin arasından. Emir’in yüzünde kısa bir gölge gezdi. “Şimdi önemli değil,” dedi kısa ve net. Kollarını sıvadığında, bileklerindeki eski yara izleri göründü. “Dörde kadar sayarak nefes al, dörde kadar ver.” Ayseren itaat etti; güven duyduğundan değil, başka seçeneği olmadığından. Sancı dalgası bedenini ikiye bölen bir bıçak gibi geldi; Ayseren çığlık attı. Emir geri çekilmedi, elini daha sıkı tuttu. “Buradayım,” dedi yalnızca. Saçma, acımasız ve aynı anda teselli verici bir sözdü bu.

Gökyüzü karardı, deniz kudurdu; yat sallanıyor, metal parçalar inliyordu. O anda Ayseren, uzun zamandır ilk kez yalnız olmadığını hissetti ve bu onu her fırtınadan çok korkuttu. Emir doktor değildi; hayatı belgeler, anlaşmalar, kazanılmış davalarla doluydu. Ama bu kez kan ve terin içinde diz çökmüş halindeydi ve ne yapacağını bilen birine benziyordu. “Şimdi it,” dedi. Ayseren itti; bağırdı; bir yandan kim olduğunu ve kim olacağını aynı anda doğuruyormuş gibi… Ve o ince, kırılgan, öfkeli ses duyuldu: Bebek ağlıyordu.
Emir, titreyen elleriyle bebeği tuttu; beyaz gömleğine sardı. Gömleği kana boyandı. “Bir oğlan,” diye fısıldadı. Gözleri dolmuştu. Bebeği Ayseren’in kollarına bıraktı; sanki dua eder gibi bir dikkatle. Göz göze geldiler; dünya durdu. “Teşekkür ederim,” diye fısıldadı Ayseren. Emir cevap vermedi; ceketini aldı, tam çıkarken durdu: “Onun yanında olamadım. Aynı hatayı ikinci kez yapmayacağım.”
Üç gün sonra Ayseren, Bursa’nın dışındaki bir malikanede uyandı. Nasıl geldiğini güç hatırlıyordu; helikopter, limandaki telaş, Rasim Demiral’in öfkesi, Melda’nın endişesi… Pencerelerin açıldığı vadi sakindi. Yanındaki beşikte oğlunu izledi; henüz bir isim koymamıştı. Hemşire çıktıktan sonra Emir içeri girdi; bej keten pantolon, beyaz gömlek, çıplak ayaklar. Her zamankinden daha az haşmetli, daha çok insandı.
“Dinlenmelisin,” dedi. “Yapamıyorum,” dedi Ayseren; gözleri öfke ve şaşkınlıkla doluydu. “Beni terk ettin. Korkunç şeyler söyledin. Şimdi hayatımı kurtardın ve buraya getirdin. Neden? Ne istiyorsun?” Emir bakışlarını kaçırdı; elini saçlarından geçirdi. “Hiçbir şey istemiyorum. Sadece… gerekiyordu.” “Neden gerekiyordu?” Uzun bir sessizlik. Emir’in gözlerinde yaşlar birikti. “Çünkü birini böyle kaybettim. İlk eşim Selin… Hamileydi. Ben Tokyo’daydım. Döndüğümde her şey bitmişti. Onu da, bebeği de… Sonra kendimi de kaybettim.”
Ayseren sustu. Emir’in evli olduğunu biliyordu ama bu yanığı bilmiyordu. “O günden sonra bana dokunmadı,” dedi Emir; sesi kısık. “Bana parayı seçtiğimi söyledi. Haklıydı. Parayı seçtim ve bedelini ödedim.” Ayseren’in içinde merhamet yükseldi ama hızla bastırdı. “Peki neden beni terk ettin?” Emir gözlerini kapadı. “Korktum. Yetersiz olmaktan, yeniden kaybetmekten. Kaçtım ve en kolayını yaptım: seni incittim.”
Ayseren’in gözlerinden yaşlar süzüldü. “Beni mahvettin.” “Biliyorum,” dedi Emir. “Ve bunun yükünü taşıyacağım. Ama o gün tek başına olduğunu duyduğumda oturup izleyemedim. Affetmesen de… iyi olduğunu bilmem gerekiyordu.” O anda Ayseren’in içinde iki ses çarpıştı: Kızgınlık ve anlama çabası. “Affedebilir miyim bilmiyorum.” “Affetmeni istemiyorum,” dedi Emir. “Sadece sana destek olma fırsatı.” Ayseren başını salladı. “Bir şartla: Bir daha kaybolmayacaksın. Oğlumun hayatında olacaksan, gerçekten olacaksın.” Emir’in gözleri parladı. “Olacağım.”
Günler yumuşakça aktı. Bebeğe Deniz adını verdiler. Emir her gün uğradı; çiçek getirdi, kitap bıraktı. Sınırları aştığı olmadı; sessizce var oldu. Bir öğleden sonra kütüphanede, Emir’i eski fotoğraflara bakarken yakaladı. Sarışın, gülümseyen bir kadın: Selin. “Hâlâ seviyor musun?” Uzun bir sessizlik. “Bir zamanlar çok sevdim. Ama sevgi bazen yetmez. O Fransa’ya taşındı, mutlu olduğunu duydum. Ben ise nerede hata yaptığımı düşündüm.” Emir, gözlerini Ayseren’e çevirdi: “İşte bu yüzden şimdi buradayım. Kendimi aklamak için değil; olmam gereken adam olmak için.”
Bu aşk değildi henüz; ama anlayıştı. “Beni incittin,” dedi Ayseren. “Biliyorum,” dedi Emir, gözleri dolarak. “Ama hayatınızı da kurtardım… bu da bir şey.” Emir hafifçe gülümsedi: “Bizim hayatımız, Ayseren. Bizim oğlumuz.”
Emir, bir akşamüstü teklifle geldi: “Şirkette sosyal projeler ve sürdürülebilirlik birimi kuruyorum. Yönetecek vizyon sahibi birine ihtiyacım var. Sana.” Ayseren şaşırdı. “Ben anlamam.” “Öğrenirsin. Ben fonlarım, kararları sen alırsın.” Bu, yarım kalmış hayallerine açılan bir kapıydı. Düşündü ve kabul etti.
Üç ay sonra, İstanbul’un kalbinde cam duvarlı ofiste, bej bir takım içinde duruyordu. Artık o fırtınalı gecenin kırık kadını değil; güçlü, sakin bir liderdi. Sosyal projeler hızla büyüdü; dezavantajlı bölgelerde üç büyük proje hayata geçti. Medya, adını fısıldamaya başladı. Emir uzaktan, sessiz bir gururla izledi. Deniz ise şirket kreşindeydi; her an annesine koşabildi.
Kırgınlık, yerini başka bir şeye bırakıyordu. Bir gala gecesi, Emir yanına yürürken “Bana güven,” dedi. Ayseren lacivert elbisesiyle salona girdi; başlar döndü. Terasta şehrin ışıkları ayaklarının altında, aylarca bastırdıkları çekim nihayet su yüzüne çıktı. Öpüştüler; önce temkinli, sonra derin. O gece her şey değişti. Bu, sadece teşekkür ya da affediş değildi. Bu aşktı.
Ama geçmiş geri dönmeyi sever. Rasim Demiral’in düzenlediği bir davete davet edildiler. Ayseren gitmek istedi: “Aylarca utandım. Artık kim olduğumu göstereceğim.” Zümrüt elbisesiyle salona girdiğinde fısıltılar yükseldi. Rasim alaylı bir tonda yaklaştı. Ayseren, sesi çelik gibi soğuk, sözleri kadar sıcak bir hakikatle karşılık verdi: “Ben o yatta ölüyordum. Oğlunuz oradaydı. Beni kurtaran o değildi. Ve şimdi inşa ettiğim şey, hiçbir soyadına bağlı değil. Bu benim emeğim.” Salon sessizleşti. Rasim’in yüzü kıpkırmızı kesildi. “İftira bir suçtur,” diye ekledi Ayseren; “Ve benim çok iyi avukatlarım var.” Kalabalık saygıyla geri çekildi; Ayseren’in duruşu her şeyi anlatıyordu.
Melda, aylar sonra yanına geldi. “Üzgünüm,” dedi. “Korktum.” “Seni affedebilir miyim bilmiyorum,” dedi Ayseren. “Ama anlıyorum. Gerçek dostluk korkudan doğmaz.” Bu söz, ikisinin de içine işledi.
Hayat sakin bir ritim tutturdu; akşam yemekleri, hafta sonları Bursa’da, Deniz’in gülüşleri… Emir sevgisini sabırla, tutarlılıkla gösteriyordu. Bir gece evlilik teklif etti. “Acelem yok,” dedi, elleri titrerken; “Ne zaman hazırsan.” Ayseren korkularını itiraf etti. Emir, “Hiçbir yere gitmeyeceğim,” diye fısıldadı. O gece, acele etmeden, sadece seçerek birbirlerini sevmeyi öğrendiler.
Üç hafta sonra telefon çaldı: Cambridge Üniversitesi’nden tam burslu yüksek lisans teklifi. Gençliğinin hayali. Ama iki yıl uzak kalmak demekti: Deniz’den, Emir’den. Haberi verdiğinde Emir, beklediği hayal kırıklığını göstermedi. “Gitmelisin,” dedi sadece. “Bu senin fırsatın.” Havalimanında veda ederken, kalplerinin yarısı koptu sanki. “Bu bir veda değil,” dedi Emir. “Yakında görüşürüz.” Uçakta, Emir’in mektubunu okudu: “Seninle gurur duyuyorum; sadece başarılarınla değil, kim olduğunla.”
İngiltere ilk başta yabancıydı; taş binalar, yağmur, dar sokaklar. Küçük bir dairede, beyaz duvarların sessizliğinde yeni baştan kurdu kendini. Dersler, makaleler, gece yarılarına kadar süren kütüphane saatleri… Arkadaşlar edindi; ama memleket hasreti hep omuz başında durdu. Her cuma görüntülü konuşmalar, Emir’den gelen videolar, Deniz’in “anne” diyen sesi… Her bir anı ekranın arkasından izlemek, acıttı.
Bir yılın sonunda Emir, kucağında Deniz’le kapısında belirdi. Cam Nehri kıyısında kuşlar, tarihi publar, gece uzun konuşmalar… “Dönünce evleneceğiz,” dediler. Ayrılık yine zor oldu; ama içlerinde, ezilmeyen bir umut kök saldı.
İkinci yıl, tezini sundu: Kırılgan toplumlarda sürdürülebilir kalkınma. Övgüler, teklifler… Ama o, “Hayatımın fırsatı Türkiye’de,” diyerek hepsini reddetti. Dönüş gününde, uykusuz bir gecenin sabahında, İstanbul Havalimanı’nda Emir ve Deniz onu bekliyordu. Deniz koştu, boynuna asıldı. “Kalacaksın değil mi?” diye sordu; gözlerinde, küçük bir çocuğun koca korkusu. “Hiçbir yere gitmeyeceğim,” dedi Ayseren; “Söz.”
Emir, arabayı şehrin kalbindeki lüks bir otele sürdü. Odada kırmızı bir elbise, gümüş topuklular, notlar… Akşam, siyah smokin içinde Emir’in kollarında davet salonuna girdiler. Işıklar söndü; sahnede Emir belirdi. Sesi, salonu dolduran sakin bir gök gürültüsüydü. Aydemir Holding’in dönüşümünden, sosyal etki departmanının dokunduğu on binlerce hayattan söz etti. Sonra Ayseren’i anlatmaya başladı: Fırtınanın ortasında doğuran, küllerinden doğan kadın olarak. Alkışlar sustu; bir sessizlik çöktü. Emir sahneden indi, Ayseren’in yanına geldi ve diz çöktü. Küçük kadife kutuyu açtı; pırlanta yüzük salonun ışığını yakaladı.
“Ayseren Durmaz,” dedi, “Benimle evlenir misin? Bir zamanlar seni kurtardığım için değil; çünkü birbirimizi kurtardık. Sensiz bir gün bile yaşamak istemiyorum.” Ayseren’in gözlerinden yaşlar aktı; gülümsedi. “Evet. Bin kere evet.” Alkışlar, tezahüratlar arasında Emir yüzüğü parmağına taktı. Deniz koşup bacaklarına sarıldı. Üçü, ışığın ortasında birbirlerine sarılı kaldılar. Gece boyunca insanlar gelip tebrik etti; eski gölgeler, eski yargılar ardında birer hatıra oldu. Ayseren, kendi sesinin gücünü, kendi ayaklarının sağlamlığını hissederek bir devri kapattı.
Gece yarısını geçe, otelin terasında şehrin ışıkları altında durdular. Deniz, Emir’in kucağında uyuyordu. Ayseren başını Emir’in göğsüne yasladı; yüzüğün parıltısı göz kırptı. “Bunun gerçek olduğuna hâlâ inanamıyorum,” diye fısıldadı. “Gerçek,” dedi Emir, alnına ufak bir öpücük kondurup. “Ve bu sadece başlangıç.” “Neyin başlangıcı?” “Birlikte kuracağımız hayatın. Ailemizin. Hayallerimizin.” “Sence başaracağız mı?” “Hayat tahmin edilemez,” dedi Emir dürüstçe. “Ama ben her gün senin için savaşacağım. Sen de aynısını yapacaksın. Bu bize yeter.”
Ayseren gülümsedi. “Bir zamanlar tamamlanmak için sana ihtiyacım olduğunu sanırdım,” dedi. “Şimdi biliyorum: Ben zaten tamamım. Seninle olmayı ihtiyacım olduğu için değil, istediğim için seçiyorum.” Emir’in gözleri parladı. “İşte bu yüzden bizim sevgimiz uzun sürecek. Bağımlılıktan değil, seçimden doğuyor.”
O an yıldızlar, sessiz bir onay gibi tepelerinde asılıydı. Fırtına dinmiş, sükûnet gelmişti. Hayat mükemmel olmayacaktı; engeller, yeni rüzgârlar, belki yeni kasırgalar… Ama artık yalnız değillerdi. Bir aileydiler. İki ruh, fırtınanın içinden geçip birbirini yeniden bulan iki insan. Masallardan daha gerçek bir sonları vardı: Gerçek bir mutluluk.
.
News
जिस कंपनी में पत्नी मैनेजर थी, उसी में तलाकशुदा पति सिक्योरिटी गार्ड बना… फिर जो हुआ
जिस कंपनी में पत्नी मैनेजर थी, उसी में तलाकशुदा पति सिक्योरिटी गार्ड बना… फिर जो हुआ यह कहानी है रिया…
“Lütfen beni tekmeleme… zaten acı içindeyim” dedi garson — gizli CEO’nun tepkisi herkesi şok etti
“Lütfen beni tekmeleme… zaten acı içindeyim” dedi garson — gizli CEO’nun tepkisi herkesi şok etti . . Görüldün İstiklal’in kalbindeki…
Kovboy, Kar Fırtınasında Bir Yabancıyı Kurtardı; Kadının Bölgedeki En Büyük Çiftliğin Sahibi Olduğu
Kovboy, Kar Fırtınasında Bir Yabancıyı Kurtardı; Kadının Bölgedeki En Büyük Çiftliğin Sahibi Olduğu . . Karın İçinden Gelen Mektup Rüzgâr,…
Anne Tek Kızını Kısır Zengin Bir Kadına Sattı, Sonra Olanlar Onu Pişman Etti
Anne Tek Kızını Kısır Zengin Bir Kadına Sattı, Sonra Olanlar Onu Pişman Etti . . Kayıp Yılların Dönüşü Yağmurun cilaladığı…
Dövülmüş aşçı kadın dedi ki: “Beni dövdüler efendim… ve domuz dediler.” – Çiftçi şoke oldu
Dövülmüş aşçı kadın dedi ki: “Beni dövdüler efendim… ve domuz dediler.” – Çiftçi şoke oldu . . Çayırın Sessizliği Güneş…
Dul kadın terk edilmiş bir GEMİ buldu — ama o geminin bir SIR sakladığını hiç tahmin etmemişti
Dul kadın terk edilmiş bir GEMİ buldu — ama o geminin bir SIR sakladığını hiç tahmin etmemişti . . Terk…
End of content
No more pages to load






