2003’te resmi kayıtlardan silindi — 12 yıl sonra fotoğrafta…
.
.
.
Kayıp Yüzbaşı: 2003’te Silinen İsim ve 12 Yıl Sonra Ortaya Çıkan Gerçek
2003 yılının soğuk ve yağmurlu bir kış gecesiydi. Anadolu’nun iç taraflarında, haritada bile zor bulunan küçük bir kasaba vardı: Karayel. Rüzgar, karakolun paslı pencerelerine çarparken, dışarıda projektörlerin solgun ışığı çamurlu avluyu ancak aydınlatabiliyordu. Saat gece yarısına yaklaşırken, nöbetçiler üşüyen ellerini nefesleriyle ısıtmaya çalışıyordu. Karakol binasının en üst katındaki küçük odada ise 38 yaşındaki Yüzbaşı Kemal Demir, masanın başında tek başına oturuyordu. Üniformasının yakası çözülmüş, kravatı gevşemişti ama dosyaların karşısındaki dikkati hâlâ ilk günkü kadar keskin ve kararlıydı.
Kemal Demir, 20 yıllık askerlik hayatında herkesin tek cümleyle tarif ettiği dürüst bir adamdı. Ne rüşvete bulaşır ne de yanlışlara göz yumar, adaleti her şeyin üstünde tutardı. O gece onu uyutmayan da tam olarak bu dürüstlüğüydü. Masasının üzerinde günlerdir uğraştığı sınır hattı kaçakçılık raporları, kamyon giriş çıkış listeleri, imza föyleri ve devriye tutanakları duruyordu. Kağıtlar sıradan resmi evrak gibi görünüyordu ama Kemal’in gözünden hiçbir detay kaçmıyordu.
Bir sayfayı alıp yakına çekti. Parmağıyla tabloyu takip ederek fısıldadı: “Bu kamyon aynı gün iki kez geçmiş ama giriş saati var, çıkış saati yok.” Başka sayfalara geçtikçe aynı firma adı farklı plakalarla tekrar ediyordu. Bazı imzalar sanki aynı kişi tarafından farklı isimlerle atılmış gibiydi. Tarihler silinmiş, üzerine yeniden yazılmıştı. Ne kadar çok baktıkça o kadar çok tutarsızlık ortaya çıkıyordu. Kemal kaşlarını çatıyor, “Böyle tesadüf olmaz,” diyordu kendi kendine.
Bir defter açıp not almaya başladı. Hangi gün, hangi plaka, hangi imza? Her satırda resmi hikâyede yeni bir çatlak buluyordu. Eğer bunları olduğu gibi üst makamlara gönderirse, sadece birkaç asker değil, kasabadaki bazı sivil görevliler de zor durumda kalacaktı. Belki yıllardır süren büyük bir kaçakçılık ağının düğümüne basmıştı. O sırada masadaki eski telefon çaldı. Bu saatlerde aranmak alışılmış bir şey değildi. Kemal hafif irkildi, kalemi bırakıp ahizeyi kaldırdı.

Hatın öbür ucunda tanımadığı bir erkek sesi vardı. Ne kendini tanıttı ne selam verdi. Tonu sakin ama içinde belli belirsiz bir tehdit vardı. “Yüzbaşım,” dedi ses, “bu dosyalara fazla dokunmayın. Bazı kayıtlar bazı insanlar için silinmeli.” Kemal donup kalmıştı. “Kimsiniz? Hangi birimden konuşuyorsunuz?” diye sordu. Cevap yoktu. Sadece hafif bir nefes sesi,
Kemal, telefonu kapattıktan sonra odanın sessizliği ağırlaştı. Dışarıda rüzgâr uğulduyor, yağmur cama vuruyordu. Kafasında yankılanan o cümle vardı: “Bazı kayıtlar bazı insanlar için silinmeli.” Yıllarca emir komuta zincirine bağlı yaşamış, her talimatı sorgusuz yerine getirmiş biri için bu sözün anlamı çok açıktı. Birileri ondan görmezden gelmesini istiyordu. Hem de resmi evrak üzerinden.
Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Belki yanlış duymuştu, belki biri kötü bir şaka yapıyordu. Ama içindeki ses kabul etmiyordu. O gece fark ettiği imza sahtekarlıkları, eksik giriş çıkış kayıtları ve gelen bu telefon hepsi aynı tabloya işaret ediyordu. Bir süre pencerenin önüne gidip dışarıyı izledi. Karanlığın içinde nöbetçi kulübesinin ışığı yanıp sönüyordu.
İçindeki korku ona “Susarsan rahat yaşarsın,” diyordu. Ama vicdanı cevap veriyordu: “Susarsan sen artık sen olmazsın.” Yıllar önce askeri okulun kapısından içeri girerken ettiği yemini hatırladı: “Kanunlara ve vicdana bağlı kalacağıma.” Masasına geri döndü, dosyaları tek tek toparladı. En kritik gördüğü evraklardan birkaçını kopyalayıp ayrı bir zarfın içine koydu. Üzerine sadece bir tarih ve “Gerekli durumda açılacak” notunu yazdı.
Bu zarfı evine götürüp en güvendiği kişinin eline teslim etmeyi planlıyordu. Gece üçe doğru odanın ışığını kapatırken kararını vermişti: Her şeye rağmen bu raporu üst makamlara götürecekti. Kimin bozulacağını, kimin rahatsız olacağını düşünmemeye çalışıyordu. Koridorda yankılanan adımların karanlıkta birilerinin onu izlediğini fısıldadığını duyuyordu ama geri dönüp bakmadı.
Ertesi sabah hava daha sakindi. Yağmur durmuş, gri bulutlar dağılmıştı. Kasabanın üstüne soğuk bir sis çökmüştü. Kemal üniformasını özenle giydi, masasının çekmecesinden hazırladığı zarfı alıp iç cebine koydu. Yanına sadece gerekli evrakları ve küçük bir çanta aldı. Kapıdan çıkmadan önce duvardaki aile fotoğrafına gözleri takıldı. Yanında eşi Elif, arkada sade bir kasaba manzarası vardı. Fotoğrafın camına hafifçe dokundu, “Bu iş bittiğinde hepsini geride bırakacağız,” diye fısıldadı.
Avluda görevli erler selam duruyordu. Kemal kısa bir baş hareketiyle karşılık verdi. Gri sedan aracına bindi. Motor çalışırken telsizden rutin anonslar geçiyordu. Hiçbir şey kritik görünmüyordu. Resmi olarak yakın şehirde yapılacak acil bir toplantıya çağrılmıştı. Kağıt üzerinde her şey sıradan görünüyordu: toplantı, dönüş. Kimse bunun onun için tek yönlü bir yolculuk olacağını bilmiyordu.
Araç kasabanın dışına çıkıp virajlı dağ yoluna girdiğinde sis daha da yoğunlaştı. Yol kenarındaki tabelalar birer gölge gibi kayıp gidiyordu. Kemal yavaş kullanıyor, düşünceliydi. Bir anlığına geceki telefon aklına geldi. Belki de bu toplantı o uyarının devamıydı, diye düşündü ama geri dönmedi. Direksiyonu biraz daha sıkı kavrıyordu.
O gün öğleden sonra aynı yolda devriye gezen bir ekip, Kemal’in aracını yol kenarında terk edilmiş halde buldu. Motor soğumuş, kapılar kilitli, camlar sağlamdı. İçeride ufak bir not defteri, yarısı içilmiş bir su şişesi ve birkaç boş dosya vardı. Ancak ne Kemal’in resmi raporu ne de kendisi ortadaydı. Ne fren izi, ne mücadele belirtisi, ne de kan lekesi vardı. Sanki arabadan çıkıp sisin içinde yürümüş ve havaya karışmış gibiydi.
Kısa süre içinde arama çalışmaları başladı. Yol kenarındaki uçurumlar, ormanlık alanlar, küçük köprü altları tek tek tarandı. Helikopter, termal kamera yoktu. Sadece o dönemin imkanlarıyla yapılan klasik arama. Ama sonuç hep aynıydı: Yüzbaşı Kemal Demir’den hiçbir iz yoktu.
Aylar geçti. Resmi makamlar aileye ve birliğe açıklama yapacak bir metin üzerinde çalışıyordu. Başta kayıp personel olarak açılan dosya zamanla sessizce başka bir başlığa taşındı. Sonunda soğuk bir kış sabahı Kemal’in eşi Elif karakola çağrıldı. Komutan odasında önüne bir kağıt bırakıldı. Dili soğuk, cümleler kısaydı: “Resmi kayıtlara göre Yüzbaşı Kemal Demir görevini terk etmiş ve ülkeyi yasa dışı terk etmiştir.”
Elif’in elindeki kağıt titriyordu. “Bu mümkün değil,” diye fısıldadı. Yıllarca dürüstlüğüyle övülen kocası şimdi tek bir imzayla firari damgası yemişti. Kemal’in yaşlı anne babası kasabanın çarşısında başlarını eğerek yürümeye başladı. Komşular fısıldaşıyordu: “Demek o kadar da temiz değilmiş.” Ailenin yüreğine düşen utanç ve acı, yok oluşun kendisinden bile ağırdı.
İşte tam burada, sevgili okur, sen devreye giriyorsun. Çünkü bu dosya bitmedi. Resmi kayıtlarda Kemal’in adı silinmiş olabilir ama 12 yıl sonra çekilen tek bir fotoğraf herkesin unuttuğu bu adamın hikayesini yeniden yazacaktı.
Karayel kasabasındaki o küçük karakolda dosyaların arasında kaybolan yüzbaşı Kemal Demir’in hikayesi aslında çok daha eskilere dayanıyordu. Onu tanımadan bugün anlatılan firari subay masalına inanmak kolaydı. Ama çocukluğundan itibaren hayatına bakan herkes resmi açıklamanın ne kadar saçma olduğunu anında fark ederdi.
Kemal, Orta Anadolu’da dar bir sokağın köşesindeki bakkalı işleten Ali Demir’in oğluydu. Babası sabahtan akşama kadar un çuvalı taşırdı. Annesi dükkanın üstündeki küçük evde üç çocukla uğraşırdı. Evleri zengin değildi ama kimse aç yatmazdı. Ali amcanın tek mirası çocuklarına her fırsatta tekrarladığı cümleydi: “Bak oğlum, para gelir geçer. İnsanın geride bıraktığı tek şey ismi, adın temiz olsun yeter.”
Kemal ilkokuldan itibaren sınıfın en sessiz ama en çalışkan çocuğuydu. Arkadaşları top peşinde koşarken o çoğu zaman defterine eğilir, harita kitaplarına bakar, askeri üniformalara hayran hayran bakardı. Ortaokulda bir gün televizyon haberlerinde tören yürüyüşü izlerken annesi sormuştu: “Ne bakıyorsun öyle?” Kemal’in cevabı kısaydı: “Ben de bir gün orada yürümek istiyorum.”
Askerlik onun için ne maaş ne makam demekti. Çocuk aklıyla bile ülkeye yararlı olma fikrine tutulmuştu. Liseye geldiğinde öğretmenleri onun disiplinine hayrandı. Arkadaşları arasındaki lakabı bile buydu: Kitap Kemal. Kavga etmeyen, kopyaya bulaşmayan, kimsenin eşyasına el sürmeyen çocuktu.
Sınav dönemi yaklaşınca mahalledeki bazı aileler ondan çocuklarına ders çalıştırmasını isterdi. Kimse şaşırmadı. Askeri okul sınavını kazandığında bütün sokak onun için kurban keser gibi sevindi. Babası dükkanın camına “Oğlumuz yüzbaşı olacak inşallah” diye yazdığı kağıdı gururla astı.
Askeri okul yılları Kemal’i daha da sertleştirmedi. Tam tersine içindeki adalet duygusunu keskinleştirdi. Disiplin cezalarından uzak duran nadir öğrencilerden biriydi. Bir defasında kantinde bazı arkadaşlarının gizlice sigara ve içki sattığını fark etmiş, “Sırf adi bir iş bu,” diye komutanına rapor etmişti. O günden sonra sınıfın bir kısmı onu fazla kurallara bağlı bulmuştu. Ama amirlerinin gözünde Kemal’in ismi bir kez daha parlamıştı. Bu çocuk rüşvete, torpile asla bulaşmazdı.
Mezuniyet töreninde diplomasını alırken komutanı kulağına eğilip, “Senden iyi subay olur Kemal. Ama zor bir yol seçtin. Doğru bildiğini söylemek her zaman bedelsiz olmaz,” demişti. Yıllar sonra Karayel’de başına gelecekleri belki de en iyi özetleyen cümle buydu.
Göreve başladıktan sonra 1990’lı yıllar boyunca farklı bölgelerde çalıştı. Doğu Anadolu’nun sert kışlarını, Ege kıyılarının kavurucu sıcaklarını, sınır karakollarının uykusuz gecelerini gördü. Hangi birliğe gittiyse kısa süre içinde aynı cümleyi duymaya alıştı: “Kemal Yüzbaşı adildir. Kimseyi kayırmaz.” Askerlerin izin listelerini hazırlarken kimin memleketinin neresi olduğuna, kimin kimle akraba olduğuna bakmazdı. Bazılarına bu tavrı ağır gelse de uzun vadede herkes ondan emin olurdu. Haksız yere ceza vermez ama kural da bozdurmazdı.
İşte tam bu yıllarda hayatına Elif girdi. Elif devlet hastanesinde çalışan genç bir hemşireydi. Kemal onu ilk kez bir devriye sırasında yaralanan askeri ziyaret için gittiği acil serviste görmüştü. Yorgunluğuna rağmen sabırlıydı. Hem askerin ağrısıyla hem ağlayan annesiyle aynı anda ilgileniyordu. Çıkışta Kemal, komutası altındaki askere, “Bak, böyle insanlara saygı duymadan olmaz,” demişti.
Birkaç ay sonra ortak bir arkadaş vasıtasıyla tanıştırıldılar. Sohbetleri kimsenin duymadığı küçük benzerliklerle doluydu. İkisi de memur çocuğuydu. İkisi de maaşın yetmediği ayları çok iyi bilirdi. İkisi de namuslu yaşamak lafını süslü slogan değil, günlük hayatın tek ölçüsü sayardı. Kısa bir sözlülük döneminden sonra sade bir düğünle evlendiler. Altın takıları azdı ama masadaki sevinç gerçekti.
Elif, Kemal’in üniformasını ilk kez kendi elleriyle ütülerken, “Bu sadece kumaş değil, emanet,” demişti. Kemal her göreve çıkarken evden aynı cümleyle çıkmaya başladı: “Merak etme, başımı eğecek hiçbir şey yapmam.” 1990’ların ikinci yarısı onların hem en yoğun hem de en mutlu yılları oldu. Kemal bir şehirden diğerine tayin edildi. Elif gittiği her yerde hastanede yeniden iş buldu. Taşındıkları evler çok lüks değildi ama her yeni mutfakta aynı küçük sofrayı kurdular. Maaş yattığında aynı şekilde zarfı açıp hesap yaptılar. Hiç kimse paranın peşinde koşan bir çift olduklarını söyleyemezdi.
Kemal’in arabası yoktu. Pahalı saat takmazdı. Tek lüksü iyi bir dolma kalem ve düzenli tutulan not defterleriydi. 2001 yılına gelindiğinde Kemal’in tecrübesi artmış, rütbesi de ona göre yükselmişti. O yıl onu kariyerinin en kritik durağına gönderdiler: Ülkenin sınır bölgelerinden birinde hareketliliğiyle bilinen bir karakola.
Görev tanımı kağıt üzerinde alışıldık görünüyordu: kaçakçılıkla mücadele, sınır güvenliği, devriye planlaması. Ama Kemal daha ilk aylarda bir şeylerin tuhaf olduğunu hissetti. Karakola geldiği gün bazı ellerin ve hatta bir iki ast subayın üzerindeki saatlere, cep telefonlarına göz ucuyla bakmıştı. Maaşları belli, lojman koşulları belli ama bileklerindeki metal hiç de standart değildi.
Kasabaya indiğinde birkaç sivilin yeni model araçlarla gelip gittiklerini fark etti. Sanki bu küçük tozlu yer bir anda lüks bir vitrinin ortasına dönmüştü. Başta, “Herkesin hayatı kendine,” deyip karışmak istemedi. Ancak göreve dair ilk ayrıntılı briefingleri aldığında kağıtla sahnenin birbirine uymadığını gördü. Resmi kayıtlara göre sınır hattında son aylarda neredeyse hiç ciddi kaçakçılık olayı yaşanmamıştı. Her şey nizami, tablolar tertemizdi.
Oysa halkla konuştuğunda gece sessizliğinde uzaktan gelen motor sesleri, bazı kamyonların hep aynı saatlerde girip çıktığı anlatılıyordu. Bu kadar sakin görünen bir dosyada bu kadar para kokusu olması Kemal’in içini rahat bırakmadı. Bir gece nöbet çizelgelerini incelerken fark ettiği ufak bir ayrıntı zihnindeki taşları yerine oturmaya başladı. Belli günlerde aynı kişiler nöbette aynı saatlerde giriş çıkış yapıyordu.
Birkaç hafta boyunca hiçbirini suçlamadan sadece gözlem yaptı. Kamyonlar geldiğinde kim nerede duruyor, hangi zabıt kağıdı kim yazıyor, hangi mühür hangi saatte vuruluyor? Yavaş yavaş aralarında adı konmamış bir anlaşma olduğunu hissetti. Yine de o dönemde bile kimsenin adını vermedi, kimseye hakaret etmedi. Elif’e durumu açtığında sadece şunu söyledi: “Burada bazı şeyler benim alıştığım gibi değil ama merak etme, ne olursa olsun cebime para koyup susacak biri değilim.” Elif gülümsedi, “Zaten sen başka türlüsü olsan ben seninle evlenmezdim,” dedi.
İşte bu yüzden 2003’te ortadan kaybolduğunda ve resmi makamlar “mali sıkıntılar nedeniyle ülkeyi terk etti, görevini bıraktı” gibi cümleler kurduğunda onu gerçekten tanıyan hiç kimse inanmadı. Onun için birkaç liralık avantaj uğruna adını kirletmek, çocukluğundan beri duyduğu o cümleyi çöpe atmak demekti. Geride sadece ismin kalırdı. Kemal Demir o ismi korumak için yaşamış bir adamdı. Para için kaçacak son kişi oydu.
Bu yüzden resmi kayıtlarda yazanlarla gerçekler arasındaki uçurum her geçen gün biraz daha büyüyordu. Karayel’deki görevine başladıktan birkaç ay sonra Kemal’in içindeki huzursuzluk artık kulaktan dolma şüphe değil, rakamlarla, imzalarla beslenen somut bir hisse dönüşmüştü. Kağıt üzerinde olaysız görünen sınır hattı gece olduğunda bambaşka bir yüz gösteriyordu.
Uzak tepelerden gelen motor uğultuları, sabaha karşı kasabaya inen yüklü kamyonlar ama resmi kayıtlarda tek satır bile yoktu. Böyle bir yerde her şey yolunda denmesi Kemal’in karakterine göre imkansızdı. Bu yüzden işe en iyi bildiği yerden başladı: rakamlardan.
Önce devriye raporlarını masasına yığdı. Yanına da sınır kapısındaki giriş çıkış listelerini aldı. Bir defter açıp sayfayı ortadan ikiye böldü. Bir tarafa devriye tarihlerini, diğer tarafa o gün görülen araçları yazdı. Sonra depo kayıtlarından o günlerde teslim alındığı söylenen malları not etti. Günlerce her akşam aynı manzarayla karşılaştı. Kağıtlar tertemiz görünüyordu ama birbiriyle örtüşmeyen küçük ayrıntılar gözden kaçacak gibi değildi.
Mesela bir hafta içinde üç kez gelen aynı şirketin kamyonlarından biri devriye raporunda hiç geçmiyordu. Başka bir gün nöbet listesinde adı olan bir astsubayın aynı saatte bir başka evrakta şehir dışında görevli gösterildiğini fark etti. Bazı formlarda imzaların altındaki tarih silinmiş, yeniden yazılmış gibiydi. Normal bürokrasi, dağınıklığı diye geçiştirilemeyecek kadar sistematik hatalar vardı.
Kemal, akşamın sonunda masasına eğilip fısıldadı: “Birileri bu rakamlarla oynuyor.” Bunun bir suçlama değil, çıplak bir tespit olduğunun farkındaydı. Ama kime söyleyecekti? Birlikteki herkesin masum olduğundan emin olamazdı. Bu yüzden önce kendi kendine bir gölge dosya hazırlamaya karar verdi.
Nöbetten arta kalan saatlerde karakolun arşiv odasında daha eski kayıtları incelemeye başladı. Son iki yıla ait belgeleri tek tek elden geçirdi. Özellikle gece 02:00 ile 04:00 arasındaki giriş çıkışlara odaklandı. Çünkü bu saatlerde genellikle hiçbir olay yok diye yazılıyordu. Buna rağmen kasabadan o saatlerde geçen ağır araçlar hakkında kulaktan kulağa anlatılan hikayeler bitmiyordu.
Kemal her şüpheli tabloyu defterine işliyor, hangi kağıdın hangi klasörde bulunduğunu köşesine küçük işaretler koyarak not ediyordu. Kısa sürede belli günlerde tekrarlanan tuhaf bir döngü ortaya çıktı. Bazı konvoylar tam da denetimin en zayıf olduğu zamanlarda geçiyordu. Yeni nöbet değişmiş, herkes yorgun, kontrol listeleri hızla doldurulmuştu. Ertesi gün düzenlenen resmi evrakta ise o saatler için “rutinde bir değişiklik yoktur” cümlesiyle geçiştiriliyordu. Sanki görünmez bir el her yüz bırakabilecek hareketi daha baştan kayıt dışı bırakmayı öğrenmişti.
Kemal sadece kağıtlarla yetinmedi. Birkaç gece resmi olarak kendi adı yazmadığı halde sivil kıyafetle sınır hattına yakın tepelere çıktı. Uzaktan projektörlerin kör noktalarını, devriyelerin hangi güzergahları tercih ettiğini izledi. Bir keresinde takvime göre kapalı görünen bir tali yolun ucunda far ışıkları gördü. İki kamyon sırayla içeri girdi. 15 dakika sonra boş döner gibi çıktılar. Ne plaka kaydı ne tutanak. Sabah hiçbir evrakta bu hareketten söz edilmeyecekti.
Artık elinde sadece şüphe değil, mantıklı bir şema vardı. Bir grup geceleri sınır hattından mal geçiriyor, gündüz ise kağıtlar üzerinde her şeyi normal gösteriyordu. Üstelik bu sadece bir iki erin cesaret edeceği bir iş değildi. Evraklarla bu kadar oynanabiliyorsa işin içinde daha üstte duran isimler de olmalıydı.
Böyle bir durumda tek hata kanıtları tek yerde tutmaktı. Kemal günlerce topladığı belgelerin fotokopilerini aldı. En hassas bulduklarını iki ayrı zarfın içine koydu. Birini karakoldaki odasında kilitli dolabın en arka rafına yerleştirdi. Öne daha sıradan dosyalar dizerek zarfı gizledi. Diğerini ise izin gününde eve götürdü. Salonun duvarındaki ağır kitaplığın arkasına, duvarla ahşap arasında kalan dar boşluğa dikkatlice sıkıştırdı.
Elif’e bu zarflardan hiç söz etmedi. Ne kadar az kişi bilirse o kadar güvenli olacağına inanıyordu. Fakat görünen o ki Kemal bir şeyler yaptığını gizleyebilse de birilerinin gözleri de onu izliyordu.
İlk uyarı, akşam nöbet dönüşü aracının camında bulduğu küçük bir kağıt parçası oldu. Sileceklerin altına sıkıştırılmış notta sadece şu yazıyordu: “Bu konuyu kapat. Herkes için daha iyi olur.” Ne imza vardı ne tehdit içeren süslü cümleler. Ama sade oluşu tehdidi daha da ürkütücü kılıyordu.
Kemal kağıdı katlayıp cebine koydu. Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalıştı. Ancak o geceden sonra odasında çalışırken telefonu her çaldığında içinden kötü bir his geçmeye başladı. Birkaç gün sonra gece geç saatte yine isimsiz bir telefon geldi. Sessizlikten sonra gelen kalın ses sadece “Çok meraklı subaylar bazen kaybolur,” deyip kapattı. Cümle kısa, anlamı açıktı.
Bu kez mesele sadece kendi güvenliği değildi. Elif’in haberi yoktu ama o da hedef haline gelecekti. Nitekim çok geçmeden hastanede küçük bir olay yaşandı. Elif öğle arası kantinde çayını içerken orta yaşlı bir adam yan masaya oturdu. Sanki tesadüfen oradaymış gibi davranıyor ama bakışları sürekli Elif’in üzerinde dolaşıyordu. Bir süre sonra hafifçe yana eğilip alçak sesle konuştu:
“Hanımefendi, kocanız çok tehlikeli şeylere bulaştı. Söyleyin biraz yavaşlasın. Her dosya açılmaz.”
Elif şaşkınlıkla, “Kimsiniz? Ne demek? İstiyorsunuz?” diye sorduğunda adam ayağa kalkmış, “Ben sadece dostça uyarıyorum,” diyerek ortadan kaybolmuştu.
Elif o akşam eve döndüğünde bu olayı Kemal’e anlatıp anlatmamakta tereddüt etti. Sonunda onu gereksiz yere korkutmak istemediğine karar verdi. Sadece “Bugün kendini yorma, çok yorgun görünüyorsun,” demekle yetindi. Ama içindeki huzursuzluk artık büyüyordu.
Kemal ise tehditleri görmezden gelmenin bir yere kadar mümkün olduğunu biliyordu. Her geçen gün yeni bir boşluk buluyor, yeni bir isimle karşılaşıyordu. Artık elindeki not defteri, kamyon plakaları, tarih ve saatler şüpheli imzalarla dolmuştu. Bu noktadan sonra tek başına devam etmek hem kendisini hem de etrafındakileri daha büyük riske atabilirdi.
Bu yüzden sayfaları karıştırırken aklına uzun zamandır görmediği bir isim geldi: Albay Nihat Aksoy. Yıllar önce başka bir bölgede görev yaparken tanıştığı, dürüstlüğüne güvendiği ender üstlerinden biriydi. Rüşveti, kayırmacılığı açıkça eleştiren, yanlış yapan kendi evladım olsa gözünün yaşına bakmam diyen türden bir komutandı. Nihat Albay o sıralar başka bir şehirde bölge komutanlığında görevliydi. Eğer bu dosyayı birine götürecekse bu kişi ondan başkası olamazdı.
Kemal birkaç gün içinde ayrıntılı bir rapor taslağı hazırladı. Rutin rapor diliyle hazırlanmış gibi görünen metnin içine kendi tuttuğu notlardan ve fotokopilerden seçtiği kanıtları yerleştirdi. İsimleri tarihlerle birlikte yazdı ama yorum yapmaktan kaçındı. Sadece “Bu kayıtların tekrar incelenmesi gerekir” gibi cümleler kullandı. Amacı kimseyi peşinen suçlamak değil, sistematik bir inceleme başlatmaktı.
Sonunda masasında oturup takvime baktığı bir akşam kararını kesinleştirdi. Bölge komutanlığında Nihat Albay’la görüşmek için resmi yollardan randevu talep etti. Dilekçesinde konunun hassas olduğunu, yüz yüze görüşmeyi tercih ettiğini yazdı. Birkaç gün sonra olumlu cevap geldi. Belirtilen tarihte saat 14:00’te hazır bulunması istendi.
İşte 2003 yılındaki o meşhur yolculuk tam olarak bu randevuyla bağlantılıydı. Kemal arabasına bindiğinde bagajda sadece küçük çantası yoktu. İç cebinde aylarca emek vererek hazırladığı bazı insanların asla görmek istemeyeceği o rapor da vardı. Onu karanlığın içinde bekleyenlerin kim olduğunu bilmiyordu ama bir şeyden emindi: Bu iş birkaç erince kaçak sigara taşımasıyla açıklanamayacak kadar büyüktü.
O günden sonra yaşananlar, Kemal’in hayatının ve adalet mücadelesinin en karanlık dönemini oluşturdu. Resmi kayıtlardan silinen bir isim, vicdanlarda asla silinmedi.
News
Titanik’in İçinde: Amerikalı Bir Anne ve Çocuğun Son Eşyası — Yeniden Tasarlandı
Titanik’in İçinde: Amerikalı Bir Anne ve Çocuğun Son Eşyası — Yeniden Tasarlandı . . . Titanik’in İçinde: Amerikalı Bir Anne…
“Seni Kim D*vdü?” Dedi Mafya Babası — Sonrasında Yaptığı Şey Tüm Şehri Şoke Etti
“Seni Kim D*vdü?” Dedi Mafya Babası — Sonrasında Yaptığı Şey Tüm Şehri Şoke Etti . . . Seni Kim Dövdü?…
FAKİR ÇOCUK MÜHENDİSLERE 100 MİLYON LİRALIK MAKİNEDE MEYDAN OKUYOR… VE HERKESİ ŞOKA UĞRATUYOR
FAKİR ÇOCUK MÜHENDİSLERE 100 MİLYON LİRALIK MAKİNEDE MEYDAN OKUYOR… VE HERKESİ ŞOKA UĞRATUYOR . . . Valfin Sesi: Emre’nin Bursa…
BUNU BİR DAKİKADA TAMİR EDERİM, DEDİ FAKİR KIZ… MİLYONER GÜLDÜ AMA SON HERKESI ŞOKE ETTİ
BUNU BİR DAKİKADA TAMİR EDERİM, DEDİ FAKİR KIZ… MİLYONER GÜLDÜ AMA SON HERKESI ŞOKE ETTİ . . . Bir Dakikada…
फूल बेचने वाले बुजुर्ग के सामने झुक गए SP साहब, वजह जानकर पूरा जिला हिल गया, फिर जो हुआ…
फूल बेचने वाले बुजुर्ग के सामने झुक गए SP साहब, वजह जानकर पूरा जिला हिल गया, फिर जो हुआ… ….
घमंडी लड़की ने जिस बुजुर्ग आदमी को गरीब समझ कंपनी से बेइज्जती करके निकाला वो उसी कंपनी का,फिर जो हुआ
घमंडी लड़की ने जिस बुजुर्ग आदमी को गरीब समझ कंपनी से बेइज्जती करके निकाला वो उसी कंपनी का,फिर जो हुआ…
End of content
No more pages to load






