Kovboy, Kar Fırtınasında Bir Yabancıyı Kurtardı; Kadının Bölgedeki En Büyük Çiftliğin Sahibi Olduğu

.
.

Karın İçinden Gelen Mektup

Rüzgâr, dağ geçidinde yaralı bir hayvan gibi uluyordu. Yüksek çamların arasından kıvrılarak inen dar patikayı paramparça eden bir uğultu, karı gökyüzünden iri, kör edici tabakalar halinde savuruyordu. Jessie Dalton, yaşlı kısrağının boynuna doğru eğilmiş, bir eliyle dizginleri sıkıca kavrarken diğer eliyle ceketinin yakasını boynuna bastırıyordu. Toz grisi, sabırlı, soğukta nefesi buhar olan kısrak, basacağı yeri koklar gibi dikkatle ilerliyor; ardında eğere bağlanmış yün battaniye içindeki sekiz yaşındaki Tommy, babasının beline sarılı halde uykuyla ayazın arasında gidip geliyordu.

Steelwater’dan dönüş yolundaydılar. Jessie, Harlo’nun ahırında on dört saat çalışmış; nal çakmış, kırık aks onarmış, eldivenin altındaki çatlamış parmak eklemleri zonklayarak kazandığı üç-beş doları cebine koymuştu. Azdı ama masaya yemek, kapıya odun demekti. Bu kadarı bile bu kış için lükstü.

Onu ilk gördüğünde eve üç milden az kalmıştı. Yolun kenarında rüzgârın eğdiği bir çamın dibinde, karın yarısına gömülmüş siyah bir at ve yanında uzanmış, uzun paltolu bir siluet. Jessie önce bir kütük sandı, sonra kurtların bıraktığı bir geyik. Yaklaşınca gördü: At yaşıyordu; başını güçsüzce kaldırıyor, burun deliklerinden buhar tütüyordu. Yanındaki insanın üzerini bastıran karı sıyırdığında mum gibi bir yüz ve buzla ağırlaşmış koyu saçlar çıktı ortaya. Dudakları morumsu, nefesi çok zayıftı.

“Yerinde kal, Tommy.” dedi sakin ama aceleci. Eğeri boşaltıp çocuğu ön tarafa kaydırdı. Kadını kucaklayıp dikkatli hareketlerle arkaya yerleştirdi, gevşek kollarını Tommy’nin beline doladı. “Sıkı tut oğlum, bırakma.” Tommy’nin gözlerinde korku pırıldadı ama başını kararlılıkla salladı. Jessie dizginleri çekip Toz’u ileri sürdü; siyah at, sadakatle peşlerine takıldı.

Fırtına dişlerini gösteriyordu. Kar, yüzlerine kamçı gibi çarpıyor; rüzgâr, göğüs kafesini içeriden iten soğuk eller gibi nefeslerini kesiyordu. “Az kaldı.” diye mırıldandı Jessie, kime söylediğini bilmeyerek. Tepenin ardında, kütüklerden örülmüş tek odalı kulübesinin silueti nihayet beyaz duvardan ayrılıp seçilince içindeki düğüm çözüldü.

Kapıyı Tommy’ye açtırıp kadını içeri taşıdı. Şöminenin yanındaki dar yatağa yatırdı. Üzerindeki ıslak paltoyu ve botları aceleyle çıkardı; ayaklar, soluk griye dönmüş, donmanın sınırında. Ateşi canlandırdı, yün yorganları üst üste yığdı, ısıtıcıda su kaynatıp nane ekledi. Kadının dudaklarına birkaç yudum değdirdi; çoğu çenesinden aktı ama birkaç damla boğazından geçti. Elleriyle kadının ellerini ovuşturdu; parmak eklemleri sızladı ama bırakmadı.

“Ölecek mi baba?” Tommy fısıldadı. Jessie, oğlunun gözlerindeki büyük soruyu ilk kez yanıtsız bırakmak istemedi ama yalan da söylemek istemedi. “Bilmiyorum.” dedi kısık bir sesle. “Ama elimizden geleni yapacağız.”

Saatler, ateşin çıtırtıları ve fırtınanın ulumasıyla eridi. Kadının yanaklarına ince bir pembelik geldi; göz kapakları titredi, boğazından kesik bir ses çıktı. Jessie derin bir nefes aldı. “İyi iş, evlat.” dedi. Tommy, ateşe bir odun daha atıp küçük bir gülümsemeyle karşılık verdi.

Kadın, gece yarısına doğru gözlerini açtı. Gri, keskin gözler önce tavanda gezindi, sonra Jessie’ye döndü. Oturmak istedi, vücudu izin vermedi. “Sakin ol.” dedi Jessie. “Güvendesin. Copper Creek. Steelwater’ın güneyi. Seni patikada buldum.”

“Atım?” diye sordu kadın, sesi iplikle çekilmiş gibi ince. “Arka tarafta. Besledim, ovdum. Düzelecek.”

Kadın başını yastığa geri bıraktı. Gözleri kulübeyi dolaştı: taş şömine, duvarlardaki gölgeler, köşede bıçakla bir tahtayı oymaya çalışan ciddiyetli çocuk. Sonra Jessie’ye döndü; yıpranmış gömleği, nasırlı elleri, yüzündeki yılların çizgileri. “Bunu yapmak zorunda değildin.” dedi.

“Doğru olanı yapmak zorunda hisseder insan.” dedi Jessie, omzunu silkip. Kadının dudaklarında belirsiz bir gülümseme belirdi. “Çoğu hissetmez.”

Tommy iki elinde bir kaseyle yaklaştı. “Isınırsınız.” dedi, masum bir gururla. Kadın kâseyi aldı, usul usul içti. “Teşekkür ederim.” Sonra, sanki yanlış anlaşılmak istemiyormuş gibi, adını söyledi: “Kate.”

Gece, dışarıda fırtına yorgun düşüp sustuğunda kulübenin içindeki sıcaklık neredeyse kutsaldı. Jessie, Kate’in ayaklarını yüksek tutup sardı, kadının nefesinin düzenli kalıp kalmadığını kontrol etti. Tommy, ateşin yanında yarı uyukladı. Bir ara Kate, “Ne zamandır buradasınız?” diye sordu. “Altı yıl.” dedi Jessie. “Karım öldükten sonra yaptım, Tommy ikiydi. Bir yere ihtiyaç vardı.”

“İyi iş.” dedi Kate, kulübeye ve içindeki düzene bakarak. Jessie’nin çenesi, kırılgan bir gururla hafifçe gerildi. “Bizi besler, sıcak tutar.” “Daha fazlasını isteyebilirdiniz.” diye fısıldadı Kate. Jessie’nin gözleri kısa bir an uzaklaştı. “İstemeyi bırakırsan, kaybetmezsin.” demedi; ama suskunluğu bunu söyledi.

Sabah berraktı. Güneş, buzla kaplı camdan içeri yumuşak kareler çizdi. Jessie, sessizce kapıya yürürken Kate gözlerini açtı; hâlâ tedirgin ama hayattaydı. “Atını kontrol edeceğim.” dedi Jessie. “Binmeye hazır olduğunda seni yola çıkarırım.” Kate itiraz etmeye niyetlendi, vazgeçti. Bir süre sonra pencereden Jessie’yi izledi: atın bacaklarını yoklayan, eğerin kayışlarını sıkan, üzengileri ayarlayan dikkat. O parmaklar bir ömür onarım yapmıştı; şimdi de onu hayata bağlıyordu.

Kapıda karşılaştıklarında Kate, “Bütün bunları yapmak zorunda değildin.” dedi bir kez daha. Jessie, “Gevşek eğerle gönderemezdim.” diye yanıtladı. Kate’in gri gözleri onun gözlerini aradı; para uzattı. Jessie elini kaldırdı. “Yolda sana benden çok lazım.” Kate parayı geri cebine koyarken bir şey anladı: Bu adam, karşılık beklemeyenlerden. Az rastlanırdı.

Kate, zarif bir hareketle atına bindi, dizginleri çevirmeden önce döndü: “Bunu unutmayacağım, Jessie Dalton.” Jessie de şapkasını kaldırdı. “Yolun açık olsun, Bayan Kate.” Kadın ufka sürdüğünde karda tek izleri kaldı; bir de Jessie’nin zihninde asılı soru: O kimdi?

Günler yumuşadı, kar çekildi, çamur çıktı. Yaşam kaldığı yerden aktı. Jessie örsün başına döndü, Tommy okla kediye isim buldu, çatı yine sızdı, katran bulundu. Kate, Jessie’nin düşüncelerinde bazen bir ateşin kıvılcımı gibi parlayıp sönüyordu: Keskin bakış, içten teşekkür, görülmüş olma hissi.

Bir perşembe öğleden sonra, Harlo’nun önünde kırık bir tekeri tamir ederken nal sesleri düzenli ve kararlı bir ritimle yaklaştı. Temiz takım elbiseli, melon şapkalı bir adam, kasabanın tozlu caddesinde sanki başka bir şehirden yürüyüp gelmiş gibi durdu. Jessie’ye doğru atını sürdü, zarif bir hareketle indi ve eğer çantasından kırmızı mumla mühürlü ağır bir zarf çıkardı.

“Bay Jessie Dalton?” “Benim.” “Bu mektubu size bizzat iletmem istendi. Bayan Katherine Merck’ten.”

Jessie’nin avuçları terledi. Mührün üzerindeki süslü M harfi, altın bir güneş gibi parlıyordu. Mektubu açtı. El yazısı akışkan ve kararlıydı.

“Sevgili Jessie,” diye başlıyordu Kate. “Kapından ayrıldığım günden beri her gün o geceyi düşündüm. Tereddüt etmedin. Kim olduğumu sormadın, karşılığında ne verebileceğimi tartmadın. Nezaketin takas olmadığını unuttuğum yıllardan sonra, bana bunu hatırlattın.

Ben Katherine Merck. Red Bluff bölgesinin en büyük sığır işletmesi Merck Cattle Company’nin sahibiyim. Babamdan sonra bu işi sıfırdan büyüttüm; on beş yıl boyunca bana inanmayan erkeklerin gözlerinin içine bakarak öğrendim. Güçlü olmayı, hesap yapmayı, kârı. Bu süreçte yüreğimi kireçledim, itiraf edeyim. Sen, hiçbir şey istemeden bir insanın hayatını taşıdın. Bana güvenilecek insanın nasıl biri olduğunu yeniden gösterdin.

Copper Creek’e genişliyoruz. Yeni ahırlar, yeni sürüler. Bir usta başı arıyorum: eli yatkın, gözü tok, sözü sağlam. Maaş aylık 120 dolar. Arazide bir ev ve oğlun Tommy’nin okul masrafları benden. Ama bunun ötesinde, ileride kârdan pay veren bir ortaklık teklif ediyorum. Benim için değil, benimle birlikte bir şey kurman için. Eğer istersen, yerin hazır.”

Jessie satırların üzerinde uzun süre kaldı. 120 dolar, bir ev, okul. Umut, göğsünde en son ne zaman bu kadar dolu çarpmıştı, hatırlayamadı. Takım elbiseli adam, “Cevabınız için beklememi istedi.” dedi. “İsterseniz hemen Silver Ridge malikanesine götürebilirim.”

“Bir saat verin.” dedi Jessie, sesi beklenmedik bir şekilde kısık. “Oğlumu alayım.” Adam gülümsedi. “Hanımefendi üç haftadır bekliyor, bir saat daha bekler.”

O akşam, kulübenin basamaklarında yan yana oturdular. Gökyüzü mor ve kehribar. Turuncu kedi, Tommy’nin kucağında mırıldanıyor. “Baba, mektupta ne yazıyor?” Jessie, oğlunun gözlerine baktı; içinde saf bir güven. “Kate Hanım’ı hatırlıyor musun?” “Evet.” “O, bölgenin en büyük çiftliğinin sahibiymiş. Bana bir iş teklif ediyor, oğlum. Gerçek bir iş. İyi maaş, ev, okul.” “Kitapları olan bir okul mu?” “Kitapları ve her şeyi olan.” “Kabul edecek miyiz?” Jessie, umutla korku arasında bir yerde, yıllarca istemeyi unutan yerini yokladı. Bu kez istemek, kaybetmek demek değildi. “Evet.” dedi. “Sanırım edeceğiz.”

Gece boyunca valiz denecek bir şey toplamadılar; çünkü toplayacak pek bir şey yoktu. Birkaç alet, birkaç fotoğraf, bir de Tommy’nin çizdiği yamuk bir ev resmi. Sabah, takım elbiseli adamla yola çıktılar. Ufukta Merck malikanesi göründüğünde, Tommy’nin ağzı açık kaldı: beyaz çitlerle çevrili uçsuz bucaksız otlaklar, sığır sürülerinin kara kıpırtıları, güneşi fener gibi yakalayan büyük bir ev.

Kate, verandalarda değildi yalnızca; bakışının menzilinde bütün arazi vardı sanki. Saçları geriye taranmış, üstünde sade ama zarif bir elbise. Gözleri aynı: keskin ama sert değil, hesapçı ama merhameti hatırlamış.

“Geldiniz.” dedi yumuşakça. “İstediniz.” dedi Jessie, dudaklarının kenarında küçük bir gülümseme. “Tommy,” dedi Kate, diz çöküp çocuğun hizasına inerek. “İçeride kocaman bir kütüphane var. Üç yüz kitap.” Tommy nefesi kesilmiş gibi babasına baktı. Jessie başıyla onayladı; çocuk sevinçle içeri koştu, turuncu kedi peşinde.

Verandada ikisi kaldı. Kate, “Mektupta yazanlar laf olsun diye değil.” dedi. “Bu bir sadaka değil. Hakkını verdiğin bir teklif.” Jessie, araziye baktı, sonra Kate’e. “Ben sadece yapılması gerekeni yaptım.” “Çoğu yapmazdı.” dedi Kate sakince. “Fark burada.”

Ertesi gün, Jessie ahırların planını eline aldı. Eski bir kirişin altında çatlak, su oluklarının açıları, kış rüzgârına bakan kapıların yönleri. İşine başladığı an, kendi dünyası genişledi. Ellerinin bildiği, zihninin kurduğu bir düzeni ilk kez bu kadar geniş bir coğrafyaya katıyordu. Akşam olduğunda, Tommy kütüphanede kocaman bir atlasın sayfalarını çeviriyor, her yeni sayfada dünyası büyüyordu.

Günler haftalara döndü. Jessie, işçilerle birlikte sahada oldu; bazen örsün başına geri döndü, nal çaktı, bazen genç bir kovboyun kaygısını dinledi. “Sürüyü taşırken kısa yol cana mal olur.” dediğinde, çocuk başını salladı. Jessie, “Sözün ağır gelmesi için önce taşımak gerekir.” diye düşündü. Akşamları Kate’le verandalarda rüzgârın yönünü, otlakların dinlenme sürelerini, kışın yeni barınak planlarını konuştular. Kate, hesaplarını paylaşırken “Eskiden sadece rakamlara bakardım.” dedi. “Şimdi insanlara da bakıyorum.”

Bir gece, göğün dibi yıldızla doluyken, Kate sessizce sordu: “Beni o gün patikada bulmasaydın?” Jessie omuz silkti. “Başka biri bulurdu.” “Sanmıyorum.” dedi Kate. “En azından karşılığını sormadan.” Jessie başını eğip gülümsedi. “Dünyada hâlâ karşılıksız yapılan şeyler var.”

.