“ÇALARSAN, SENİ EVLATLIĞA ALIRIM!” – MİLYONER KIZA GÜLDÜ… KIZIN ONU SUSTURMASI KADAR!

.
.

“Karton Piyanodan Gerçek Aileye”

Soğuk bir İstanbul sabahıydı. Kış, şehrin en görkemli semtlerini bile acımasız pençesiyle kavramıştı. Taksim Meydanı’nın kenarında, karla kaplı kaldırımda oturan küçük bir kız çocuğu vardı. Üzerinde eskimiş ince bir mont, ayaklarında ise yıpranmış botlar vardı. Ancak bu soğuğa aldırmadan önüne serdiği karton parçasının üzerine kalemle çizilmiş piyano tuşlarına parmak uçlarıyla dokunuyordu.

Kız, hayali piyanosunda Chopin’in Nocturne Op.9 No.2’sini çalıyordu. Parmakları karton üzerinde dans ediyor, dudaklarından çıkan melodi ise sanki gerçek bir piyanodan yükseliyordu. O an oradan geçenler duruyor, bu küçük mucizeye şaşkınlıkla bakıyordu.

Kemal Adalı, Türkiye’nin en acımasız iş insanlarından biriydi. 45 yaşında, uzun boylu, keskin bakışlı ve daima ölçülü giyinen bu adam, kurduğu teknoloji imparatorluğuyla piyasada korku salıyordu. Şirketini 15 yıl önce küçük bir yazılım firması olarak kurmuş, bugün ise Avrupa’nın en büyük teknoloji devlerinden biri haline getirmişti. Soğukkanlılığı ve acımasız iş stratejileriyle tanınıyordu.

Limuzini Taksim Meydanı’nın kenarında durduğunda, şoförü kapıyı açtı ve Kemal araçtan inerken o küçük kızı fark etti. Kız parmak uçlarıyla karton üzerindeki hayali piyanosuna dokunurken gözleri kapalıydı ve dudaklarından bir melodi dökülüyordu. Kemal, kızın yanında durdu ve ne yaptığını izledi. Bu ne saçmalık böyle diye düşündü. Sokak dilenciliğinin yeni bir versiyonu olmalıydı.

Küçük kız aniden gözlerini açtı ve Kemal’in bakışlarıyla karşılaştı. Yaklaşık 7 yaşlarında, koyu kahverengi gözleri solgun yüzünde parlıyordu. “Ne çalıyorsun?” diye sordu Kemal alaycı bir sesle.

“Chopin’in Nocturne Op.9 No.2’sini,” diye cevapladı kız tereddütsüz. “Benim en sevdiğim parçalardan biri.” Kemal kahkaha attı. “Gerçekten mi? Sen Chopin’i nereden biliyorsun küçük kız? Bu şekilde daha fazla para toplamayı mı umuyorsun?”

Küçük kız başını iki yana salladı. “Ben para için çalmıyorum. Çalmayı seviyorum. Annem bana öğretmişti.” Kemal kaşlarını kaldırdı. “Annen nerede peki?” Kızın gözleri bir an için bulutlandı. “Annem artık burada değil. Ben şimdi Mehmet dedeme, benim gözetmen olmam için verilmişim.”

Kemal etrafına bakındı. “Peki bu Mehmet dede nerede? Seni bu soğukta yalnız mı bırakıyor?” Kız, “Dede iki işte çalışıyor. Sabahları temizlik yapıyor, akşamları ise bir lokantada bulaşık yıkıyor. O çalışırken ben burada piyano çalışıyorum.”

Kemal küçümseyici bir gülümsemeyle, “Piyano çalışıyorsun öyle mi? Bu bir karton parçası. Gerçek bir piyano değil,” dedi. Kız inanılmaz bir olgunlukla Kemal’e baktı. “Gerçek piyano çalmak için paraya ihtiyacımız var. Dedem bir gün bana gerçek bir piyano alacağına söz verdi. O zamana kadar hayalimde çalabilirim.”

Kemal’in içinde bir şey kıpırdadı. Bu küçük kızın sakinliği ve olgunluğu onu şaşırtmıştı. Ancak iş dünyasında yıllarca edindiği katı kalp bu duyguyu hemen bastırdı. “Bak küçük kız, eğer gerçekten Chopin çalabiliyorsan ben de dünyanın en iyi iş adamıyım,” dedi Kemal alaylı bir sesle. “Bu tiyatroyu bırak. Kimse bu numaralara kanmaz.”

Kız hiç istifini bozmadı. “Adım Zeynep, Zeynep Alkan ve evet, gerçekten Chopin çalabiliyorum.”

Kemal bu sefer daha yüksek sesle güldü. Çevredeki insanlar dönüp bakmaya başlamıştı. “Peki Zeynep Alkan, bir teklifim var sana. Eğer gerçek bir piyanoda Chopin’i çalabilir ve beni etkileyebilirsen seni evlat edinirim. Aksi takdirde bu müzikal fantezini sonsuza dek unut.”

Sözleri ağzından çıkar çıkmaz kendi şaşkınlığını gizleyemedi. Neden böyle saçma bir teklifte bulunmuştu? Belki de bu küçük kızı küçük düşürmek, ona hayallerin gerçek hayatta işe yaramadığını göstermek istemişti. Zeynep hiç tereddüt etmeden başını salladı. “Kabul ediyorum.”

Kemal şaşkınlıkla kıza baktı. Bu çocuğun kendine güveni gerçekten olağanüstüydü. Ya da belki de sadece ne ile karşı karşıya olduğunu anlamamıştı. “İyi o zaman. Yarın sabah saat 10’da şoförüm seni buradan alacak. Seni Türkiye’nin en prestijli müzik akademisine götürecek. Orada gerçek piyanistlerin ve müzik profesörlerinin önünde çalacaksın. Eğer onları etkileyebilirsen sözümü tutarım. Ama başaramazsan, bir daha asla böyle saçma hayaller kurmamanı öğrenirsin.”

Zeynep hiç korkmadan Kemal’in gözlerine baktı. “Yarın görüşürüz bay… adınızı bilmiyorum.”

“Adım Kemal Adalı,” dedi adam, kızın cesaretinden etkilendiğini itiraf etmeden. “Ve evet, yarın görüşürüz Zeynep Alkan.”

Ertesi sabah Kemal erkenden kalktı ve özenle giyindi. Bugün önemli bir gündü ama neden bu kadar gergin hissettiğini anlayamıyordu. Sonuçta sadece küçük bir kızın blöfünü ortaya çıkaracaktı.

Saat tam 10’da şoförü Taksim Meydanı’na vardı ve Zeynep’i beklemeye başladı. Kemal arabanın içinden dışarıyı izliyordu. Acaba kız gelecek miydi? Belki de korkup vazgeçmişti. Tam o sırada Zeynep göründü. Yanında yaşlı bir adam vardı, muhtemelen bahsettiği dedesi Mehmet. Kız dünkü gibi eskimiş montunu giymişti ama bugün saçları özenle taranmış ve iki yandan örgülenmişti. Elinde küçük bir çanta taşıyordu.

Şoför arabadan inerek onlara doğru yürüdü ve kendini tanıttı. Yaşlı adam şüpheyle baktı ama Zeynep hiç tereddüt etmeden arabaya doğru ilerledi. Mehmet torunun peşinden gitti.

Araba hareket etti ve İstanbul’un kalabalık sokaklarından geçerek Maçka’daki görkemli İstanbul Müzik Akademisi’ne doğru ilerledi. Yolculuk boyunca Kemal Zeynep’i gözlemledi. Kız pencereden dışarı bakıyor, İstanbul’un manzarasını izliyordu. Arada bir dudaklarını kıpırdatıyor, sanki içinden bir melodi mırıldanıyordu.

“Gerçekten piyano çalabildiğine inanıyorsun değil mi?” diye sordu Kemal.

Zeynep gözlerini şehir manzarasından ayırıp Kemal’e baktı. “İnanmıyorum, biliyorum,” dedi basitçe.

Araba İstanbul Müzik Akademisi’nin önünde durduğunda Kemal önce indi ve kıza kapıyı açtı. Zeynep ve Mehmet görkemli binanın önünde durup yukarı baktılar. Bina Osmanlı ve modern mimarinin bir karışımıydı. Etkileyici ve heybetliydi.

“Hazır mısın?” diye sordu Kemal Zeynep’e bakarak.

Küçük kız başını salladı. “Evet, hazırım Bay Adalı.”

Üçü birlikte binanın geniş merdivenlerinden çıkarak içeri girdiler. İstanbul Müzik Akademisi’nin ihtişamlı koridorlarında yürürken Zeynep’in gözleri merakla etrafı inceliyordu. Duvarlardaki ünlü bestecilerin portreleri, gösterişli avizeler ve mermer zeminler ona bambaşka bir dünya sunuyordu.

Kemal Akademi Müdürü Selim Bey tarafından karşılandı. “Hoş geldiniz Kemal Bey. Her şey hazır. Sizi bekliyoruz,” dedi Selim Bey. Ardından meraklı gözlerle Zeynep’e baktı. “Bu küçük hanım da bahsettiğiniz genç yetenek olmalı.”

Kemal alaycı bir gülümsemeyle, “Evet, öyle sayılır. Kendisi Chopin çalabildiğini iddia ediyor,” dedi.

Selim Bey kaşlarını kaldırdı ama profesyonelliğini koruyarak Zeynep’e gülümsedi. “Merhaba küçük hanım. Adın nedir?”

“Zeynep Alkan,” dedi kız özgüvenle.

“Pekala Zeynep, bugün bize ne çalacaksın?”

“Chopin’in Nocturne Op.9 No.2’sini çalmak istiyorum,” dedi Zeynep tereddütsüz.

Selim Bey ve yanındaki birkaç profesör birbirlerine baktılar. Bu 7 yaşındaki bir çocuk için oldukça zorlu bir parçaydı. Kemal kızın seçimini duyunca içten içe memnun oldu. Bu zorlu parça onun blöfünü ortaya çıkaracaktı.

“Çok güzel bir seçim,” dedi Selim Bey diplomatik bir tonda. “Konser salonu hazır. İçeride birkaç profesörümüz seni bekliyor. Endişelenme, sadece küçük bir dinleti olacak.”

Zeynep başını salladı, hiç endişeli görünmüyordu. Mehmet ise gergin bir şekilde torununa bakıyordu. Kemal yaşlı adamın endişesini görebiliyordu ve bundan bir tür tatmin duyuyordu. Demek ki yaşlı adam da torunun başarısız olacağını biliyordu.

Hep birlikte konser salonuna girdiler. Salon orta büyüklükte ve mükemmel akustiğe sahipti. Sahnenin ortasında görkemli bir kuyruklu piyano duruyordu. Salonun ön sıralarında beş profesör oturmuş onları bekliyordu.

Kemal, Mehmet ve Selim Bey ön sıradaki boş yerlere oturdular. Zeynep ise sahneye doğru ilerledi. Piyanoya yaklaştığında ona neredeyse huşu içinde baktı. Parmaklarıyla piyanonun kenarını okşadı. Sonra yavaşça tabureye oturdu.

Kemal kızın hareketlerini izliyordu. Piyanoya yaklaşımı bir müzisyeninki gibiydi. Ama bu imkansızdı değil mi? Sokakta yaşayan, karton üzerinde hayali piyano çalan bir çocuk nasıl gerçek bir piyanist gibi davranabilirdi?

Salon sessizliğe büründü. Profesörler not almak için kalemlerini hazırlamışlardı. Mehmet elleri dizlerinin üzerinde gergin bir şekilde bekliyordu. Kemal ise koltuğuna yaslanmış, yaklaşan fiyaskoyu izlemeye hazırlanmıştı.

Zeynep derin bir nefes aldı. Gözlerini kapadı ve parmaklarını piyanonun tuşlarına yerleştirdi. Ve sonra müzik başladı.

İlk notalar salon boyunca yankılandığında Kemal şaşkınlıkla doğruldu. Bu inanılmazdı. Zeynep’in parmakları tuşlar üzerinde dans ediyor, Chopin’in büyüleyici melodisini hayata geçiriyordu. Tekniği mükemmeldi ama asıl etkileyici olan müziğe kattığı ruhtu. Her nota derin bir duygu taşıyordu. Yaşını aşan bir anlayışla çalıyordu.

Profesörler şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Selim Bey ağzı açık bir şekilde izliyordu. Mehmet’in gözleri yaşlarla dolmuştu. Kemal ise donup kalmıştı. Bu mümkün değildi. Bu küçük kız Chopin’i profesyonel bir piyanist gibi çalıyordu.

Parça ilerledikçe Zeynep’in performansı daha da derinleşti. Gözleri hala kapalıydı. Tüm varlığıyla müziğe odaklanmıştı. Salon Chopin’in notalarıyla dolup taşıyordu. Herkes büyülenmiş gibiydi.

Son notalar çalındığında salon derin bir sessizliğe gömüldü. Zeynep gözlerini açtı ve izleyicilere baktı. Kemal kızın gözlerindeki yaşları görebiliyordu. Müzik onu da derinden etkilemişti.

Birkaç saniye sonra salon alkışlarla inledi. Profesörler ayağa kalkmış, bu olağanüstü performansı alkışlıyorlardı. Mehmet gözyaşları içinde gülümsüyordu. Selim Bey ise hala şaşkınlığını atlatamamıştı.

Kemal ne yapacağını bilemedi. İçinde bir şeyler kırılmış gibiydi. Bu küçük kız onun tüm beklentilerini altüst etmişti. Sokakta yaşayan, karton üzerinde piyano çalan bir çocuk, profesyonel müzisyenleri bile etkilemeyi başarmıştı.

Zeynep sahneden indi ve Mehmet’in yanına gitti. Yaşlı adam onu sıkıca kucakladı. “Harikasın küçük meleğim,” diye fısıldadı.

Profesörlerden biri yaşlı bir kadın Kemal’e yaklaştı. “Bu çocuk olağanüstü bir yetenek. Böyle bir çocuğu nasıl buldunuz?”

Kemal cevap veremedi. Boğazında bir düğüm vardı. “Ben onu sokakta buldum. Karton üzerinde piyano çalıyordu.”

Profesör şaşkınlıkla baktı. “İnanılmaz. Bu çocuğun eğitimi için her şey yapılmalı. Böyle bir yetenek çok nadir görülür.”

Kemal başını salladı. Hala şoktaydı.

Selim Bey yanına geldi. “Kemal Bey, bu küçük kızı nereden tanıyorsunuz? Ailesini tanıyor musunuz?”

“Hayır,” dedi Kemal gözlerini Zeynep’ten ayırmadan. “Dün Taksim’de karşılaştık. Karton üzerinde piyano çaldığını gördüm ve ona meydan okudum.”

“Meydan okudunuz?” “Evet. Eğer gerçek bir piyanoda çalabilir ve beni etkileyebilirse onu evlat edineceğimi söyledim.”

Selim Bey’in gözleri büyüdü. “Ve şimdi sözünüzü tutacak mısınız?”

Bu soruya hazırlıklı değildi. Zeynep’in başarısız olacağından o kadar emindi ki sözünün sonuçlarını düşünmemişti bile. Şimdi ne yapacaktı? Bir çocuğu evlat edinmek mi? Bu hayatını tamamen değiştirecek bir karardı.

“Ben bilmiyorum,” dedi dürüstçe. Bu sırada Zeynep ve Mehmet yanlarına gelmişti. Zeynep Kemal’e bakıyordu. Gözlerinde beklenti vardı.

“Bay Adalı,” dedi Zeynep. “Size bir şey söylemem gerekiyor.”

Kemal kıza baktı. “Ne diyor Zeynep?”

“Sizi tanıyorum. Yani kim olduğunuzu biliyorum. Siz annemin abeysiniz.”

Kemal’in dünyası adeta durdu. “Ne? Ne dedin sen? Annem Ayşe Adalıydı evlenmeden önce. Sonra Alkan soyadını aldı.”

Kemal sarsılmış bir halde bir sandalyeye çöktü. “Ayşe kız kardeşi Ayşe mi? Ama bu imkansızdı. Ayşe 15 yıl önce ölmüştü. Lösemi tedavisi görmüş ama kurtulamamıştı. En azından bana böyle söylenmişti.”

“Bu olamaz,” dedi Kemal. Sesi titriyordu. “Ayşe öldü 15 yıl önce.”

Mehmet öne çıktı. “Hayır Bay Adalı. Kızım Ayşe ölmedi. En azından o zaman değil. Tedavi gördü ve iyileşti. Ama o zamanlar siz yurt dışındaydınız. Şirketinizi büyütmekle meşguldünüz. Ayşe size ulaşmaya çalıştı ama başaramadı.”

Kemal’in elleri titriyordu. “Neden bana söylemediniz? Neden beni aramadı?”

“Aradı,” dedi Mehmet. Sesi sert ama üzgündü. “Defalarca aradı. Ama siz hep meşguldünüz. Sekreterleriniz, asistanlarınız hiçbiri mesajları size iletmedi. Sonunda Ayşe vazgeçti. Yeni bir hayat kurdu. Evlendi. Zeynep doğdu. İki yıl önce tekrarlayan hastalığı nedeniyle hayatını kaybetti.”

Kemal dizlerinin üzerine çökmüş gibiydi. Kız kardeşi Ayşe yaşamıştı, evlenmiş, anne olmuştu ve o bunların hiçbirini bilmiyordu. Şimdi karşısında Ayşe’nin kızı, kendi yeğeni duruyordu ve o ona sokak çocuğu muamelesi yapmıştı.

“Zeynep,” dedi Kemal sesi kırık. “Sen benim yeğenim misin?”

Zeynep başını salladı. “Evet dayı. Annem bana her şeyi anlattı. Sizin fotoğraflarınızı gösterdi. Başarılarınızı takip ederdi. Hatta parasını sizin şirketinizin hisselerine yatırdı.”

Kemal şaşkınlıkla baktı. Mehmet cebinden eski bir zarf çıkardı. Ayşe’nin vasiyeti tüm varlığını Zeynep’e bırakmıştı. Ama şartlı olarak Zeynep reşit olana kadar bu varlık kan bağı olan bir aile üyesinin vesayetinde olmalıydı. Yani Kemal’in.

Kemal zarfı titreyen ellerle aldı ve içindeki belgelere baktı. Gerçekten de kız kardeşi Ayşe tüm varlığını kızı Zeynep’e bırakmıştı ve bu varlık Kemal’in şirketindeki hisselerden oluşuyordu. Ayşe yıllar boyunca sessizce kardeşinin şirketine yatırım yapmıştı. Belgeler Zeynep’in mirasının oldukça büyük olduğunu gösteriyordu.

Kemal boğazını temizledi. “Neden daha önce bana gelmediniz?”

Mehmet derin bir nefes aldı. “Denedik ama ofisinizdeki insanlar bizi kovdu. Sokak dilencileri olduğumuzu düşündüler. Bu yüzden Zeynep’le bir plan yaptık. Taksim’de geçeceğinizi bildiğimiz yerde beklemeye başladık. Zeynep’in piyano yeteneği bu. Ayşe’den ona geçen bir hediye. Ayşe de piyanoyu çok severdi. Hatırlıyor musunuz?”

Kemal başını salladı. Gözleri yaşlarla dolmuştu. “Evet. Ayşe piyanoyu severdi. Küçükken ebeveynleri ona piyano dersleri aldırmıştı. Çok yetenekliydi.”

“Evet,” dedi Mehmet. “Ayşe müziği her şeyden çok seviyordu ve bu sevgisini Zeynep’e aktardı.”

Kemal boğazını temizledi. “Ayşe nasıl yani? Ne oldu?”

Mehmet’in yüzü karardı. “Lösemi geri döndü. Doktorlar ellerinden geleni yaptılar ama bu sefer kurtaramadılar. Ayşe son günlerinde bile piyano çalıyordu. Zeynep’e dersler veriyordu ve sizden de bahsediyordu.”

“Benden mi?” Kemal şaşırmıştı. “Evet. Gazetelerde, televizyonda sizinle ilgili haberleri takip ederdi. Başarılarınızla gurur duyardı ve bir gün size ve Zeynep’e bir sürpriz hazırladığını söyledi.”

“Sürpriz?”

“Evet. Tüm birikimini sizin şirketinizin hisselerine yatırmıştı. Yıllar içinde bu yatırım büyüdü. Ayşe bu mirası Zeynep’e bıraktı. Ama bir şartla. Zeynep reşit olana kadar bu miras kan bağı olan bir aile üyesinin vesayetinde olmalıydı. Yani sizin.”

Kemal bu bilgiyi sindirmeye çalıştı. Kız kardeşi Ayşe ondan habersiz onun şirketine yatırım yapmış ve şimdi bu miras yeğeni Zeynep’e kalmıştı. O kendi yeğenini sokakta bulmuştu. Ayşe’nin son isteği…

Mehmet devam etti. “Sizin Zeynep’i tanımanız, ona sahip çıkmanızdı. Ama biz size nasıl ulaşacağımızı bilemedik. Ofisinizdeki insanlar bizi içeri bile almadı.”

Kemal öfkelendi. “Kim? Kim sizi geri çevirdi? İsimleri neydi?”

Mehmet başını iki yana salladı. “Bilmiyorum ama önemli değil artık. Önemli olan şimdi burada olmanız, Zeynep’i kabul etmeniz.”

Kemal derin bir nefes aldı. “Evet, haklısınız. Geçmişi değiştiremeyiz ama geleceği şekillendirebiliriz. Zeynep’e en iyi şekilde bakacağım. Söz veriyorum.”

O günden sonra Kemal Adalı, hayatında ilk kez iş ve para dışında bir şey için endişelenmeye başladı. Küçük yeğeni Zeynep için gerçek bir aile olmak, ona sevgi ve güven dolu bir yuva sunmak istiyordu.

Bu hikaye, hayatın acımasız gerçekleriyle yüzleşirken, sevginin ve ailenin gücünün insanları nasıl değiştirebileceğini anlatır. Küçük bir kızın hayalleri, büyük bir adamın kalbini eritir ve onları gerçek bir aile yapar. Hayat bazen en beklenmedik anlarda en değerli hediyelerini sunar.

PLAY VIDEO: