MİLYONER HABERSİZCE EVE ERKEN GELDİ… VE GÖRDÜKLERİ KARŞISINDA PANİĞE KAPILDI

.
.

Milyonerin Eve Erken Dönüşü

Giriş

Serhan Kaya, gümüş renkli Mercedes-Benz’inde Bornova’nın ana caddesinde ilerliyordu. Şubat ayının soğuk öğleden sonrasında lastikleri ıslak asfalt üzerinde hafifçe fısıldıyordu. 12 saatlik iş gününün ardından yorgun bir şekilde dikiz aynasına baktı; gözleri bitkin, şakaklarında beliren beyaz teller ve gevşemiş İtalyan kravatıyla yorgun bir yansıma gördü. 42 yaşında, İzmir’in en seçkin bölgelerinden birinde yaşayan Serhan, büyük bir imparatorluk kurmuştu. Ancak o öğleden sonra içinde bir şeyler onu son toplantısını iptal etmeye itmişti.

Eve Geliş

Malikane, özel sokağın sonunda gül rengi taş duvarları ve kusursuz bahçeleriyle görkemli bir şekilde belirdi. Serhan, evine yaklaşırken tanıdık gurur ve hüzün karışımı hissetti. Her ayrıntı, ailesi için mükemmel bir sığınak yaratmak üzere düşünülmüştü. Bugünün özel bir gün olduğunu düşünmüştü; o akşam oğlu Tuna’yı tekerlekli sandalyesinde bahçeye çıkaracak, yıldızları sayacak ve birlikte sıcak çay içip Tuna’nın en sevdiği Nasreddin Hoca hikayelerini anlatacaktı.

Serhan hızlı adımlarla merdivenleri çıktı. Ana kapıyı açarken Anadolu’dan getirttiği ahşap kokusunu içine çekti. Evin sessizliği onu karşıladı. Normalde bu saatte Tuna’nın gülüşleri ve yardımcıların telaşlı adımları duyulurdu. Ancak bugün garip bir sükunet vardı. “Tuna!” diye seslendi. Cevap gelmedi. Kalbinde küçük bir endişe kıpırdandı. Belki de Selin’in yokluğunda evdeki düzen bozulmuştu.

Korku ve Endişe

Koridorda ilerlerken üst kattan gelen boğuk bir ses duydu. Ses öyle hafifti ki neredeyse hayal ürünü sanacaktı ama babalık içgüdüleri alarm vermişti. Merdivenin başına vardığında o sesi tekrar duydu: bir inilti, ardından çocuğunun kesik bir öksürüğü. Serhan’ın damarlarındaki kan buz kesti. Merdivenleri ikişer ikişer çıkarken daha önce hiç hissetmediği bir korku ve öfke dalgası tüm benliğini sardı.

Tuna’nın odasına yaklaştıkça içinden bir ses ona korkunç bir şeyle karşılaşacağını söylüyordu. Kapıda asılı el yapımı nazar boncuğu hafifçe sallanıyordu. Kapı aralığından bakınca odanın boş olduğunu gördü. Tüm oyuncaklar yerindeydi ama Tuna yoktu. Boğazına düğümlenen endişeyle alt kata indi. Tuna’nın özel bakıcısı Nurten Hanım’ı aramak için mutfağa yöneldi ama o da ortalarda yoktu.

Bahçeye Çıkış

Serhan, huzursuzluğu giderek artarken bahçeye çıkmaya karar verdi. Belki de Tuna, son günlerde çok sevdiği leylak ağacının altında oyun oynuyordu. Şubat ayının soğuk havası yüzünü tokatladı. Malikanenin bahçesi, Ege’nin en ünlü peyzaj mimarına tasarlattığı bir şaheserdi. Osmanlı motifli çeşmeler, Selçuklu tarzı taş işçiliği ve modern detayların uyumu normalde ona huzur verirdi. Ama bugün her şey yabancı ve tehditkar görünüyordu.

İşte o anda duydu. Bu bir çocuk kahkahası değildi. Bu iliklerine kadar ürperten zalim bir gülüştü. Ardından bir inleme, sonra bir yalvarış sesi geldi: “Lütfen, çok üşüyorum.” Tuna’nın sesiydi bu. Serhan’ın damarlarındaki kan dondu. Adımlarını hızlandırdı. Ses arka bahçeden geliyordu; Tuna için özel tasarlanmış oyun alanının olduğu yerden.

Korkunç Manzara

Serhan köşeyi dönerken bir başka ses daha duydu: su sesi. Şubat ayında açık havada akan su felaket senaryoları canlanırken adımları biraz yavaşladı. Köşeyi döndüğünde manzara en korkunç kabuslarını bile aşacak türdendi. Tuna, tekerlekli sandalyesinde sırılsıklam bir halde oturuyordu. Üzerindeki giysiler Selin’in en lüks mağazadan aldığı lacivert kazak ve pantolon soğuk suyla ıslanmış, minik bedenine yapışmıştı.

Ama asıl yüreğini parçalayan Tuna’nın gözlerindeki ifadeydi. O kocaman masum gözler şimdi korkuyla büyümüş, yalvarır gibi bakıyordu. Karşısında Nurten duruyordu. Elinde bahçe hortumu, yüzünde Serhan’ın hiç tanımadığı zalim bir ifadeyle. Serhan’ın adımları içgüdüsel olarak yavaşladı. Bahçeden gelen su sesi, konuşmalar ve Tuna’nın titreyen iniltisi içinde bir fırtına kopmasına neden olmuştu.

Çığlık ve Öfke

Kalbi göğüs kafesini delip çıkacakmış gibi çarpıyordu. Yazlık pavyonun köşesini döndüğünde gözlerinin önüne serilen manzara midesine bir yumruk gibi indi. Tuna, bahçenin ortasında tekerlekli sandalyesinde tepeden tırnağa ıslak oturuyordu. Serhan, ruhunu parçalayan asıl şeyin oğlunun gözleri olduğunu anladı. O kocaman masum gözler şimdi korkuyla büyümüş, dökülen yaşlar soğuk suyla karışarak akıyordu.

Nurten, bahçe hortumunu bir silah gibi tutuyordu. Her zaman profesyonel ve sakin görünen yüzü, Serhan’ın hayal bile edemeyeceği bir zalimliğe bürünmüştü. Dudakları sadist bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. Serhan, damarlarındaki kanın donduğunu hissetti. Kasları serbest kalmaya hazır yaylar gibi gerilmişti. Ancak birkaç saniye boyunca olduğu yerde çakılı kaldı. Bu saf bir şaşkınlıktı. Kimsenin, özellikle de bir sineğe bile zarar vermeyen savunmasız oğlu Tuna’ya kasıtlı olarak zarar verebileceğini kabul edemiyordu.

Son Durum

Serhan, öfke ve korku arasında gidip gelirken, içindeki çığlık daha önce hiç hissetmediği bir öfkeyle yüklüydü. “Yeter!” Serhan’ın haykırışı bahçede öyle bir şiddetle yankılandı ki kuşlar ağaçlardan havalandı. Nurten irkilip Serhan’a doğru döndü. Gözleri korkudan fal taşı gibi açılmıştı. Hortum ellerinden kayıp, kusursuz kesilmiş çimlerin üzerinde hızla büyüyen bir su birikintisi oluşturdu.

Serhan bahçeyi hızla geçerken öfkesi her adımıyla artıyordu. Şakakları zonkluyor, görüşü öfkeden bulanıklaşıyordu. Yüzündeki ifade öyle ürkütücüydü ki Nurten birkaç adım gerileyip kekelerken cümleleri birbirine karıştırdı. “Beyefendi, ben sadece disiplin…” Serhan onu duymuyordu bile. Gözleri sadece Tuna’yı görüyordu. 5 yaşındaki oğlu, tekerlekli sandalyesinde hayatta kalma mücadelesi verir gibi nefes almaya çalışıyordu.

Geri Dönüş

Serhan, Tuna’nın çantasından astım ilacını çıkarırken elleri titriyordu. İnhaleri Tuna’nın ağzına yerleştirirken içinde bulundukları durumun ciddiyeti onu da sarsıyordu. Eğer 5 dakika daha geç gelseydi düşüncesi bile dayanılmazdı. “Astım ilacı nerede?” dedi Serhan sakin görünmeye çalışarak ama sesi buz gibi çıkıyordu. “Çantasında ama bugün huysuzluk yaptı. Almak istemedi,” dedi Nurten.

Serhan, oğluna doğru yürüdü ama her adımda öfkesinin yerini korku alıyordu. Tuna’nın solgun yüzü, düzensiz nefes alışı, umutsuz gözleri… Astım krizi geliyordu. Baba dedi Tuna cılız bir sesle. “Nefes alamıyorum.” Serhan, Tuna’yı kucağına alarak, çocuğun ne kadar hafif olduğuna şaşırdı. Oğlu babasının göğsüne sokuldu. İçgüdüsel olarak sadece onun sunabileceği sıcaklık ve korumayı arıyordu.

Serhan, Nurten’e döndü ve kadın yüzündeki ifadeyi görünce birkaç adım geriledi. Bu kontrolsüz bir öfke değildi. Çok daha korkutucu bir şeydi. Oğluna zarar vermeye cürret eden kişiyi tamamen yok etmeye karar vermiş bir adamın soğuk ve hesaplayıcı bakışı. Tuna 5 yaşında. “Tekerlekli sandalyedeki bir çocuk sana hiç saygısızlık etmedi. Çünkü biz onu öyle yetiştirdik. Ve sen onu ilaçlarını almayı reddettiği için soğuk suyla işkence etmeye karar verdin.”

Sonuç

Serhan, Nurten’in gözlerindeki kini gördü ve ürperdi. Bu sadece para ya da statü meselesi değildi. Bu derin bir yara, belki de nesiller boyu süren bir adaletsizlik hissiydi. “Seni bu eve getiren ben oldum,” dedi Serhan. “Sana güvendim. Oğlumu sana emanet ettim ve sen onu işkence ettin.” Nurten’in yüzü soldu. “Beyefendi, lütfen,” diye yalvardı. “Bir anlık öfkeydi. Bir daha asla olmayacak.”

Serhan, “Hayır,” dedi. “Gerçek anlık öfkem şu anda polisi aramamak için kendimi tutmam. Gerçek anlık öfkem, Tuna’nın burada olduğunu ve babasının medeni davranmasına ihtiyacı olduğunu hatırlamam.” Serhan, oğlunun güvenliğini sağlamak için her şeyi yapmaya kararlıydı.

Bu olay, Serhan’a ailesinin değerini, koşulsuz sevgiyi ve korumanın önemini bir kez daha hatırlatmıştı. Aile, kan bağıyla değil, sevgiyle tanımlanır. Ve Serhan, o günden sonra Tuna’yı korumak için her şeyini riske atmaya hazırdı.

.