Patron, bayılan küçük kıza yardım eden tamirciyi kovdu — ertesi gün 5 araba evini sardığında…

.
.

Bir Tamircinin Seçimi

1. Kadıköy’ün Sıcaklığı

Temmuz İstanbul’da acımasızdır. Kadıköy’ün dar sokaklarında asfalt dalga dalga yanarken, Yılmaz Oto Tamirhanesi’nde hava 40 dereceyi bulmuştu. Eski bir vantilatör sıcak havayı çorba gibi döndürüyordu ama Mehmet Yılmaz için alışılmış bir gündü. Otuz beş yaşında, elleri izlerle kaplı, saçları yılların yorgunluğuyla seyrekleşmiş, yüzü güneşten yanmış bir adamdı Mehmet. Göğsünde “Mehmet” yazılı mavi tulumu, dizlerinin üstünde bir Toyota Corolla’nın yanında ter içinde çalışıyordu.

Mehmet hayatı boyunca çok çalışmıştı. Lise bitmemiş, üniversite hayali olmamıştı. Annesi hastaydı; ilk bulduğu işi almış ve yıllarca kalmıştı. İyi bir tamirciydi, hızlıydı, güvenilirdi ama asla terfi etmemişti. Asgari ücret ve biraz ekstra nakitle ay sonunu zor getiriyordu. Patronu Hakan Yılmaz, ellili yaşlarında, bira göbekli, sürekli birini suçlayan bir adamdı. Mehmet ve diğer çalışanlara makine gibi davranırdı; işe yaradıkları sürece faydalı, bozulduklarında değiştirilebilir.

O gün tamirhane doluydu. Dört araba bekliyordu, müşteriler sinirliydi. Hakan bir aşağı bir yukarı yürüyüp herkese bağırıyordu.

“Mehmet, kaç kere söyleyeceğim? Toyota dörtte hazır olmalı! Müşteri beş saattir bekliyor!”

Mehmet çenesini sıktı, bir şey söylemedi. Her zaman böyleydi; yeterli zaman yoktu, çok fazla iş vardı ve suç hep tamircilerdeydi.

2. Bir Çığlık

Tam bu sırada, tamirhanenin açık kapısından bir ses duyuldu. Çığlık. Panik dolu bir kadının sesi:

“Yardım edin! Lütfen, biri!”

Mehmet başını kaldırdı, kapıdan kaldırıma baktı. Orta yaşlı bir kadın, betonun üzerinde yatan küçük bir kızın yanında diz çökmüştü. Çocuk hareketsizdi. Mehmet’in kalbi hızlandı. Aletleri bıraktı, dışarı çıktı.

“Ne oluyor?” diye sordu.

Kadın ona baktı, yüzü kırmızı, terli, umutsuzdu.

“Torunum bayıldı. Ne yapacağımı bilmiyorum.”

Mehmet koştu. Kız on yaşlarında görünüyordu. Sıcağa rağmen cildi solgundu, gözleri kapalıydı. Nefes alıyordu ama yüzeysel. Mehmet kızın alnına dokundu; yanıyordu. Sıcak çarpmasıydı. Arkasından Hakan’ın sesi geldi:

“Yılmaz, ne yapıyorsun? Bitmemiş işin var!”

Mehmet dönmedi.

“Bu kızın yardıma ihtiyacı var.”

“Sen doktor değilsin! Tamirhaneye dön!”

“Ambulans çağırmak lazım!”

“Senin sorunun değil!”

Mehmet sonunda döndü, Hakan’a baktı, sonra tekrar kıza. Bir karar verdi; her şeyi değiştiren bir karar.

“En yakın hastane nerede?” diye sordu kadına.

“Göztepe. Üç sokak ötede.”

Mehmet nazikçe kızı kaldırdı. Bir tüy kadar hafifti, fırın kadar sıcaktı.

“Yılmaz, şimdi gidersen geri gelme!” dedi Hakan.

Mehmet koşmaya başladı. Üç sokak, kırk derece sıcakta bir çocuk taşıyarak. Ciğerleri yanıyor, bacakları yanıyordu ama yavaşlamadı. Hastaneye vardığında hemşireler hemen kızı aldı. Doktorlar ciddi dehidrasyon ve sıcak çarpması teşhisi koydu. “On dakika daha geç kalsaydı çok geç olabilirdi,” dedi doktor.

Kızın ninesi ağlıyordu, Mehmet’e sarıldı, defalarca teşekkür etti. Mehmet başını salladı, başı dönüyordu. Bekleme odasında plastik bir sandalyeye oturdu, otomattan su aldı, nefesini toplamaya çalıştı.

3. Bedel

Yarım saat sonra tamirhaneye döndü. Hakan girişte bekliyordu, elinde bir zarf vardı.

“Bu ay ki paran. Yarın gelme!” dedi.

Mehmet zarfı aldı, parayı saymadı; olması gerekenden az olacağını biliyordu.

“Kovuldun. İş ortasında çıktın, emirlerimi görmezden geldin. Ne yapmamı bekliyordun?”

“O kız ölebilirdi.”

“Benim sorunum değil. Senin de değil. Senin sorunun o Toyota’yı bitirmekti. Müşteri öfkeyle gitti. Senin yüzünden işimizi kaybettik.”

Mehmet sessizce “Anlıyorum,” dedi. Döndü, gitti. Alet çantasını ve zarfı taşıyarak diğer tamircilerin gözlerini üzerinde hissetti. Eve döndü, eski apartmanda iki odalı küçük dairesine girdi. Zarfı mutfak masasına koydu, saydı: 2.800 lira. 200 lira eksikti. Faturalar, yiyecek, ayın geri kalanı için 800 lira kalıyordu.

Mehmet başını ellerinin arasına aldı. Pişman değildi. O kızın yüzünü gördü, ne kadar solgun olduğunu. Yardım etmeseydi… Ama şimdi ne olacaktı? Otuz beş yaşında, tamirciliğin dışında hiçbir nitelik yok, hiç birikimi yok. Çünkü her kuruş yaşamak için gidiyordu.

Kanepede uyudu, tercihten değil, umursayamayacak kadar yorgundu.

4. Beş Araba

Ertesi sabah motor seslerinin gürültüsüyle uyandı. Birkaç motor, hepsi yakın. Mehmet gözlerini açtı, güneş kirli pencerelerden içeri giriyordu. Kalktı, pencereye gitti ve onları gördü: Beş araba, hepsi lüks, hepsi siyah. Apartmanının girişi önünde yarım daire halinde park edilmişti: Mercedes S-Class, iki BMW, bir Audi A8, bir Range Rover.

Mehmet’in kalbi hızlandı. Bu neydi? Apartmandaki insanlar da çıkmıştı, bakıyorlar, fısıldaşıyorlardı. Bazıları telefonlarla fotoğraf çekiyordu. Mehmet hızla giyindi, merdivenleri indi, binadan çıktı. Arabalar hâlâ oradaydı, motorlar çalışıyordu.

Mercedes’in kapısı açıldı, uzun, zarif bir adam çıktı. Gri saçları özenle taranmış, pahalı bir takım elbise. Doğrudan Mehmet’e yürüdü.

“Mehmet Yılmaz Bey misiniz?”

Mehmet başını salladı.

“Ben Ali Öztürk. Dün kurtardığınız kızın babası.”

Mehmet eli sıktı.

“Ben sadece onu hastaneye götürdüm.”

“Ve bununla hayatını kurtardınız. Doktor, on dakika daha geç kalsaydı çok geç olabileceğini söyledi.”

Mehmet ne diyeceğini bilemedi. Ali devam etti:

“Kızım Ayşe, Elif’in annesi, dün orada değildi. Londra’da çalışıyor ama annem Elif’in ninesi, yaptığınızı anlattı. İşinizi nasıl bıraktığınızı, onu sıcakta üç sokak taşıdığınızı, bir saniye bile tereddüt etmediğinizi…”

“Her insan yapardı,” dedi Mehmet.

“Hayır, herkes yapmazdı. Çoğu insan yanından geçerdi. Çünkü onların sorunu değil ya da zamanları yok ya da korkuyorlar. Ama siz yapmadınız ve bu yüzden buradayım.”

Diğer arabaların kapıları açıldı. Her birinden bir adam çıktı, hepsi takım elbiseli. Ali onları tek tek tanıttı.

“Bunlar arkadaşlarım, güvendiğim adamlar. Hepsi yaptığınızı duydular ve size teşekkür etmek istiyor.”

İlk adam yaklaştı, bir zarf uzattı.

“Adım Kemal Demir. İnşaat firması işletiyorum. Bu sizin insanlığınız için.”

Mehmet zarfı açtı, içinde 10.000 lira vardı.

“Alamam,” dedi.

“Lütfen, eksik değil. Ama size yardımcı olabilir.”

Sonra diğer adam, bir zarf daha: 10.000 lira. Sonra bir sonraki ve bir sonraki, her biri para veriyor, her biri yardım eden insan olduğu için teşekkür ediyor. Sonunda Mehmet beş zarf tutuyordu: 50.000 lira. Bacakları titriyordu.

“Neden?” diye sordu.

Ali gülümsedi, üzgün bir gülümseme.

“Çünkü torunum her şeyim. Babası üç yıl önce öldüğünden beri, kızım ailesini geçindirmek için yurt dışında çalışmak zorunda kaldığından beri, Elif annemle yaşamaya başladı. O bizim ışığımız. Onu sıcak gibi aptalca bir şeyden kaybedebileceğimizi düşünmek…”

Sesi kırıldı. Mehmet adamın omzuna elini koydu.

“İyi, bu en önemlisi.”

Ali başını salladı, gözlerini sildi.

“Öyle, sizin sayenizde. Ve hepsi bu değil.”

Ali cebinden bir kartvizit çıkardı.

“Bir şirket işletiyorum. İthalat ve ihracat. Büyük, güvenebileceğim insanlara ihtiyacım var. Karakteri olan insanlara. İlgilenirseniz beni arayın. Size iş vereceğim.”

Mehmet kartvizite baktı.

“Ama ben sadece tamirciyim.”

“Masrafına mal olsa bile doğru olanı seçen bir adamsınız. Bu herhangi bir nitelikten daha değerlidir.”

Arabalar tek tek gitti. Mehmet kaldırımda beş zarf ve bir kartvizit tutuyordu. Komşular ona hayalet görmüş gibi bakıyordu. İlk kez zar zor geçinen bir tamirciden fazlası gibi hissetti.

5. Yeni Bir Hayat

Sonraki günlerde Mehmet ne olduğunu işlemeye çalıştı. 50.000 lira, bir yerde gördüğü en fazla para. Bir kısmını biriktirdi, geri kalanını ihtiyaç duyduğu şeyler için kullandı: yeni kıyafetler, banyoda bozuk musluk, düzgün market alışverişi… Ama en önemli şey kartvizitti. Bir hafta boyunca ona baktı, parmaklarında çevirdi. Gerçekten arayabilir miydi? Samimi bir teklif miydi, yoksa nezaket mi?

Sekiz gün sonra aradı. Sekreter cevap verdi.

“Ali Öztürk’ün ofisi. Günaydın.”

“Adım Mehmet Yılmaz. Sayın Öztürk bana kartvizitini verdi ve aramam gerektiğini söyledi.”

İki dakika bekledi, sonra Ali’nin sesi:

“Mehmet, aramanıza sevindim. Belki fikrinizi değiştirdiniz sandım.”

“Hayır, sadece ciddi olup olmadığınızdan emin değildim.”

“Ciddiydim. Ne zaman gelebilirsiniz?”

“Ne zaman isterseniz.”

“Yarın sabah 10, adresi mesajla göndereceğim.”

Ertesi gün Mehmet metro ile ofise gitti. Merkezdeki modern bina, cam ve çelik. Resepsiyonist onu asansöre yönlendirdi. 20 kat. Ali’nin ofisi büyüktü, zeminden tavana pencerelerle İstanbul’a bakıyordu.

Ali onu sıcak karşıladı.

“Oturun lütfen. Size dürüst olacağım. Sizin için standart bir işim yok. Sizi tamirci olarak işe almak için burada değilim.”

Mehmet kaşlarını çattı.

“Neye ihtiyacınız var?”

“Filo yöneten birine ihtiyacım var. 20 şirket aracım var. Teslimat için kamyonetler, yönetim için arabalar, kamyonlar. Hepsinin bakıma, onarıma, denetimlere ihtiyacı var. Şu anda pahalı ve güvenilmez bir dış firma kiralıyorum. Ve benim bunu yapmamı mı istiyorsunuz?”

“Yönetmenizi istiyorum. Gerekirse ekip tutun. Her şeyin çalıştığından emin olun. Maaş ayda 5.000 lira artı şirkete para kazandırırsanız primler.”

Mehmet dondu. 5.000 lira, tamirci olarak kazandığının neredeyse iki katı.

“Ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Evet de ama yönetim deneyimim yok.”

“Öğrenirsiniz. Yardım edeceğim. Zaman vereceğim ama dürüst birine ihtiyacım var. Çalmayacak birine, güvenebileceğim birine ve gördüğüm şeyden sonra o kişi sizsiniz.”

Mehmet derin bir nefes aldı.

“Ne zaman başlıyorum?”

Ali gülümsedi.

“Pazartesi.”

6. Değişim

Ve böylece sıcak bir öğleden sonra alınan bir karardan Mehmet’in hayatı değişti. Bir gecede değil, sihirli olarak değil ama gerçekten derin ve sonsuza kadar. Hızlı öğrendi; bakım programları, ekip yönetimi, tedarikçilerle müzakere hakkında. Ali sabırlı bir öğretmendi. Asla bağırmadı, asla zorlamadı, sadece yönlendirdi.

Üçüncü ayda Mehmet bir parça tedarikçisiyle sözleşmeyi yeniden müzakere ederek şirkete 20.000 lira tasarruf ettirdi. Ali ona 10.000 lira prim verdi. Altıncı ayda Mehmet duruş sürelerini %30 azaltan bir takip sistemi uyguladı. Başka bir prim.

Hayat Mehmet’in yıllarca görmediği renklere bürünmeye başladı. Kirasını stressiz ödeyebiliyordu, saymadan yiyecek alabiliyordu, daireyi tamir edebiliyordu. Yeni buzdolabı, yeni kanepe, ötmeyen çamaşır makinesi… Ama en önemli değişiklik cüzdanında değildi, nasıl hissettiğindeydi. Hayatında ilk kez saygı görüyordu, değer veriliyordu. Değiştirilebilir işçi olarak değil, yetenekleri, fikirleri, değeri olan bir insan olarak.

Ve Ali’yi her gördüğünde başka bir şey daha gördü: Minnettarlık. Çünkü Mehmet sadece bir kızı kurtarmadı, birinin ailesinin bir üyesini kurtardı, birinin ışığını ve bu, herhangi bir maaştan daha fazlasıydı.

7. Bir Akşam Yemeği

O günden altı ay sonra Ali Mehmet’i akşam yemeğine davet etti. Restoranda değil, evde.

“Ailemi tanımanı istiyorum. Özellikle Elif sürekli senin hakkında soruyor.”

Mehmet gergindi, zengin insanların evlerine alışık değildi ama gitti. Ev Beykoz’da, büyük beyaz, park gibi bir bahçeyle. İçerisi ev yapımı yemek ve sıcaklık kokuyordu. Ali herkesi tanıttı: Karısı Zeynep, annesi Fatma Hanım, Elif on üç yaşında. Sarı saçlar örgülü, mavi gözler, odayı aydınlatan gülümseme.

Mehmet’i görünce hemen koştu.

“Sizsiniz beni kurtaran adam!”

Mehmet seviyesinde olmak için çömeldi.

“Merhaba, nasılsın?”

“Harikayım. Doktor hayatımı kurtardığınızı söyledi. Siz olmasaydınız ölebilirdim.”

Samimiyeti şaşırtıcıydı; korku değil, travma değil, sadece minnettarlık.

“Sağlıklı olduğuna sevindim.”

“Nine benim yüzümden işinizi kaybettiğinizi söyledi. Üzgünüm.”

Mehmet gülümsedi.

“Senin hatan değil ve her şey iyi oldu.”

Akşam yemeği sıcak, konuşma ve kahkaha doluydu. Mehmet işten hikayeler anlattı, Elif okul arkadaşları ve veteriner olma hayalleri hakkında konuştu. Sonunda Elif Mehmet’e yaklaştı.

“Sana bir şey gösterebilir miyim?”

“Tabii.”

Onu köşedeki küçük bir masaya götürdü, bir defter açtı. Çizimlerle doluydu.

“Önemli olan her şeyi çizerim. Bu sensin.”

Çizimi gösterdi. Basit, çocuksu ama samimi; küçük bir kızı taşıyan adam, arkalarında güneş, etrafta kalpler.

Mehmet gözyaşları hissetti.

“Bu çok güzel.”

“Tutabilirsin. Kahraman olduğunu hatırlaman.”

Mehmet çizimi aldı, dikkatle katladı.

“Kahraman değilim. Sadece doğru olanı yaptım.”

“İşte bu seni kahraman yapıyor.”

Sözleri onunla kaldı. Dönüş yolunda metroda Mehmet çizime baktı, o günkü kararını düşündü. Yanından nasıl kolayca geçebilirdi, “Benim sorunum değil,” demenin ne kadar doğal olacağını… Ama yapmadı. Ve şimdi işi vardı, saygısı vardı, amacı vardı. Ama en önemlisi, bir iyi eylemin her şeyi değiştirebileceği bilgisine sahipti; sadece kurtarılan kişi için değil, kurtaran kişi için de.

8. Vakıf

Bir yıl sonra Mehmet farklı bir insandı. Dışarıdan değil; hâlâ aynı küçük dairede yaşıyor, hâlâ basit kıyafetler giyiyordu. Ama içeride her şey değişmişti. Şimdi 25 araçlık filoyu yönetiyordu, altında beş kişilik ekibi vardı. Ayda 7.000 lira artı primler kazanıyordu, birikimi vardı, güvenliği vardı.

Ama başka bir şey daha oldu. Ali ona bir teklifle geldi.

“Bir vakıf kurmak istiyorum. Başkalarına yardım ettikleri için zor durumda kalan insanlar için. Konfor yerine insanlığı seçtikleri için işlerini, paralarını, güvenliklerini kaybeden insanlar… Senin bir parçası olmanı istiyorum. Sadece yararlanan değil, kurucu ortak.”

“Ben mi? Ama vakıflar hakkında hiçbir şey bilmiyorum.”

“Ama o tarafta olmanın nasıl bir şey olduğunu biliyorsun. İyi olanı seçmenin ve cezalandırılmanın nasıl bir şey olduğunu… Ve bu en değerli şey.”

Mehmet düşündü.

“Ne yapardık?”

“Yardıma ihtiyacı olan insanlara yardım ederiz. Mali, yasal, duygusal… İyi eylemlerin cezalandırılmadığı, ödüllendirildiği bir sistem oluştururuz.”

“Bu kulağa inanılmaz geliyor.”

“Yani ilgileniyor musun?”

“Evet, kesinlikle.”

Ve böylece İyi Seçim Vakfı doğdu. Mehmet ve Ali kurucu ortak olarak, o sabahki Kemal Demir ve diğer adamlar sponsor olarak. İlk yararlanıcı hasta belgesini tahrif etmeyi reddettiği için işten atılan bir hemşireydi. Ona yaşamak için para ve yasal yardım verdiler, davayı kazandı. İkinci, bir öğrenciyi zorbalıktan koruduğu için işten atılan bir öğretmendi; ona yeni iş buldular ve okula karşı dava masraflarını karşıladılar. Üçüncü, dördüncü, beşinci… Birbiri ardına hikayeler. Doğru olanı seçip bedel ödeyen insanlar. Ve Mehmet her biri için oradaydı; sadece para vermekle kalmayıp, konuşarak, dinleyerek, anladığını göstererek. Çünkü oradaydı, o adamdı ve şimdi diğerlerinin yalnız olmamasına yardım etme gücüne sahipti.

9. Tamirhaneye Dönüş

Üç yıl sonra Mehmet Yılmaz, Yılmaz Tamirhanesi’nin önünde duruyordu. Ama tamirci olarak değil, yeni sahip olarak. Hakan Yılmaz iflas etmişti; içki, kötü yönetim, para kaybı… Satmak zorunda kaldı. Mehmet tamirhanesini satın aldı; kötü niyetle değil, onu daha iyi bir şeye dönüştürebileceğini bildiği için. Tüm eski çalışanları geri aldı, Hakan hariç. Maaşları artırdı, koşulları iyileştirdi; klima, yeni aletler, eğitim ekledi ve yeni bir şey ekledi: politika.

Bir tamirci tehlikedeki birine yardım etmek için ayrılmak zorundaysa hakkı var, sonuç yok, ceza yok. Çünkü bazı şeyler işten daha önemli.

Açılış gününde Ali ve Elif oradaydı. Elif şimdi on üç yaşındaydı, uzun, kendinden emin. Hala aynı sıcak gülümsemeyle Mehmet’e sarıldı.

“Seninle gurur duyuyorum,” dedi. “Sen de hep beşler aldığını duydum. Çünkü doktor olmak istiyorum, sen beni kurtardığın gibi insanları kurtarmak.”

Mehmet gözyaşlarını hissetti ama tuttu.

“Harika bir doktor olacaksın.”

Akşam herkes gittikten sonra Mehmet tamirhanede oturdu. Üç yıl önce Toyota’nın yanında diz çöktüğü, bunun olmayacağını düşündüğü aynı tamirhanede şimdi bu yere sahipti. Saygı duyduğu bir ekibi vardı, insanlara yardım eden bir vakfı vardı, amacı vardı. Hepsi çünkü sıcak bir öğleden sonra yardıma ihtiyacı olan bir çocuk gördü ve korku yerine insanlığı seçti. Bir an, bir seçim her şeyi değiştirdi. Hemen değil, sihirli değil ama gerçekten derin ve sonsuza kadar.

10. Son

Bazen doğru olanı yaparsın ve bedel ödersin. Bazen her şeyi kaybetmek, önemli olan her şeyi kazanmanın başlangıcıdır. Mehmet milyoner olmadı, ünlü olmadı ama seçimlerin bizi tanımladığını bilen bir adam oldu. Bir insanlık anının sadece birinin hayatını değil, kendi hayatını da değiştirebileceğini ve bazen evinin önündeki beş araba bir tehdit değildir, güzel bir şeyin başlangıcıdır.

Bu hikayeyi okurken bir şey hissettiysen, paylaş. Çünkü bir yerlerde birisi konfor ve insanlık arasında bir seçim yapıyor. Ve belki, sadece belki, bunu okurlar ve iyi olanı seçerler.

SON

.