“ARTIKLARI YİYEBİLİR MİYİM?” DİYE YALVARAN AÇ KÜÇÜK DİLENCİ KIZA MİLYONER…

.
.

Milyonerin Yalvaran Küçük Dilenci Kıza Yardımı

Bir gün, soğuk sokaklarda unutulmuş bir çocuk, hissetmekten vazgeçmiş bir adamın yoluna çıkar. Bu imkansız gibi görünen karşılaşma, her şeyi değiştirecek, onarılmaz sanılanı bile. Merkez kafeden yükselen sıcak buharlar, Cumhuriyet Mahallesi’nin taş kaldırımlarından geçen keskin rüzgarla tezat oluşturuyordu. Ahmet Yılmaz, kaşmir atkısını boynuna sardı ve Uludağ’da sıradan bir salı sabahını izledi.

Turistler alışveriş torbalarını taşıyor, çiftler Avrupa mimarisine sahip dağ evlerinin önünde fotoğraf çektiriyor ve kestane kokusu dağın soğuk havasına karışıyordu. Yıllardır gelmeye alışkın olduğu Merkez Kafe’nin aynı masasında oturan Ahmet, tek çapası haline gelen rutini sürdürüyordu. Her zaman aynı masa, her zaman aynı saat, her zaman aynı çift espresso. Garsonlar artık ne istediğini bile sormuyordu. Bölgenin en büyük otel zincirlerinden birinin sahibi olan 52 yaşındaki şık adam, tam 900’de gelip buğulu camlardan dünyayı izleyerek tam 40 dakika kalıyordu.

Ancak o özel sabah farklı bir şey oldu. Ahmet dalgın bir şekilde finansal bir raporu karıştırırken, masasına doğru yavaşça yaklaşan küçük bir gölge fark etti. Gözlerini kaldırdığında, soğuğa rağmen yalınayak, üzerinde battaniyeden bozma bir şal olan yaklaşık 8-9 yaşlarında bir kız gördü. Kahverengi saçları dağınık ama temizdi ve yeşil gözleri, küçük bedeninin kırılganlığıyla tezat oluşturan bir yoğunlukla parlıyordu. Kız, masadan birkaç metre uzakta durdu. Açıkça tereddüt içindeydi. Dudakları soğuktan çatlamıştı ve hafifçe titriyordu. Ancak Ahmet’in daha önce sokaklarda gördüğü diğer insanlar gibi dilenmek için elini uzatmıyordu. Bunun yerine bakışlarını tüten fincan ve Ahmet’in kenara bıraktığı yarım kruvasan tabağına dikti.

Ahmet göğsünde garip bir sıkışma hissetti. Bu savunmasız durumdaki birinin yolunu kesmesi ilk kez değildi. Ancak bu kızda sıra dışı bir şey vardı. Belki de bir çocuk için çok ağır hikayeler taşıyan büyük ifadeli gözleriydi. Belki de merhamet dilenmek yerine Ahmet’in uyuyan ruhunda derin bir şey harekete geçiren sessiz bir onurla bakmasıydı.

“Acıktın mı?” diye sordu Ahmet alçak sesle tabağı kızın yönüne doğru iterek. Kız neredeyse fark edilmeyecek şekilde başını salladı ancak hareket etmedi. Ahmet, kızın gerçekten yaklaşabileceğine dair daha net bir izin, bir onay beklediğini fark etti. Nazikçe işaret ederek karşısındaki boş sandalyeyi gösterdi. “İstersen oturabilirsin.” Kız henüz tam olarak güvenmeyen yabani bir hayvan gibi yavaşça yaklaştı ve sandalyenin ucuna oturdu. Kruvasanı nazikçe aldı ve küçük parçalar halinde yemeye başladı. Olabildiğince uzun süre dayanması için yavaşça çiğniyordu. Ahmet her hareketini izledi. Açıklayamadığı garip bir tanıdıklık hissediyordu.

“Adın ne?” diye sordu yumuşakça. Kız bir an çiğnemeyi bıraktı. O delici gözleriyle ona baktı ancak cevap vermedi. Bunun yerine sessizce yemeye devam etti. Ahmet ısrar etmedi. Bu sessizlikte birçok kelimeden daha etkili bir şey vardı. Sonraki 15 dakika boyunca orada alışılmadık bir sessizliği paylaşarak oturdular. Ahmet kız için bir sıcak çikolata sipariş etti. Kız bunu yorgun yüzünü bir an aydınlatan küçük bir gülümsemeyle kabul etti. İçmeyi bitirdiğinde ayağa kalktı. Teşekkür olarak yorumlanabilecek bir hareket yaptı ve sokağa doğru yürüdü.

Ahmet onun uzaklaşmasını izledi. İnsanlar arasında sessiz bir çeviklikle neredeyse görünmez bir şekilde hareket ettiğini fark etti. Onu derinden meraklandıran bir şey vardı. Bu karşılaşmanın tesadüfi olmadığı hissi. Ertesi gün Ahmet Kafe’ye aynı saatte geldi. Onu tekrar göreceğini gerçekten beklemiyordu. Ama işte oradaydı. Aynı yerde durmuş, aynı battaniye, aynı dikkatli gözlerle. Bu sefer o gelmeden önce ekstra bir atıştırmalık sipariş etmişti. Ritüel tekrarlandı. Kız yaklaştı, oturdu. Sessizce yedi. Sıcak çikolatayı içti ve tek kelime etmeden ayrıldı.

Ahmet ilk karşılaşmalarında kaçırdığı küçük detayları fark etmeye başladı. Kızın kıyafetleri yıpranmış olsa da nispeten temizdi. Tırnakları yüzeysel kire rağmen bakımlıydı. Görünüşünde birinin ya da kendisinin temel bir onuru korumak için çaba gösterdiğini düşündüren bir düzen vardı. 3. sabah Ahmet farklı bir yaklaşım denemeye karar verdi. Doğrudan sorular sormak yerine kız yerken basit şeyler hakkında konuşmaya başladı. Hava hakkında, geçen turistler hakkında, yaklaşan kış festivali için şehrin hazırlıkları hakkında yorumlar yaptı. Kız dikkatle dinliyor, ara sıra başını sallıyor veya küçük gülümsemeler gösteriyordu ama sessizliğini koruyordu.

    sabah Ahmet farklı bir şey fark etti. Kız çikolata fincanını almak için elini kaldırdığında sağ bileğinde yarım ay şeklinde küçük bir yara izi gördü. Bir an için etrafındaki dünya durmuş gibiydi. Bu iz kendi kızının 6 yaşındayken bisikletten düşmesi sonucu oluşan izle aynıydı. Ahmet kalbinin hızlandığını hissetti ama sakin kalmaya zorladı kendini. Tesadüfler vardır dedi kendi kendine. Ancak zihninin derinliklerinde henüz yüzleşmeye hazır olmadığı bağlantılar kurmaya başlamıştı.

Kız ayrılmak için ayağa kalktığında Ahmet dürtüsel bir karar aldı. Normalde yaptığı gibi ofise dönmek yerine onu gizlice takip etmeye karar verdi. Uzun zamandır dürtüsel hareket etmesine izin vermemişti. Ancak bu kızın sessizliği anlaması gereken bir hikaye taşıyor gibiydi. Kız Cumhuriyet Mahallesi’nin az kalabalık sokaklarından yürüdü. Sonra Ahmet’in varlığından bile haberdar olmadığı çam ağaçları arasındaki bir patikayı takip etti. Adımları bu yolu iyi bilen birinin adımları gibi güvenliydi. Yaklaşık 20 dakikalık yürüyüşten sonra Ahmet’in bütçe eksikliği nedeniyle yıllardır kapalı olan eski belediye kütüphanesi olarak tanıdığı eski bir binanın önünde durdu. Kız etrafına bakındı. İzlenmediğinden emin olduktan sonra yan kapıdaki bir aralıktan içeri süzüldü.

Ahmet yaklaşmadan önce birkaç dakika bekledi. Tozlu bir pencereden içeriyi görmeyi başardı. Boş raflar ve terk edilmiş kitap yığınları arasında küçük düzenli bir alan vardı. Eski bir şilte, katlanmış battaniyeler, özenle düzenlenmiş birkaç kişisel eşya. İşte kızın yaşadığı yer burasıydı. Yalnız bir zamanlar bilgiye ve kültüre adanmış bir yerin kalıntıları arasında. Ahmet göğsünde üzüntü mü, hayranlık mı yoksa daha karmaşık bir şey mi olduğunu belirleyemediği bir sıkışma hissetti.

O gece Ahmet uyuyamadı. Malikanesinin verandasında oturmuş, aşağıdaki şehrin ışıklarını seyrediyor. O terk edilmiş kütüphanede yalnız uyuyan kızı düşünüyordu. Yıllar sonra ilk kez ertesi gün onu bekleyen sadece hayatta kalmaktan öte bir amacı olduğunu hissetti. Bu hikaye ilginizi çektiyse kanalımıza abone olmayı ve beğenmeyi unutmayın. Bizi hangi şehirden izlediğinizi söyleyin. Devam ediyoruz.

Ahmet ertesi sabah kafeye önceki gece satın aldığı çocuk kıyafetlerini içeren sade bir sırt çantasıyla geldi. Kızı korkutmadan nasıl teklif edeceğini tam olarak bilmiyordu. Ancak o terk edilmiş kütüphanede uyurken hissetmiş olabileceği soğuğu düşünmeden edemiyordu. Kız her zamanki saatinde geldi. Ancak bu sefer Ahmet onun biraz zorlukla yürüdüğünü fark etti. Oturduğunda hafifçe öksürdüğünü ve gözlerinin normalden daha yorgun göründüğünü fark etti.

“İyi hissediyor musun?” diye sordu Ahmet sırt çantasını gizlice yaklaştırarak. Kız neredeyse fark edilmeyecek şekilde başını salladı ancak hareket etmedi. Ahmet daha doğrudan olmaya karar verdi. Sırt çantasını açtı ve lacivert küçük bir yün hırka gösterdi. “Bunu senin için getirdim. Sadece o battaniyeyle dolaşmak için hava çok soğuk.” Kız ilk kez belirgin şekilde tereddüt etti. Hırkaya, sonra Ahmet’e baktı. Sanki niyetlerini çözmeye çalışıyordu. Sonunda elini uzattı ve yumuşak kumaşa dokundu. Dudaklarında küçük bir gülümseme belirdi. Ahmet yıllardır hissetmediği bir memnuniyet dalgası hissetti. Kızın yırtık kıyafetlerinin üzerine hırkayı giydiğini izledi. Mavi rengin yeşil gözlerini nasıl vurguladığını fark etti.

“Sana çok yakıştı.” dedi yumuşakça. Kahvaltı sırasında Ahmet farklı bir yaklaşım denemeye karar verdi. Ona doğrudan sorular sormak yerine Uludağ hakkında, şehre gelen ilk turistler hakkında, otellerin dağlarda nasıl inşa edildiği hakkında hikayeler anlatmaya başladı. Kız artan bir dikkatle dinliyordu ve Ahmet onun zeki olduğunu, anlatılarının her detayını kavradığını fark etti. “Hikayeleri seviyor musun?” diye sordu. Kız ilk kez enerjik bir şekilde başını salladı. Ve Ahmet sonunda onunla bağlantı kurmanın bir yolunu bulduğunu hissetti.

Kızım da severdi. Kelimeler onu durduramadan çıkıverdi. Ardından gelen sessizlik ağırdı. Kız ona farklı bir yoğunlukla baktı. Sanki ifadesinde bir şey okumaya çalışıyordu. Ahmet niyetlendiğinden daha fazlasını açığa vurduğunu fark etti. Ancak pişman değildi. “Adı Elifti.” diye devam etti kendini şaşırtarak. “Seninkine benzer saçları vardı ve aynı yeşil gözleri.” Kız başını hafifçe eğdi. Ahmet’in ilgi belki de anlayış olarak yorumladığı bir hareket. Ayrılmak için ayağa kalktığında Ahmet başka bir dürtüsel karar aldı. “Nerede çalıştığımı görmek ister misin?” diye sordu. “Orada belki sevebileceğin bazı kitaplarım var.” Kız durdu açıkça teklifi düşünüyordu. Birkaç saniye sonra neredeyse fark edilmeyecek şekilde başını salladı.

Ahmet’in ofisi Uludağ’ın merkezinde dağlara panoramik manzarası olan modern bir binanın en üst katındaydı. Kız zarif koridorlarda dizginlenmiş bir merakla yürüdü. Duvarlardaki tabloların, İran halılarının, zarif mobilyaların her detayını inceledi. Ahmet’in odasına geldiklerinde özellikle bir duvarı kaplayan kitap rafıyla ilgilendi. Ahmet’in ona doğru eğildiği zaman, “Senin çalışma odanı çok çekerdi.” dedi. Kitaplarını, diplomalarını, bir de annemin takılarını, senin saatlerini.

Ahmet buz kesti. Canan sadece evi değil, tüm değerli eşyalarının envanterini çıkarmış olabilirdi. Elif devam etti. “Bir keresinde beni salona oturttu. Kameraya konuşturdu. ‘Burada çok mutluyum. Canan teyze bana çok iyi bakıyor.’ gibi şeyler söyletti. Ama doğru değildi baba. Ben mutlu değildim ama söylemezsem üzülüyordum.” Barış derin bir nefes aldı. “Seni zorladı mı oğlum?” “Evet.” dedi Elif gözleri korkuyla büyüyerek. “İlaçlarımı vermezsem çok kızacağını söylüyordu ve sürekli telefonla konuşuyordu.” Çocuk tamamen kontrol altında merak etme gibi şeyler söylüyordu. Kiminle konuşuyordu biliyor musun?

“Bilmiyorum. Bazen bir adam geliyordu eve. Sen yolculuktayken Canan teyze beni odama kilitlerdi. ‘Çıt çıkarmayacaksın’ derdi. Ama ben kapıdan dinlerdim. Adam ve Canan teyze sürekli para konuşurlardı. Tabloyu şu fiyata satabiliriz, takımı götürebiliriz gibi şeyler.” Ahmet’ın midesi bulandı. Demek evinden eşyalar çalınıyordu. Peki ama nasıl fark etmemişti? Son zamanlarda eve o kadar az gidiyordu ki neredeyse her şey gözünden kaçmıştı. “Bir keresinde çok kötü bir şey oldu baba.” dedi Elif sesi titreyerek. “Adam geldi. Canan teyze çok sinirlendi. Seslerini duydum. Sonra çok korktum. Altıma yaptım. Canan teyze kapıyı açtığında çok kızdı. Beni çamaşırhaneye götürdü. Orada yatmamı söyledi. Pislik çocuk.” Dedi. Barış gözyaşlarını tutamadı.

Canan oğlunu sadece ihmal etmemiş, aynı zamanda psikolojik olarak işkence etmişti. “Bir keresinde,” diye devam etti Elif, “mutfakta konuşuyorlardı. Büyük resmi duvardan indirdiler. Annemin çok sevdiği resmi adam bu tabloyu İstanbul’da satarız.” Barış’ın aklına hemen Selin’in en sevdiği tablo geldi. Ünlü ressam İbrahim Çallı’nın bir eseri. Değeri milyonlarca liraydı. Göğsünde bir sıkışma hissetti. Hemşire kapıda belirdi. “Doktor sosyal hizmet uzmanı sizi bekliyor.”

“Tamam hemen geliyorum.” Dedi Barış, Elif’e döndü. “Biraz dinlen oğlum. Ben hemen döneceğim.” Koridorda Serdar ve sosyal hizmet uzmanı Aysel bekliyordu. Barış, Umut’un anlattıklarını aktardı. “Bu sadece ihmal değil.” dedi Aysel not alarak. “Aktif istismar ve hırsızlık vakası. Polis artık daha ciddi bir soruşturma başlatacak.” Serdar, Barış’a yaklaştı. “Az önce polisten haber aldım. Evinize gitmişler. Canan gitmiş ama evin durumu kötü.”

Barış, bazı değerli eşyaların yok olduğunu duyduğunda derin bir nefes aldı. “Çallı tablosu duvardan indirilmiş. Selin’in mücevherleri, antika saatlerin, önemli evrakların.” Barış, duvara yaslandı. Evindeki maddi kaybın önemi yoktu. Ama Selin’den kalan hatıralar, onun mücevherleri, anneannesinden kalan yüzüğü nasıl çalınabilirlerdi? Bunlar sadece maddi değeri olan eşyalar değil, ailesinin kutsallaştırdığı anılardı. “Bu kadın sadece bir bakıcı değil.” dedi Serdar. “Profesyonel bir hırsız, bir dolandırıcı ve maalesef çoktan izini kaybettirmiş olabilir.”

Barış doğruldu. Gözlerinde kararlılık vardı. “Hayır, kaçamayacak. Onu bulacağız. Oğluma yaptıklarının ve çaldığı hayatımızın hesabını verecek. Nereye giderse gitsin peşini bırakmayacağım.” Serdar hastane kafeteryasında dizüstü bilgisayarını açtı. Barış karşısına oturdu. Bir yandan da Umut’un odasına geri dönmek için acele ediyordu. Oğlunu bir an bile yalnız bırakmak istemiyordu artık. “Bak,” dedi Serdar ekranı çevirerek. “Canan’ın sadece bir Instagram hesabı yok. Farklı isimlerle Facebook, Twitter, YouTube kanalları da var. Kendini şifacı Canan Sevda olarak tanıtıyor. Tıp eğitimi olmadığı halde tıbbi tavsiyeler veriyor.”

Barış ekrana baktı. Canan, kendi evinin lüks salonunda çekilmiş videolarda tedavi seansları yapıyordu. Sahte diplomalar duvarlarda asılıydı. Videoların açıklamalarında mucizevi iyileşmeler vadediyordu. Özellikle kanser hastaları ve otizmli çocukların ailelerini hedef alıyordu. Bu kadın insanların umutlarıyla oynuyor, dedi Barış midesinin bulandığını hissederek. “Hastaları gerçek tedavilerden uzaklaştırıyor.” Serdar başka bir sayfa açtı. “Bunlar yorumlar. Yüzlerce hasta ve aile ona ulaşmaya çalışmış. Mucizevi tedavi paketi için 50.000 lira ödeme yapanlar var.”

Canan onlara şifalı bitki karışımları, enerji taşları ve detoks programları satmış. Barış yorumları okudukça öfkesi artıyordu. Umutsuz aileler son paralarını bu sahte doktora yatırmışlardı. Bazıları çocuklarını hastaneden çıkarıp Canan’ın doğal tedavilerine teslim etmişlerdi. Sonuçlar genellikle trajikti. “Yazılmış bir kitabı da var.” dedi Serdar. “Modern tıbbın ötesinde doğanın şifası. Amazon’da satılıyor.” “Nasıl bu kadar ileri gidebilir?” diye sordu Barış gözlerini ekrandan alamayarak. “Çünkü sistem böyle insanlara karşı yeteri kadar katı değil. Ve insanlar umutsuz olduklarında mucize vadeden herkese inanmaya hazırdırlar.”

Serdar bir videoya tıkladı. Canan, Barış’ın çalışma odasında onun tıp kitaplarıyla dolu kitaplığın önünde konuşuyordu. “Modern tıp sadece semptomları bastırır. Benim yöntemlerim ise hastalığın köküne iner. Kanser aslında vücudun bir isyanıdır ve doğru enerji akışıyla tedavi edilebilir.” Barış yumruklarını sıktı. “Benim kitaplığımı, diplomalarımı, evimi kullanarak sahte otoritesini güçlendirmiş. İnsanlara yalan satıyor.”

Dahası var, dedi Serdar ciddiyetle. “Canan, senin karını referans gösteriyor. Diyor ki, ‘Doktor Barış Yalçınoğlu’nun eşi hastalarımdan biriydi. Tedavi protokolümü yarıda bırakmasaydı belki de bugün hâlâ aramızda olabilirdi. Kanser doğal yöntemlerle tedavi edilebilir bir enerji tıkanıklığıdır.” Barış, telefonun elinden düşmesine izin verdi. “Karımı kullanmış. Onun ölümünü bile pazarlama aracı yapmış.”

“Bu kadın sadece ihmalkar bir bakıcı değil.” dedi Serdar. “Profesyonel bir dolandırıcı ve senin evini, karının hastalığını, hatta belki Umut’u bile kullanmış gibi görünüyor.” Barış hızla telefonunu çıkardı. Canan’ın profilini incelemeye başladı. Kadın, onun evinin üzerinden şifa atölyeleri düzenlemiş, şifalı kokteyl adı altında yüksek fiyatlarla bitkisel karışımlar satmış. Hatta kanserden korunma seminerleri vermişti. Her fotoğrafta Barış’ın lüks evi ve değerli eşyaları görünüyordu.

Canan, kendini zengin ve başarılı bir terapist olarak lanse ediyordu. “Böyle bir şey nasıl olabilir?” diye mırıldandı Barış. “Evimde yaşadığı süre boyunca sahte bir hayat yaratmış ve ben hiçbir şeyin farkında değildim.” “Sadece sen değil.” dedi Serdar. “Önceki kurbanlarını araştırıyoruz. Görünen o ki Canan, benzer şekilde başka ailelere de sızmış. Özellikle zengin dul babalar hedefi olmuş.” Barış, uyuyan oğluna baktı. Umut’un minik bedeni monitörlere bağlı halde yataktaydı. Sadece bir çocuktu. Masum bir çocuk. Ve o canavar, onu bir reklam aracı, bir engel, bir yük olarak görmüştü. “Onu bulacağız.” dedi Barış dişlerini sıkarak ve her şeyin hesabını verecek.

Umut, iki gün sonra gözlerini yarı açarak Barış’a döndü. Serum ve ilaçlar sayesinde rengi biraz yerine gelmişti. “Baba,” dedi Umut sesi eskisinden daha güçlü. “Canan teyze hep evimizin fotoğraflarını çekerdi. Telefonuyla her yerin resmini alırdı.” Ahmet, kızının bu sözleriyle duygulandı. “Gerçekten Canan teyze seni seviyor muydu?” “Evet,” dedi Umut. “Ama ben mutlu değildim.” Barış, gözlerinin dolduğunu hissetti. “Canan teyze seni sadece aç bırakmadı, aynı zamanda psikolojik olarak da manipüle etti.”

Bir keresinde, diye devam etti Umut, mutfakta konuşuyorlardı. “Büyük resmi duvardan indirdiler. Annemin çok sevdiği resmi adam bu tabloyu İstanbul’da satarız.” Barış’ın aklına hemen Selin’in en sevdiği tablo geldi. Ünlü ressam İbrahim Çallı’nın bir eseri. Değeri milyonlarca liraydı. Göğsünde bir sıkışma hissetti. Hemşire kapıda belirdi. “Doktor sosyal hizmet uzmanı sizi bekliyor.”

“Tamam hemen geliyorum.” Dedi Barış, Umut’a döndü. “Biraz dinlen oğlum. Ben hemen döneceğim.” Koridorda Serdar ve sosyal hizmet uzmanı Aysel bekliyordu. Barış, Umut’un anlattıklarını aktardı. “Bu sadece ihmal değil.” dedi Aysel not alarak. “Aktif istismar ve hırsızlık vakası. Polis artık daha ciddi bir soruşturma başlatacak.” Serdar, Barış’a yaklaştı. “Az önce polisten haber aldım. Evinize gitmişler. Canan gitmiş ama evin durumu kötü.”

Barış, bazı değerli eşyaların yok olduğunu duyduğunda derin bir nefes aldı. “Çallı tablosu duvardan indirilmiş. Selin’in mücevherleri, antika saatlerin, önemli evrakların.” Barış, duvara yaslandı. Evindeki maddi kaybın önemi yoktu. Ama Selin’den kalan hatıralar, onun mücevherleri, anneannesinden kalan yüzüğü nasıl çalınabilirlerdi? Bunlar sadece maddi değeri olan eşyalar değil, ailesinin kutsallaştırdığı anılardı. “Bu kadın sadece bir bakıcı değil.” dedi Serdar. “Profesyonel bir hırsız, bir dolandırıcı ve maalesef çoktan izini kaybettirmiş olabilir.”

Barış doğruldu. Gözlerinde kararlılık vardı. “Hayır, kaçamayacak. Onu bulacağız. Oğluma yaptıklarının ve çaldığı hayatımızın hesabını verecek. Nereye giderse gitsin peşini bırakmayacağım.” Serdar hastane kafeteryasında dizüstü bilgisayarını açtı. Barış karşısına oturdu. Bir yandan da Umut’un odasına geri dönmek için acele ediyordu. Oğlunu bir an bile yalnız bırakmak istemiyordu artık. “Bak,” dedi Serdar ekranı çevirerek. “Canan’ın sadece bir Instagram hesabı yok. Farklı isimlerle Facebook, Twitter, YouTube kanalları da var. Kendini şifacı Canan Sevda olarak tanıtıyor. Tıp eğitimi olmadığı halde tıbbi tavsiyeler veriyor.”

Barış ekrana baktı. Canan, onun evinin üzerinden şifa atölyeleri düzenlemiş, şifalı kokteyl adı altında yüksek fiyatlarla bitkisel karışımlar satmış. Hatta kanserden korunma seminerleri vermişti. Her fotoğrafta Barış’ın lüks evi ve değerli eşyaları görünüyordu.

Canan, kendini zengin ve başarılı bir terapist olarak lanse ediyordu. “Böyle bir şey nasıl olabilir?” diye mırıldandı Barış. “Evimde yaşadığı süre boyunca sahte bir hayat yaratmış ve ben hiçbir şeyin farkında değildim.” “Sadece sen değil.” dedi Serdar. “Önceki kurbanlarını araştırıyoruz. Görünen o ki Canan, benzer şekilde başka ailelere de sızmış. Özellikle zengin dul babalar hedefi olmuş.” Barış, uyuyan oğluna baktı. Umut’un minik bedeni monitörlere bağlı halde yataktaydı. Sadece bir çocuktu. Masum bir çocuk. Ve o canavar, onu bir reklam aracı, bir engel, bir yük olarak görmüştü. “Onu bulacağız.” dedi Barış dişlerini sıkarak ve her şeyin hesabını verecek.

Umut, iki gün sonra gözlerini yarı açarak Barış’a döndü. Serum ve ilaçlar sayesinde rengi biraz yerine gelmişti. “Baba,” dedi Umut sesi eskisinden daha güçlü. “Canan teyze hep evimizin fotoğraflarını çekerdi. Telefonuyla her yerin resmini alırdı.” Ahmet, kızının bu sözleriyle duygulandı. “Gerçekten Canan teyze seni seviyor muydu?” “Evet,” dedi Umut. “Ama ben mutlu değildim.” Barış, gözlerinin dolduğunu hissetti. “Canan teyze seni sadece aç bırakmadı, aynı zamanda psikolojik olarak da manipüle etti.”

Bir keresinde, diye devam etti Umut, mutfakta konuşuyorlardı. “Büyük resmi duvardan indirdiler. Annemin çok sevdiği resmi adam bu tabloyu İstanbul’da satarız.” Barış’ın aklına hemen Selin’in en sevdiği tablo geldi. Ünlü ressam İbrahim Çallı’nın bir eseri. Değeri milyonlarca liraydı. Göğsünde bir sıkışma hissetti. Hemşire kapıda belirdi. “Doktor sosyal hizmet uzmanı sizi bekliyor.”

“Tamam hemen geliyorum.” Dedi Barış, Umut’a döndü. “Biraz dinlen oğlum. Ben hemen döneceğim.” Koridorda Serdar ve sosyal hizmet uzmanı Aysel bekliyordu. Barış, Umut’un anlattıklarını aktardı. “Bu sadece ihmal değil.” dedi Aysel not alarak. “Aktif istismar ve hırsızlık vakası. Polis artık daha ciddi bir soruşturma başlatacak.” Serdar, Barış’a yaklaştı. “Az önce polisten haber aldım. Evinize gitmişler. Canan gitmiş ama evin durumu kötü.”

Barış, bazı değerli eşyaların yok olduğunu duyduğunda derin bir nefes aldı. “Çallı tablosu duvardan indirilmiş. Selin’in mücevherleri, antika saatlerin, önemli evrakların.” Barış, duvara yaslandı. Evindeki maddi kaybın önemi yoktu. Ama Selin’den kalan hatıralar, onun mücevherleri, anneannesinden kalan yüzüğü nasıl çalınabilirlerdi? Bunlar sadece maddi değeri olan eşyalar değil, ailesinin kutsallaştırdığı anılardı. “Bu kadın sadece bir bakıcı değil.” dedi Serdar. “Profesyonel bir hırsız, bir dolandırıcı ve maalesef çoktan izini kaybettirmiş olabilir.”

Barış doğruldu. Gözlerinde kararlılık vardı. “Hayır, kaçamayacak. Onu bulacağız. Oğluma yaptıklarının ve çaldığı hayatımızın hesabını verecek. Nereye giderse gitsin peşini bırakmayacağım.” Serdar hastane kafeteryasında dizüstü bilgisayarını açtı. Barış karşısına oturdu. Bir yandan da Umut’un odasına geri dönmek için acele ediyordu. Oğlunu bir an bile yalnız bırakmak istemiyordu artık. “Bak,” dedi Serdar ekranı çevirerek. “Canan’ın sadece bir Instagram hesabı yok. Farklı isimlerle Facebook, Twitter, YouTube kanalları da var. Kendini şifacı Canan Sevda olarak tanıtıyor. Tıp eğitimi olmadığı halde tıbbi tavsiyeler veriyor.”

Barış ekrana baktı. Canan, onun evinin üzerinden şifa atölyeleri düzenlemiş, şifalı kokteyl adı altında yüksek fiyatlarla bitkisel karışımlar satmış. Hatta kanserden korunma seminerleri vermişti. Her fotoğrafta Barış’ın lüks evi ve değerli eşyaları görünüyordu.

Canan, kendini zengin ve başarılı bir terapist olarak lanse ediyordu. “Böyle bir şey nasıl olabilir?” diye mırıldandı Barış. “Evimde yaşadığı süre boyunca sahte bir hayat yaratmış ve ben hiçbir şeyin farkında değildim.” “Sadece sen değil.” dedi Serdar. “Önceki kurbanlarını araştırıyoruz. Görünen o ki Canan, benzer şekilde başka ailelere de sızmış. Özellikle zengin dul babalar hedefi olmuş.” Barış, uyuyan oğluna baktı. Umut’un minik bedeni monitörlere bağlı halde yataktaydı. Sadece bir çocuktu. Masum bir çocuk. Ve o canavar, onu bir reklam aracı, bir engel, bir yük olarak görmüştü. “Onu bulacağız.” dedi Barış dişlerini sıkarak ve her şeyin hesabını verecek.

Umut, iki gün sonra gözlerini yarı açarak Barış’a döndü. Serum ve ilaçlar sayesinde rengi biraz yerine gelmişti. “Baba,” dedi Umut sesi eskisinden daha güçlü. “Canan teyze hep evimizin fotoğraflarını çekerdi. Telefonuyla her yerin resmini alırdı.” Ahmet, kızının bu sözleriyle duygulandı. “Gerçekten Canan teyze seni seviyor muydu?” “Evet,” dedi Umut. “Ama ben mutlu değildim.” Barış, gözlerinin dolduğunu hissetti. “Canan teyze seni sadece aç bırakmadı, aynı zamanda psikolojik olarak da manipüle etti.”

Bir keresinde, diye devam etti Umut, mutfakta konuşuyorlardı. “Büyük resmi duvardan indirdiler. Annemin çok sevdiği resmi adam bu tabloyu İstanbul’da satarız.” Barış’ın aklına hemen Selin’in en sevdiği tablo geldi. Ünlü ressam İbrahim Çallı’nın bir eseri. Değeri milyonlarca liraydı. Göğsünde bir sıkışma hissetti. Hemşire kapıda belirdi. “Doktor sosyal hizmet uzmanı sizi bekliyor.”

“Tamam hemen geliyorum.” Dedi Barış, Umut’a döndü. “Biraz dinlen oğlum. Ben hemen döneceğim.” Koridorda Serdar ve sosyal hizmet uzmanı Aysel bekliyordu. Barış, Umut’un anlattıklarını aktardı. “Bu sadece ihmal değil.” dedi Aysel not alarak. “Aktif istismar ve hırsızlık vakası. Polis artık daha ciddi bir soruşturma başlatacak.”

Serdar, Barış’a yaklaştı. “Az önce polisten haber aldım. Evinize gitmişler. Canan gitmiş ama evin durumu kötü.” Barış, bazı değerli eşyaların yok olduğunu duyduğunda derin bir nefes aldı. “Çallı tablosu duvardan indirilmiş. Selin’in mücevherleri, antika saatlerin, önemli evrakların.” Barış, duvara yaslandı. Evindeki maddi kaybın önemi yoktu. Ama Selin’den kalan hatıralar, onun mücevherleri, anneannesinden kalan yüzüğü nasıl çalınabilirlerdi?

Bunlar sadece maddi değeri olan eşyalar değil, ailesinin kutsallaştırdığı anılardı. “Bu kadın sadece bir bakıcı değil.” dedi Serdar. “Profesyonel bir hırsız, bir dolandırıcı ve maalesef çoktan izini kaybettirmiş olabilir.” Barış doğruldu. Gözlerinde kararlılık vardı. “Hayır, kaçamayacak. Onu bulacağız. Oğluma yaptıklarının ve çaldığı hayatımızın hesabını verecek. Nereye giderse gitsin peşini bırakmayacağım.”

Serdar hastane kafeteryasında dizüstü bilgisayarını açtı. Barış karşısına oturdu. Bir yandan da Umut’un odasına geri dönmek için acele ediyordu. Oğlunu bir an bile yalnız bırakmak istemiyordu artık. “Bak,” dedi Serdar ekranı çevirerek. “Canan’ın sadece bir Instagram hesabı yok. Farklı isimlerle Facebook, Twitter, YouTube kanalları da var. Kendini şifacı Canan Sevda olarak tanıtıyor. Tıp eğitimi olmadığı halde tıbbi tavsiyeler veriyor.”

Barış ekrana baktı. Canan, onun evinin üzerinden şifa atölyeleri düzenlemiş, şifalı kokteyl adı altında yüksek fiyatlarla bitkisel karışımlar satmış. Hatta kan

.