ÖNÜMÜZDEKI HAFTA ÖDEYEBİLİR MİYİZ? YAKARADıLAR YOKSUL İKİZLER – AMA BİR MİLYONER HER ŞEYİ GÖRDÜ…
.
.
Önümüzdeki Hafta Ödeyebilir Miyiz? Yakaradılar Yoksul İkizler – Ama Bir Milyoner Her Şeye Gördü
Köşede rafların arasında dikilen uzun boylu şık giyimli bir adam bu sahneyi sessizce izliyordu. Kerem Yılmaz, 32 yaşında teknoloji sektöründe büyük başarı kazanmış genç bir iş adamıydı. Mavi takım elbisesi ve gümüş kol saatiyle bu mütevazı dükkanda fazlasıyla göze batıyordu. İstanbul’un bu eski mahallesindeki bakkalda ne işi olduğunu kendisi de tam olarak bilmiyordu. Belki de büyük şirketlerin, toplantıların, sürekli çalan telefonların yorgunluğundan kaçmak istemişti.
Kerem, çocukların bakışlarındaki umutsuzluğu fark etti. Onların omuzları düştü ama başları dimdik kaldı. Bu küçük jest, çocukların onurlarını koruma çabasını gösteriyordu. Bir anda içinde açıklanamaz bir duygu kabardı. “Bekleyin,” dedi raflara doğru yürüyerek. Ahmet amca ve ikizler ona döndüler. “Ben ödeyeceğim.” Dükkana bir sessizlik çöktü. Kerem tezgaha yaklaştı. Cüzdanından bir banknot çıkardı. “Bir ekmek ve şu çikolatalardan da iki tane lütfen.”
Ahmet amca şaşkınlıkla karışık bir minnet duygusuyla paketi hazırlarken, ikizler birbirlerine bakıştılar. Gözlerinde şüphe ve hayret vardı. “Teşekkür ederiz beyefendi,” dedi Zehra, kardeşinden biraz daha cesur olanı. “Ama biz sadece ekmek istemiştik.” Kerem eğildi. Çocukların göz hizasına geldi. “Herkes bazen biraz tatlıya ihtiyaç duyar. Özellikle de yağmurlu günlerde,” dedi gülümseyerek. “Annenize de bir tane götürün. Belki kendini daha iyi hisseder.”
Çocuklar paketi aldılar, teşekkür ettiler ve dükkandan çıktılar. Kerem, onların küçük bedenlerinin yağmurda nasıl koştuğunu camdan izledi. Kendini garip bir şekilde boş hissetti. Sanki önemli bir şey kaçırmıştı. “İyi çocuklar,” dedi Ahmet amca, Kerem’in düşüncelerini bölerek. “Anneleri Leyla Hanım çok çalışkan bir kadın. İki işte birden çalışıyor ama geçinmek zor, hele de iki çocukla.” Kerem başını salladı. “Nerede yaşıyorlar?” “Şu aşağıdaki sokakta. Eski apartmanlardan birinde. Kocası… eh, diyelim ki artık yok. Kadıncağız her şeyi tek başına göğüslüyor.”
Kerem, para üstüne almayı reddetti. “Sizden bir ricam olacak,” dedi düşünceli bir şekilde. “Bu parayı onlar için saklayın. Ekmek almaya geldiklerinde, fiş geçerli değil, benden bahsetmeyin.” Ahmet amca anlayışla gülümsedi. Zengin ama kalbi temiz. Nadir rastlanır böylelerine. Kerem dükkandan çıktığında yağmur hafiflemişti. Lüks arabasına bindi ama motoru çalıştırmadı. Dikiz aynasından bakkalı izledi. Sonra gözlerini ikizlerin kaybolduğu sokağa çevirdi.
Aklı hala o titrek seslerde, o onurlu duruşta kalmıştı. Telefonunu çıkardı, asistanını aradı. “Serkan, bugünkü toplantıları ertele. Kişisel bir durum. Evet, önemli.” Kerem, otelin lüks suitine döndüğünde kendini bilgisayarının başına attı. Beyoğlu’nun eski mahallelerini, sosyal yardım kuruluşlarını araştırdı. İkizlerin gittiği okulu bulmak zor olmadı. Sultan Ahmet İlkokulu, mahallenin tek devlet okuluydu.
Ertesi gün okul çıkışında uzaktan izledi onları. Ayşe ve Zehra, diğer çocuklardan farklı görünüyorlardı. Daha ciddi, daha olgun. Sanki omuzlarında görünmez bir yük taşıyorlardı. Okul bahçesinde oyun oynamak yerine doğruca eve yöneldiler. Kerem, kendini bir dedektif gibi hissederek onları takip etti ama mesafesini korudu. Çocuklar, eski bir apartmanın önünde durdular. Kapı numarası 7’ydi. Bina bakımsız görünüyordu ama temizdi. Girişindeki çiçekler, içinde yaşayanların bütün zorluklara rağmen hayata tutunma çabasını gösteriyordu.
O gece Kerem bir market siparişi verdi. Temel gıdalar, meyve, sebze, et, süt ürünleri. Adrese teslim edilmesi için talimat verdi ama kendi adını vermedi pakete. El yazısıyla bir not iliştirdi: “Biraz yardım. Karşılık beklemiyorum. Sadece iyileşin.” Üç gün geçti. Kerem her gün bakkalı ziyaret etti. İkizlerin okul yolunu gözledi ama görünmez olmaya çalıştı. Pazartesi sabahı Ahmet amcanın dükkanına girdiğinde yaşlı adam heyecanla onu karşıladı. “Gelmişsin. Seni görmeyi umuyordum,” dedi Ahmet amca. “Leyla Hanım dün geldi. Gözleri kızarmıştı. Biri onlara yiyecek göndermiş. Kim olduğunu bilmiyormuş. Çok gururlu bir kadın. Almak istememiş önce. Ama çocuklar için ne yapabilir ki?”
Kerem hafifçe gülümsedi. “Nasıl hasta olduğunu söylemişlerdi?” “Grip ateş. Hastaneye gidemez. Sigortası yok. Eskiden bir zengin ailenin evinde çalışıyormuş. Ta ki hamile olduğu anlaşılana kadar kovmuşlar onu. O günden beri güveni kalmamış büyük paralılara.” Bu bilgi Kerem’in içini burktu. Kendi dünyasından insanların yaptığı bu haksızlık onu utandırdı. “Nerede çalışıyor şimdi?” “Sabahları temizlik işleri, akşamları bir lokantada bulaşık. Çocuklar okuldayken çalışıyor. Sonra hemen eve koşuyor. Hafta sonları da çamaşırhaneye gidiyor.”
Kerem düşünceli bir şekilde başını salladı. “Teşekkürler Ahmet amca bu bilgiler için.” Bakkaldan çıktıktan sonra Kerem bir süre mahallenin sokaklarında dolaştı. Lüks hayatında gerçek mücadeleleri unutmuştu. İnsanların nasıl hayatta kalmaya çalıştığını, çocukların nasıl erken büyüdüğünü görmüyordu. Artık telefonuna gelen mesajları görmezden geldi. Önemli bir toplantıyı kaçırdığını bildiği halde umursamadı.
Akşamüstü ikizleri tekrar gördü ama bu sefer farklı bir yerde. Mahallenin arka sokaklarında çöp konteynerlerinin yanında ellerinde plastik torbalarla alüminyum kutu topluyorlardı. Yüzlerinde çocuksu bir ciddiyet vardı. Sanki önemli bir iş yapıyorlardı. Kerem’in kalbi sıkıştı. Kendi çocukluğunu düşündü. Zengin bir ailenin şımarık çocuğuydu. Her istediğini almıştı. Hiçbir zaman böyle bir zorlukla karşılaşmamıştı. Şimdi büyük bir servetin sahibiydi ama hayatında bir boşluk vardı. Kimse onu gerçekten tanımıyordu. Kimse onun içindeki boşluğu görmüyordu.
Farkında olmadan çocuklara doğru yürümeye başladı. Onlara yaklaştığında ikizler alarma geçmiş gibi başlarını kaldırdılar. Gözlerinde korkuyla karışık bir savunma vardı. “Merhaba,” dedi Kerem yumuşak bir sesle, “Ben Kerem. Geçen gün bakkalda karşılaşmıştık. Hatırladınız mı?” Çocuklar birbirlerine baktılar. Sonra temkinli bir şekilde başlarını salladılar. “Size yardım edebilir miyim?” diye sordu torbalara bakarak. “Hayır, teşekkürler,” dedi Ayşe koruyucu bir tavırla kardeşine yaklaşarak. “Biz yapabiliriz.”
Kerem, onların gururunu incitmek istemedi. “Biliyorum, yapabilirsiniz. Çok çalışkansınız. Ben sadece belki eve dönüşte size eşlik edebilirim diye düşündüm. Hava kararmak üzere.” Çocuklar tekrar bakıştılar. Sessiz bir anlaşma yaptılar. “Tamam,” dedi Zehra sonunda. “Ama annemiz bizi bekliyor. Acele etmeliyiz.” Kerem başını salladı ve çocukların yanında yürümeye başladı. Torbalarını taşımayı teklif etti ama reddettiler. Gurur, bu ailenin temel direğiydi anlaşılan.
Yolda çocuklar yavaş yavaş açıldılar. Okuldan öğretmenlerinden bahsettiler. Zehra matematikte iyiydi. Ayşe ise okumayı seviyordu. İkisi de annelerine yardım etmekten gurur duyuyorlardı. Kutuları bir geri dönüşüm merkezine satıyorlardı. Kazandıkları parayla annelerine sürpriz yapıyorlardı. “Anneniz ne iş yapıyor?” diye sordu Kerem, bilmiyormuş gibi. “Ev temizliyor,” dedi Ayşe ve bir lokantada çalışıyor. “Çok yoruluyor ama hiç şikayet etmiyor.” “Sizin işiniz ne?” diye sordu Zehra doğrudan Kerem’e bakarak. Kerem duraksadı. “Ben bilgisayarlarla ilgili bir iş yapıyorum,” dedi basitçe. Servetinden, şirketlerinden bahsetmek istemedi.
Apartmana vardıklarında Kerem durdu. “Buraya kadar,” dedi gülümseyerek. “Annenize selamlarımı iletin.” Tam ayrılacakken apartmanın kapısı açıldı ve solgun yüzlü, yorgun gözlü bir kadın göründü. 30’lu yaşlarının başındaydı ama daha yaşlı görünüyordu. Gözlerinde endişe ve şüphe vardı. “Kızlar nerede kaldınız?” dedi. Sonra bakışları Kerem’e döndü. Gözleri bir anda alarmla doldu. “Siz de kimsiniz?” Kerem, Leyla’nın şüpheli bakışları altında bir an duraksadı. Kadının gözlerindeki ifade bir yabancıya karşı doğal bir korumacılıktan daha fazlasıydı. Derin bir güvensizlik, belki de geçmiş yaraların izlerini taşıyordu.
“Ben Kerem Yılmaz,” dedi. Mümkün olduğunca samimi bir sesle. “Kızlarınıza sokakta rastladım. Hava kararmak üzereydi. Onlara eşlik etmek istedim.” Leyla, kızlarını korumak istercesine önlerine geçti. “Teşekkürler. Ama artık gidebilirsiniz. Kızlarım resmen evlerine güvenle ulaştılar.” Kerem başını salladı, tartışmak istemedi. “Elbette, iyi akşamlar dilerim.” Dönüp giderken Zehra’nın sesini duydu. “Anne, bu amca bakkalda bize ekmek alan kişi.” Leyla dondu. Yavaşça Kerem’e döndü. Gözlerinde şimdi farklı bir ifade vardı. Şüphe hala oradaydı ama karışık duygularla mücadele ettiği belliydi. “Teşekkür ederim,” dedi. “Zorluk içinde, hasta olduğum için rica ederim.”
Kerem kadının gururunu incitmemeye çalışarak, “Herkes zor zamanlar geçirebilir,” dedi. Bir sessizlik oldu. Leyla, kızlarını içeri yönlendirdi. “Hadi ellerinizi yıkayın. Yemek hazırlayacağım.” Kerem ayrılmak üzereyken Leyla tereddütle seslendi. “Bakkalda söylediğiniz şeyi duydum. Para üstünü bizim için bırakmışsınız.” Kerem hafifçe gülümsedi. Ahmet amca konuşmaması gereken şeyleri anlatıyor anlaşılan. “Siz neden Leyla’nın sesi şüphe doluydu? Neden bize yardım ediyorsunuz?” Kerem derin bir nefes aldı. “Bilmiyorum,” dedi dürüstçe. “Belki de kızlarınızın gözlerindeki o kararlılık, o onur etkilendim.”
Leyla’nın yüzündeki ifade yumuşamadı. “Teşekkür ederim ama yardımınıza ihtiyacımız yok. Biz idare ediyoruz.” “Yodo anlıyorum,” dedi Kerem başını sallayarak. “Rahatsız ettiğim için özür dilerim. İyi akşamlar.” Kerem uzaklaşırken içinde bir boşluk hissetti. Neden bu kadar etkilenmişti bu aileden? Neden bu kadar umursuyordu? Hayatında hiç bu kadar güçlü bir bağ hissetmemişti tanımadığı insanlara karşı. Oteline döndüğünde kendini lüks suitinin yalnızlığında buldu. Miniard’dan bir içki aldı. Pencerenin önündeki koltuğa oturdu. İstanbul’un ışıkları ayaklarının altında uzanıyordu. Tüm bu zenginliğin, başarının ortasında kendini hiç bu kadar boş hissetmemişti.
Telefonuna baktı. Onlarca cevapsız arama, yüzlerce okunmamış e-posta. Hepsi iş, para, toplantılar, anlaşmalar hakkında; hiçbiri gerçek bir insan bağlantısı içermiyordu. Arkadaşları vardı elbette ama hepsi aynı dünyadan, aynı çevreden insanlardı. Kimse ona Ayşe ve Zehra’nın gözlerindeki o samimiyetle bakmıyordu. Sabah alışılmadık bir kararla uyandı. Takım elbise yerine sade bir kot pantolon ve gömlek giydi. Arabasını otelin garajında bıraktı. Metroya bindi. İnsanların arasına karıştı. Onların günlük rutinlerini izledi. Ne kadar farklıydı kendi hayatından.
Sultan Ahmet ilkokulunun önüne vardığında zil çalmak üzereydi. Çocuklar bahçeye giriyorlardı. Ayşe ve Zehra’yı kalabalığın içinde fark etti. Her zamanki gibi ciddi yüzleriyle. Ama bu sefer farklı bir şey vardı. Ellerinde yeni çantalar vardı. Üzerlerinde yeni önlükler, yüzlerinde hafif bir gurur ifadesi vardı. “Burs,” diye düşündü Kerem içinden gülümseyerek; müdür hızlı davranmıştı. Okul bahçesine girmeden önce ikizler onu fark ettiler. Bir an durakladılar. Sonra tereddütle el salladılar. Kerem de onlara el salladı, gülümsedi. Bu küçük tanınma jesti içini ısıttı.
Öğle vakti Leyla’nın sabahları çalıştığı yeri bulmaya karar verdi. Mahalledeki temizlik şirketlerini araştırdı. Sonunda küçük bir ofisi olan bir şirketi buldu. İçeri girdiğinde orta yaşlı bir kadın onu karşıladı. “Ev temizliği için mi geldiniz?” diye sordu kadın. “Hayır,” dedi Kerem. “Bir çalışanınız hakkında bilgi almak istiyordum. Leyla Demir,” kadının yüzü hemen değişti. “Siz kimsiniz? Bir sorun mu var?” “Hayır,” dedi Kerem hemen. “Ben bir iş teklifi yapmak istiyorum ona. Kişisel asistan arıyorum.”
Kadın şüpheyle baktı. “Leyla çok iyi bir çalışandır. Onu kaybetmek istemeyiz.” “Anlıyorum,” dedi Kerem ama bu onun için daha iyi olabilir. Daha iyi maaş, düzenli saatler. “Ona kendiniz söyleyin,” dedi kadın kısaca. “Bugün Yeşilköy’de çalışıyor. Akgün Apartmanı daire 5.” Kerem teşekkür etti ve ayrıldı. Yeşilköy uzaktı. Taksi tutması gerekecekti. Ama bir anda bunun bir hata olabileceğini düşündü. Leyla’yı iş yerinde rahatsız etmek, bu kadının güvenini kazanmanın yolu değildi. İç çekerek vazgeçti. Sabırlı olmalıydı. Doğru zaman gelecekti.
Şimdilik uzaktan yardım etmeye devam edebilirdi. Akşam Leyla’nın çalıştığı lokantaya gitti. Yine bu sefer mutfağa daha yakın bir masaya oturdu. Yemeğini yerken Leyla’nın çalışmasını izledi. Kadın tüm yorgunluğuna rağmen işini büyük bir dikkatle yapıyordu. Kerem onun bu kararlılığına hayran kaldı. Yemek bittiğinde garsonu çağırdı. “Mutfaktaki hanıma bir mesaj iletebilir misiniz?” dedi. “Kızları için gurur duymalı. Bugün okulda çok mutlu görünüyorlardı.” Garson şaşırdı ama mesajı iletti. Kerem, Leyla’nın donup kaldığını, sonra hemen başını çevirdiğini gördü.
Kerem hafifçe başını eğdi, saygı gösterircesine. Leyla’nın gözlerinde şaşkınlık vardı ama bu sefer belki de bir merak kıvılcımı da. Bir hafta geçti. Kerem hayatında alışılmadık bir rutin yarattı. Sabahları ikizleri okula bırakıyor, sonra hastaneye gidiyor, Leyla ile birkaç saat geçiriyordu. Öğle vakti işleriyle ilgileniyor, akşamları çocukları okuldan alıp hastaneye götürüyordu. Üçüncü gün Leyla’nın doktoru ona taburcu olabileceğini söyledi. Ama tam iyileşene kadar istirahat etmesi gerekecekti. En az bir hafta çalışmamalı.
Kerem başını salladı. “Anladım doktor. Endişelenmeyin. Dinlenmesini sağlayacağım.” Leyla’ya haberi verdiğinde kadının yüzünde hem rahatlama hem de endişe vardı. “İşimi kaybedeceğim,” dedi hemen. “Bir hafta izin alamam. İşimi kaybederim.” “Endişelenmeyin,” dedi Kerem. “Ben işverenlerinizle konuşurum. Sağlık raporu var elinizde. Kanunen sizi işten çıkaramazlar.” “Ama maaş,” dedi Leyla endişeyle. “O konuda da yardımcı olabilirim,” dedi Kerem nazikçe. “Hayır,” dedi Leyla sert bir sesle. “Sizden para alamam.” Kerem iç çekti. “Anlıyorum. Peki, bir borç olarak düşünün. İyileşip işe döndüğünüzde istediğiniz zaman geri ödersiniz.”
Leyla tereddüt etti. “Bilmiyorum.” “Lütfen,” dedi Kerem. “Çocuklarınızın hatırı için. Onlar annesinin sağlığını istiyorlar değil mi?” Bu argüman işe yaradı. Leyla isteksizce kabul etti. “Tamam ama sadece borç olarak.” “Anlaştık,” dedi Kerem gülümseyerek. Hastaneden çıktıklarında Leyla hala zayıftı. Yürümekte zorlanıyordu. Kerem onu nazikçe tuttu, arabasına bindirdi. İkizler arka koltukta annelerine sokulmuşlardı. Onu bırakmak istemiyorlardı.
Eve mi gidiyoruz?” diye sordu Leyla, şehrin farklı bir yönüne doğru gittiklerini fark ederek. “Önce bir yere uğramamız gerek,” dedi Kerem. “Sizin için bir şey hazırlattım.” Boğaz manzaralı bir apartmanın önünde durdular. Modern, bakımlı bir binaydı. Kerem arabadan indi. Leyla’nın inmesine yardım etti. İkizler merakla etraflarına bakıyorlardı. “Burası neresi?” diye sordu Leyla şüpheyle. “Bir arkadaşımın dairesi,” dedi Kerem. “Şu anda yurt dışında birkaç haftalığına kullanmamıza izin verdi.” Bu bir yalandı elbette. Kerem iki gün önce bu daireyi satın almıştı. Emlakçıya özel talimatlar vermiş, daireyi en kısa sürede döşetmişti. Ama Leyla’ya bunu söyleyemezdi. Kadının gururunu incitirdi.
Asansörle 3. kata çıktılar. Kerem kapıyı açtı, kenara çekildi. “Buyurun.” İçeri girdiklerinde hepsi şaşkınlıkla etraflarına baktılar. Daire geniş, aydınlık ve sıcak bir atmosfere sahipti. Oturma odası, mutfak, üç yatak odası ve iki banyo vardı. Mobilyalar yeni ve rahattı ama gösterişli değildi. Balkondan boğazın muhteşem manzarası görünüyordu. “Vay!” dedi Zehra, “Gözleri kocaman. Burası çok güzel, inanılmaz.” diye ekledi Ayşe balkona koşarak. Leyla sessizdi. Etrafına bakınıyordu. “Bu çok fazla,” dedi sonunda. “Kendi evimize gidebiliriz. Gerek yok böyle bir…”
“Lütfen,” dedi Kerem. “Sadece iyileşene kadar. Burada dinlenmeniz daha kolay olur. Asansör var, market yakın, hava temiz.” Leyla iç çekti. “Çocuklar için,” dedi kendi kendine ikna olmaya çalışarak. “Elbette,” dedi Kerem. “Onlar için.” Leyla başını salladı. “Tamam ama sadece birkaç gün.” “Harika,” dedi Kerem gülümseyerek. “Size daireyi gezdireyim.” Ana yatak odasını Leyla’ya gösterdi. Geniş bir yatak, rahat bir koltuk, küçük bir çalışma masası vardı. Banyosu genişti. Küveti ve duşu vardı. “Bu sizin odanız,” dedi Kerem. “Dinlenmeniz için mükemmel.”
İkinci yatak odasında iki tek kişilik yatak vardı. Renkli örtüler ve perdelerle süslenmişti. “Bu da çocukların odası,” dedi. “Umarım beğenirler.” “Bendik,” diye bağırdı ikizler odaya koşarak yataklara atladılar. Gülmeye başladılar. 3. yatak odasına geldiklerinde Kerem durdu. “Bu da benim odam olacak,” dedi. “Tabii izin verirseniz birkaç gün burada kalmam gerekecek size yardım etmek için.” Leyla şaşırdı. “Siz de mi kalacaksınız?” “Evet,” dedi Kerem. “Ama endişelenmeyin. Rahatsız etmeyeceğim. Sadece ihtiyacınız olursa burada olacağım. Yemek yaparım, çocukları okula götürürüm. Siz tamamen iyileşene kadar.”
Leyla iç çekti, başını salladı. “Bu düzenleme hem rahatsız edici hem de rahatlatıcıydı.” Bir erkeğin evinde kalmak ama öte yandan hala çok zayıftı. Çocuklara tek başına bakamazdı. “Bilmiyorum,” dedi tereddütle. “Düşünün,” dedi Kerem. “Ben şimdi gidip sizin evinizden bazı eşyalarınızı getireyim. Kıyafetler, kişisel eşyalar. Neye ihtiyacınız varsa söyleyin.” Leyla isteksizce bir liste yaptı. Kendi ve çocukların kıyafetleri, diş fırçaları, okul çantaları, birkaç kitap. Kerem listeyi aldı. Çıkmaya hazırlandı. “Burada rahat olun,” dedi. “Buzdolabı dolu. İstediğinizi yiyebilirsiniz. Televizyon, internet, her şey var.”
Bir saate dönerim. Kerem çıktıktan sonra Leyla balkona çıktı. Derin bir nefes aldı. Boğazın manzarası inanılmazdı. Şehrin gürültüsü uzakta kalmıştı. Sadece martıların sesi ve denizin hafif dalgaları duyuluyordu. Çocuklar yanına geldiler. Ona sarıldılar. “Anne, burayı sevdin mi?” diye sordu Zehra. “Çok güzel,” dedi Leyla. “Ama geçici unutmayın. Birkaç gün sonra evimize döneceğiz.” “Neden?” diye sordu Ayşe, “Burada kalsak olmaz mı?” “Olmaz,” dedi Leyla kesin bir sesle. “Burası bizim evimiz değil. Bize ait değil.” Çocuklar sustular ama yüzlerindeki hayal kırıklığını görebiliyordu. Onları anlıyordu. Bu lüks, bu konfor kim istemezdi ki?
Kerem bir saat sonra döndü. Elinde çantalarla her şeyi getirmişti. Hatta Leyla’nın listede unuttuğu şeyleri bile, çocukların sevdiği atıştırmalıklar, Leyla’nın en sevdiği çay, her şeyi yerleştirdim,” dedi odalara girerek. “Şimdi akşam yemeği için ne istersiniz? Ben pişirebilirim ya da sipariş verelim.” “Ben pişiririm,” dedi Leyla hemen. “Hayır,” dedi Kerem kararlı bir sesle. “Siz dinleneceksiniz. Doktorun emri. Ama itiraz yok,” dedi Kerem gülümseyerek. “Ben Haderim. Makarna yapabilirim ya da sipariş verelim. Ne istersiniz?” Çocuklar heyecanla sipariş vermek istediklerini söylediler. Pizza, köfte, baklava.
Kerem gülümsedi. Telefonunu çıkardı ve sipariş verdi. Yemek geldiğinde hep birlikte yemek masasına oturdular. Leyla hala rahatsızdı ama çocukların mutluluğu onu da etkilemişti. Uzun zamandır böyle bir yemek yememişlerdi. Kerem amca dedi Zehra, ağzı dolu dolu. “Sen hep burada mı kalacaksın?” “Hayır,” dedi Kerem. “Sadece anneniz iyileşene kadar sonra kendi evime döneceğim.” “Nerede yaşıyorsun sen?” diye sordu Ayşe. “Şu anda otelde kalıyorum,” dedi Kerem. “Ama normalde İzmir’de yaşıyorum.” “İzmir mi?” dedi Leyla şaşkınlıkla. “İstanbul’da değil misiniz?” “Hayır,” dedi Kerem. “Şirketimizin merkezi İzmir’de. İstanbul’a iş geldim ama şu anda burada kalmak için iyi bir sebebim var.”
Gözleri Leyla’nınkilerle buluştu. Kadın bakışlarını kaçırdı. Hafifçe kızardı. Yemekten sonra Kerem bulaşıkları yıkadı. Çocukların ödevlerine yardım etti. Leyla televizyon izliyordu ama aklı başka yerdeydi. Bu adam neden bu kadar iyiydi onlara? Gerçekten ne istiyordu? Çocuklar yatma vakti geldiğinde Kerem onları yataklarına yatırdı. İyi geceler diledi. Leyla da geldi, onlara sarıldı, öptü. “İyi geceler canlarım,” dedi. “Güzel rüyalar.” “Anne,” dedi Ayşe uykulu bir sesle. “Keşke hep burada yaşasak.” Leyla cevap vermedi. Sadece kızının saçlarını okşadı. Odadan çıktıklarında Kerem ile Leyla göz göze geldiler. “Çay içer misiniz?” diye sordu Kerem. “Evet,” dedi Leyla. “Teşekkürler. Balkonda oturdular. Önlerinde boğazın ışıkları uzanıyordu. İstanbul gece daha da büyülüydü. Bir süre sessizce çaylarını içtiler.
“Teşekkür ederim,” dedi Leyla sonunda. “Her şey için.” “Rica ederim,” dedi Kerem. “Nasıl hissediyorsunuz?” “Daha iyi,” dedi Leyla. “Ama hala yorgunum ve endişeliyim.” “Ne için?” “İşimi kaybedeceğim,” dedi Leyla. “Biliyorum,” dedi Kerem. “Lokantada bir hafta izin imkansız. Ben konuştum onlarla,” dedi Kerem. “Endişelenmeyin. İşiniz güvende.” Leyla ona baktı. “Nasıl?” “Sadece durumu açıkladım,” dedi Kerem detaylara girmeyerek. Gerçekte lokanta sahibine bir miktar para teklif etmişti Leyla’nın işini koruması için.
“Teşekkür ederim,” dedi Leyla tekrar. “Ama neden neden bizim gibi insanlara yardım ediyorsunuz?” Kerem derin bir nefes aldı. “Çünkü önemsiyorum sizi. Üçünüzü de. Bizi tanıyalı ne kadar oldu? Birkaç hafta bu normal değil.” “Biliyorum,” dedi Kerem. “Ama normal olmayan bir şekilde etkilendim sizden. İlk gördüğüm andan itibaren bir şeyler hissettim.” “Ne?” “Bağlantı,” dedi Kerem. “Sanki sizi hep tanıyormuşum gibi. Sanki ailemsiniz gibi.” Leyla gözlerini kaçırdı. “Aile değiliz.” “Biliyorum,” dedi Kerem. “Ama belki olabilirdik.” Leyla uzun bir süre sessiz kaldı düşündü. Sonra yavaşça başını kaldırdı. “Parayı kabul edemem,” dedi.
“Peki,” dedi Kerem düşünerek. “O zaman bir anlaşma yapalım. Burada kalın, kira öder gibi düşünün. Ama kira çok düşük olsun. Sembolik bir rakam ve biriktirdiğiniz parayla, zamanla kendi evinizi alın. Nasıl?” Leyla düşündü. “Mantıklı,” dedi sonunda. “Kabul edebilirim bunu.” Kerem gülümsedi. “Harika. Ve ben, ben de sizinle kalabilir miyim? Birlikte bir hayat kurabilir miyiz?” Leyla derin bir nefes aldı. “Evet,” dedi kararlılıkla. “Birlikte bir hayat kurabiliriz.” O gece ilk kez Kerem Leyla’ya sarıldı. Sadece sarıldı, başka bir şey değil. Ama o sarılışta bir gelecek sözü vardı. Bir aile olma sözü.
Ertesi sabah kahvaltıda çocuklara söylediler. Kerem’in artık hayatlarının bir parçası olacağını, birlikte yaşayacaklarını. “Yani babamız gibi mi olacaksın?” diye sordu Zehra doğrudan. Kerem duraksadı. “Eğer isterseniz,” dedi dürüstçe. “Ben sizi kendi kızlarım gibi seviyorum ama anneniz her zaman anneniz olacak ve onun kararlarına saygı duyacağım.” “Biz isteriz,” dedi Ayşe kardeşine bakarak. “Değil mi Zehra?” “Evet,” dedi Zehra gülümseyerek. “Ama bize hep çikolata alman şartıyla.” Hepsi güldüler. Bir aile oldular o masada. O anda. Belki alışılmadık bir aileydi. Belki farklı yollardan gelmişlerdi ama sevgi vardı aralarında. Gerçek koşulsuz bir sevgi.
6 ay sonra Kerem resmen Leyla’ya evlenme teklif etti. Boğazda bir teknede, ikizlerin de olduğu bir akşam yemeğinde Leyla ağlayarak, “Evet,” dedi. Ayşe ve Zehra annelerinin boynuna asıldılar. Sevinç çığlıkları attılar. Düğünleri küçük samimi bir törenle oldu. Sadece yakın arkadaşlar, Ahmet Amca, okul müdürü, birkaç öğretmen. Leyla artık temizlik yapmıyordu. Kerem’in şirketinde çalışıyordu. İnsanlarla iletişim konusunda müthiş bir yeteneği vardı. Müşteri ilişkileri departmanında hızla yükselmişti. İkizler artık 10 yaşındaydılar. Okuldaki en başarılı öğrenciler arasındaydılar. Zehra matematik olimpiyatlarına katılıyordu. Ayşe ise edebiyat yarışmalarında ödüller alıyordu.
Kerem onların eğitimine büyük önem veriyordu ama asla baskı yapmıyordu. Sadece destek oluyordu, yol gösteriyordu. Düğün gecesi Kerem ve Leyla balkonda oturuyorlardı. Yine aynı balkonda, her şeyin başladığı yerde. Artık resmi olarak evliydiler. Bir aileydiler. Mutlu musun? diye sordu Kerem eşinin elini tutarak. “Çok,” dedi Leyla gözleri parlayarak. “Hayatımda ilk kez gerçekten mutluyum.” “Ben de,” dedi Kerem, “Sizinle tanışmadan önce hayatımda bir boşluk vardı. Şimdi doldu. Şimdi tamamım.” “Biliyor musun?” dedi Leyla düşünceli bir şekilde. “İlk karşılaştığımızda bakkalda o gün kızlar senden ekmek için para istemişlerdi. Fiş getirmişlerdi. Hatırlıyor musun?” “Elbette,” dedi Kerem gülümseyerek. “O fiş aslında geçerliydi,” dedi Leyla hafifçe kızarak. “Ahmet amca bize veresiye verirdi bazen. Ama o gün, o gün kızlar seni gördüler. Zengin bir adam dediler. Anne belki yardım eder bize dediler.”
Kerem şaşırdı. “Gerçekten mi?” “Evet,” dedi Leyla gülerek. “Onlar planladı her şeyi. Ben hastaydım evet ama o kadar da kötü değildim. Kızlar seni test ettiler. Görmek istediler nasıl biri olduğun.” Kerem kahkaha attı. “Yani tuzağa düştüm.” “En tatlı tuzak,” dedi Leyla ona sarılarak. “Ve ben çok mutluyum düştüğüm için.” “Ben de,” dedi Kerem karısını öperek. Hayatımın en iyi kararıydı o ekmeği almak. Birbirlerine sarıldılar. İstanbul’un ışıklarını seyrettiler. Bir ekmek fişiyle başlayan bu hikaye şimdi bir aile hikayesine dönüşmüştü. Kü
.
News
बच्चा गोद लेने पर महिला को ऑफिस से निकाल दिया लेकिन कुछ महीनों बाद वही महिला बनी कंपनी
बच्चा गोद लेने पर महिला को ऑफिस से निकाल दिया लेकिन कुछ महीनों बाद वही महिला बनी कंपनी . ….
फुटपाथ पर बैठे बुजुर्ग को पुलिस ने भगाया… लेकिन जब उनकी असलियत पता चली, पूरा थाना सलाम करने लगा!”
फुटपाथ पर बैठे बुजुर्ग को पुलिस ने भगाया… लेकिन जब उनकी असलियत पता चली, पूरा थाना सलाम करने लगा!” ….
Sad News for Bachchan family as Amitabh Bachchan Pass in critical condition at ICU at Hospital
Sad News for Bachchan family as Amitabh Bachchan Pass in critical condition at ICU at Hospital . . Amitabh Bachchan…
Salman Khan is in crictical Condition after admit to Hospital | Salman Khan Health Update
Salman Khan is in crictical Condition after admit to Hospital | Salman Khan Health Update . . Salman Khan Hospitalized…
Dipika Kakar is facing another setback as she battles liver cancer!
Dipika Kakar is facing another setback as she battles liver cancer! . . Dipika Kakar Faces Another Setback: Battling Liver…
Dipika Kakar’s husband Shoaib Ibrahim shared heartbreaking news about her Liver Cancer Side effect?
Dipika Kakar’s husband Shoaib Ibrahim shared heartbreaking news about her Liver Cancer Side effect? . . Dipika Kakar’s Brave Battle:…
End of content
No more pages to load